AYM 2019/5186 Başvuru Numaralı AHMET ERDEM VE DİĞERLERİ Başvurusuna İlişkin Karar

Abaküs Yazılım
İkinci Bölüm
Esas No: 2019/5186
Karar No: 2019/5186
Karar Tarihi: 16/11/2021

AYM 2019/5186 Başvuru Numaralı AHMET ERDEM VE DİĞERLERİ Başvurusuna İlişkin Karar

 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

AHMET ERDEM VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/5186)

 

Karar Tarihi:16/11/2021

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Basri BAĞCI

Raportör

:

Cafiye Ece YALIM

Başvurucular

:

1. Ahmet ERDEM

 

 

2. Dodo ERDEM

 

 

3. Faruk ERDEM

 

 

4. Hayat ERDEM

 

 

5. Mehmet ERDEM

 

 

6. Musa ERDEM

 

 

7. Sedat ERDEM

Başvurucular Vekilleri

:

Av. Kemal DERİN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; tıbbi ihmal sonucu gerçekleştiği iddia edilen ölümle ilgili olarak tam yargı davasının reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkının, makul sürede yargılama yapılmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 13/2/2019 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuşlardır.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ile eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden elde edilen bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:

9. Başvurucuların yakınları Z.E. 23/11/2004 tarihinde doğum sancılarının başlaması üzerine başvurduğu Adana Doğum ve Çocuk Bakımevi Hastanesinde doğum sırasında hayatını kaybetmiş, ölümün hemen ardından Z.E.nin karnındaki bebek sezaryen ameliyatı yapılarak sağ olarak kurtarılmıştır.

A. Olayla İlgili Olarak Yürütülen Ceza Soruşturması ve Yargılaması Süreci

10. Başvurucuların yakınının vefat etmesi üzerine Adana Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından derhâl soruşturma başlatılmıştır.

11. Başvuruculardan Dodo Erdem kızının yeşil kartlı olması, paralarının olmaması nedeniyle sağlık görevlilerinin yeterince ilgilenmediklerini, diğer başvurucu Musa Erdem ise kız kardeşi olan Z.E.nin sağlık görevlilerinin ihmali sonucu hayatını kaybettiğini belirterek hastanedeki görevli sağlık personelinden şikâyetçi olmuştur.

12. Başsavcılıkça yapılan soruşturma sonucunda hastanede görev yapan doktor İ.K. ile ebeler Ş.Ç., S.D., S.K. hakkında taksirle ölüme sebebiyet verme suçundan Adana 5. Asliye Ceza Mahkemesinde (Ceza Mahkemesi) kamu davası açılmıştır.

13. Ceza Mahkemesi tarafından sanıkların kusurunun tespiti için Yüksek Sağlık Şûrasından alınan 9/4/2008 tarihli raporda; tıbbi bakım ve özende eksiklik bulunmadığı, yapılan işlemlerin doğru olduğu, kesin ölüm sebebinin de otopsi raporunda tespit edilmediği, sanıkların kusurunun bulunmadığı belirtilmiştir. Ceza Mahkemesince 1/12/2008 tarihinde sanıkların kusurlarının bulunmaması nedeniyle taksirle ölüme neden olma suçundan beraatlerine karar verilmiştir.

14. Başvurucu Dodo Erdem temyiz kanun yoluna başvurmuş, Yargıtayca yapılan inceleme sonucunda 1/11/2010 tarihinde kamu davasının zaman aşımı nedeniyle düşmesine karar verilmiştir.

B. Olayla İlgili Olarak Açılan Tam Yargı Davası Süreci

15. Başvurucular 4/10/2005 tarihinde Sağlık Bakanlığına (İdare) başvuruda bulunarak tazminat talebinde bulunmuş, İdarece 28/11/2005 tarihinde tazminat talebinin reddine karar verilmiştir.

16. Başvurucular 25/1/2006 tarihli dilekçeyle İdarenin hizmet kusuru bulunduğunu, belirterek Ankara 3. İdare Mahkemesinde İdare aleyhine toplam 31.000 TL maddi, 41.000 TL manevi tazminat ödenmesi talepli tazminat davası açmışlardır.

