Esas No: 2019/36149
Karar No: 2019/36149
Karar Tarihi: 23/11/2021
AYM 2019/36149 Başvuru Numaralı GAZİ BÖYÜK Başvurusuna İlişkin Karar
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
GAZİ BÖYÜK BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2019/36149) |
|
Karar Tarihi: 23/11/2021 |
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Hasan Tahsin GÖKCAN |
Üyeler |
: |
Hicabi DURSUN |
|
|
Recai AKYEL |
|
|
Selahaddin MENTEŞ |
|
|
İrfan FİDAN |
Raportör |
: |
Eren Can BENAKAY |
Başvurucu |
: |
Gazi BÖYÜK |
Vekili |
: |
Av. Kemaleddin Vehbi BAĞDATLI |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, başvurucunun belediye nezdinde taşeron şirketlerde çalışanın ilave tediye alacağının tahsili amacıyla açmış olduğu davanın Yargıtay daireleri arasında süregelen görüş ayrılığından dolayı reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 28/10/2019 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanlığı (Belediye) nezdinde değişen taşeron şirketler bünyesinde 2009 yılından itibaren 30/4/2017 tarihine kadar çalışmıştır.
9. Başvurucu, görevinin sona ermesinden sonra Belediyede çalışan personelin işçi vasfında olması nedeniyle 21/1/2017 tarihli ve 6772 sayılı Kanun uyarınca her bir yıllık çalışma süresi içinde ödenmesi gereken iki aylık tutarındaki ilave tediye alacağının ödenmesi amacıyla Belediye aleyhine 27/11/2017 tarihinde dava açmıştır.
10. Gebze 5. İş Mahkemesi (Mahkeme) 8/1/2019 tarihinde davanın kabulüne karar vermiştir. Kararda başvurucunun çalıştığı işe yönelik emir ve talimatları asıl işveren yetkilisi ve kadrolu işçilerinden aldığı ve işe alınma koşullarının Belediye yetkilileri tarafından belirlendiği belirtilmiştir. Bu nedenle taşeron şirketler ile Belediye arasındaki ilişkinin muvazaalı olması nedeniyle başvurucuya ilave tediye alacağının ödenmesi gerektiği ifade edilmiştir.
11. Belediye 15/2/2019 tarihinde istinaf etmiştir.
12. Sakarya Bölge Adliye Mahkemesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 9. Hukuk Dairesi 11/9/2019 tarihinde istinaf talebini kabul ederek tediye alacağı yönünden Mahkemenin kararını kaldırmış ve davayı kesin olarak reddetmiştir. Kararda Belediye ile dava dışı şirketler arasında yapılan ihale sözleşmesinde ihale edilen işin parkların ve yeşil alanların bakım işi olduğu belirtilmiştir. Alt işverenliğe bırakılan işlerin alt işverene verilebilecek işlerden olduğu ve tanık beyanlarından da başvurucunun park ve bahçeler müdürlüğünde işçi olarak çalıştığı ifade edilmiştir. Davalı Belediye ile dava dışı şirketler arasında geçerli bir asıl-alt işveren ilişkisi bulunduğu kabul edilerek ilave tediye alacağı isteği reddedilmiştir.
13. Nihai karar başvurucuya 27/9/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 28/10/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. Kanun Hükümleri
14. 6772 sayılı Kanun’un 1. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Umumi, mülhak ve hususi bütçeli dairelerle mütedavil sermayeli müesseseler, sermayesinin yarısından fazlası Devlete ait olan şirket ve kurumlarla belediyeler ve bunlara bağlı teşekküller, 3460 ve 3659 sayılı kanunların şümulüne giren İktisadi Devlet Teşekkülleri ve diğer bilcümle kurum, banka, ortaklık ve müesseselerinde müstahdem olanlardan İş Kanununun şümulüne giren veya girmiyen yerlerde çalışmakta olan ve İş Kanununun muaddel birinci maddesindeki tarife göre işçi vasfında olan kimselere, ücret sistemleri ne olursa olsun, her yıl için birer aylık istihkakları tutarında ilave tediye yapılır.""
