AYM 2017/32278 Başvuru Numaralı MURAT SAÇAN VE SERPİL SAÇAN Başvurusuna İlişkin Karar

Abaküs Yazılım
Birinci Bölüm
Esas No: 2017/32278
Karar No: 2017/32278
Karar Tarihi: 28/12/2021

AYM 2017/32278 Başvuru Numaralı MURAT SAÇAN VE SERPİL SAÇAN Başvurusuna İlişkin Karar

 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

MURAT SAÇAN VE SERPİL SAÇAN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2017/32278)

 

Karar Tarihi: 28/12/2021

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Hicabi DURSUN

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

İrfan FİDAN

Raportör

:

Ali KOZAN

Başvurucular

:

1. Murat SAÇAN

 

 

2. Serpil SAÇAN

Başvurucular Vekili

:

Av. Tuncer AKTAŞ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, tıbbi müdahale sonucu zarara uğranılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 4/8/2017 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

7. Başvurucuların 1996 doğumlu olan çocukları M.S.ye, Erzurum Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesinde kemiklerinde ve boynunda iltihap olduğu gerekçesiyle 28/11/2009 tarihinde enjeksiyon yapılmıştır. Yapılan tıbbi müdahale sonrası çocuğun sol ayağında oluşan şikâyetlerle ilgili yapılan muayenede düşük ayak tanısı konulmuştur.

8. Başvurucular, gerekli dikkat ve özeni göstermeden yapılan enjeksiyon nedeniyle düşük ayak oluşmasına sebebiyet verilmesinin idarenin hizmet kusurundan kaynaklandığını belirterek Sağlık Bakanlığı aleyhine Erzurum 2. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) 7/9/2010 tarihinde çocukları adına velayeten maddi ve manevi tazminat davası açmıştır.

9. Yargılama sürecinde Adli Tıp Kurumu (ATK) tarafından hazırlanan 13/2/2012 tarihli raporda; çocukta gelişen bulguların enjeksiyon nöropatisi ile uyumlu olduğu ancak tıbbi belgelerde enjeksiyonun yanlış uygulandığına dair kayıt bulunmadığı belirtilmiştir. Ayrıca enjeksiyonun doğru bölgeye uygulanması durumlarında da yapılan yerde oluşabilecek ödem, hematomunda mekanik baskı yapabileceği gibi difüzyon yoluyla sinire nüfuzu sonucu toksik etkiyle nöropatinin gelişebileceği tüm bu durumların enjeksiyon uygulamalarının beklenebilir komplikasyonu olduğu değerlendirmesine yer verilmiştir.

10. Mahkeme 31/5/2012 tarihinde anılan bilirkişi raporunu hükme esas alarak davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde çocuğa uygulanan tıbbi tetkik ve tedavilerin eksik veya hatalı olduğu yönünde bir bulgunun mevcut olmaması, tıbbi müdahale sonrası gelişen şikâyetlerin enjeksiyon nöropatisi ile uyumlu olduğu ancak tıbbi belgelerde enjeksiyonun yanlış yere uygulandığına dair kayıt bulunmadığı hususları gözetildiğinde idarenin olayda bir ihmali ya da hizmet kusurunun olmadığının anlaşıldığı belirtilmiştir.

11. Başvurucular vekilinin temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesince (Daire) 26/5/2016 tarihinde maddi tazminat ile manevi tazminat isteminin ve hükmedilen maktu vekâlet ücretine yönelik temyiz itirazlarının reddine, davalı idare lehine nispi vekâlet ücretine yönelik hüküm yönünden ilk derece mahkemesi kararının bozulmasına oy çokluğuyla karar verilmiştir. Bir üye karşıoy görüşünde, 13 yaşında bir çocuğa sunulan sağlık hizmeti neticesinde kendisini ömür boyu takip edecek bir arazla karşı karşıya bırakılmasında çocuk ve ailesine atfedilecek bir kusur olmadığını belirtmiştir. Bu bağlamda iyi sunulmayan bir kamu hizmeti neticesinde ortaya çıkan böyle bir sonuç karşısında tazminat taleplerinin tamamen reddedilmesi yönündeki çoğunluk görüşüne katılmadığını vurgulamıştır.

12. Başvurucuların karar düzeltme talebi de Dairenin 13/6/2017 tarihli kararıyla oyçukluğuyla reddedilmiştir. Karşıoy görüşünde; yapılan enjeksiyon sonrası çocukta düşük ayak oluştuğunun sabit olduğu, idareye kusur atfedilmemesinin mümkün olmadığı, ayrıca hizmet kusurunun olmadığı kabul edilse bile zararın kusursuz sorumluluk ilkesi kapsamında karşılanması gerektiği belirtilmiştir.