17. Ankara 3. İdare Mahkemesince 30/1/2006 tarihinde, Adana İdare Mahkemesinin yetkili olduğu gerekçesiyle yetkisizlik kararı verilerek dosyanın yetkili Adana İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.

18. Adana 1. İdare Mahkemesi (İdare Mahkemesi) tarafından yapılan yargılama sonucunda risk taşıyan hizmetlerden olan sağlık hizmetinden yararlananın zarara uğraması hâlinde bu zararın tazmininin ancak idarenin ağır hizmet kusurunun varlığı durumunda mümkün olabileceği, uygulanan tedavide ihmal veya kusur bulunmadığının Yüksek Sağlık Şûrasınca belirlendiği, tazminat isteminin yasal dayanağının bulunmadığı gerekçesiyle 23/12/2008 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir.

19. Başvurucular Adli Tıp Kurumundan rapor alınmadan eksik inceleme ile karar verildiğini belirterek temyiz kanun yoluna başvurmuştur.

20. Danıştay Onbeşinci Dairesi (Daire) 10/4/2014 tarihinde, Adli Tıp Kurumundan başvurucuların yakınına uygulanan tedavinin tıp kurallarına uygun olarak yapılıp yapılmadığının, İdarenin herhangi bir hizmet kusuru bulunup bulunmadığının tespiti için rapor alınması gerekirken eksik incelemeye dayalı karar verildiğini belirterek İdare Mahkemesi kararının bozulmasına karar vermiştir.

21. İdare Mahkemesince Dairenin bozma kararına uyularak Adli Tıp Kurumundan tedavinin tıp kurallarına uygun olarak yapılıp yapılmadığının, İdarenin herhangi bir hizmet kusuru bulunup bulunmadığının tespiti için rapor alınmasına karar verilmiştir. İstanbul Birinci Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulunun 2/8/2015 tarihli raporunda normal doğum kararının doğru olduğu, ebenin doğum takibi ve normal doğum yaptırabileceği, bebeğin canlı olması üzerine acilen postmortem sezaryen kararının doğru olduğu, yapılan işlemlerin tıp kurallarına uygun olduğu, ilgili hekimlerin ve yardımcı sağlık personelinin, İdarenin kusurunun bulunmadığı kanaatine varıldığı belirtilmiştir.

22. İdare Mahkemesi 26/11/2015 tarihinde uygulanan tedavide ihmal veya kusur olmadığı Adli Tıp Kurumunca da belirlendiğinden tazminat isteminin yasal dayanağının bulunmaması nedeniyle davanın reddine karar vermiştir.

23. Başvurucular Adli Tıp Kurumu raporunun eksik inceleme ve değerlendirmeyle düzenlendiğini iddia ederek temyizkanun yoluna başvurmuşlardır.

24. Daire 27/5/2016 tarihinde Adli Tıp Kurumundan yeni bir rapor alınması gerektiğini belirtilerek İdare Mahkemesi kararının bozulmasına karar vermiştir. Daire yeni alınacak raporda 1983 doğumlu olan ve ilk gebeliğinde miat aşımı nedeniyle acilen hastaneye başvuran başvurucuların yakını Z.E.ye saat 12.00"den saat 23.00"e kadar indüksiyon (doğumun yapay olarak başlatılması) uygulanmasının tıp kurallarına uygun olup olmadığı, indüksiyona cevap vermeyen Z.E.nin doğumunun sezaryen ile yaptırılmasının gerekip gerekmediği, bebeğe konulan mekonyum aspirasyonu (anne karnındaki bebeğin dışkısının soluk borusuna ya da akciğerlerine kaçması) tanısı da dikkate alındığında daha erken bir saatte yapılacak bir sezaryenin annenin hayati durumunu etkileyip etkilemeyeceği hususlarının ayrıntılı olarak cevaplanması gerektiğine işaret etmiştir.

