AYM 2018/13557 Başvuru Numaralı YILMAZ MURAT Başvurusuna İlişkin Karar

Abaküs Yazılım
İkinci Bölüm
Esas No: 2018/13557
Karar No: 2018/13557
Karar Tarihi: 2/2/2022

AYM 2018/13557 Başvuru Numaralı YILMAZ MURAT Başvurusuna İlişkin Karar

 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

YILMAZ MURAT BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/13557)

 

Karar Tarihi: 2/2/2022

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Basri BAĞCI

Raportör

:

Ferhat YILDIZ

Başvurucu

:

Yılmaz MURAT

Vekili

:

Av. Seval ADALI

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, tıbbi ihmal sonucunda zarara uğranılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 17/4/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Komisyon başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.

4. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.

5. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

7. İstanbul 2 No.lu Maltepe L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) tutuklu olarak bulunan başvurucu, 11/8/2009 tarihinde rahatsızlanarak İnfaz Kurumu revirine başvurmuş ve kurum hekimi tarafından muayene edildikten sonra Kartal Lütfi Kırdar Eğitim ve Araştırma Hastanesine (Hastane) sevk edilmiştir. Başvurucu 18/8/2009 tarihinde yine revire çıkmış, 19/8/2009 tarihinde acile gönderilmiş, hakkında gullian barre, paraparezi hastalığı teşhisi konulmuş, bu nedenle 20/8/2009 tarihinde hastaneye yatış yapmış ve rahatsızlığı nedeniyle de 29/9/2009 tarihinde tahliye edilmiştir.

8. Başvurucu, İnfaz Kurumundayken şikâyetlerini görevlilere defalarca söylemesine rağmen geç ve yanlış müdahale yapılmasından dolayı ömür boyu tekerlekli sandalyede yaşamaya mahkûm edildiğini ileri sürerek Bakanlıktan tazminat talebinde bulunmuştur. Bakanlık 13/3/2014 tarihli işlemle, başvurucunun tazminat talebini reddetmiştir.

9. Başvurucu, Bakanlık aleyhine İstanbul 3. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) tam yargı davası açmıştır. Dava dilekçesinde; başvurucunun şikâyetlerini defalarca iletmesine rağmen ancak bir hafta sonra revire çıkarıldığı, revirde doktor bulunmadığı, infaz koruma memuru tarafından enjeksiyon yapıldığı, hastalığa geç müdahale edilmesi nedeniyle ömür boyu tekerlekli sandalyede yaşamaya mahkûm olduğu belirtilmiştir.

10. Mahkeme, davalı idare personeli ile Hastane çalışanlarının kusurunun olup olmadığının tespit edilmesi amacıyla Adli Tıp Kurumu (ATK) Başkanlığından rapor istemiştir.

11. ATK 2. İhtisas Kurulu (Kurul) tarafından hazırlanan 17/3/2017 tarihli bilirkişi raporunda; başvurucunun 11/8/2009 tarihinde İnfaz Kurumu revirinde doktor tarafından muayene edilerek Hastaneye sevk edildiği, 13/8/2009 ve 16/8/2009 tarihlerinde ise revirde doktor tarafından vertigo ve pnömoni tanısı nedeniyle reçete düzenlendiği belirtilmiştir. 18/8/2009 tarihinde revir doktoru tarafından yine Hastaneye sevk edildiği, burada gullian barre, paraparezi tanılarının konulduğu ve Hastaneye yatırıldığı, Hastanede tedavi altındayken 26/8/2009 tarihinde solunum yetmezliği nedeniyle entübe edildiği ifadelerine yer verilmiştir. Olayın özetinin bu şekilde verildiği raporda kişinin tıbbi tedavisinde yer alan hekimlerin tanı ve tedavilerinin güncel tıbbi yaklaşıma uygun olduğu, yapılan tıbbi işlemleri gerçekleştiren sağlık çalışanlarına ve ilgili kurumlara atfı kabil bir kusur bulunmadığı vurgulanmıştır.