15. 6772 sayılı Kanun’un 2. maddesi şu şekildedir:
"Birinci maddede sözü geçen işçilerden maden işletmelerinin munhasıran yeraltı işlerinde çalışanlarına bu işlerde çalıştıkları müddetle mütenasip olarak her yıl için ayrıca birer aylık istihkakları tutarında bir ilave tediye daha yapılır.""
16. 6772 sayılı Kanun’un 3. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Birinci ve ikinci maddelerde yazılı olan işçilere mezkür maddeler gereğince yapılan tediyelerden ayrı olarak her yıl için bir aylık istihkakları tutarını geçmemek üzere Cumhurbaşkanı karariyle aynı nispette bir ilave tediye daha yapılabilir.""
17. 6772 sayılı Kanun’un 7. maddesi şöyledir:
"Bu kanun neşri tarihinden itibaren mer"idir.""
2. Yargıtay Kararları
18. Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 25/2/2020 tarihli ve E.2017/32140, K.2020/3409 sayılı kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
""Somut uyuşmazlıkta mahkemece, dava dilekçesinde yer alan iddia doğrultusunda, asıl işveren davalı Belediye nezdinde alt işveren işçisi olan davacının görevi süresince fiilen özel kalem müdürlüğü görevini icra ettiği gerekçesiyle muvazaa söz konusu olduğu, davacının asıl işveren işçisi sayılması gerektiği ve buna göre Ceyhan Belediyesi özel kalem müdürünün emsal olması gerektiği sonucuna ulaşılarak davacının fark ücret talebi kabul edilmiştir.
...
İş Kanunu kapsamına girsin girmesin, yukarda belirtilen devlet ve ona bağlı kurumlarda İş Kanunu’nun 1. maddesindeki tanıma göre işçi sayılan herkes bu alacaktan yararlanacaktır. Kanun, 4857 ve mülga 1475 sayılı İş Kanunu’ndan önceki İş Kanunu’na atıfta bulunmuştur. 4857 sayılı İş Kanunu işçi tanımına 2. madde de yer vermiştir. Buna göre "bir iş sözleşmesine dayanarak çalışan gerçek kişiye işçi" denir. O halde bir iş sözleşmesine dayanarak, yukarda belirtilen kurumlarda çalışan her işçiye ilave tediye ödemesinin yapılması gerekir.
Somut uyuşmazlıkta davacı alt işveren işçisi olduğundan ve davacının muvazaa iddiasının reddedilmesi gerektiği anlaşıldığından, davacı işçinin ilave tediye alacağından faydalanması olanaklı değildir. Bu itibarla, davacının ilave tediye alacağı isteminin de reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir."
19. Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 13/1/2020 tarihli ve E.2017/26562, K.2020/49 sayılı kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
""Dosya içeriğine göre; davalı ile yüklenici şirketler arasında imzalanan sözleşmelere konu işlerin asıl iş niteliğinde olduğu anlaşılmasına karşın, bu işlerin alt işverenlere verilebilmesi yasal olarak mümkündür. Mahkemece dinlenen tanıklarca davacının davalı Belediyenin kadrolu elemanları ile beraber çalıştığı, taşeron işçilere gerekli tüm talimatların belediye yetkilileri tarafından verildiği ifade edilmiş ise de, bu beyanlar davalı ile yüklenici şirketler arasındaki ilişkinin muvazaalı olduğunu göstermez. Keza, davacının davalının kadrolu işçileri ile aynı işi yaptığı, asıl işverenin gözetim ve denetim yükümlülüğünü aşacak boyutta ve özellikle yüklenici firmaların işverenlik sıfatını ortadan kaldıracak, onu bordro ya da kayden işveren durumuna sokacak hususların bulunduğu hususları ispat edilememiştir. Davalı ile yüklenici şirketler arasında imzalanan sözleşme hükümlerinin de muvazaa kriterlerini karşılamadığı görülmektedir. Bu nedenle, davalı ile ihbar olunan şirketler arasında geçerli bir asıl işveren-alt işveren ilişkisi bulunmakla birlikte, genel muvazaa kriterleri ve ileri sürülen muvazaa iddiasının ispat yükünün davacıda olduğu hususları birlikte dikkate alındığında; dosya kapsamına göre, sunulan hizmet alım sözleşmeleri kapsamında emlak servisinde büro elemanı olarak çalıştığı anlaşılan davacı işçi tarafından muvazaa iddiasının ispatlanamadığı anlaşılmakla, dava konusu ilave tediye isteminin reddi gerekirken, davalı ile yüklenici şirketler arasındaki hukuki ilişkinin muvazaaya dayandığı gerekçesiyle kabulü hatalı olmuştur."
20. Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 13/2/2014 tarihli ve E.2013/3249, K.2014/2191 sayılı kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Davacı, asıl işveren bünyesinde 01.05.2004 tarihinde işe başladığını, iş sözleşmesi feshedilinceye kadar değişik alt işverenler nezdinde temizlik işçisi olarak çalışmaya devam ettiğini, 01.08.2009 tarihinde iş sözleşmesinin feshedildiğini kanuni haklarının ödenmediğini, bu sebeple fazlaya dair hakları saklı kalmak kaydıyla kıdem ve ihbar tazminatı ile ilave tediye alacağı, yıllık izin ücreti, ulusal bayram ve genel tatil ücreti, hafta tatili alacağı, yemek ücreti ve asgari geçim indirimi alacağının davalıdan tahsilini istemiştir.
...
Davacının ilave tediye alacağı talebi mahkemece davalı ile taşeron şirket arasında muvazaa olduğu gerekçesiyle kabul edilmiştir. Davalı ile taşeron şirket arasındaki ilişkinin muvazaalı olduğu iddiası geçerli delillerle ispatlanamamıştır. Davalı belediye ile taşeron şirket arasındaki sözleşmenin muvaazalı olmadığı taraflar arasında geçerli bir asıl işveren-alt işveren ilişkisinin mevcut olduğu davacının alt işveren işçisi olması sebebi ile 6762 sayılı Kanun ile kamu işçilerine ödenen ilave tediye ücreti talep edemeyeceği hususlarının gözden kaçırılarak ilave tediye alacağının hüküm altına alınması hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.""
21. Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 9/3/2020 tarihli ve E.2017/14526, K.2020/3856 sayılı kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Somut uyuşmazlıkta; davacı işçi işyerinde değişen alt işverenler nezdinde çalışmış olup, açtığı bu davada ilave tediye ücreti isteğinde bulunmuştur. Mahkemece isteğin kabulüne karar verilmiştir.
5393 sayılı Belediye Kanunu"nun 67. maddesine göre çöp toplama işlerinin alt işverenlere bırakılması mümkün olup belediye ile yüklenici arasındaki ilişkinin muvazaaya dayandığından söz edilemez. Davalı belediye ile dava dışı Şirket arasında asıl işveren-alt işveren ilişkisi bulunduğundan ve davacı işçi doğrudan alt işverene bırakılan iş kapsamında çalıştığından ilave tediye alacağına hak kazanması mümkün değildir. Mahkemece bu yöndeki isteğin reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde kabulüne karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir.""
22. Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 30/10/2012 tarihli ve E.2010/9804, K.2012/35083 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Somut olayda davacının davalı belediye işçisi olmadığı ve davalıdan ihaleyle iş alan alt işveren işçisi olarak çalıştığının anlaşıldığı, mahkemece de asıl işveren alt işveren ilişkisine değer verildiği kararda belirtilmiş olmasına rağmen başka işçilerin açtıkları davalarda muvazaa olgusunun kesinleştiğinden söz ederek ilave tediye isteğinin kabulüne karar verilmesinin hatalı olduğu, her dosyanın kendi içindeki delil durumuna göre değerlendirilmesi gerektiği, davacı işçinin davalı hakkında muvazaa iddialarıyla ilgili dava açmadığı, başka bir işçinin açtığı davada yapılan tespitlerin dava açmamış işçiler yönünden uygulanmasının da mümkün olmayacağı, davacının gerçek işvereni dava dışı alt işveren olup, kamu kurumundan iş almış olsa da 6772 sayılı Yasanın 1. maddesindeki koşulları taşımayan alt işverenin ilave tediye ödeme yükümü bulunmadığı, asıl işverenin işçilik alacaklarından sorumluluğunun alt işverenin sorumluluğunu aşamayacağından ilave tediye alacağı isteğinin reddi gerekirken yazılı şekilde isteğin kabulüne karar verilmesi hatalı olduğu" gerekçesi ile kararın bozulmasına karar verilmiştir.""
