AYM 2019/26660 Başvuru Numaralı HATİCE ACAR VE YUNUS ACAR Başvurusuna İlişkin Karar

Abaküs Yazılım
Birinci Bölüm
Esas No: 2019/26660
Karar No: 2019/26660
Karar Tarihi: 3/2/2022

AYM 2019/26660 Başvuru Numaralı HATİCE ACAR VE YUNUS ACAR Başvurusuna İlişkin Karar

 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

HATİCE ACAR VE YUNUS ACAR BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/26660)

 

Karar Tarihi: 3/2/2022

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Hicabi DURSUN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

Recai AKYEL

 

 

Selahaddin MENTEŞ

Raportör

:

Hasan SARAÇ

Başvurucular

:

1. Hatice ACAR

 

 

2. Yunus ACAR

Başvurucular Vekili

:

Av. Ebru ŞAHİN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, sağlık hizmetinin kusurlu işlemesinden kaynaklanan zararın tazmini istemiyle açılan tam yargı davasının süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı ile maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvurucular Hatice Acar ile Yunus Acar 31/7/2019 tarihinde sırasıyla 2019/26573 ve 2019/26660 sayılı bireysel başvuruları yapmışlardır.

3. Her iki dosyanın aralarında konu bakımından irtibat bulunması nedeniyle dosyaların birleştirilmesine, 2019/26573 sayılı dosyanın kapatılmasına ve başvurunun 2019/26660 sayılı dosya üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:

7. Başvurucular Yunus Acar ve Hatice Acar, 15/12/2010 tarihinde doğan ve konjenital kalp hastalığı (kalpte delik bulunması) teşhisi ile 7/9/2011 tarihinde Kartal Koşuyolu Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kalp Cerrahisi Servisine ameliyat için yatırılan Y.Ö.A.nın babası ve annesidir.

8. Y.Ö.A. hastaneye yatırıldıktan iki gün sonra 9/9/2011 tarihinde ilgili serviste ameliyat edilmiştir.

9. Ameliyat sonrasında Y.Ö.A. yirmi iki gün boyunca hastanenin yoğun bakım servisinde tıbbi tedavi almaya devam etmiştir.

10. Bu tedavi esnasında başvurucuların iddiasına göre bakım ve beslenmedeki dikkat ve özen eksikliği sonucunda çocuklarının soluk borusuna yemek kaçmıştır. Soluk borusuna kaçan yemek nedeniyle Y.Ö.A. iddiaya göre, 5-6 dakika boyunca nefessiz kalmış, bu süre içinde kendisine kalp masajı yapılmış, kalp masajı sonucunda Y.Ö.A. yeniden hayata döndürülmüş fakat bu dönemde beyne oksijen gitmediği için Y.Ö.A. mental ve fiziksel olarak ağır engelli hâle gelmiştir.

11. Başvurucular tarafından bireysel başvuru formuna eklenmiş birer onaylı örnekleri sunulmamakla beraber aşağıda ayrıntılı olarak verilen karardan (bkz. § 15) Y.Ö.A. hakkında üç sağlık raporu alındığı tespit edilmiştir. 3/1/2012 tarihli ilk raporda ve 23/12/2013 tarihli ikinci raporda Y.Ö.A.nın engel oranı %83 olarak belirtilmiştir. Y.Ö.A. hakkında Bartın Devlet Hastanesi Sağlık Kurulundan 20/6/2016 tarihinde alınan üçüncü raporda ise Y.Ö.A.nın %99 oranında engelli olduğu ifade edilmiştir.

12. Meydana gelen bu sonuç nedeniyle başvurucular Sağlık Bakanlığı ile Türkiye Kamu Hastaneleri Birliğine, zararlarının giderilmesi için 19/4/2017 tarihinde başvuruda bulunmuştur.

13. Tazminat taleplerinin zımnen reddi üzerine başvurucular, İstanbul 12. İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) kendi adlarına ayrı ayrı 20.000 TL manevi, engelli hâle gelen oğulları adına ise 10.000 TL maddi, 20.000 TL manevi olmak üzere toplam 70.000 TL maddi ve manevi tazminatın ödenmesine karar verilmesi talebiyle 2/8/2017 tarihinde dava açmıştır.

