AYM 2019/16601 Başvuru Numaralı SÜMBÜLEFENDİ İLİM VE KÜLTÜR HİZMET DERNEĞİ Başvurusuna İlişkin Karar

Abaküs Yazılım
İkinci Bölüm
Esas No: 2019/16601
Karar No: 2019/16601
Karar Tarihi: 12/1/2022

AYM 2019/16601 Başvuru Numaralı SÜMBÜLEFENDİ İLİM VE KÜLTÜR HİZMET DERNEĞİ Başvurusuna İlişkin Karar

 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

SÜMBÜLEFENDİ İLİM VE KÜLTÜR HİZMET DERNEĞİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/16601)

 

Karar Tarihi: 12/1/2022

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

 

 

Basri BAĞCI

Raportör

:

Ayhan KILIÇ

Başvurucu

:

Sümbülefendi İlim ve Kültür Hizmet Derneği

Vekili

:

Av. Salih TORUN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; satın alınan taşınmaz hissesi ön alım hakkını kullanan diğer paydaş adına tescil edildiği hâlde tüm alış masraflarının karşılanmaması nedeniyle mülkiyet hakkının, yetkisiz kişi tarafından açılan ön alım davasının kabul edilmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 10/5/2019 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

9. Başvurucu, merkezi İstanbul"da bulunan bir dernektir.

10. İstanbul"un Fatih ilçesi Kürkçübaşı Mahallesi"nde kâin 224 pafta 2390 ada 62 parsel numaralı ve arsa vasfında olan taşınmazın 3/20 hissesi bir mazbut vakıf olan Harameyn Vakfına (Vakıf), 17/20 hissesi ise gerçek kişilere aittir. Taşınmaz fiilen otopark olarak kullanılmaktadır. Taşınmaz 20/2/2008 tarihli ve 5737 sayılı Vakıflar Kanunu"nun 18. maddesi uyarınca serbest tasarrufa terki ancak taviz bedeli ödenmesi şartına bağlanan vakıf malı mahiyetindedir.

11. Başvurucu, taşınmazın Vakfa ait olmayan 17/20 hissesini 16/3/2015 tarihinde 1.500.000 TL bedelle satın almıştır. Başvurucu, taşınmazın serbest tasarrufa terkini sağlayabilmek için Vakıflar Genel Müdürlüğüne (İdare) 58.722 TL taviz bedeli ödemiştir. Başvurucu ayrıca 30.206,25 TL tapu harcı ve döner sermaye bedeli ödemiştir.

12. İdare 20/5/2015 tarihinde İstanbul 19. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) ön alım hakkı nedeniyle tapu iptali ve tescil davası açmıştır. Dava dilekçesinde, Vakfın taşınmazın hissedarı olması nedeniyle 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu"nun 734. maddesi uyarınca ön alım hakkını haiz bulunduğu ifade edilmiş ve taşınmazın Vakıf adına tesciline karar verilmesi talep edilmiştir. Dava dilekçesinde sadece başvurucunun ödediği alış bedeli ile tapu harcının başvurucuya ödenmesi gerektiği, taviz bedelinin ödenmesi yükümlülüğünün bulunmadığı ifade edilmiştir. Dilekçede, başvurucunun taviz bedelinin haksız olduğunu düşünmesi hâlinde bunun istirdadı için dava açmasının önünde bir engelin bulunmadığı belirtilmiştir.

13. 22/12/2015 tarihli cevap dilekçesinde başvurucu; taşınmazın taksim edilmesi hâlinde ön alım hakkının kullanılamayacağını, Vakfın mülkiyet hakkından kaynaklanan kullanma ve yararlanma hakkından süresiz bir biçimde vazgeçtiğini ve bunun hissedarlara taksimden daha güçlü haklar bahşettiğini belirtmiş, bu sebeple ön alım hakkının kullanılamayacağını ifade etmiştir. Cevap dilekçesinde; taviz bedelinin hukuki niteliğine ilişkin açıklamalar yapılmış, bu bedel ödenmeden vakıf taşınmazının tapu sicilinde alıcı adına tescilinin yapılamayacağı belirtilmiştir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 26/9/1990 tarihli ve E.1990/6, K.1990/3212/441 sayılı kararına atıfta bulunulan dilekçede, fiilî taksim yapılan hâllerde hissedarın ön alım hakkını kullanmasının kötü niyet teşkil ettiği savunulmuş; olaydaki taşınmazın uzun süredir kiraya verildiğine ve Vakfın hissesine isabet eden tutarın İdareye ödendiğine, ayrıca taviz bedelinin de yatırıldığına dikkat çekilerek İdarenin kötü niyetli olduğu iddia edilmiştir. Dilekçede, İdare tarafından bankaya depo ettirilen bedelin vadeli bir hesaba aktarılması talep edilmiştir.

14. Mahkeme 13/10/2016 tarihli duruşmada 1.500.000 TL alış bedeli ile 30.206,25 TL tapu harcı ve döner sermaye bedeli toplamı olan 1.530.206,25 TL"nin bankaya depo edilmesi için bir sonraki duruşma tarihi olan 21/2/2017"ye kadar İdareye süre vermiştir. İdare 7/2/2017 tarihinde 1.530.206,25 TL"yi bankada depo etmiştir.