B. Uluslararası Hukuk
23. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes davasının medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde, görülmesini isteme hakkına sahiptir...”
24. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) adil yargılanma hakkının hukukun üstünlüğünün Sözleşmeci devletlerin ortak mirası olduğunu belirten Sözleşme’nin ön sözüyle birlikte yorumlanması gerektiğini belirtmektedir. Hukukun üstünlüğünün temel unsurlarından biri, hukuki durumlarda belirli bir istikrarı garanti altına alan ve kamuoyunun mahkemelere olan güvenine katkıda bulunan hukuki güvenlik ilkesidir. Toplumun yargısal sisteme olan güveni hukuk devletinin esaslı unsurlarından biri olmasına rağmen birbirinden farklı yargı kararlarının devamlılık arz etmesi, bu güveni azaltacak nitelikte bir hukuki belirsizlik durumu yaratabilecektir (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye [BD], B. No: 13279/05, 20/10/2011, § 57).
25. Diğer yandan hukuki güvenlik ilkesinin gerekleri ve bireylerin meşru beklentilerinin korunması, içtihadın değişmezliği şeklinde bir hak bahşetmemektedir (Unédic/Fransa, B. No: 20153/04, 18/12/2008, § 74; Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 58). Mahkemelerin yorumlarında dinamik ve evrilen bir yaklaşımın sürdürülememesi reform ya da gelişimi engelleyeceğinden kararlardaki değişim, adaletin iyi idaresine aykırılık teşkil etmez (Atanasovski/Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti, B. No: 36815/03, 14/1/2010, § 38).
26. Yüksek mahkemelerin oynaması gereken rol, tam da yargı kararları arasında doğabilecek içtihat farklılıklarına bir çözüm getirmektir. Bununla birlikte yeni kabul edilmiş bir kanunun yorumlanmasında olduğu gibi bazı hâllerde içtihadın müstakar hâle gelmesinin belirli bir zamana ihtiyaç duyacağı açıktır (Zielinski ve Pradal ve Gonzalez ve digerleri/Fransa [BD], B. No: 24846/94, ...34173/96, 28/10/1999, § 59; Schwarzkopf ve Taussik/Çek Cumhuriyeti (k.k.), B. No: 42162/02, 2/12/2008).
27. AİHM, açık bir keyfîlik bulunan durumlar hariç ulusal mahkemelerin iç hukuku yorumlama şeklini sorgulamanın kendi görevi olmadığına dikkat çekmektedir. Benzer şekilde bu konuda -görünüşe göre benzer davalarda verilmiş olsalar bile- ulusal mahkemelerin farklı kararlarını karşılaştırmak da prensipte AİHM"in görevi değildir. AİHM, söz konusu mahkemelerin bağımsızlığına saygı göstermek durumundadır (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 50).
28. AİHM, iki ihtilafa farklı muamele yapılmasının incelenen gerçek olayların farklılığından kaynaklanmış olması hâlinde çelişkili içtihatlardan bahsedilmesinin mümkün olmadığını belirtmektedir (Ucar/ Türkiye (k.k.) B. No: 12960/05, 29/9/2009).
29. AİHM, mahkeme kararlarının çatışma ihtimalinin her biri kendi yargı alanında yetkili olan yargılama ve temyiz mahkemeleri ağına dayalı yargı sistemlerinin doğal bir özelliği olduğunu kabul etmiştir. Bu tip uyuşmazlıklar aynı mahkeme içinde de ortaya çıkabilmektedir. Bu durum, kendi içinde Sözleşme"ye aykırı olarak değerlendirilemez (Santos Pinto /Portekiz, B. No: 39005/04, 20/5/2008, § 41; Tudor Tudor/Romanya, B. No: 21911/03, 24/3/2009, § 29; Remuszko/Polonya, B. No: 1562/10, 16/7/2013, § 92; Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 51).