12. Mahkeme 7/12/2017 tarihli kararıyla davanın reddine hükmetmiştir. Karar gerekçesinde; öncelikle ATK raporu özetlenmiş ve anılan raporun karara esas alınabilecek nitelikte olduğu belirtilerek başvurucu vekilinin rapora yönelik itirazlarının yerinde görülmediği ifade edilmiştir. Kararda ayrıca başvurucunun revire bir hafta sonra götürüldüğü, revirde doktor bulunmaması nedeniyle infaz koruma memuru tarafından enjeksiyon yapıldığı iddialarını ispatlayamadığı, enjeksiyonun kim tarafından yapıldığına ilişkin açıklamada bulunamadığı vurgulanmıştır. Sonuç olarak başvurucunun hastalığının takip ve tedavisinde idarenin herhangi bir hizmet kusurunun bulunmadığı ifade edilmiştir.

13. Anılan karara karşı yapılan istinaf başvurusu İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Dokuzuncu İdare Dava Dairesinin (Bölge İdare Mahkemesi) 8/3/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Karar gerekçesinde; hükmün kaldırılmasına ilişkin nedenlerin bulunmadığı belirtilmiştir.

14. Nihai karar 19/3/2018 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

15. 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun"un "Hükümlünün Muayene ve Tedavisi" kenar başlıklı 78. maddesi şöyledir:

"(1) Kurumun sağlık koşullarının düzenlenmesi, hükümlünün acil veya olağan muayene ve tedavisi kurumun hekimi tarafından yapılır. Genel veya hastalık nedeniyle yapılan tüm muayene ve tedavi sonuçları, sağlık izleme kartına işlenir ve dosyasında saklanır.

 (2) Sağlık Bakanlığı ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile üniversitelerin sağlık kuruluşları, hükümlülerin tedavileri bakımından gerekli yardımları yapmakla görevlidirler.

 (3) Rızası olsa bile hiçbir hükümlü üzerinde tıbbî deney yapılamaz."

16. 5275 sayılı Kanun"un "Hastaneye sevk" kenar başlıklı 80. maddesi şöyledir:

"(1) Hükümlünün sağlık nedeniyle hastaneye sevkine gerek duyulduğunda durum, kurum hekimi tarafından derhâl bir raporla ceza infaz kurumu yönetimine bildirilir."

17. 5275 sayılı Kanun"un "İnfazı engelleyecek hastalık hali" kenar başlıklı 81. maddesi şöyledir:

"(1) Kurum hekimi veya görevli hekim tarafından yapılan muayene ve incelemeler sonucunda hükümlünün cezasını yerine getirmesine engel olabilecek hastalığı saptanırsa durum, kurum yönetimine bildirilir."

B. Uluslararası Hukuk

18. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi"nin (Sözleşme) “Özel ve aile hayatına saygı hakkı” kenar başlıklı 8. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir."

19. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerinin korunması, kendilerine uygulanan tedaviye dâhil olmaları, bu hususta rıza göstermeleri ve maruz kaldıkları sağlık risklerini değerlendirmelerine yardımcı olan bilgilere erişimlerinin Sözleşme"nin 8. maddesi kapsamı içerisinde yer aldığını kabul etmektedir (Trocellier/Fransa (k.k.), B. No: 75725/01, 5/10/2006; İclal Karakoca ve Hüseyin Karakoca/Türkiye (k.k.), B. No: 46156/11, 21/5/2013).

20. AİHM kararlarına göre devletler -ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin- sağlık hizmetlerini, hastaların yaşamları ile fiziksel ve ruhsal bütünlüğünün korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Vo/Fransa [BD], 53924/00, 8/7/2004, § 90; Calvelli ve Ciglio/İtalya [BD], 32967/96, 17/1/2002, § 49).

21. AİHM"e göre taraf devletler, uygulanması planlanan tıbbi işlemin öngörülebilir sonuçları hakkında doktorların hastalara önceden bilgi vermelerini sağlayacak gerekli düzenleyici tedbirleri almak zorundadır. Bunun bir sonucu olarak hastanın önceden bilgilendirilmesi söz konusu olmadan öngörülebilir nitelikte bir riskin ortaya çıkması durumunda, ilgili devlet hastaya bilgi verilmemesinden doğrudan sorumlu tutulabilmektedir (Şerif Gecekuşu/Türkiye (k.k.), B. No: 28870/05, 25/5/2010).