15. Mahkeme 21/2/2017 tarihli kararıyla davanın kabulüne ve karar kesinleştiğinde 1.530.206,25 TL ön alım bedelinin başvurucuya ödenmesine karar vermiştir. Kararda, 4721 sayılı Kanun"un 732. ve 734. maddelerine yer verilerek ön alım hakkının kullanım koşullarının oluştuğu belirtilmiştir. Kararda ayrıca başvurucu aleyhine 104.528,38 TL nispi karar ve ilam harcı ile 10.574,60 TL nispi vekâlet ücretine hükmedilmiştir.

16. Başvurucu 24/2/2017 tarihli dilekçesiyle ön alım bedelinin birer ay vadeli hesaba yatırılmasını talep etmiştir. Mahkemenin 30/3/2017 tarihli müzekkeresiyle Vakıflar Bankasına ön alım bedelinin birer ay vadeli hesaba yatırılması talimatı verilmiştir.

17. Taraflar karşılıklı olarak istinaf yoluna müracaat etmiştir. İdare, vekâlet ücretinin eksik hesaplandığını ve 69.856,19 TL vekâlet ücretine hükmedilmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Başvurucu ise Vakfın yararlanma hakkından vazgeçip vazgeçmediğinin ve İdarenin Vakıf adına dava açma ehliyetinin bulunup bulunmadığının araştırılmamasından yakınmıştır. Başvurucu esasa yönelik ise İdarenin taviz bedeli alarak satışa zımnen muvafakat ettiğine dair iddiasının karşılanmadığından ve ayrıca fiilî taksimin bulunup bulunmadığı araştırılmadan karar verilmesinden şikâyet etmiştir. Başvurucu ayrıca depo edilen paranın vadeli hesaba aktarılmadan karar verilmesinin de hukuka aykırı olduğunu belirtmiştir. Başvurucu, lehine hükmedilen tutarın taviz bedelini içermemesine ve aleyhine nispi karar ve ilam harcına hükmedilmesine yönelik bir iddia ileri sürmemiştir.

18. İstinaf talebini inceleyen İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 7. Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 4/10/2017 tarihinde başvurucunun istinaf istemini esastan reddetmiş, İdarenin vekâlet ücretine ilişkin istinaf talebini ise kabul ederek başvurucu aleyhine hükmedilen vekâlet ücretini 69.856,19 TL şeklinde düzeltmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi ayrıca başvurucu aleyhine 104.496,98 TL nispi istinaf karar ve ilam harcına hükmetmiştir. Kararın gerekçesinde özetle şunlar ifade edilmiştir:

i. İdarenin taviz bedeli alması ön alım hakkından vazgeçildiği şeklinde yorumlanamaz.

ii. 4721 sayılı Kanun"un 734. maddesinde ön alım bedelinin satış bedeli ile alıcıya düşen harç ve giderlerden ibaret olduğu belirtilmiştir. Bu nedenle taviz bedelinin de ön alım bedeli olarak depo edilmesi talebi yerinde değildir.

iii. Başvurucunun Vakfın tasarruf hakkından vazgeçtiği ve taksim iddiası da yerinde değildir. 17/2/1926 tarihli ve 743 sayılı mülga Türk Kanunu Medenisi"nin kabulünden sonra aynı taşınmaz üzerinde kuru mülkiyet (rekabe) hakkı ile mirasçılara kalan, nesilden nesile geçen tasarruf hakkı şeklinde ikili ayırım ortadan kaldırılmıştır. 5/6/1935 tarihli ve 2762 sayılı mülga Vakıflar Kanunu"yla vakıf taşınmazlarının icareteyn ve mukataya bağlanması yasaklanmış, daha önce kurulmuş bu tür vakıfların tasfiyesi yoluna gidilmiştir. Anılan Kanun ve sonrasında çıkarılan 13/6/1945 tarihli ve 4755 sayılı Vakıflar Kanunu"na Ek Kanun hükümlerine göre taviz bedeli ödendikten veya taviz bedeli ödenmese dahi öngörülen yirmi yıllık süre geçtikten sonra vakıf taşınmazların tam mülkiyeti mutasarrıfa geçmiş, diğer bir söyleyişle vakıf taşınmazı özel mülk, mutasarrıf ise malik olmuştur. Mutasarrıf iken malik olan kişilerin mirasçı bırakmadan ölmeleri üzerine taşınmazları son mirasçı sıfatıyla Hazineye kalmıştır. Ancak kanun koyucu, öncesi vakıf olan taşınmazların vakfına (aslına) dönmesini daha uygun görmüş; -bazı ayrıcalıklar dışında- Hazineye intikal yolunu kapatmak istemiştir. Bu nedenle 22/9/1983 tarihli ve 2888 sayılı Kanun"un 2. maddesiyle 2762 sayılı Kanun"un 29. maddesi değiştirilip Hazinenin mirasçı olacağı yönündeki genel hükümden ayrılınmış ve mutasarrıfları mirasçısız bir şekilde ölen taşınmazların mahlulen vakfına rücu etmesi öngörülmüştür.