25. İdare Mahkemesince Dairenin bozma kararına uyularak Adli Tıp Kurumundan Dairenin ayrıntılı olarak cevaplanması gerektiğini belirttiği hususlarda rapor alınmasına karar verilmiştir. Adli Tıp Kurumu 10/1/2018 tarihli raporunda Z.E.ye saat 12.00"den saat 23.00"e kadar indüksiyon uygulanmasının uygun olduğunu, anne ve bebek açısından acil sezaryen endiksiyonu bulunmadığını, indiksiyona cevap vermeyen annenin gün içinde sezaryen ile doğumunun yaptırılmasının gerekmediğini, yapılan işlemlerin tıp kurallarına uygun olduğu, ilgili hekimlere, yardımcı sağlık personeline, İdareye atfedilecek kusurun bulunmadığını bildirmiştir.

26. İdare Mahkemesi 8/5/2018 tarihinde Adli Tıp Kurumundan alınan raporda İdarenin kusurlu olmadığının belirlendiği hususunu dikkate alarak davanın reddine karar vermiştir.

27. Başvurucular idarenin hizmet kusuru bulunduğunu, eksik inceleme ile karar verildiğini belirterek temyiz kanun yoluna başvurmuştur.

28. Daire 13/12/2018 tarihinde İdare Mahkemesi kararının onanmasına karar vermiş ve anılan karar başvurucular vekiline 15/1/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir.

29. Başvurucular 13/2/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

30. Anayasa Mahkemesinin 16/11/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

31. Başvurucular vekili tarafından Gülcan Erdem ile birlikte 8 kişi adına müştereken başvuruda bulunulmuştur. Başvuru tarihinden önce (22/11/2016 tarihinde) vefat ettiği anlaşılan Gülcan Erdem yönünden inceleme yapılmasına gerek görülmeyerek başvuru diğer başvurucular yönünden incelenmiştir.

A. Yaşam Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü

32. Başvurucular, yakınlarının doğum yapmak için başvurduğu hastanede doğum sırasında hayatını kaybetmesi nedeniyle İdarenin ağır hizmet kusuru olduğunu belirterek yaşam hakkının ihlal edildiğini iddia etmektedir.

33. Bakanlık görüşünde; sağlık hizmetleri bakımından başvurucuların yakınının yaşamının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde tüm müdahalelerin yapıldığı, ölüm olayını aydınlığa kavuşturabilecek şekilde gerekli tüm bilimsel görüş ve raporların temin edildiği, olayın bu raporlar doğrultusunda ayrıntılı olarak değerlendirilmek suretiyle gerekçelendirildiği, idarenin ağır hizmet kusurunun bulunmadığı belirtmiştir.

34. Başvurucular Bakanlık görüşüne karşı beyanlarında bireysel başvuru formunda ileri sürdükleri hususları tekrarlamıştır.

2. Değerlendirme

35. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:

 “Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

Tıbbî zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbî deneylere tâbi tutulamaz.”

36. Anayasa’nın “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Devletin temel amaç ve görevleri, ... kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

37. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, yaşamını kaybeden kişi açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak yaşanan ölüm olayı nedeniyle ölen kişinin mağdur olan yakınları tarafından yapılabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013,§ 41). Başvuru konusu olayda başvurucular müteveffanın annesi, babası, kardeşleri ve eşidir. Bu nedenle başvuruda, başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır.

38. Anayasa"nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı, Anayasa"nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete pozitif ve negatif ödevler yükler (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 50).

39. Devletin negatif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme yükümlülüğünün yanı sıra pozitif bir yükümlülük olarak yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, §§ 50, 51).

40. Söz konusu pozitif yükümlülük, sağlık alanında yürütülen faaliyetleri de kapsamaktadır. Devlet -ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin- sağlık hizmetlerini hastaların yaşamlarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Nail Artuç, B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 35).

41. Anayasa Mahkemesinin yaşam hakkı kapsamında devletin sahip olduğu pozitif yükümlülükler açısından benimsediği temel yaklaşıma göre devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında gerçekleşen ölüm olaylarında Anayasa’nın 17. maddesi devlete, elindeki tüm imkânları kullanarak bu konuda ortaya konulmuş yasal ve idari çerçevenin yaşamı tehlikede olan kişileri korumak için gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili idari ve yargısal tedbirleri alma görevi yüklemektedir. Bu yükümlülük -kamusal olsun veya olmasın- yaşam hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyeti kapsamaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 52).