14. İdare Mahkemesi, ileri sürülen tüm iddialara ilişkin olarak İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsünden rapor aldırdıktan sonra davanın manevi tazminat yönünden kısmen kabulüne, maddi tazminat taleplerinin ise reddine 30/10/2018 tarihinde karar vermiştir. İdare Mahkemesi, kararında zararın tam olarak öğrenilmesine dair herhangi bir değerlendirmede bulunmamıştır. İdare Mahkemesi, ilgililerin ve idarenin kusurlarının bulunmadığına dair uzman bilirkişi raporunu değerlendirdikten sonra özetle operasyon öncesi komplikasyon ve riskler konusunda başvurucuların yeterli olarak bilgilendirilmediğini, ameliyat sonucu bebekte meydana gelebilecek risklerin başvuruculara tam olarak izah edilmediğini, sağlıklı bir bebek olarak hastaneye giden ancak hastaneden %100 ağır engelli olarak çıkan Y.Ö.A.nın ve yakınlarının sonucu itibarıyla ağır sonuçlarla karşılaştıklarını kabul etmiştir. Netice olarak İdare Mahkemesi, hizmet kusuru olmasa dahi kusursuz sorumluluk ilkesi gereğince zararların bir kısmının tazmin edilmesi gerektiğini kabul etmiştir.

15. Karara karşı davalı idare ile başvurucular tarafından yapılan istinaf başvurusu üzerine İstanbul Bölge İdare Mahkemesi 7. Dava Dairesi (İstinaf Dairesi) davanın süre aşımı gerekçesiyle reddine kesin olarak 30/5/2019 tarihinde karar vermiştir. İstinaf Dairesinin gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

""...2577 sayılı Yasada yer verilen tam yargı davaları idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazminini ifade etmektedir. Bu nedenle tam yargı davasının açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı zararın ortaya çıkması zorunludur.

İdari eylem, idarenin işlevi sırasında bir hareketi, bir olayı, bir tutumu; idari karar ve işlemle ilgisi olmayan, başka bir deyişle öncesinde, temelinde bir idari karar veya işlem olmayan salt maddi tasarrufları anlatır.

Söz konusu eylemlerin idariliği ve doğurduğu zarar bazen eylemin yapılmasıyla birlikte ortaya çıkarken, bazen de çok sonra, değişik araştırma, inceleme ve hatta ceza yargılamaları sonucu ortaya çıkabilmektedir.

Dava açma süresini saptarken, bir yandan davanın hakkaniyetine halel getirecek kadar abartılı şekilcilikten, öte yandan, kanunla öngörülmüş olan usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak kadar aşırı bir gevşeklikten kaçınılması gerektiğinden, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununda yer alan süreye ilişkin kuralların yorumlanmasında kişilerin haklarının ihlali yönünde ağır sonuçlara varan yorumdan kaçınmak gerekmektedir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 36533/04 başvuru numaralı Mesutoğlu-Türkiye kararında özetle; mahkemeye erişim hakkının mutlak olmadığı, bazı sınırlamalara tabi olabildiği, bununla birlikte, getirilen kısıtlamaların, hakkın özünü ortadan kaldıracak ölçüde, kişinin mahkemeye erişimini engellememesi gerektiği, mahkemeye erişim hakkına getirilen bu tür sınırlamaların ancak meşru bir amaç güdüldüğü takdirde ve hedeflenen amaç ile başvurulan araçlar arasında makul bir orantı olması halinde Sözleşmenin 6/1. maddesi ile bağdaşabileceği, bu ilkelerden hareketle, dava açma hakkının doğal olarak yasayla belirlenen şartları olmakla birlikte, mahkemelerin yargılama usullerini uygularken bir yandan davanın hakkaniyetine halel getirecek kadar abartılı şekilcilikten, öte yandan, kanunla öngörülmüş olan usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak kadar aşırı bir gevşeklikten kaçınılması gerektiği belirtilmektedir.

