Esas No: 2018/24798
Karar No: 2018/24798
Karar Tarihi: 17/11/2021
AYM 2018/24798 Başvuru Numaralı OSMAN ÇOPUR VE DİĞERLERİ Başvurusuna İlişkin Karar
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
OSMAN ÇOPUR VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2018/24798) |
|
Karar Tarihi: 17/11/2021 |
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Hasan Tahsin GÖKCAN |
Üyeler |
: |
Hicabi DURSUN |
|
|
Muammer TOPAL |
|
|
Recai AKYEL |
|
|
Selahaddin MENTEŞ |
Raportör |
: |
Çağlar ÖNCEL |
Başvurucular |
: |
1. Yağmur ÇOPUR |
|
|
2. Osman ÇOPUR |
|
|
3. Songül ÇOPUR |
Başvurucular Vekili |
: |
Av. Fatih İŞÇİ |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 9/8/2018 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
8. 10/9/2007 doğumlu birinci başvurucu, diğer başvurucuların çocuğu olup kalça çıkığı rahatsızlığı bulunmaktadır. Başvurucular bu rahatsızlık nedeniyle 21/10/2009 tarihinde Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesine (Hastane) müracaat etmiştir. Hastanede yapılan tetkikler sonucunda ameliyat edilmesi gerektiği belirlenen başvurucu 23/10/2009 tarihinde ameliyata alınmış, sağ kalçasına tel ve vida konularak 26/10/2009 tarihinde taburcu edilmiştir. Tedavinin bir gereği olarak 11/1/2010 tarihinde yeniden Hastaneye yatırılan başvurucu, önceki ameliyat sırasında geçici olarak konulan bir kısım materyalin kalçasından çıkarılması sonrasında taburcu edilmiştir.
9. Başvurucu, yara yerinde akıntı başlaması üzerine 29/1/2010 tarihinde Baltalimanı Kemik Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesine (Baltalimanı Hastanesi) yatırılmıştır. Burada yapılan tetkikler sonucunda yara yerinde enfeksiyon oluştuğu belirlenen başvurucuya 8/2/2010 tarihinde debritman -açık yara üzerindeki enfeksiyonlu dokunun temizlenmesi- işlemi yapılmıştır. 12/7/2010 tarihinde revizyon ameliyatına alınan başvurucunun kalça bölgesinde oluşan bağ dokular nedeniyle operasyonun başarılı olamayacağı belirlenerek işleme son verilmiştir.
10. Başvurucular 24/2/2011 tarihinde Kayseri 1. İdare Mahkemesinde Erciyes Üniversitesi Rektörlüğü (İdare) aleyhinde tam yargı davası açarak maddi ve manevi zararlarının tazminini talep etmiştir. Dava dilekçesinde; tıbbi müdahale öncesinde bu işlemin muhtemel sonuçları hakkında bilgilendirme yapılmadığı, başvurucunun hatalı müdahale sonrasında %40 engelli hâle geldiği belirtilmiştir. İdarenin cevap dilekçesinde; somut olayda idarenin hizmet kusurundan söz edilemeyeceği, başvurucuya yapılan tıbbi müdahalelerin usulüne uygun olduğu belirtilmiştir.
11. Mahkeme, yargılama sırasında Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Üçüncü İhtisas Kurulundan (ATK) bilirkişi raporu almıştır. 21/5/2012 tarihli raporda; başvurucuya kalça çıkığı tanısı konulması nedeniyle uygulanan tıbbi ve cerrahi tedavilerin tıp kurallarına uygun olduğu, kalça çıkığı ameliyatlarında erken veya geç dönemde enfeksiyon gelişimi görülebildiği ifade edilerek, somut olaydaki neticenin de tıbbi komplikasyon olarak kabul edildiği belirtilmiştir.
12. Başvurucular ATK raporuna itiraz ederek raporun yetersiz olduğunu, başvurucunun tüm tıbbi tedavi belgelerinin incelenmediğini, bizzat muayene edilmeden rapor hazırlandığını belirtmiştir. Mahkeme, başvurucuların itirazının ATK raporunu kusurlu hâle getirecek mahiyette olmadığını belirterek 14/12/2012 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Karar gerekçesinde; ATK raporuna atıfta bulunularak başvurucuda meydana gelen neticenin tıbbi komplikasyon olduğu, bu itibarla idareye atfedilebilecek herhangi bir kusur bulunmadığı belirtilmiştir.