30. AİHM, bu konuda hüküm verirken değerlendirmesinin dayandığı kriterleri açıklamıştır. Söz konusu kriterler yüksek mahkemenin içtihadında derin ve süregelen farklılıklar olup olmadığı, iç hukukta bu tutarsızlıkların üstesinden gelmek için bir mekanizma bulunup bulunmadığı, bu mekanizmanın uygulanıp uygulanmadığı ve uygulandı ise ne ile sonuçlandığının tespitine dayanmaktadır (Beian/Romanya, B. No: 30658/05, 6/12/2007, §§ 37, 39; Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 53).
31. AİHM; bu bağlamda mahkemelerin uygulamalarında tutarlılığın ve içtihatlarında yeknesaklığın sağlanması için mekanizmalar oluşturulmasının önemini birçok defa hatırlatmış, yargı sistemlerini birbirine zıt kararlar verilmesini önleyecek şekilde yapılandırmanın devletlerin sorumluluğunda olduğunu ifade etmiştir. Ne var ki bu ilkelerin AİHM"in incelemek durumunda kaldığı çelişen yorumların bir yüksek mahkemenin birleştirici yetkisini uygulayabileceği yasal hükümlerle bağlantılı olarak yargı sisteminin aynı dalında meydana gelen davalar için öngörüldüğü belirtilmelidir (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, §§ 55, 80).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
32. Anayasa Mahkemesinin 23/11/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
33. Başvurucu aynı konuda farklı kararlar verildiğini ifade etmiştir. Aynı durumda olan işçilerden bazıları ilave tediye alacağına hak kazanırken bazılarının ise davalarının haksız bir şekilde reddedildiğinden yakınmıştır. Başvurucu, söz konusu durumun adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
34. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
""Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
35. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun benzer duruma ilişkin farklı kararlar verilmesi nedeniyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasının özünün adil yargılanma hakkının güvencelerinden biri olan hakkaniyete uygun yargılanma hakkına ilişkin olduğu ve bu kapsamda bir inceleme yapılması gerektiği değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
36. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Genel İlkeler
37. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında; herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. 3/10/2001 tarihli ve 4709 sayılı Kanun"un Anayasa"nın 36. maddesinin birinci fıkrasına "adil yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin 14. maddesinin gerekçesine göre "değişiklikle Türkiye Cumhuriyeti’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınmış olan adil yargılama hakkı metne dahil" edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa"nın 36. maddesinde herkesin adil yargılanma hakkına sahip olduğu ibaresinin eklenmesinin amacının Sözleşme"de düzenlenen adil yargılanma hakkını anayasal güvence altına almak olduğu anlaşılmaktadır (Yaşar Çoban [GK], B. No: 2014/6673, 25/7/2017, § 54).
38. Adil yargılanma hakkı, uyuşmazlıkların çözümlenmesinde hukuk devleti ilkesinin gözetilmesini gerektirmektedir. Anayasa"nın 2. maddesinde Cumhuriyet"in nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti ilkesi, Anayasa"nın tüm maddelerinin yorumlanması ve uygulanmasında gözönünde bulundurulması zorunlu olan bir ilkedir.
39. Bu noktada hukuk devletinin gereklerinden birini de hukuk güvenliği ilkesi oluşturmaktadır (AYM, E.2008/50, K.2010/84, 24/6/2010; E.2012/65, K.2012/128, 20/9/2012). Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (AYM, E.2013/39, K.2013/65, 22/5/2013).
40. Hukuk kurallarının ne şekilde yorumlanacağı veya birden fazla yorumunun mümkün olduğu durumlarda bu yorumlardan hangisinin benimseneceği derece mahkemelerinin yetkisinde olan bir husustur. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruda derece mahkemelerince benimsenen yorumlardan birine üstünlük tanıması veya derece mahkemelerinin yerine geçerek hukuk kurallarını yorumlaması bireysel başvurunun amacıyla bağdaşmaz. Anayasa Mahkemesinin kanunilik ilkesi bağlamındaki görevi, hukuk kurallarının birden fazla yorumunun varlığının hukuki belirlilik ve öngörülebilirliği etkileyip etkilemediğini tespit etmektir (Mehmet Arif Madenci, B. No: 2014/13916, 12/1/2017, § 81).