Uyuşmazlık konusu olayda, davacının davalı idareye başvuru dilekçesinde her ne kadar çocuğunun davalı idareye ait hastanede gerçekleştirilen eksik ve kusurlu tedavi sonucunda %100 ağır engelli olduğunu Bartın Devlet Hastanesinden alınan 20.06.2016 tarihli raporla öğrendiğini ileri sürmüş ise de; söz konusu raporun Devletin özürlülere tanıdığı haklardan faydalanabilmek amacına yönelik olarak düzenlendiği görülmektedir. Niteliği itibariyle özür durumunu belirten özürlü raporlarının, zararın ortaya çıkışı, zararın idariliğinin öğrenilmesi anlamında bir rapordan ziyade, kişide oluşmuş mevcut zararın idareden kaynaklandığını bilen kişinin, özürlülere tanınan belli haklardan faydalanmak için alınan bir rapor olduğu açıktır. Mevcut zararın tespitine yönelik olan bu raporların dava açma sürelerini yeniden ihya edemeyeceği, davacının dava dilekçesinde yer alan anlatımından da çocuğunun engelli hale gelmesinin sebebi olarak yoğun bakım ünitesinde tedavisi devam ederken, yoğun bakım ünitesi görevlilerince beslenmesi esnasında soluk borusuna mama kaçması nedeniyle 5-6 dakika nef[e]ssiz kalmasını gösterdiği, yani zararın eylem tarihinde ortaya çıktığını bildiği tartışmasızdır. Kaldı ki, [Y.Ö.A.nın] birbirine yakın oranlarda özürlülük durumunu gösterir 23.12.2013, 03.01.2012 tarihli raporlardaki teşhislerin birbirinden farklılık arz etmediği, zararın bir gelişim göstermediği görülmektedir.

Buna göre, davacının dava dilekçesinde yer alan anlatımından da çocuğunun engelli hale gelmesinin sebebi olarak yoğun bakım ünitesinde tedavisi devam ederken, yoğun bakım ünitesi görevlilerince beslenmesi esnasında soluk borusuna mama kaçması nedeniyle 5-6 dakika nef[e]ssiz kalmasını gösterdiği ve bu tarihte çocuğunun uğradığı zararı öğrendiği açık olsa da, bir an için davacının olay anından yaklaşık 4 ay sonra aldığı 03.01.2012 tarihli ilk engelli raporu zararı öğrenme tarihi olarak kabul edilse dahi bu rapor üzerine idareye yapılmış herhangi bir başvuru olmadığı, ilk rapordan nitelik itibariyle farklılık arz etmeyen 20.06.2016 tarihli engelli raporu üzerine 19.04.2017 tarihinde yapılan başvuru sonrasında 02.08.2017 tarihinde davanın açıldığı, yani zararın ortaya çıktığı tarihten yaklaşık 4,5 yıl sonra yapılan başvuru üzerine açılan davada süre aşımı bulunduğu, sonradan alınan engelli raporunun da muhteviyat olarak ilk rapordan farklılık arz etmediği, mevcut zararın idareden kaynaklandığını bilen kişinin özürlülere tanınan belli haklardan faydalanmak için aldığı mevcut zararın tespitine yönelik bir rapor olduğu anlaşıldığından dava açma süresi yeniden başlatamayacağı sonucuna varılmıştır.

Bu durumda davanın süresinde açılmadığı sonucuna varıldığından süre aşımı sebebiyle reddi gerekirken işin esasına girerek karar veren idare mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle davacıların istinaf başvurusunun reddine... [karar verilmiştir.]"

16. İstinaf Dairesinin davanın süre aşımı nedeniyle reddine dair kesin nitelikteki bu kararının 2/7/2019 tarihinde kendilerine tebliğ edilmesi üzerine başvurucular 31/7/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

17. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanun"un 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir."

18. Danıştay Onuncu Dairesinin 4/11/2011 tarihli ve E.2008/7182, K.2011/4711 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...2577 sayılı Kanun’un 13. maddesinde öngörülen 1 ve 5 yıllık sürelerin eylemin idariliğinin ve doğurduğu zararın ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun, dava açma yolunun kullanımını güçleştirerek hak arama hürriyetini olumsuz etkileyeceğini belirtmek gerekir. Anılan Yasa hükmünde öngörülen tam yargı davalarının, idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazminine yönelik olması sebebiyle davanın açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı zararın ortaya çıkması zorunludur."

19. Aynı Dairenin 28/3/2018 tarihli ve E.2016/15634, K.2018/1334 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"Tam yargı davaları, idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazminini ifade etmektedir. Bu nedenle, tam yargı davasının açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı zararın ortaya çıkması zorunludur.

...