iv. İdarenin tapudaki payını da bu şekilde Hazineden hükmen iktisap ettiği anlaşılmaktadır. Bu durumda artık Vakfa geçen payın bir mutasarrıfı bulunmadığı ve mutasarrıfın mirasçısı da kalmadığı için mülkiyetin Vakfa geçtiği anlaşılmaktadır. Başvurucu satın aldığı bu payın mutasarrıfı kabul edilemez. Ayrıca Vakfın ve davalının ayrı ayrı kullandıkları yerler de bulunmamaktadır. Taşınmazın tamamı başvurucu tarafından kiraya verilmek suretiyle kullanılmaktadır. Bu nedenle taksim savunması da yerinde görülmemiştir.

v. Mahkemece hüküm altına alınan dava değerinin 1.530.206,25 TL olduğu gözetildiğinde hüküm tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi hükümleri uyarınca bu değer üzerinden hesaplanan nispi avukatlık ücretinin 69.856,19 TL olması gerekmiştir.

19. Başvurucu bu karara karşı istinaf dilekçesindeki iddialarını tekrarlayarak temyiz yoluna başvurmuştur. Başvurucunun lehine hükmedilen tutarın taviz bedeli içermemesine ve aleyhine nispi karar ve ilam harcına hükmedilmesine yönelik bir iddiası mevcut değildir. Yargıtay 14. Hukuk Dairesi (Daire) 13/3/2019 tarihli kararıyla temyiz istemini reddetmiş ve Bölge Adliye Mahkemesi kararını onamıştır. Daire ayrıca başvurucu aleyhine 104.528,38 TL nispi temyiz karar ve ilam harcına hükmetmiştir. Nihai karar 15/4/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.

20. Başvurucu 10/5/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

21. Başvurucunun ek beyan dilekçesine eklediği Vakıfbank İstanbul Adalet Sarayı Şubesine ait banka dekontlarından başvurucunun banka hesabına 10/4/2019 tarihinde 1.796.493,96 TL havale yapıldığı anlaşılmaktadır.

IV. İLGİLİ HUKUK

22. 4721 sayılı Kanun"un 732. maddesi şöyledir:

"Paylı mülkiyette bir paydaşın taşınmaz üzerindeki payını tamamen veya kısmen üçüncü kişiye satması hâlinde, diğer paydaşlar önalım hakkını kullanabilirler."

23. 4721 sayılı Kanun"un 733. maddesi şöyledir:

"Önalım hakkından feragatin resmî şekilde yapılması ve tapu kütüğüne şerh verilmesi gerekir. Belirli bir satışta önalım hakkını kullanmaktan vazgeçme, yazılı şekle tâbidir ve satıştan önce veya sonra yapılabilir.

Yapılan satış, alıcı veya satıcı tarafından diğer paydaşlara noter aracılığıyla bildirilir.

Önalım hakkı, satışın hak sahibine bildirildiği tarihin üzerinden üç ay ve her hâlde satışın üzerinden iki yıl geçmekle düşer. "

24. 4721 sayılı Kanun"un 734. maddesi şöyledir:

"Önalım hakkı, alıcıya karşı dava açılarak kullanılır.

Önalım hakkı sahibi, adına payın tesciline karar verilmeden önce, satış bedeli ile alıcıya düşen tapu giderlerini, hâkim tarafından belirlenen süre içinde hâkimin belirleyeceği yere nakden yatırmakla yükümlüdür."

V. İNCELEME VE GEREKÇE

25. Anayasa Mahkemesinin 12/1/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

26. Başvurucu;

i. Ön alım hakkının kullanılması kapsamında aleyhine açılan tapu iptali ve tescil davasında savunma yaptığı, istinaf ve temyiz yollarına başvurduğu için taşınmaz bedelinin yaklaşık %21"i oranında -toplam 313.585,14 TL- nispi karar ve ilam harcı ödemek külfetine katlanmasının hak arama hürriyeti ve eşitlik ilkesini ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Ayrıca 58.722 TL taviz bedelinin ön alım bedeline dâhil edilmemesinin mülkiyet hakkını ihlal ettiğini belirtmiştir.

ii. İdarenin ortaklığın sonlandırılması davası açmak yerine ön alım hakkını kullanması nedeniyle kötü niyetli olduğunu ifade etmiş, buna ilişkin iddiaları ile Yargıtay kararının dikkate alınmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini savunmuştur.

iii. Son olarak ödenen ön alım bedelinin gerçek alacağına karşılık gelmediğini, taşınmazda meydana gelen değer artışları ile harç ve masrafların ödeme tarihindeki güncel tutarlar üzerinden hesaplanmamasının mülkiyet hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.