13. Başvurucular, temyiz yoluna müracaat ederek Mahkemenin yetersiz bilirkişi raporu ile haksız bir karar verdiğini, aydınlatılmış onam olmadan tıbbi müdahalede bulunulduğunu belirtmiştir. Temyiz talebini inceleyen Danıştay Onbeşinci Dairesi (Daire) 25/1/2018 tarihinde tazminat taleplerinin reddine ilişkin kararı oyçokluğuyla onamıştır. Karşıoy gerekçesinde; başvurucunun engelli hâle gelmesi ile neticelenen sürecin bir bütün olarak ele alınması gerektiği, bu sebeple yalnızca ameliyatı yapan kurumdan elde edilen veriler ile hazırlanan raporun yeterli olmadığı belirtilmiştir. Gerekçede ayrıca, başvurucunun taburcu olmasından sekiz gün sonra müracaat ettiği Baltalimanı Hastanesindeki dosyasının da irdelenmesi gerektiği, buradaki tedavi sürecinin tıp kurallarına uygun olup olmadığı da tespit edilerek gerekirse husumetin genişletilebileceği ifade edilmiştir.
14. Başvurucular karar düzeltme yoluna müracaat etmiş, Daire 24/5/2018 tarihinde onama kararının usul ve yasaya uygun olması nedeniyle karar düzeltme isteminin oyçokluğuyla reddine karar vermiştir.
15. Nihai karar, başvuruculara 23/7/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir.
16. Başvurucular 9/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
17. İlgili hukuk için bkz. Fındık Kılıçaslan, B. No: 2015/97, 11/10/2018, §§ 19-27; Cihan Beyribey, B. No: 2014/19450, 26/12/2018, §§ 23-28; Fesih Aydar, B. No: 2015/4259, 10/1/2019, §§ 24-30.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
18. Anayasa Mahkemesinin 17/11/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları
19. Başvurucular; birinci başvurucunun ameliyatı sırasında yapılan işlemlerin hatalı olduğunu, ameliyatın ardından tıbbi sorunlarının giderilmesi konusundaki taleplerinin karşılanmadığını beyan etmiştir. Başvurucular ayrıca İdarenin hatalı işlemleri sonucunda birinci başvurucunun hayatını tek başına devam ettiremediğini, %40 engelli hâle gelmesi nedeniyle maddi ve manevi olarak yıkım yaşadıklarını belirtmiştir. Bunun yanında başvurucular, tıbbi müdahale öncesinde bu işlemin olası sonuçları hakkında bir bilgilendirme yapılmadığını, Mahkemenin bu durumu dikkate almadığını beyan ederek kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
B. Değerlendirme
20. Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak "Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı" kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."
21. Anayasa"nın 56. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler."
22. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
23. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmekte olup söz konusu düzenleme, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 8. maddesi çerçevesinde özel hayata saygı hakkı kapsamında güvence altına alınan fiziksel ve zihinsel bütünlüğün korunması hakkına karşılık gelmektedir.
24. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında, kasıt söz konusu olmaksızın hekim kusuru nedeniyle vücut bütünlüğünün zarar gördüğü şeklindeki tıbbi ihmale dair şikâyetleri Anayasa"nın 17. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında incelemiştir (Melahat Sönmez, B. No: 2013/7528, 9/9/2015; Ahmet Sevim, B. No: 2013/474, 9/9/2015; Hilmi Düzgüner, B. No: 2014/9690, 11/5/2017).
25. Anılan kararlar doğrultusunda somut olayda başvurucuların tıbbi ihmale dayalı tüm şikâyetlerinin Anayasa"nın 17. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında incelenmesi gerekmektedir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
26. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Genel İlkeler
27. Anayasa"nın 17. maddesinin birinci fıkrasında herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmektedir. Bu kapsamda anılan Anayasa hükmü ile kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğü gerek kamusal yetkilerle donatılmış kişilerin gerekse özel kişilerin müdahalelerine karşı güvence altına alınmıştır (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 40).
28. Anayasa’nın 17. maddesinin amacı, esas olarak bireylerin maddi ve manevi varlığına karşı devlet tarafından yapılabilecek keyfî müdahalelerin önlenmesidir. Bunun yanı sıra devletin tıbbi müdahaleler nedeniyle kişilerin maddi ve manevi varlığını etkili olarak koruma, maddi ve manevi varlığına saygı gösterme şeklinde pozitif yükümlülüğü de bulunmaktadır (Ahmet Acartürk, B. No: 2013/2084, 15/10/2015, § 49). Nitekim Anayasa’nın 56. maddesinde de belirtildiği üzere pozitif yükümlülük, sağlık alanında yürütülen faaliyetleri de kapsamaktadır (İlker Başer ve diğerleri, B. No: 2013/1943, 9/9/2015, § 44).
29. Devlet, bireylerin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlıklarını koruma hakkı kapsamında -ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin- sağlık hizmetlerini hastaların yaşamları ile maddi ve manevi varlıklarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Ahmet Acartürk, § 51).
30. İlke olarak tıbbi ihmallere ilişkin şikâyetler konusunda temel başvuru yolu, hukuki sorumluluğu tespit adına takip edilecek olan hukuk veya idari tazminat davası yoludur (Nail Artuç, B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 38).