42. Ancak ihmal nedeniyle meydana gelen ölüm olaylarına ilişkin soruşturma yükümlülüğü açısından farklı bir yaklaşım benimsenebilir. Bu kapsamda yaşam hakkının ihlaline kasten sebebiyet verilmediği durumlarda etkili bir yargısal sistem kurma yönündeki pozitif yükümlülük mağdurlara hukuki, idari ve hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması ile yerine getirilmiş sayılabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 59).

43. Bu yaklaşım tıbbi hata sonucu meydana geldiği ileri sürülen ölüm olayları için de geçerlidir. Diğer taraftan bu şekildeki bir kabul, bu tür olaylarda yürütülen ceza soruşturmalarının Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmeyeceği anlamına da gelmemektedir. Ancak ilke olarak tıbbi hatalara ilişkin şikâyetler konusunda temel başvuru yolu, hukuki sorumluluğu tespit adına takip edilecek olan hukuk veya idari tazminat davası yoludur (Zeki Kartal, B. No: 2013/2803, 21/1/2016, § 78; Nail Artuç, § 38).

44. Yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığı koruma hakkı kapsamında yürütülecek olan ceza soruşturmalarının yanı sıra hukuki sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat davalarının da makul derecede ivedilik ve özen şartını yerine getirmesi gerekmektedir. Derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin yürüttüğü yargılamalarda, Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve özenle bir inceleme yapıp yapmadıklarının ya da ne ölçüde yaptıklarının da Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekir. Zira derece mahkemeleri tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet, yürürlükteki yargı sisteminin daha sonra ortaya çıkabilecek benzer yaşam hakkı ihlallerinin önlenmesinde sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 110; Filiz Aka, § 33).

45. Bununla birlikte derece mahkemelerinin özen yükümlülüğü, yaşam hakkı ile ilgili her davada mutlaka mağdurlar lehine bir sonuca varılmasını garanti altına almamaktadır (Aysun Okumuş ve Aytekin Okumuş, B. No: 2013/4086, 20/4/2016, § 73).

46. Başvurucular, yaşam hakkının kasten ihlal edildiğini ileri sürmemiş olup ölüm olayının sağlık personelinin hatalı tıbbi uygulamalarından kaynaklandığını ve olayda hizmet kusuru bulunduğunu iddia etmektedir. Yukarıda belirtilen ilkeler doğrultusunda başvurucular tarafından açılan tam yargı davası, ilgili personelin veya idarenin sorumluluğunun tespit edilerek gerekirse zararların tazminini sağlayarak başvurucuların mağduriyetini giderebilecek niteliktedir. Dolayısıyla yaşam hakkı kapsamındaki etkili yargısal sistem kurma yükümlülüğü, başvuruculara idare mahkemeleri önünde açabileceği bir tam yargı davası yolunun sağlanması ile yerine getirilebilir (Eyüp Kudin, B. No: 2017/15834, 22/7/2020, § 59).

47. Başvurucular yakınlarının doğum yapmak için başvurduğu hastanede tıbbi ihmal nedeniyle hayatını kaybettiğinden, İdarenin ağır hizmet kusurunun bulunduğundan ve hizmet kusuru bulunduğu iddiasıyla açtıkları tam yargı davasının reddedilmesinden yakınmaktadır. Başvurucuların şikâyetleri tam yargı davası ile ilgili olduğundan incelemenin bu kapsamda yapılması gerektiği değerlendirilmiştir.

48. Tıbbi bilgi ve belgelerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında fikir yürütmenin Anayasa Mahkemesinin görevi olmadığının bu aşamada önemle vurgulanması gerekmektedir (Mehmet Çolakoğlu, B. No: 2014/15355, 21/2/2018). Bu noktada Adli Tıp Kurumu raporunda yer alan tespitler bu tespitler sonucunda verilen İdare Mahkemesi kararında başvurucuların temel iddialarına ilişkin olarak yeterli bir açıklama getirilip getirilmediği açıklığa kavuşturulmalıdır.