27. Bakanlık görüşünde;

i. Haremeyn Vakfının tek bir vakfı işaret etmediği, Osmanlı Dönemi"nde bazı vakıfların merkezî bir yönetim çatısı altında toplanması sonucu oluşturulan idari bir tanımlama olduğu belirtilmiştir. Bu sebeple bu vakıflara ait müstakil bir vakfiye bulunmadığına işaret edilmiştir. Cumhuriyet Dönemi"nde Harameyn Vakfının mazbut vakıf statüsüne alındığı ve İdare tarafından temsil ve idare edildiği ifade edilmiştir. Dolayısıyla bireysel başvuruya konu yargısal süreçte Vakfın İdare tarafından temsil edildiği vurgulanmıştır.

ii. Başvurucunun yargılama sürecinde aleyhine hükmedilen nispi karar ve ilam harçları hakkında istinaf kanun yolunda veya temyiz başvurusunda bir şikâyet dile getirmediği, bu nedenle başvuru yollarını usulüne uygun olarak tüketmediği savunulmuştur. Esasa yönelik olarak ise harç ve yargılama giderlerinin kanuni dayanağının ve meşru amacının bulunduğu, ayrıca ölçülü olduğu iddia edilmiştir.

iii. 5737 sayılı Kanun"un 18. maddesi uyarınca tahsil edilen taviz bedelinin taşınmazın serbest tasarrufa konu olabilmesi için ödenmesi gerekli olan bir bedel olduğu ve derece mahkemelerince ön alım bedeline dâhil edilemeyeceğinin değerlendirildiği belirtilmiştir. Derece mahkemelerinin değerlendirmesinde keyfîlik veya bariz takdir hatası bulunmadığı ifade edilmiştir. Öte yandan başvurucuya söz konusu taşınmaza ilişkin tüm idari ve yargısal süreçte iddia ve savunmalarını etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanındığı vurgulanmıştır.

28. Başvurucu; Bakanlık görüşüne karşı beyanında harç ve yargılama giderlerine ilişkin şikâyetin derece mahkemelerinde dile getirilmemiş olmasının olağan hukuk yollarının tüketilmediği anlamına gelmeyeceğini, kesinleşme şerhinin olağan hukuk yollarının tüketildiğini gösterdiğini belirtmiştir. Başvurucu bunun dışında başvuru formundaki bazı iddiaları tekrarlamıştır.

2. Değerlendirme

29. Anayasa"nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

30. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu, mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasının yanında adil yargılanma hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmektedir. Başvurucunun bu başlık altındaki tüm iddialarının mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

31. Olayda İdarenin tek taraflı bir idari işlemiyle başvurucunun mülkiyet hakkına müdahalesi söz konusu değildir. Başvurucunun mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden işlem taşınmazın Vakıf adına tesciline hükmeden mahkeme kararıdır. Mahkeme hükmünün kamu otoritesi işlemi sayılacağı açıktır. Ancak müdahalenin mahkeme kararıyla gerçekleştiği her şikâyetin -idari işlemlerden farklı olarak- otomatik olarak negatif yükümlülük kapsamında incelenmesi gerektiği kabul edilemez. Mahkeme kararının özel kişiler arasındaki ihtilafların çözümlenmesi kapsamında verilmiş olması hâlinde müdahale teşkil eden işlem kamu gücü işlemi olsa da ilgili şikâyetin pozitif yükümlülük kapsamında incelenmesi söz konusu olur. Zira bu gibi hâllerde mahkeme kamu gücünün bireyler arasındaki uyuşmazlıkları çözüme kavuşturma pozitif yükümlülüğünün gereği olarak bir karar vermiştir. Dolayısıyla özel kişiler arasındaki ihtilafın çözümüne yönelik olarak verilen mahkeme kararına dayanan müdahalelerle ilgili şikâyetler kural olarak pozitif yükümlülükler kapsamında incelenir.

32. Somut olayda 4721 sayılı Kanun uyarınca açılmış bir dava söz konusudur. 4721 sayılı Kanun kişiler hukukunu, aile hukukunu, miras hukukunu ve eşya hukukunu düzenleyen bir kanundur. Diğer bir ifadeyle 4721 sayılı Kanun"da esas itibarıyla bireylerin toplumda barış ortamı içinde birlikte yaşamalarının şartları, hangi koşullarda ve ne tür araçlarla devletin bu ilişkilere müdahale edeceği, kişilerin birbirleriyle olan ilişkilerinde ihtilaf çıkması hâlinde bu ihtilafların nasıl çözümleneceği düzenlenmektedir. İdare 4721 sayılı Kanun"un 732. ve devamı maddelerinde düzenlenen ön alım hakkı kapsamında dava açmış ve bu dava neticesinde taşınmazın başvurucuya ait hissenin Vakıf adına tesciline hükmedilmiştir.