41. Yargısal kararlardaki değişiklikler, hukukun dinamizmini ve mahkemelerin yaklaşımlarını yaşanan gelişmelere uyarlama kabiliyetlerini yansıtması yönüyle olumludur. Ancak uygulamadaki birlikteliği sağlaması beklenen yüksek mahkemeler içinde yer alan dairelerin benzer davalarda tatmin edici bir gerekçe göstermeksizin farklı sonuçlara ulaşması, bir kararın belirli bir daireye düştüğü takdirde onanacağı, başka bir daire tarafından ele alındığı takdirde bozulacağı gibi ihtimale dayalı ve birbirine zıt sonuçları ortaya çıkarır. Bu ise hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik ilkelerine ters düşecektir. Ayrıca böyle bir algının toplumda yerleşmesi hâlinde bireylerin yargı sistemine ve mahkeme kararlarına duymaları beklenen güven zarar görebilir (Türkan Bal [GK], B. No: 2013/6932, 6/1/2015, § 64).
42. Anayasa Mahkemesi; bu noktada derece mahkemelerinin hukuk kurallarını yorumlamasından kaynaklanan içtihat farkının süregelen bir hâl aldığı, başka bir anlatımla kısa sayılamayacak bir zaman dilimi içinde uygulamada birliğin sağlanamadığı durumlarda uygulamadaki tutarsızlıkları ortadan kaldıracak nitelikteki tedbirlerin önemine işaret etmektedir.
43. Hukukun üstünlüğü ilkesi gereği yargı sistemine olan güveni sağlamak ve korumakla yükümlü olan devlet, aynı yargı koluna dâhil mahkemeler arasındaki derin ve süregelen içtihat farklılıklarını ortadan kaldırabilecek nitelikte bir mekanizmayı kurmak ve bu mekanizmanın etkin bir şekilde işleyişini sağlayacak düzenlemeler yapmakla yükümlüdür. Bu yükümlülük, adil yargılanma hakkının güvencelerinden biri olarak kabul edilmelidir. (Engin Selek, B. No: 2015/19816, 8/11/2017, § 58).
44. Öte yandan Anayasa Mahkemesi, içtihat farklılığını değerlendirdiği bir kararında Yargıtayın istikrarlı olarak uygulanan içtihattan ayrılarak yeni bir yaklaşımı benimsemesi hâlinde kamuoyu nezdinde yargıya olan güvenin muhafaza edilmesi bakımından yeni yaklaşımın istikrarlı bir şekilde uygulanması gerektiğine dikkat çekmiş ve içtihat değişikliği sonucunda benimsenen yaklaşımın uygulamada birliği sağlamakla görevli yüksek mahkemeler tarafından istikrarlı olarak uygulanmamasının adil yargılanma hakkını ihlal edebileceğine karar vermiştir (Hakan Altıncan [GK], B. No: 2016/13021, 17/5/2018, § 48).
45. Anayasa Mahkemesi sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakfı çalışanlarının ilave tediye alacağına hak kazanıp kazanmayacağı hususunda süregelen içtihat farklılığını değerlendirdiği Yasemin Bodur (B. No: 2017/29896, 25/12/2018, § 52) kararında içtihat farklılığının derinleşmiş ve sürekli bir nitelik kazanmış olduğu, bu durumun davaların somut özelliğinden kaynaklanmadığı ve bu durumun ortadan kaldırılmasını sağlayacak içtihadı birleştirme kararı gibi elverişli bir mekanizma işletilmemesi nedenleriyle varılan sonucun başvurucu için öngörülemez olduğu ve yargılamanın hakkaniyetini zedelediği sonucuna ulaşmıştır.