31. Maddi ve manevi varlığı koruma hakkı kapsamında hukuki sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat davalarının makul derecede dikkatli ve özenli inceleme şartını yerine getirmesi gerekmektedir. Derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin yürüttükleri yargılamalarda Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve özenle bir inceleme yapıp yapmadıklarının ya da ne ölçüde yaptıklarının da Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira derece mahkemeleri tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet, yürürlükteki yargı sisteminin daha sonra ortaya çıkabilecek benzer hak ihlallerinin önlenmesinde sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Yasin Çıldır, B. No: 2013/8147, 14/4/2016, § 57; Tevfik Gayretli, B. No: 2014/18266, 25/1/2018, § 32).
32. Diğer taraftan belirtmek gerekir ki olayların oluşumuna ilişkin delillerin değerlendirilmesi öncelikle idari ve yargısal makamların ödevidir. Aynı şekilde başvuru dosyasında bulunan tıbbi bilgi ve belgelerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında fikir yürütmek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir (Mehmet Çolakoğlu, B. No: 2014/15355, 21/2/2018, § 47). Ancak kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında yerine getirmek zorunda olduğu usul yükümlülüklerinin somut olayda yerine getirilip getirilmediğinin nesnel bir şekilde değerlendirilmesi için ilgili anayasal kurallar bağlamında derece mahkemelerinin kendilerine tanınmış takdir yetkileri çerçevesinde hareket edip etmediklerinin denetlenmesi gerekir. Bu bağlamda müdahaleyi haklı göstermek için öne sürülen gerekçelerin ilgili ve yeterli olup olmadığı incelenmelidir (Murat Atılgan, B. No: 2013/9047, 7/5/2015 § 44).
33. Bu bağlamda derece mahkemelerinin gerekçeleri, tarafların kanun yoluna başvuru imkânını etkili şekilde kullanabilmesini sağlayacak surette ayrıntılı olarak ortaya konulmalı; ulaşılan sonuçlar yeterli açıklıktaki bilimsel görüş ve raporlar gibi somut, nesnel verilere dayandırılmalıdır (Murat Atılgan, § 45).
34. Tıbbi müdahaleden önce kişinin gerektiği şekilde bilgilendirilerek rızasının alınmaması, kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlaline sebep olabilir. İstisnai hâller dışında tıbbi müdahale ancak ilgili kişi bilgilendirilip rızası alındıktan sonra yapılabilir. Hastaların durumun farkında olarak karar verebilmelerini sağlamak için uygulanması düşünülen tedavi ve bununla bağlantılı riskler hakkında kendilerine bilgi verilmiş olmalıdır. Bunun yanı sıra yapılan bilgilendirme ile tıbbi müdahale arasında hastanın sağlıklı bir kanaate varmasını sağlayacak kadar uygun bir zaman aralığı bırakılmış olmalıdır (Ahmet Acartürk, § 56).
b. İlkelerin Olaya Uygulanması
35. Anayasa Mahkemesi, Anayasa"nın yukarıda değinilen 17. maddesi kapsamında devlete düşen pozitif yükümlülüklerin somut olay bağlamında yerine getirilip getirilmediğini denetlemek durumundadır (Tevfik Gayretli, § 36). Bu sebeple başvuruya konu olay, devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkına ilişkin pozitif yükümlülüğü kapsamında incelenmiştir.
36. Somut olayda, Mahkeme tarafından ATK raporundaki tespitler uyarınca birinci başvurucunun kalça çıkığının tedavi edilememesi sonucunda engelli hâle gelmesinin tıbbi komplikasyon olduğu belirtilerek maddi ve manevi tazminat taleplerinin reddine karar verilmiştir. ATK raporu incelendiğinde başvurucunun sağlık şikâyetlerinin uygulanan cerrahiye bağlı oluşabilecek komplikasyonlar olarak kabul edilmesi gerektiği ve başvurucuya yapılan uygulamaların tıp kurallarına uygun olduğu değerlendirmesine yer verilmiştir.
37. Başvurucular Mahkemeye sundukları itiraz dilekçesinde; dosyada bulunan tüm tedavi belgelerinin incelenmediğini, ayrıca ilgili yerlerden getirtilmesini talep ettikleri belgeler hakkında bir karar verilmediğini, nitekim karşıoy gerekçesinin de (bkz. § 13) aynı yönde olduğunu belirtmiştir. Gerçekten de başvurucunun tedavi süreci yalnızca Hastanede değil Baltalimanı Hastanesinde de devam etmiştir. Öyleyse hükme esas alınması gereken rapor, tüm tedavi sürecini ortaya koyan, tüm tıbbi bilgi belgelerin incelendiği konusunda bir şüphe oluşturmayan türde olmalıdır.