33. Bireysel başvuruya konu dava kişiler arasındaki ilişkileri düzenleyen bir kanunun uygulanmasından kaynaklı uyuşmazlığın çözümüne yöneliktir. Buna karşılık davanın taraflarından biri medeni hukuk kişisi değil bir kamu tüzel kişisi olan ve kamu gücü yetkisiyle donatılan İdaredir. Bununla birlikte İdare, denetiminde olan Vakıf adına bu davayı açmış ve taşınmazın Vakıf adına tescilini talep etmiştir. Dolayısıyla idarenin Vakfın menfaatlerini korumak amacıyla ve Vakıf adına hareket ettiği görülmektedir. Bu durumda ön alım konusundaki uyuşmazlığın asıl taraflarının iki medeni hukuk kişisi olan başvurucu ile Vakıf olduğu anlaşılmaktadır. Bu itibarla incelemenin pozitif yükümlülükler kapsamında yapılması gerektiği kanaatine varılmaktadır.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

i. Harç ve Taviz Bedeli Yönünden

34. Anayasa"nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun"un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrasında bireysel başvuruda bulunulmadan önce ihlal iddiasının dayanağı olan işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş olan idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması gerektiği belirtilmiştir. Temel hak ihlallerini öncelikle derece mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması, kanun yollarının tüketilmesi koşulunu zorunlu kılar (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, §§ 19, 20; Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 26).

35. Başvurucu, yargılamanın hiçbir safhasında taviz bedelinin de ön alım bedeline dâhil edilmesi gerektiğini ileri sürmemiştir. Cevap, istinaf ve temyiz dilekçelerinde taviz bedeline ilişkin açıklamalar yapılmış ise de bunların daha çok İdarenin kötü niyetli olarak ön alım davasını açtığına yönelik iddianın desteklenmesi ve güçlendirilmesi amacına yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Cevap dilekçesinde, taviz bedelinin hukuki niteliğine yönelik açıklamalar yapılmış ve İdarenin hem taviz bedeli tahsil etmiş olmasının hem de ön alım hakkını kullanmasının kötü niyet teşkil ettiği belirtilmiştir. İstinaf ve temyiz dilekçelerinde de derece mahkemelerinin bu yönde araştırma yapmamalarının hukuka aykırı olduğu ifade edilmiştir.

36. Başvurucunun taviz bedelinin ön alım bedeline dâhil edilmesi gerektiği yolunda derece mahkemelerinde açık bir talepte bulunduğu görülemediğinden ilk kez bireysel başvuru formunda ileri sürülen bu iddianın ilk elden Anayasa Mahkemesince incelenmesi bireysel başvurunun ikincilliği özelliğiyle bağdaşmamaktadır.

37. Öte yandan başvurucunun aleyhine ilk derece ve istinaf mahkemelerince hükmedilen nispi karar ve ilam harcına yönelik olarak istinaf ve temyiz dilekçelerinde herhangi bir şikâyet ileri sürmediği görülmektedir. Oysa başvurucunun bu iddiasını istinaf ve temyiz aşamalarında ileri sürerek aleyhine hükmedilen harcın yasal dayanağının ve meşru amacının bulunup bulunmadığının, ölçülü olup olmadığının Bölge Adliye Mahkemesi ve Dairece tartışılma imkânı bulunmaktadır. Temyiz aşamasında hükmedilen nispi karar ve ilam harcına yönelik olarak başvurucunun müracaat edebileceği olağan bir hukuk yolu bulunmamakta ise de bunun da mahiyeti itibarıyla ilk derece mahkemesi ve istinaf mahkemesince hükmedilen harçlardan bir farkının olmadığı, Dairenin istinaf aşamasındaki harçla ilgili olarak yapacağı değerlendirmenin temyiz aşamasındaki harcı da etkileyeceği muhakkaktır. Dolayısıyla başvurucunun istinaf ve temyiz aşamasında harçla ilgili olarak hiçbir iddia ileri sürmemiş olması karşısında aynı mahiyetteki temyiz harcı yönünden de olağan hukuk yollarının tüketilmediğinin kabulü gerekir.

38. Açıklanan gerekçelerle taviz bedeli ve harç yönünden mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

ii. Gerçek Giderin Karşılanmadığı İddiası Yönünden

39. Anayasa Mahkemesi ancak temellendirilebilmiş bir bireysel başvuruyu inceler. Başvurucuların şikâyetlerini hem maddi hem hukuki olarak temellendirme zorunluluğu bulunmaktadır. Maddi dayanaklar yönünden başvurucuların yükümlülüğü şikâyetlerine konu temel olay ve olguları açıklamak, bunlara ilişkin delilleri Anayasa Mahkemesine sunmak, hukuki dayanak yönünden yükümlülüğü ise bireysel başvuruya konu temel hak ve özgürlüklerden hangisinin hangi nedenle ihlal edildiğini özü itibarıyla açıklamaktır (Sabah Yıldızı Radyo ve Televizyon Yayın İletişim Reklam Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi [GK], B. No: 2014/12727, 25/5/2017, § 19).

40. Bireysel başvuru incelemesinde Anayasa Mahkemesi, kamu gücü eylem ve işlemleri ile mahkeme kararlarının Anayasa"ya uygunluğunun ve müdahale gerekçelerinin denetimini kendiliğinden yapmaz. Bu sebeple başvurucunun başvurusunun esasını ve bu kapsamda kamu makamları tarafından ortaya konulan gerekçelerin ilgili ve yeterli olup olmadığını Anayasa Mahkemesine inceletebilmesi için öncelikle kendisinin ihlal iddialarını gerekçelendirmesi, buna ilişkin olay ve olguları açıklaması ve delillerini sunması zorunludur (Cemal Günsel [GK], B. No: 2016/12900, 12/1/2021, § 24).