b. İlkelerin Olaya Uygulanması
46. Başvuruya konu somut davanın niteliği aslında tediye alacağına ilişkindir. Derece mahkemeleri başvurucunun 6772 sayılı Kanun kapsamına girip girmeyeceğinin tespiti amacıyla muvazaa olgusunu değerlendirmiştir. Muvazaa konusu Yargıtay kararlarına da konu olmuştur. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi çalışanların alt işverence iş sözleşmesinde belirtilen işlerde ve koşullarda çalıştırıldığının tespit edilmesi durumunda asıl işveren ile alt işveren arasında muvazaanın bulunmadığına, dolayısıyla da ilave tediye alacağına hak kazanamayacağına karar vermiştir. Öte yandan yine aynı Daire; çalışanların iş sözleşmesinde belirtilen işler dışında çalıştırıldığının tespit edilmesi hâlinde ise asıl işveren ile alt işveren arasında yapılan sözleşmenin muvazaalı olduğu, bu nedenle çalışanların baştan beri asıl işverenin işçisi sayılması gerektiğini belirtmiş ve çalışanların bu durumda ilave tediye alacağına hak kazanacağına karar vermiştir. Yargıtay 22. Hukuk Dairesi de aynı yönde kararlar vermiş olup çalışanların alt işveren ile yapmış oldukları sözleşmede belirtilen işlerde çalışması hâlinde asıl işveren ile alt işveren arasında muvazaa bulunmadığını belirtmiştir. Söz konusu durumda da çalışanların ilave tediye ücretine hak kazanacağına karar vermiştir (bkz. §§ 18-22). Sonuç olarak Yargıtay Daireleri her bir davanın koşullarına özgü şekilde değerlendirme yapmakta ve muvazaa iddiasını inceleyerek karar vermektedir.
47. İncelenen olayda Mahkeme, başvurucunun yapmış olduğu işin şartlarını ve ne şekilde yerine getirileceğinin asıl işveren olan Belediye tarafından belirlendiğini ifade etmiştir. Bu sebeple Belediye ile taşeron firma arasındaki sözleşmenin muvazaalı olması nedeniyle başvurucunun asıl işverenin işçisi sayılması gerektiğini vurgulayarak ilave tediye alacağının ödenmesine karar vermiştir. Bölge Adliye Mahkemesi ise başvurucunun çalışmış olduğu işin alt işverene verilebilecek iş olduğunu belirtmiştir. Tanık beyanlarını değerlendirerek başvurucunun asıl işinde çalıştığı sonucuna varmıştır. Buna bağlı olarak da başvurucunun ilave tediye alacağından yararlanamayacağını ifade etmiştir.
48. Bu bağlamda Anayasa Mahkemesi, Yargıtayın ilgili Daireleri tarafından istikrarlı olarak uygulanan bir içtihattan ayrılma söz konusu olmadığından somut olayın yukarıda anılan Yasemin Bodur başvurusundan farklı olduğuna işaret etmektedir.
49. Yargıtay Dairelerinin vermiş oldukları kararlarda vardıkları sonuca hangi nedenle ulaşıldığını başvurucu ve üçüncü kişiler tarafından objektif olarak anlaşılmasına imkân verecek yeterli gerekçeler sunulmaktadır.
50. Somut olaya konu Belediye nezdinde taşeron şirkette hizmet akdine bağlı olarak çalışan personelin ilave tediye alacağına hak kazanıp kazanmayacağı hususunda süregelen içtihat farklılığı bulunmamaktadır. Aksine Daireler davacılara ait sözleşmelerde muvazaa bulunup bulunmadığını kendi açılarından değerlendirerek muvazaa bulunması hâlinde ilave tediye alacağının ödenmesine karar vermiştir. Bölge Adliye Mahkemesi de başvurucunun davaya konu iş sözleşmesinde muvazaa bulunup bulunmadığını incelemiş ve muvazaa bulunmadığı kanaatine varmıştır. Muvazaa bulunmadığı kanaatine varılmasıyla başvurucunun 6772 sayılı Kanun kapsamında ilave tediye alacağına hak kazanamadığı tespiti yapılmıştır. Yapılan tespit ve varılan sonucun öngörülemez olmadığı gibi bu hususun yargılamanın hakkaniyetini zedelemediği anlaşılmaktadır. Diğer taraftan ortada içtihat farklılığı olarak değerlendirilecek bir hususun da bulunmadığı görülmektedir.
51. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucunun üzerinde BIRAKILMASINA,
D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 23/11/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.