22. Tıbbi bir hatanın ve hastane hizmetlerindeki eksikliklerin sorumluluğunun Sözleşme"nin 8. maddesi kapsamında doğrudan devlete aftedilmesi için yeterli olup olmaması hususunda AİHM, farklı tıbbi bilirkişi raporlarında ve hatta iç yargı organlarının kararlarında her türlü tıbbi hata ve ihmalin ihtimal dışı bırakıldığı bir davada (Yardımcı/Türkiye, B. No: 25266/05, 5/1/2010, § 59) her halükârda bu sonuçları sorgulamanın veya sahip olduğu tıbbi bilgilerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında tahminlere dayalı olarak fikir yürütmenin görevleri arasında olmadığına işaret etmiştir (Tysiąc/Polonya, B. No: 5410/03, 20/3/2007, § 119, Yardımcı/Türkiye, § 59).

23. AİHM, tutuklu ve hükümlülerle ilgili olarak onların korunmasız ve zayıf durumda olduklarını ve en zor şartlarda dahiyetkililerin bu kişilerin fiziksel esenliklerini korumakla sorumlu olduklarını belirtmiştir (Keenan/Birleşik Krallık, B. No. 27229/95,§ 91; Tarariyeva/Rusya, B. No: 4353/03, 14/12/2006, § 73; Vlademir/Romanov/Rusya, B. No: 41461/02, 24/7/2008, § 57).

24. AİHM; hukuka uygun olarak özgürlüğü kısıtlanan herkesin insan onuruna uygun tutukluluk koşullarına sahip olma hakkı bulunduğunu, alınan tedbirlerin uygulanma koşullarının kişiyi sıkıntıya ya da tutukluluğa bağlı kaçınılmaz üzüntü seviyesini aşacak yoğunlukta bir ümitsizliğe sokmaması gerektiğini vurgulamaktadır (Kudla/Polonya, B. No: 30210/96, 26/10/2000, § 94).

25. AİHM ayrıca, Sözleşme’nin tutuklu bir kimsenin sağlık gerekçesiyle serbest bırakılması için hiçbir genel zorunluluk getirmediğini ancak doğal olarak ortaya çıkan fiziksel ya da ruhsal rahatsızlıklardan kaynaklanan acının, yetkililerin sorumlu tutulabileceği tutukluluk koşullarından dolayı artması ya da artma riski bulunması hâlinde bu durumun Sözleşme’nin 3. maddesi kapsamına girebileceğini belirtmektedir (Mouisel/Fransa, B. No: 67263/01, 14/11/2002, § 38-40; Ürfi Çetinkaya/Türkiye, B. No; 19866/04, 23/7/2013, § 88).

26. AİHM, tutuklu/hükümlülerin zayıf konumda olduklarını ve yetkililerin bunları koruma görevi olduğunu ifade etmektedir. Yetkililerin, engelli bir kişinin yerleştirilmesine ve özgürlüğünden alıkonulmasına devam edilmesine karar verdiği durumlarda engellilikten kaynaklanan özel ihtiyaçları karşılayacak koşulların garanti edilmesinde özel ilgi gösterilmesi gerektiğini kabul etmektedir (Zarzyckı/Polonya, B. No: 15351/03, 12/3/2013, § 102).

27. Bu tür davalarda AİHM, sağlık durumunun endişeye sebep olduğu durumlarda başvurucunun alıkonulmasına devam edilmesinin sağlık durumu açısından uygun olup olmadığının değerlendirilmesinde özellikle üç etkenin dikkate alınmasının gerektiğini belirtmiştir. Bunlar (a) hükümlü/tutuklunun sağlık durumu, (b) sağlanan bakımın kalitesi ve (c) sağlık durumu açısından başvurucunun tutulmasına devam edilmesinin gerekip gerekmediği (Zarzyckı/Polonya, § 103).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