13. Nihai karar 2/8/2017 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir.

14. Başvurucu 4/8/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

15. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu"nun 2. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi şöyledir:

"1. İdari dava türleri şunlardır:

...

b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları"

16. 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun "Kişilerin uğradıkları zararlar" kenar başlıklı 13. maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"Kişiler kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan dolayı bu görevleri yerine getiren personel aleyhine değil, ilgili kurum aleyhine dava açarlar. ... Kurumun, genel hükümlere göre sorumlu personele rücu hakkı saklıdır."

B. Uluslararası Hukuk

1. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi

17. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi"nin (Sözleşme) "İnsan haklarına saygı yükümlülüğü" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:

"Yüksek Sözleşmeci Taraflar kendi yetki alanları içinde bulunan herkesin, bu Sözleşme"nin birinci bölümünde açıklanan hak ve özgürlüklerden yararlanmalarını sağlarlar."

18. Sözleşme"nin "Bireysel başvurular" kenar başlıklı 34. maddesi şöyledir:

"Bu Sözleşme veya protokollerinde tanınan haklarının Yüksek Sözleşmeci Taraflar’dan biri tarafından ihlal edilmesinden dolayı mağdur olduğunu öne süren her gerçek kişi, hükümet dışı kuruluş veya kişi grupları Mahkeme’ye başvurabilir. Yüksek Sözleşmeci Taraflar bu hakkın etkin bir şekilde kullanılmasını hiçbir surette engel olmamayı taahhüt ederler."

2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı

19. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Büyük Daire [BD] tarafından verilen Valentın Câmpeanu Adına Hukuki Kaynaklar Merkezi/Romanya (B. No: 47848/08, 17/7/2014) kararında başvurucuların doğrudan ya da dolaylı mağdur olarak somut bir başvuruyu sunma ehliyetine sahip olup olmadıklarına yönelik olarak genel yaklaşım açıklanmıştır. Bu kapsamda AİHM"e göre doğrudan mağdurlar yönünden Sözleşme"nin 34. maddesi uyarınca bir başvuruda bulunabilmek için bir kişinin şikâyet konusu yapılan tedbirden doğrudan etkilenmiş olduğunu kanıtlamalıdır. AİHM"in pratiğine ve Sözleşme’nin 34. maddesine göre başvurular ancak yaşayan kişiler tarafından veya adına yapılabilmektedir. Bu nedenle doğrudan mağdurun başvuru sunulmadan evvel hayatını kaybetmiş olduğu bir dizi davada AİHM, Sözleşme’nin 34. maddesi amaçları bakımından doğrudan mağdurun, temsil ediliyor olsa dahi, başvurucu olarak dava hakkı bulunduğunu kabul etmemiştir (Valentın Câmpeanu Adına Hukuki Kaynaklar Merkezi/Romanya [BD], § 96).

20. AİHM; H.A./Türkiye (B. No: 35765/08, 20/6/2019) kararında başvurucunun doğrudan ya da dolaylı mağdur olarak somut başvuruyu sunma ehliyetine sahip olup olmadığını inceleme konusu yapmıştır. Başvurucu; Sözleşme’nin 6., 8. ve 14. maddeleri kapsamında, reşit olmayan kızına yönelik tecavüz ve/veya cinsel istismara ilişkin söz konusu olayda sanığa verilen cezanın, orantılı ve koruyucu nitelikte olmadığından şikâyetçi olmuştur (H.A./Türkiye, §§ 13-14).

21. AİHM, somut başvurunun iddia edilen ihlallerin doğrudan mağduru olan M.A.nın annesi H.A. tarafından yapıldığını, başvurunun yapıldığı 2008 yılında M.A.nın yirmi üç yaşında ve dolayısıyla reşit bir birey olduğunu, buna rağmen M.A.nın yerel yargılamaların bitişini takip eden 6 aylık süre içerisinde AİHM"e başvuruda bulunmadığını belirtmiştir. Başvuru formunda da H.A.nın kızı adına değil, kendi adına başvuruda bulunduğunun açıkça belirtildiğini ayrıca yetki belgesinin sadece H.A. tarafından imzalandığını ifade etmiştir. Öte yandan, iç hukukta yürütülen yargılamaların başlatılması ve sona ermesinin ardından yaklaşık 5 yıl sonra 8 Şubat 2013 tarihinde, M.A. tarafından imzalanmış yetki belgesi AİHM"e ulaşmış ve böylece avukata başvuruda bulunma yetkisi verilmişse de M.A.nın başvurucu olarak yer aldığı yeni bir başvurunun yapmadığı ve kendi bakış açısıyla şikâyetlerine ilişkin herhangi bir bilgi de sunmadığı vurgulanmıştır (H.A./Türkiye, § 17).