Bu itibarla, 2577 sayılı Kanun"un 13. maddesinde öngörülen bir ve beş yıllık sürelerin, eylemin idariliğinin ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun, zarara yol açan eylemin idariliğinin ortaya çıkmasıyla kullanılması mümkün olan dava açma hakkını ortadan kaldıracağı, hak arama özgürlüğüyle bağdaşmayacağı açıktır."

B. Uluslararası Hukuk

20. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

 “Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir...”

21. Dava açma hakkını kullanmak yasal birtakım şartlara bağlansa da mahkemelerin usul kurallarını uygularken hem yargılamanın adil olmasına halel getirecek aşırı şekilcilikten hem de yasalar tarafından konulan usul kurallarını ortadan kaldırma sonucunu doğuracak aşırı esneklikten kaçınmaları gerekir (Walchli/Fransa, B. No: 35787/03, 26/7/2007, § 29).

22. Süre koşulu gibi dava açmaya ilişkin usul koşulları birden fazla yoruma neden olabilecek nitelikte ise mahkemeye erişim hakkı kapsamında o yorumlardan birinin davayı açmak isteyen kişileri engelleyecek kadar katı şekilde kullanılmaması veya söz konusu koşulların katı bir uygulamaya tabi olmaması gerekir (Běleš ve diğerleri/Çek Cumhuriyeti, B. No: 47273/99, 12/11/2002, § 51).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

23. Anayasa Mahkemesinin 3/2/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Mahkemeye Erişim Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları

24. Başvurucular, İstinaf Dairesinin meydana gelen zararın öğrenildiği tarihin olaydan dört ay sonra, 3/1/2012 tarihinde alınan ve Y.Ö.A.nın engel oranını %83 olarak belirten rapor tarihini kabul etmesinin ağır bir hukuksal hata olduğunu öne sürmüştür. Başvurucular zararın engel oranının %99 olarak tespit edildiği 20/6/2016 tarihli rapordan zararı kesin olarak öğrendiklerini, her iki rapor tarihi arasındaki sürede zararın ilerlemeye devam ettiğini, zararın tam olarak öğrenilme tarihinin 20/6/2016 olarak kabul edilmesi gerekirken yanlış ve katı bir tutum benimsenerek somut olayın koşulları ile bağdaşmayan bir kabul ile davanın reddedildiğini iddia etmişlerdir. Başvurucular, tüm bu değerlendirmeler sonrasında süre aşımından dolayı ret kararı verilmesi nedeniyle Anayasa"nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir. Başvurucular ileri sürülen bu hususlara ilişkin olarak yeniden yargılama ve tazminat taleplerinde bulunmuşlardır.

2. Değerlendirme

25. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

 “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

26. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde başvurucuların şikâyetlerinin özünün çocukları Y.Ö.A.nın %99 oranında engelli olması nedeniyle uğradıkları zararın tazmini istemiyle açtıkları davada mahkemenin dava açma süresinin başlangıcını tespit etme noktasında hukuk kurallarını hatalı değerlendirmesi ve uygulaması neticesinde uyuşmazlığın esasının incelenememesi olduğu anlaşılmıştır. Bu nedenle başvuru, adil yargılanma hakkının güvencelerinden olan mahkemeye erişim hakkı yönünden incelenmiştir.

27. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun"un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre Anayasa Mahkemesince açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemez olduğuna karar verilebilir. Başvurucunun ihlal iddialarını temellendiremediği, iddialarının salt kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin olduğu, temel haklara yönelik bir müdahalenin olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu açık olan başvurular ile karmaşık veya zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular açıkça dayanaktan yoksun kabul edilebilir (Hikmet Balabanoğlu, B. No: 2012/1334, 17/9/2013, § 24).

28. Anayasa"nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa"nın 36. maddesine "... ile adil yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye"nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Sözleşme"yi yorumlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Sözleşme"nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017, § 34).

29. Anayasa"nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bakımdan davanın bir mahkeme tarafından görülebilmesi ve kişinin adil yargılanma hakkı kapsamına giren güvencelerden faydalanabilmesi için ilk olarak kişiye iddialarını ortaya koyma imkânının tanınması gerekir. Diğer bir ifadeyle dava yoksa adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden yararlanmak mümkün olmaz (Mohammed Aynosah, B. No: 2013/8896, 23/2/2016, § 33).

30. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında yaptığı değerlendirmelerde mahkemeye erişim hakkının bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına geldiğini ifade etmiştir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).