49. Somut olayda İdare Mahkemesi başvurucuların yakını Z.E.nin ölümünde İdarenin herhangi bir hizmet kusuru bulunup bulunmadığı, hizmet kusuru varsa kusur oranının bildirilmesi hususunda Adli Tıp Kurumundan rapor hazırlanmasını talep etmiştir. Adli Tıp Kurumunca düzenlenen 2/8/2015 tarihli raporda davalı İdarece yapılan işlemlerin tıp kurallarına uygun olduğu bildirilmiştir. İdare Mahkemesi, Adli Tıp Kurumu raporu doğrultusunda İdarenin hizmet kusuru bulunmadığı sonucuna vararak davanın reddine karar vermiştir. Başvurucuların temyiz kanun yoluna başvurması üzerine Daire, Adli Tıp Kurumunun raporunda eksik bırakılan hususlarda yenidenrapor alınması için İdare Mahkemesi kararının bozulmasına karar vermiştir. İdare Mahkemesinin bozma kararına uyması sonucunda dosyanın yeniden Adli Tıp Kurumuna gönderilmesine karar verilmiştir. İdare Mahkemesi raporda bildirilmesini istediği hususları tek tek sıralamış, Adli Tıp Kurumu da Mahkemeye ilgili hususları değerlendiren yeni bir rapor sunmuştur. Adli Tıp Kurumu 10/1/2018 tarihli raporda da uygulanan tıbbi işlemlerin usulüne uygun bulunduğu, İdarenin kusurlu olmadığı tespitini yapmıştır. (bkz. §§ 21-25).

50. Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde somut yargılamada İdare Mahkemesince Adli Tıp Kurumu tarafından düzenlenen raporlara dayanılarak karar verildiği, söz konusu raporlarda başvurucuların temel iddialarına karşı yeterince açıklık getirildiği incelenmesi gereken sorunların detaylı şekilde ele alındığı görülmektedir.

51. Diğer taraftan başvuru formunda da olayın aydınlatılmasına ilişkin olarak derece mahkemelerince hangi hususların yeterince araştırılmadığına yönelik olarak herhangi bir açıklama yapılmadığı bu konudaki soyut iddiaların temellendirilmediği anlaşılmaktadır.

52. Açıklanan gerekçelerle yaşam hakkına yönelik bir ihlalin bulunmadığı açık olduğu anlaşıldığından başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

B. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları

53. Başvurucular, uzun süren yargılama nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

54. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

55. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde sürenin başlangıcı kural olarak uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tarih olmakla beraber bazı özel durumlarda girişimin niteliği dikkate alınarak uyuşmazlığın ortaya çıktığı daha önceki bir tarih başlangıç tarihi olarak kabul edilebilmektedir (Selahattin Akyıl, B. No: 2012/1198,7/11/2013, § 45). Bu çerçevede idari yargıda dava açılabilmesi için öncelikle idari makamlara başvurulmasının zorunlu olduğu durumlar ile idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılmasını sağlamak amacıyla idari makamlara yapılan başvurular üzerine açılan davalar bakımından sürenin başlangıcı idareye başvuru tarihi olup (Fevzi Kayacan, B. No: 2013/6066, 10/3/2015, § 23) somut başvuru açısından bu tarih, başvurucuların İdareye başvuru yaptığı 4/10/2005 tarihidir.

56. Sürenin bitiş tarihi ise çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 52). Somut başvuruda, başvurucuların karar düzeltme kanun yoluna başvurmadıkları da dikkate alındığında, Dairece onama kararının verildiği tarih olan 13/12/2018 tarihi yargılamanın sona erme tarihidir.

57. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin idari yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Selahattin Akyıl, § 41).

58. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında 13 yılı aşan yargılama süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.

59. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun"un 50. Maddesi Yönünden

60. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun"un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

61. Başvurucular 50.000 TL maddi tazminata, 50.000 TL manevi tazminata karar verilmesi talebinde bulunmuştur.

62. Somut olayda makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

63. Manevi zararı karşılığında başvuruculara net 50.000 TL manevi tazminatın müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

64. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucuların bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.

65. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 364,60 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.964,60 TL yargılama giderinin başvuruculara ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvuruculara net 50.000 TL tazminatın MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

D. 364,60 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.964,60 TL yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin bilgi için Adana 1. İdare Mahkemesine (E.2017/1015, K.2018/504) GÖNDERİLMESİNE,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 16/11/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

Hemen Ara