22. AİHM başvurunun koşullarını dikkate alarak yaptığı değerlendirmede somut başvuruda M.A.nın başvurucu olarak kabul edilemeyeceği kanaatinde olduğunu açıklamıştır. Bu sebeple AİHM öncelikle H.A.nın doğrudan ya da dolaylı mağdur olarak somut başvuruyu sunma ehliyetine sahip olup olmadığının belirlenmesi gerektiğini ve bu bağlamda, Valentın Câmpeanu Adına Hukuki Kaynaklar Merkezi/Romanya ([BD], §§ 96-100) kararında konuya ilişkin yaklaşımının özetlendiği belirtilmiştir. AİHM"e göre Sözleşme’nin 34. maddesi uyarınca bir başvuruda bulunabilmek için, kişinin bahsi geçen şikâyetten doğrudan etkilendiğini gösterebilmesi gerekmektedir. Somut başvuruda AİHM; iddia edilen ihlallerden doğrudan etkilenen mağdurun H.A.nın kızı olduğunu gözlemleyerek, H.A.nın kızı adına geçerli bir başvuru yapılmadığından, H.A.nın somut başvuruyu sunmak için gerekli ehliyete sahip olduğunun kabul edilemeyeceğini, Sözleşme’nin 35. maddesinin 3. ve 4. paragrafları kapsamında kişi bakımından bağdaşmadığı gerekçesiyle başvurunun reddedilmesine karar vermiştir (H.A./Türkiye, §§ 18-21).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

23. Anayasa Mahkemesinin 28/12/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları

24. Başvurucular; gerekli dikkat ve özen gösterilmeden hatalı şekilde yapılan enjeksiyon sonucu çocuklarının engelli kaldığını, hizmet kusurunun varlığına rağmen tazminat taleplerinin reddedildiğini belirterek maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi ile adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

25. Anayasa’nın "Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı" kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."

26. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmekte olup söz konusu düzenleme, Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde özel hayata saygı hakkı kapsamında güvence altına alınan fiziksel ve zihinsel bütünlüğün korunması hakkına karşılık gelmektedir.

27. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında, kasıt söz konusu olmaksızın hekim kusuru nedeniyle vücut bütünlüğünün zarar gördüğü şeklindeki tıbbi ihmale dair şikâyetleri Anayasa"nın 17. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı kapsamında incelemiştir (Melahat Sönmez, B. No: 2013/7528, 9/9/2015; Ahmet Sevim, B. No: 2013/474, 9/9/2015; Hilmi Düzgüner, B. No: 2014/9690, 11/5/2017).

28. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun"un "Bireysel başvuru hakkına sahip olanlar" kenar başlıklı 46. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Bireysel başvuru ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenler tarafından yapılabilir."

29. 6216 sayılı Kanun"un "Bireysel başvuru hakkına sahip olanlar" kenar başlıklı 46. maddesinde kimlerin bireysel başvuru yapabileceği sayılmış olup anılan maddenin (1) numaralı fıkrasına göre bir kişinin Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmesi için üç temel ön koşulun birlikte bulunması gerekmektedir. Bu ön koşullar, başvuruya konu edilen ve ihlale yol açtığı ileri sürülen kamu gücü eylem veya işleminden ya da ihmalinden dolayı başvurucunun güncel bir hakkının ihlal edilmesi, bu ihlalden dolayı kişinin kişisel olarak ve doğrudan etkilenmiş olması ve bunların sonucunda başvurucunun kendisinin mağdur olduğunu ileri sürmesidir (Onur Doğanay, B. No: 2013/1977, 9/1/2014, § 42).

30. Maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlali iddiasıyla başvurucu ebeveynler tarafından yapılan başvuruda öncelikle mağdur statüsünün -AİHM"nin genel yaklaşımı da (§§ 19-22) dikkate alınarak- değerlendirilmesi gerekmektedir.

31. Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı; kişiye sıkı sıkıya bağlı, devredilmez ve vazgeçilmez haklardandır. Kural olarak bu hakkın mağduru da maddi ve manevi bütünlüğüne müdahalede bulunulan kişidir.