41. Başvurucu ödenen ön alım bedelinin gerçek alacağına karşılık gelmediğini, taşınmazda meydana gelen değer artışları ile harç ve masrafların ödeme tarihindeki güncel tutarlar üzerinden hesaplanmamasının mülkiyet hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüş, buna karşılık alacağının gerçek karşılığının ne olması gerektiğine ilişkin hiçbir açıklama yapmamıştır. Ayrıca başvuru dosyasından anlaşıldığı kadarıyla İdare ön alım bedeli olan 1.530.206,25 TL"yi 7/2/2017 tarihinde bankada depo etmiş, ardından bu tutar 30/3/2017 tarihli müzekkereye istinaden birer ay vadeli hesaba aktarılmış, neticede 10/4/2019 tarihinde başvurucuya 1.796.493,96 TL ödeme yapılmıştır. Başvurucu başvuru formunda bu olgulardan bahsetmediği gibi bu tutarın alacağının enflasyon sebebiyle yitirilen değerini telafi edip etmediğiyle ilgili olarak hiçbir izahatta bulunmamıştır.

42. Anayasa Mahkemesinin bir temyiz mercii gibi hareket ederek yargılama sürecinde derece mahkemelerinin tüm işlemlerini hukuka uygunluk yönünden resen denetleme gibi bir görevi bulunmamaktadır. Olağanüstü hak arama yolu olan bireysel başvuruda hukuka aykırılık iddialarının anayasal bir güvenceye temas ettiğinin başvurucu tarafından gösterilmesi ve bu iddiaların maddi ve hukuki yönden temellendirilmesi gerekir. Başvuru formu incelendiğinde başvurucunun alacağının enflasyon karşısında yitirilen değerinin karşılanmadığı iddiasını soyut olarak dile getirdiği, bu konuda anayasal bir sorunun bulunduğunu temellendirme yönünde hiçbir çabaya girişmediği görülmektedir.

43. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

iii. Mülkiyet Hakkına İlişkin Diğer İddialar Yönünden

44. Başvurucu; İdarenin ortaklığın sonlandırılması davası açmak yerine ön alım hakkını kullanması nedeniyle kötü niyetli olduğunu, derece mahkemelerinin buna yönelik iddialarını karşılamamaları nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

45. Somut olayda başvurucunun uyuşmazlığa konu taşınmaz payını tapuda satın aldığı dikkate alındığında başvurucu yönünden Anayasa"nın 35. maddesi anlamında mülkün mevcut olduğu kuşkusuzdur.

46. Mülkiyet hakkının korunmasının devlete birtakım pozitif yükümlülükler yüklediği hususu Anayasa"nın 35. maddesinin lafzında açık bir biçimde düzenlenmemiş ise de bu güvencenin sadece devlete atfedilebilen müdahalelere yönelik sınırlamalar getirdiği, bireyi üçüncü kişilerin müdahalelerine karşı korumasız bıraktığı düşünülemez. Pozitif yükümlülüklerin ortaya çıkmasının nedeni gerçek anlamda koruma sağlanmasıdır. Buna göre anılan maddede bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkının gerçekten ve etkili bir şekilde korunabilmesi yalnızca devletin müdahaleden kaçınmasına bağlı değildir. Gerçek anlamda koruma sağlanması için devletin negatif yükümlülükleri dışında pozitif yükümlülüklerinin de olması gerekir. Dolayısıyla Anayasa"nın 5. ve 35. maddeleri uyarınca devletin mülkiyet hakkının korunmasına ilişkin pozitif yükümlülükleri bulunmaktadır. Bu bağlamda söz konusu pozitif yükümlülükler, kimi durumlarda özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklar da dâhil olmak üzere mülkiyet hakkının korunması için belirli tedbirlerin alınmasını gerektirmektedir (Türkiye Emekliler Derneği, B. No: 2012/1035, 17/7/2014, §§ 34-38; Eyyüp Boynukara, B. No: 2013/7842, 17/2/2016, §§ 39-41; Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri Petrol Ürünleri Sanayi Ticaret Limited Şirketi, B. No: 2014/8649, 15/2/2017, § 43).

47. Devletin pozitif yükümlülükleri, mülkiyet hakkına yapılan müdahalelere karşı usule ilişkin güvenceleri sunan yargısal yolları da içeren etkili hukuksal bir çerçeve oluşturma, oluşturulan bu hukuksal çerçeve kapsamında yargısal ve idari makamların bireylerin özel kişilerle olan uyuşmazlıklarında etkili ve adil bir karar vermesini temin etmek sorumluluklarını da içermektedir (Selahattin Turan, B. No: 2014/11410, 22/6/2017, § 41).

48. Özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklarda olayda tarafların birbirleriyle çatışan menfaatleri bulunmaktadır. Dolayısıyla tarafların karşı karşıya gelen menfaatleri çerçevesinde mülkiyet hakkını korumakla yükümlü bulunan devletin maddi ve usule ilişkin pozitif yükümlülüklerini yerine getirip getirmediği dikkate alınarak sonuca varılmalıdır. Bu bağlamda ilk olarak belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir bir kanun hükmünün mevcut olup olmadığı irdelenmelidir (Hüseyin Ak, B. No: 2016/77854, 1/7/2020, § 53).