28. Anayasa Mahkemesinin 2/2/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

29. Başvurucu; İnfaz Kurumunda cezasını infaz ederken yüksek ateş, baş ağrısı ve mide bulantısı şikâyetlerine rağmen ancak bir hafta sonra revire götürüldüğünü, revirde doktor bulunmaması nedeniyle infaz koruma memuru tarafından ağrı kesici enjeksiyon yapılarak koğuşa tekrar gönderildiğini ileri sürmüştür. Yapılan hatalı enjeksiyon işleminin ardından on beş gün sonra komaya girdiğini ve Hastaneye sevk edildiğini, yoğum bakımda kaldığını ve alınan raporlar üzerine 29/9/2009 tarihinde tahliye edildiğini ifade etmiştir. Revirde zorunlu olarak bulunması gereken doktorun yer almaması ve enjeksiyonun infaz koruma memuru tarafından yapılması nedeniyle hastalığına geç tanı konulduğunu, bu nedenle maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğini vurgulamıştır. Mahkemece başvurucuya yapılan iğne ile hastalığı arasındaki bağlantının araştırılmadığını, raporda da bu hususa değinilmediğini, enjeksiyon yapan personelin kim olduğunu bilmesinin mümkün olmadığını, bu nedenle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

30. Bakanlık görüşünde; başvurucunun 11/8/2009 tarihine kadar hiçbir muayene talebinin bulunmadığı, tutuklanmadan öncesine dair sağlık durumuna dair bir kaydın yer almadığı, yine infaz koruma memuru tarafından enjeksiyon yapıldığına dair de hiçbir bilgi veya belgeye rastlanılmadığı ifade edilmiştir. Başvurucunun İnfaz Kurumunda bulunduğu sırada doktor tarafından muayene edildiği, Hastanede acil ve diğer sağlık hizmetlerinden faydalandırıldığı vurgulanmıştır. Görüşte son olarak mahkemenin karar gerekçesinin somut olayla ilgili ve yeterli olduğunun düşünüldüğü belirtilmiştir.

31. Bakanlık görüşüne karşı beyanında başvurucu öncelikle bireysel başvuru formundaki iddialarını tekrar etmiş ve Bakanlığın görüşünde çelişkili ifadelerin yer aldığını, başvurucunun 11/8/2009 tarihinden önce de rahatsızlanıp muayene edildiğini, başvurucunun kendisine verilen ilaçlara alerjisi olup olmadığının araştırılmadığını iddia etmiştir.

B. Değerlendirme

32. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."

33. Anayasa"nın 56. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

"Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler."

34. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).

35. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmekte olup söz konusu düzenleme, Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde özel hayata saygı hakkı kapsamında güvence altına alınan fiziksel ve zihinsel bütünlüğün korunması hakkına karşılık gelmektedir.

36. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında, kasıt söz konusu olmaksızın hekim kusuru nedeniyle vücut bütünlüğünün zarar gördüğü şeklindeki tıbbi ihmale dair şikâyetleri Anayasa"nın 17. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında incelemiştir (Melahat Sönmez, B. No: 2013/7528, 9/9/2015; Ahmet Sevim, B. No: 2013/474, 9/9/2015; Hilmi Düzgüner, B. No: 2014/9690, 11/5/2017).

37. Anılan kararlar doğrultusunda somut olayda başvurucunun tıbbi ihmale dayalı tüm şikâyetlerinin Anayasa"nın 17. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında incelenmesi gerekmektedir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

38. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Genel İlkeler

39. Anayasa"nın 17. maddesinin birinci fıkrasında herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmektedir. Bu kapsamda anılan Anayasa hükmü ile kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğü gerek kamusal yetkilerle donatılmış kişilerin gerekse özel kişilerin müdahalelerine karşı güvence altına alınmıştır (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 40).

40. Anayasa’nın 17. maddesinin amacı, esas olarak bireylerin maddi ve manevi varlığına karşı devlet tarafından yapılabilecek keyfî müdahalelerin önlenmesidir. Bunun yanı sıra devletin tıbbi müdahaleler nedeniyle kişilerin maddi ve manevi varlığını etkili olarak koruma ve maddi ve manevi varlığına saygı gösterme şeklinde pozitif yükümlülüğü de bulunmaktadır (Ahmet Acartürk, B. No: 2013/2084, 15/10/2015, § 49). Nitekim Anayasa’nın 56. maddesinde de belirtildiği üzere pozitif yükümlülük, sağlık alanında yürütülen faaliyetleri de kapsamaktadır (İlker Başer ve diğerleri, B. No: 2013/1943, 9/9/2015, § 44).