32. Öte yandan tıbbi müdahaleye maruz kalan kişinin yakınlarının kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı kapsamında mağdur sıfatının olduğu ya da olmadığı yönünde kategorik bir değerlendirme yapmak sakıncalı sonuçlar doğurabilir. Bu bakımdan doğrudan mağdur olan kişinin yakınlarının mağduriyetlerine ilişkin somut açıklamalarda bulunmaları hâlinde bireysel başvuru hakkına sahip olabilecekleri gözardı edilmemelidir. Mağduriyete ilişkin somut açıklama yapılması, görünenden öte yaşanan etkinin başvuruculara özgü koşullar üzerinden anlatımda bulunulmasını gerekli kılar.

33. Somut olayda başvurucular, çocuklarının tıbbi işlem dolayısıyla zarara uğraması nedeniyle açılan tam yargı davasının reddedilmesinden şikâyetçidir. İdarenin faaliyetinde -sorumluluğu olduğu iddia edilen kişilerin icra ettiği eylemlerinde- ihmali/kusuru bulunduğuna ilişkin şikâyetten başvurucuların çocuklarının kişisel olarak ve doğrudan etkilendiği ve dolayısıyla mağdur olarak bireysel başvuru hakkına sahip olduğu hususunda bir tereddüt bulunmamaktadır. Ancak başvurucular, derece mahkemesinde görülen davayı tıbbi müdahaleye maruz kalan çocukları adına velayeten sürdürmüştür. Bireysel başvuruyu da yine çocukları adına velayeten yaptıkları, çocuklarının ayrıca bir başvurusunun olmadığı görülmüştür.

34. Başvuru konusu olayda maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının öznesinin hakkın ihlalinden doğrudan etkilenen başvurucuların oğulları olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumla birlikte başvurucular bireysel başvuru tarihinde reşit -yirmi bir yaşında- olduğu anlaşılan 1996 doğumlu çocuklarının bireysel başvuruda bulunmamasının nedenini açıklamamıştır. Ayrıca başvurucuların çocuklarının gördüğü zararla ilişkili olarak kendilerinin de mağdur olduklarına dair bir beyanları bulunmadığı gibi bu iddiayla kendileri adına açtıkları bir tam yargı davasının da olmadığı görülmüştür. Bu bağlamda başvurucular sadece çocuklarının tıbbi müdahale nedeniyle zarar gördüğünü ifade etmekle yetinmiş, söz konusu olay nedeniyle -her ebeveynin yaşadığı üzüntünün ötesinde- ne gibi sorunlar yaşadıkları hususunda açıklamada bulunmamıştır. Bu nedenlerle başvurucuların oğulları adına yaptıkları başvurunun incelenmesinin mümkün olmadığı sonucuna varılmıştır.

35. Açıklanan gerekçelerle başvurunun kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

Selahaddin MENTEŞ bu görüşe katılmamıştır.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA Selahaddin MENTEŞ"in karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

B. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA 28/12/2021 tarihinde karar verildi.

 

 

 

KARŞIOY

1. Mahkemenin Sayın çoğunluğu tarafından başvurucunun maddi ve manevi varlığının korunması hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir. Sayın çoğunluğun görüşüne aşağıda belirtilen gerekçelerle katılmadım.

2. Olay ve olgular mahkememizin gerekçeli kararında ayrıntılı olarak özetlenmiştir.

3. Somut olayda başvurucular çocuklarının tıbbi işlem dolayısıyla zarara uğraması nedeniyle açılan tam yargı davasının reddedilmesinden şikayetçidirler. Başvurucular bu davayı çocukları adına velayeten sürdürmüşlerdir. Kendi adlarına açtıkları bir dava bulunmamaktadır.

4. Sayın çoğunluk başvurucuların çocuklarının reşit olduğu çocuğun bir başvurusunun bulunmadığı başvurucuların kendilerinin de mağdur olduklarına dair bir beyanları bulunmadığı gerekçesiyle kişi bakımından yetkisizlik kararı vermiştir.

5. Başvurucular ilk derece mahkemesinde davayı velayeten açmışlardır. Velayeten açılan davada Anayasa mahkemesi şahıslara bir bildirimde bulunmadan kişi bakımından yetkisizlik kararı vermemelidir. Dava esasen velayeten açıldığı için velayeten açılan davada en azından bir bildirimde bulunduktan sonra sonucuna göre işlem tesis edilmesi gerekir. Bu sebeplerle Sayın çoğunluğun görüşüne katılmadım.

 

 

 

 

Üye

 Selahaddin MENTEŞ

 

 

Hemen Ara