31. Somut olayda, sağlık hizmetinin kusurlu işlemesinden kaynaklanan zararın tazmini istemiyle açılan tam yargı davasının süre aşımından reddedilerek esasının incelenmemesi nedeniyle başvurucuların mahkemeye erişim haklarına yönelik bir müdahalede bulunulduğu görülmüştür.

32. Mahkemeye erişim hakkı yönünden bir müdahalenin varlığının kabul edilmesinden sonra bu müdahalenin Anayasa"nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olup olmadığın da değerlendirilmesi gerekir. Bu müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı takdirde Anayasa’nın 36. maddesinin ihlaline sebebiyet vereceğinde herhangi bir şüphe bulunmamaktadır.

33. Anayasa"nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

34. Mahkemeye erişim hakkına yönelik bu müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, haklı bir sebebe dayanma ve son olarak ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

35. Başvurucuların idari eylemden doğan zararlarının tazmini istemiyle açtıkları davanın süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesine ilişkin mahkeme kararının 2577 sayılı Kanun"un 13. maddesine dayandığı görülmektedir. Dolayısıyla somut olayda başvurucuların mahkemeye erişim haklarına yönelik müdahalenin kanuni dayanağı mevcuttur.

36. Kanuni dayanağı bulunan bir müdahalenin, ayrıca, haklı bir sebebinin bir diğer ifadeyle meşru amacının var olup olmadığının belirlenmesi de gerekmektedir. Bu kapsamda, dava açmanın bir süreye bağlanmasının meşru amacının ne olduğu hususu benzer nitelikteki başvurularda Anayasa Mahkemesi tarafından müteaddit defa incelenmiştir. Anayasa Mahkemesi bu incelemelerinde idari işlem ya da eylemlere karşı açılacak davalarda süre koşulu öngörülmesinin en genel ifadesiyle Anayasa"nın 2. maddesinde düzenlenen hukuk devleti ilkesinin bir gereği olan idari istikrarın sağlanması şeklinde bir meşru amacı bulunduğuna işaret etmiştir (daha ayrıntılı değerlendirme için bkz. Ayşe Yıldırım, B. No: 2014/5, 25/10/2017, §§ 54, 55; Fatma Altuner, B. No: 2014/17714, 26/10/2017, §§ 48, 49; Çölbeyi Lojistik Nakliyat Gümrükleme Denizcilik İnşaat Turizm Sanayii ve Ticaret Limitet Şirketi, B. No: 2014/12354, 9/11/2017, § 52).

37. Mahkemeye erişim hakkına yönelik olarak kanuni dayanağı ve meşru amacı bulunan bir müdahalenin varlığı kabul edildikten sonra son olarak bu müdahalenin ölçülü olup olmadığının da değerlendirilmesi gerekmektedir.

38. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında yaptığı değerlendirmelerde kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hâle getiren, bir başka anlatımla mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamaların mahkemeye erişim hakkını ihlal edebileceğini ifade etmiştir (Özkan Şen, § 52).

39. Bu nedenle mahkemelerin usul kurallarını uygularken yargılamanın hakkaniyetine zarar getirecek ölçüde katı şekilcilikten kaçınmaları gerektiği gibi kanunla öngörülmüş usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak ölçüde aşırı esneklikten de kaçınmaları gerekir (Kamil Koç, B. No: 2012/660, 7/11/2013, § 65). Bu kapsamda mevzuatta öngörülen dava açma süresine ilişkin kuralların hukuka açıkça aykırı olarak yanlış uygulanması veya bu sürelerin hatalı hesaplanması nedenleriyle kişilerin dava açma ya da kanun yollarına başvuru haklarını kullanmasına engel olunması mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., § 38).