41. Devlet, bireylerin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlıklarını koruma hakkı kapsamında ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin sağlık hizmetlerini hastaların yaşamları ile maddi ve manevi varlıklarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Ahmet Acartürk, § 51).

42. İlke olarak tıbbi ihmallere ilişkin şikâyetler konusunda temel başvuru yolu, hukuki sorumluluğu tespit adına takip edilecek olan hukuk veya idari tazminat davası yoludur (Nail Artuç, B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 38).

43. Maddi ve manevi varlığı koruma hakkı kapsamında hukuki sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat davalarının makul derecede dikkatli ve özenli inceleme şartını yerine getirmesi gerekmektedir. Derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin yürüttükleri yargılamalarda Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve özenle bir inceleme yapıp yapmadıklarının ya da ne ölçüde yaptıklarının da Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira derece mahkemeleri tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet, yürürlükteki yargı sisteminin daha sonra ortaya çıkabilecek benzer hak ihlallerinin önlenmesinde sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Yasin Çıldır, B. No: 2013/8147, 14/4/2016, § 57; Tevfik Gayretli, B. No: 2014/18266, 25/1/2018, § 32).

44. Diğer taraftan belirtmek gerekir ki olayların oluşumuna ilişkin delillerin değerlendirilmesi öncelikle idari ve yargısal makamların ödevidir. Aynı şekilde başvuru dosyasında bulunan tıbbi bilgi ve belgelerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında fikir yürütmek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir (Mehmet Çolakoğlu, B. No: 2014/15355, 21/2/2018, § 47). Ancak kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında yerine getirmek zorunda olduğu usul yükümlülüklerinin somut olayda yerine getirilip getirilmediğinin nesnel bir şekilde değerlendirilmesi için ilgili anayasal kurallar bağlamında derece mahkemelerinin kendilerine tanınmış takdir yetkileri çerçevesinde hareket edip etmediklerinin denetlenmesi gerekir. Bu bağlamda müdahaleyi haklı göstermek için öne sürülen gerekçelerin ilgili ve yeterli olup olmadığı incelenmelidir (Murat Atılgan, B. No: 2013/9047, 7/5/2015 § 44).

45. Bu bağlamda derece mahkemelerinin gerekçeleri, tarafların kanun yoluna başvuru imkânını etkili şekilde kullanabilmesini sağlayacak surette ayrıntılı olarak ortaya konulmalı; ulaşılan sonuçlar yeterli açıklıktaki bilimsel görüş ve raporlar gibi somut, nesnel verilere dayandırılmalıdır (Murat Atılgan, § 45).

46. Bir tedavi işlemi sırasında ya da sonrasında sağlık personelinin herhangi bir hatası olmaksızın hasta için istenmeyen sonuçların meydana gelme olasılığının her türlü tıbbi işlem için kaçınılmaz olduğunun öncelikle belirtilmesi gerekir. Hastalıktan koruma yöntemi veya tedavi işleminin anormal ve öngörülemez sonuçları, tıbbi işlemlerin risklerinden kaynaklanmaktadır (Eliçe Aydın ve diğerleri, B. No: 2015/5228, 20/3/2019, § 53).

47. Öte yandan bir mesleğin belirli riskler içermesi, icrası sırasında meydana gelecek tüm risklerin hukuki sorumluluk dışında olduğu ve ilgililerin sorumlu olmadığı anlamına gelmemektedir. Sağlık personeli, mesleğini yerine getirirken özen yükümlülüğü kapsamında bu tür risklerin gerçekleşmesini önlemeye ilişkin olarak elindeki tüm imkânları kullanmak mecburiyetindedir. Buna göre riskleri mümkünse önleyici, değilse asgariye indirici şekilde davranmaları, buna rağmen riskler doğduğunda yapacakları müdahaleyle zarar veya tehlike neticesini mümkün olduğunca ortadan kaldırmaları gerekmektedir (Eliçe Aydın ve diğerleri, § 54).