38. Somut olayda ise derece mahkemelerinin dayandığı raporun bu yönüyle yeterli olduğu konusunda şüpheler vardır. Nitekim mahkemenin gerekçesinde ATK raporu hakkındaki itirazların raporu kusurlu hâle getirmeyeceğinin belirtilmesi ile yetinildiği, başvurucudaki enfeksiyonun tedavi edildiği süreçte, hizmet kusuru bulunup bulunmadığına dair açıklama yapılmadığı görülmüştür. Bu nedenle derece mahkemelerinin somut olaya özgü koşulların bir bütün olarak değerlendirilmesine imkân sağlayacak tüm bilgi ve belgeleri temin etmeden alınan bilirkişi raporunu dikkate alarak karar verdiği kanaati oluşmuştur. Ayrıca başvurucunun tıbbi şikâyetlerinin giderilmesi konusundaki taleplerinin karşılanmadığı iddiasına yönelik bir gerekçe de sunulmamıştır. Dolayısıyla derece mahkemelerinin Anayasa"nın 17. maddesinin gerektirdiği özen ve derinlikte bir araştırma yaptığını söylemek mümkün değildir.
39. Diğer taraftan hukukumuzda hasta hakları, tıbbi işlemlerden önce kişilerin bu işlemler ve sonuçları hakkında aydınlatılması yükümlülüğü ve Sağlık Bakanlığının tıbbi hizmetler sunan kurumlar üzerindeki denetim görevi konusunda oldukça ayrıntılı ve yeterli düzenlemelerin mevcut olduğu anlaşılmaktadır (Ahmet Acartürk, § 66). Ancak bu düzenlemelerin teorik olarak mevcut olması yeterli olmayıp Anayasa"nın 17. maddesindeki güvencelerin sağlanabilmesi için pratikte de etkin bir şekilde uygulanması gerekmektedir (Mehmet Çolakoğlu, § 49).
40. Somut olayda başvurucular, söz konusu tıbbi müdahaleden önce olası riskler hakkında bilgilendirilmediklerini ve gerektiği şekilde rızalarının alınmadığını ileri sürmüştür. Başvurucuların bu iddialarını dava ve temyiz dilekçelerinde ileri sürdükleri ancak Mahkemenin ve Dairenin kararlarında bu konuyla ilgili hiçbir gerekçeye yer verilmediği gözetildiğinde anılan iddianın yargılama makamları tarafından karşılanmadığı anlaşılmaktadır.
41. Bu durumda ameliyat sonucu oluşabilecek komplikasyon riski yönünden başvuruculara bilgi verilip verilmediğine ilişkin olarak yargılama sürecinde bir araştırma yapılmamış ve bu konu açıklığa kavuşturulamamıştır. Dolayısıyla derece mahkemelerinin kararlarında, başvurucuların ameliyattan önce yeterli bir biçimde aydınlatılıp aydınlatılmadığı ve usulüne uygun olarak rızalarının alınıp alınmadığı hususları tartışılmamıştır.
42. Sonuç olarak birinci başvurucunun vücut bütünlüğüne yönelik tıbbi müdahale öncesinde tıp kurallarına göre öngörülebilir nitelikte komplikasyon ve riskler hakkında yeterli bir biçimde aydınlatılmadığı iddiası yönünden mahkeme kararlarında konuyla ilgili ve yeterli bir gerekçe ortaya konulmadığı anlaşılmaktadır. Üstelik başvurucuların belirtilen iddia ve şikâyetleri, yargılamanın sonucuna doğrudan etki edebilecek mahiyettedir. Dolayısıyla yargısal makamlarca bu değerlendirmelerin yapılmaması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı bakımından kamu makamlarının pozitif yükümlülüklerini yerine getirmedikleri kanaatine varılmıştır.
43. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun"un 50. Maddesi Yönünden
44. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun"un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
45. Başvurucular, ihlalin tespiti ile 700.000 TL tazminat talebinde bulunmuştur.
46. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
47. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
48. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü"nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).
49. İncelenen başvuruda, gereken özen ve derinlikte araştırma yapılmaması ve tıbbi müdahalenin öngörülebilir nitelikteki komplikasyon ve riskleri hakkında başvurucuların bilgilendirilmediği iddiası yönünden ilgili ve yeterli gerekçe ortaya konulmaması nedenleriyle ihlal kararı verilmiştir. Bu durumda ihlalin derece mahkemesi kararından kaynaklandığı anlaşılmıştır.
50. Bu durumda kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yararları bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun"un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yeniden yargılama sürecinde mahkemelerce yapılması gereken iş, öncelikle hak ihlaline yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılmasından ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili yargı merciine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
51. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
52. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Kayseri 1. İdare Mahkemesine (E.2011/263, K.2012/1318) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucuların tazminat talebinin REDDİNE,
E. 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığı’na başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 17/11/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.