40. Bu bağlamda dava açma süresinin işlemeye başladığı an mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin ölçülülüğü bağlamında büyük önem taşımaktadır (Yaşar Çoban [GK], B. No: 2014/6673, 25/7/2017, § 66). Dava açma süresinin hangi tarihte başlayacağını belirlemek ve mevzuatı bu yönüyle yorumlamak görevi esasen derece mahkemelerine aittir. Bireysel başvurunun ikincillik ilkesi gereği, dava açma süresinin başlatılacağı tarihin belirlenmesi noktasında Anayasa Mahkemesinin bir görevi bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesinin bu hususta üstleneceği rol, derece mahkemelerinin dava açma süresinin hangi tarihten itibaren başlatılması gerektiğiyle ilgili yorumlarının mahkemeye erişim hakkına etkisini somut olayın koşulları ışığında incelemektir (Ahmet Yıldırım, B. No: 2014/18135, 20/9/2017, § 46). Bu kapsamda dava açma süresinin henüz dava hakkının doğmadığı ya da hak sahibinin dava hakkının doğduğundan haberdar olmadığı ve somut koşullar çerçevesinde haberdar olduğunun kabulünü haklı kılan nedenlerin bulunmadığı bir dönemde işlemeye başlaması dava hakkının varlığını anlamsız kılabileceğinden ölçülülük ilkesini zedeleyebilir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Yaşar Çoban, § 66).

41. Tazminat hukukunun idari yargıda genel kabul gören prensiplerine göre idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazmini istemiyle tam yargı davası açılabilmesi için üç koşul bulunmaktadır. Bunlar idari eylem, zarar, zarar ile idari eylem arasında illiyet bağının bulunması koşullarıdır. Buna göre tam yargı davası açılabilmesi için eylemin idariliğinin, yol açtığı zararın ve illiyet bağının ortaya konulması zorunludur. Bu bağlamda başvurucuların da eylem nedeniyle ne zaman zarara uğradıklarını ve oluşan bu zararı ne zaman öğrendiklerini açıkça ortaya koymaları gerekir. Bu çerçevede eylemin idariliğinin veya yol açtığı zararın ya da arasındaki illiyet bağının eylemden çok sonra anlaşıldığı veya ortaya konulabildiği durumlarda dava açma süresinin bu tarihlerden sonra başlayacağı kabul edilmektedir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Ayşe Yıldırım, § 65; Hasan Oğuz ve diğerleri, B. No: 2015/2700, 7/2/2018, § 48).

42. Başvuruya konu kararda İstinaf Dairesi (bkz. § 15) zararın aslında Y.Ö.A.nın engelli hâle gelmesine sebep olan işlemler sırasında ortaya çıktığını başvurucuların olay tarihinde öğrendiğini kabul etmiştir. Bununla birlikte İstinaf Dairesi 3/1/2012 tarihi zararın öğrenildiği tarih olarak kabul edilse dahi bu tarihten başlamak üzere idareye usulüne uygun olarak bir başvurunun yapılmadığını ve böylece süresinde bir dava açılmadığını değerlendirmiştir. İstinaf Dairesine göre 20/6/2016 tarihinde alınan ve %99 engel oranı içeren rapor ile 3/1/2012 tarihinde alınan raporların muhteviyatları nitelik itibarıyla aynıdır. İstinaf Dairesi, ikinci raporun aslında devletin engelli vatandaşlara tanımış olduğu bazı haklardan istifade edilmesi için sonradan alınan ve bu amaca matuf bir rapor mahiyetinde olduğunu değerlendirmiştir. Tüm bu tespit ve değerlendirmeler sonucunda İstinaf Dairesi, ortaya çıkan zararın idareden kaynaklı olduğunu baştan itibaren bilebilecek durumda bulunulduğunu, bazı haklardan istifade için olaydan 4,5 yıl sonra alınan raporunun zararın öğrenilmesinin ve dava açma süresinin yeniden başlangıcı olarak kabul edilemeyeceğine hükmetmiştir.

43. Tüm bu açıklamalar sonrasında İdare Mahkemesinin ve İstinaf Dairesinin kararında yer verilen tespitler ve hukuki dayanaklar irdelendiğinde çocukları Y.Ö.A.ya uygulanan tıbbi tedavi sürecinde hatalı işlem ve eylemler sonucunda Y.Ö.A.nın olay anından itibaren engelli hâle geldiği hususunda herhangi bir tereddüt bulunmamaktadır. Başvurucular da söz konusu ihmallerden başından beri haberdar olup iddialarını ilk engelli raporunun alındığı 3/1/2012 tarihinden itibaren dile getirmişlerdir. Bu tespit sonrasında, 20/6/2016 tarihinde alınan ve başvuruculara göre kesin zararın öğrenildiği tarih olarak kabul edilmesi gereken tarihe ilişkin olarak İstinaf Dairesinin tespit ve kabullerinin değerlendirilmesi gerekmektedir.