49. İkinci olarak başvuruculara mülkiyet hakkına yapılan müdahaleye etkin bir biçimde itiraz edebilme, savunma ve iddialarını yetkili makamlar önünde ortaya koyabilme olanağının tanınıp tanınmadığı incelenmelidir. Anayasa"nın 35. maddesi usule ilişkin açık bir güvenceden söz etmemektedir. Bununla birlikte mülkiyet hakkının gerçek anlamda korunabilmesi bakımından bu madde, Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında da ifade edildiği üzere mülk sahibine müdahalenin kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması güvencesini kapsamaktadır. Bu değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır (Züliye Öztürk, B. No: 2014/1734, 14/9/2017, § 36; Bekir Yazıcı [GK], B. No: 2013/3044, 17/12/2015, § 71).

50. Mülkiyet hakkının usule ilişkin güvenceleri hem özel kişiler arasındaki mülkiyet uyuşmazlıklarında hem de taraflardan birinin kamu gücü olduğu durumlarda geçerlidir. Bu bağlamda mülkiyet hakkının korunmasının söz konusu olduğu durumlarda usule ilişkin güvencelerin somut olayda yerine getirildiğinden söz edilebilmesi için derece mahkemelerinin kararlarında konu ile ilgili ve yeterli gerekçe bulunmalıdır. Ayrıca belirtmek gerekir ki bu zorunluluk davacının bütün iddialarına cevap verilmesi anlamına gelmemekle birlikte mülkiyet hakkını ilgilendiren davanın sonucuna etkili, esasa ilişkin temel iddia ve itirazların yargılama makamlarınca özenli bir şekilde değerlendirilerek karşılanması gerekmektedir (Kamil Darbaz ve GMO Yapı Grup End. San. Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/12563, 24/5/2018, § 52).

51. Somut olayda başvurucunun taşınmazdaki payları 4721 sayılı Kanun"un 732., 733. ve 734. maddelerine istinaden davacı adına tescil edilmiştir. Bu durumda derece mahkemelerince mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına konu edilen uyuşmazlığın çözümüne ilişkin olarak önceden oluşturulan, öngörülebilir, ulaşılabilir ve belirli nitelikte olduğu anlaşılan bir hukuksal çerçeve kapsamında delillerin değerlendirildiği ve hukuk kurallarının yorumlanarak sonuca varıldığı görülmektedir.

52. Diğer taraftan mülkiyet hakkının ihlali iddiasına konu edilen yargılama sürecinin bütününe bakıldığında başvurucunun kendisini vekil ile temsil ettirdiği, başvurucuya itiraz ve savunmalarını ortaya koyabilme ve delillerini sunabilme olanağının tanındığı anlaşılmaktadır.

53. İdarenin kötü niyetli olarak dava açtığı iddiasının Bölge Adliye Mahkemesince değerlendirildiği görülmektedir. Bölge Adliye Mahkemesi İdarenin taviz bedeli almasının ön alım hakkından vazgeçildiği şeklinde yorumlanamayacağını belirtmiştir. Taviz bedelinin kanundan kaynaklı bir mükellefiyet olduğu gözetildiğinde İdarenin bunu tahsil etmiş olmasına rağmen Vakıf adına ön alım hakkını kullanmasının kötü niyet olarak değerlendirilmemesinin keyfî veya temelsiz olmadığı sonucuna varılmıştır.

54. Bölge Adliye Mahkemesi kararında ayrıca başvurucunun taksim iddiasının da değerlendirildiği gözlemlenmektedir. Bölge Adliye Mahkemesi taşınmazın fiilen taksim edilmediğini, tamamının başvurucu tarafından kiraya verilmek suretiyle kullanıldığını vurgulamış ve taksim savunmasını yerinde görmediğini ifade etmiştir. Bölge Adliye Mahkemesinin bu değerlendirmesinin keyfî veya temelsiz olduğu sonucuna ulaşabilmek için elde hiçbir neden bulunmamaktadır.

55. Anayasa Mahkemesinin özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklarda derece mahkemelerince verilen kararlara karşı yapılan bireysel başvurulardaki değerlendirme yetkisinin sınırlı olduğu gözetilmelidir. Başvurucunun iddia ve itirazlarını ileri sürebildiği ve derece mahkemelerinin başvurucunun bu iddialarına ilgili ve yeterli gerekçelerle cevap verdiği dikkate alındığında Anayasa"nın 35. maddesinin gerektirdiği usul güvencelerinin somut olayda başvurucuya sağlandığı değerlendirilmiştir.

56. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun mülkiyet hakkına yönelik bir ihlalin bulunmadığının açık olması dolayısıyla başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekmiştir.

B. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

57. Başvurucu, ön alım davasının doğrudan Vakıf tarafından açılmamasının ve İdare tarafından açılan davada üçüncü bir kişi olan Vakıf lehine hüküm kurulmasının hukuka aykırı olduğunu belirtmiş; buna ilişkin itirazlarının derece mahkemeleri ve Daire tarafından karşılanmamasının gerekçeli karar hakkını ihlal ettiğinden yakınmıştır.

2. Değerlendirme

58. Anayasa’nın "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."

59. Anayasa"nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı maddi adaleti değil şeklî adaleti temin etmeye yönelik güvenceler içermektedir. Bu bakımdan adil yargılanma hakkı davanın taraflardan biri lehine sonuçlanmasını garanti etmemektedir. Adil yargılanma hakkı temel olarak yargılama sürecinin ve usulünün hakkaniyete uygun olarak yürütülmesini teminat altına almaktadır (M.B. [GK], B. No: 2018/37392, 23/7/2020, § 80).

60. Anayasa"nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile uyuşmazlık konusunda varılan sonucun adil olup olmaması bireysel başvuru konusu olamaz. Ancak bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden, bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik içeren tespit ve sonuçlar bu kapsamda değildir (konuya ilişkin birçok karar arasından bkz. Ahmet Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013).

61. Ancak temel hak ve özgürlüklere müdahalenin söz konusu olduğu durumlarda derece mahkemelerinin takdir ve değerlendirmelerinin Anayasa"daki güvencelere etkisini nihai olarak değerlendirecek merci Anayasa Mahkemesidir. Bu itibarla Anayasa"da öngörülen güvenceler dikkate alınarak bireysel başvuru kapsamındaki temel hak ve özgürlüklerin ihlal edilip edilmediğine ilişkin herhangi bir inceleme "kanun yolunda gözetilmesi gereken hususun incelenmesi" olarak nitelendirilemez (Şahin Alpay (2) [GK], B. No: 2018/3007, 15/3/2018, § 53).

62. Diğer taraftan Anayasa Mahkemesi çok istisnai durumlarda temel hak ve özgürlüklerden biri ile doğrudan ilgili olmayan bir şikâyeti kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin yasak kapsamına girmeden inceleyebilir. Açık bir keyfîlik nedeniyle yargılamanın hakkaniyetinin temelden sarsıldığı ve adil yargılama hakkı kapsamındaki usule ilişkin güvencelerin anlamsız hâle geldiği çok istisnai hâllerde, aslında yargılamanın sonucuna ilişkin olan bu durumun bizatihi kendisi usule ilişkin bir güvenceye dönüşmüş olur. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin derece mahkemelerinin değerlendirmelerinin usule ilişkin güvenceleri anlamsız hâle getirip getirmediğini ve açık bir keyfîlik nedeniyle yargılamanın hakkaniyetinin temelden sarsılıp sarsılmadığını incelemesi yargılamanın sonucunu değerlendirdiği anlamına gelmez. Sonuç olarak Anayasa Mahkemesi derece mahkemelerinin delillerle ilgili değerlendirmelerine ancak açık bir keyfîlik ve adil yargılanma hakkı kapsamındaki usule ilişkin güvenceleri anlamsız hâle getiren bir uygulama varsa müdahale edebilecektir (Ferhat Kara [GK], B. No: 2018/15231, 4/6/2020, § 149; M.B., § 83).

63. İdarenin yönetimi altında bulunan Vakıf adına ön alım hakkının kullanıp kullanamayacağının ve böyle bir davada taraf konumunda kimin bulunacağının değerlendirilmesi derece mahkemelerinin yetkisindedir. Anayasa Mahkemesinin yetkisi derece mahkemelerinin değerlendirmelerinde bir temel hak ve özgürlüğü ihlal edecek veya usul güvencelerinin tanınmasını anlamsız hâle getirecek düzeyde bir keyfîliğin veya bariz takdir hatasının bulunup bulunmadığının denetlenmesiyle sınırlıdır. Olayda Bölge Adliye Mahkemesi kararında başvurucunun anılan iddiası detaylı bir biçimde tartışılmıştır. Bölge Adliye Mahkemesi, adına ön alım hakkı kullanılan Vakfın mutasarrıflarının mirasçısız bir şekilde öldüğünü vurgulamıştır. Dolayısıyla Vakfın haklarının korunması için Vakıf adına dava açabilecek yönetici veya temsilcisi bulunmamaktadır. Başvurucunun Bölge Adliye Mahkemesinin bu değerlendirmesine karşılık bir açıklaması da mevcut değildir. Bu durumda Bölge Adliye Mahkemesinin değerlendirmesinin keyfî olduğu veya bariz takdir hatası içerdiği sonucuna ulaşılabilmesi için hiçbir neden yoktur.

64. Tüm bu hususlar gözetildiğinde başvurucunun iddiasının kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu değerlendirilmiştir. Dolayısıyla başvurucunun şikâyetinin açıkça dayanaktan yoksun olduğu kanaatine varılmıştır.

65. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Harç ve taviz bedeli yönünden mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Gerçek giderin karşılanmaması yönünden mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

3. Mülkiyet hakkına ilişkin diğer ihlal iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

4. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA 12/1/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

Hemen Ara