48. Anayasa’nın 17. maddesi cezaevinde tutulan bir hükümlü veya tutuklunun içinde bulunduğu şartların insan onuruna yakışır bir şekilde olmasını da koruma altına almaktadır. İnfazın yöntemi ve infaz sürecindeki davranışların mahkûmları, özgürlükten mahrum kalmanın doğal sonucu olan kaçınılmaz elem seviyesinden daha fazla sıkıntılı veya eziyetli bir duruma sokmaması gerekir. Cezaevinde tutulmanın pratik gerekleri çerçevesinde mahkûmların sağlık ve esenlikleri gibi hususların yeterli bir şekilde güvence altına alınması ve mahkûmlara gerekli tıbbi yardımın sağlanması da insan onuruna yakışır koşulların sağlanması için gereklidir (Turan Günana, B. No: 2013/3550, 19/11/2014, § 39).

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

49. Anayasa Mahkemesi yukarıda değinilen Anayasa"nın 17. maddesi kapsamında devlete düşen pozitif yükümlülüklerin somut olay bağlamında yerine getirilip getirilmediğini denetlemek durumundadır (Tevfik Gayretli, § 36). Bu sebeple başvuruya konu olay, devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına ilişkin pozitif yükümlülüğü kapsamında incelenmiştir.

50. Başvurucunun uyuşmazlığa ilişkin temel iddiaları, İnfaz Kurumunda kaldığı dönemde şikayetlerine rağmen 1 hafta geç revire çıkarıldığı, revirde doktor bulunmadığı ve infaz koruma memuru tarafından enjeksiyon yapıldığı, sonuç olarak rahatsızlığına geç ve yanlış müdahale edildiği şeklindedir.

51. Somut olayda derece mahkemesince hizmet kusurunun tespitine yönelik olarak ATK"ya bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır. Kurul, kişinin tıbbi tedavisinde yer alan hekimlerin tanı ve tedavilerinin güncel tıbbi yaklaşıma uygun olduğunu, yapılan tıbbi işlemleri gerçekleştiren sağlık çalışanlarına ve ilgili kurumlara atfı kabil bir kusur bulunmadığını belirtmiştir.

52. Mahkemece, başvurucuya infaz koruma memuru tarafından enjeksiyon uygulandığı veya İnfaz Kurumunda doktor bulunmadığı iddialarının temellendirilmediği ifade edilmiştir. Başvurucu başvuru formu ve eklerinde kendisine yanlış enjeksiyon uyguladığını iddia ettiği infaz koruma memuruna ilişkin veya revirde doktor bulunmadığına yönelik bilgi veya belge sunamamıştır. Bunun yanında somut olaydaki hastalığın yanlış enjeksiyon sonucu oluşabilecek veya başvurucunun ilk şikayetleri sonucunda kısa sürede doğru şekilde teşhis ve tespit edilebilecek bir hastalık olduğuna yönelik bir iddianın veya bilimsel bir bilginin dosya kapsamında yer almadığı görülmüştür.

53. Sonuç olarak başvurucuya öncelikle İnfaz Kurumundaki sağlık görevlileri tarafından, sonrasında ise Hastanede yapılan tıbbi girişim ve uygulamaların tıp kurallarına uygun olduğunun uzman bilirkişi raporuyla belirlendiği ve söz konusu raporun mahkeme kararına dayanak yapılarak idarenin kusurlu olmadığının tespit edildiği gözönünde bulundurulduğunda başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların ilgili ve yeterli bir gerekçeyle karşılandığı görülmektedir. Bu durumda uyuşmazlığın çözümü için esaslı olan iddiaların derece mahkemelerince Anayasa"nın 17. maddesinin gerektirdiği özen ve derinlikte incelendiği anlaşılmaktadır. Somut olay bakımından kamu makamlarının pozitif yükümlülüklerinin yerine getirilmediği söylenemeyeceğinden kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edilmediği sonucuna varılmıştır.

54. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,

C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA,

D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 2/2/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

Hemen Ara