44. İstinaf Dairesinin kararına bakıldığında Y.Ö.A.da oluşan engele sebebiyet veren tutum ve davranışların aslında idareden kaynaklı olduğunun baştan beri bilinebilir olduğu, eylemin idariliği hususunda baştan itibaren bir mesele bulunmadığı değerlendirilmesinde bulunulduğu tespit edilmiştir. İstinaf Dairesi 20/6/2016 tarihli raporunun amacının aslında eylemin idariliğinin öğrenilmesine dayanak teşkil etmesinden daha çok engellilere tanınan bazı haklardan yararlanmak olduğu tespitinde bulunmuştur.

45. İstinaf Dairesinin kararından (bkz. § 15) açıkça anlaşılabileceği üzere ortaya çıkan zarara ilişkin olarak idarenin eylemi veya eylemsizlikleri hususunun başvurucular tarafından baştan beri bilindiği konusunda herhangi bir tereddüt bulunmamaktadır. Bu tespit sonrasında, İstinaf Dairesinin meseleye ilişkin kararının değerlendirilmesi gerekmektedir. İstinaf Dairesine göre olaydan 4,5 yıl sonra alınan ve sadece engel oranının daha yüksek olduğuna dair bilgileri havi yeni rapora ilişkin olarak yeni bir dava açma süresi başlamayacaktır. İstinaf Dairesinin dava açma süresinin başlatılacağı tarihi belirlemesiyle ilgili bu kabulünün ve mevzuata dair değerlendirmesinin öngörülemez nitelikte olmadığı ve başvurucuların dava açmasını aşırı derecede zorlaştıracak ya da imkânsız kılacak nitelikte katı bir yaklaşım içermediği sonucuna varılmıştır. Ayrıca somut olayda, öngörülen kanuni süreler içinde başvuruda bulunabilme imkânına sahip olan başvurucular söz konusu kurallara uygun hareket etmelerine engel olacak herhangi bir durum ileri sürmediği gibi Anayasa Mahkemesi tarafından da resen böyle bir durum tespit edilmemiştir.

46. Buna göre başvurucuların mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahalenin ölçülü olduğu, İstinaf Dairesinin gerekçesinin açık bir keyfîlik veya bariz bir takdir hatası içermediği, İstinaf Dairesinin kabulünün mahkemeye erişim hakkını sınırlandıran çok katı bir uygulama olduğundan bahsedilemeyeceği, netice olarak ileri sürülen şikâyet bağlamında mahkemeye erişim hakkına yönelik bir ihlalin olmadığının açık olduğu anlaşılmıştır.

47. Açıklanan gerekçelerle başvurunun diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

B. Maddi ve Manevi Varlığın Korunması ve Geliştirilmesi Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları

48. Başvurucular, çocukları Y.Ö.A.nın uğramış olduğu zararın tazmin edilmesi talebine ilişkin olarak açılan davanın süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle Anayasa"nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı, maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

2. Değerlendirme

49. Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

 “Herkes,... maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”

50. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, § 16). Başvurucuların şikâyetlerinin özünün maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkına ilişkin olması nedeniyle iddiaların bir bütün olarak Anayasa"nın 17. maddesi kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

51. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa Mahkemesine başvuruda bulunulabilmesi için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur. Başvurucuların bireysel başvuru konusu şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve delilleri zamanında bu makamlara sunması, bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir (İsmail Buğra İşlek, B. No: 2013/1177, 26/3/2013, § 17).

52. Somut olayda başvurucuların tazminat davasını süresinde açmaması sebebiyle İstinaf Dairesi tarafından davanın reddine karar verildiği (bkz. § 15) görülmüştür. Bu nedenle İstinaf Dairesinin anılan değerlendirmesinin mahkemeye erişim hakkını ihlal etmediğine dair yukarıda ulaşılan sonuç gözetildiğinde başvurucuların hukuk sisteminde mevcut idari ve yargısal yolları tüketmeksizin bireysel başvuruda bulundukları anlaşılmıştır. Bu durumda başvurucuların şikâyetlerini yetkili idari ve yargısal mercilere süresinde iletip iddialarının öncelikle bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve çözüme kavuşturulması bakımından üzerine düşen gerekli özeni göstermediği sonucuna varılmıştır.

53. Açıklanan gerekçelerle başvurunun diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA 3/2/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

Hemen Ara