Esas No: 2019/1559
Karar No: 2019/1559
Karar Tarihi: 3/2/2022
AYM 2019/1559 Başvuru Numaralı AHMET UĞUR BALKANER VE YAŞAR MESCİGİL Başvurusuna İlişkin Karar
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
AHMET UĞUR BALKANER VE YAŞAR MESCİGİL BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2019/1559) |
|
Karar Tarihi: 3/2/2022 |
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Hasan Tahsin GÖKCAN |
Üyeler |
: |
Hicabi DURSUN |
|
|
Muammer TOPAL |
|
|
Recai AKYEL |
|
|
Selahaddin MENTEŞ |
Raportör |
: |
Ayhan KILIÇ |
Başvurucular |
: |
1. Ahmet Uğur BALKANER |
Vekili |
: |
Av. Mehmet Erol ALSAN |
|
|
2. Yaşar MESCİGİL |
Vekili |
: |
Av. Yusuf Avni KABACAOĞLU |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; borçlunun iflasına karar verilmesi istemiyle açılan davada yargılamanın durdurulmasına karar verilmesi nedeniyle karar hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının, mal varlığına ilişkin olarak uygulanan ihtiyati tedbirin uzun sürmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvurular 15/1/2019 ve 5/2/2019 tarihlerinde yapılmıştır.
3. 2019/4376 numaralı başvuru incelenen başvuruyla birleştirilmiştir.
4. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.
5. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
7. Başvuruculardan Ahmet Uğur Balkaner (birinci başvurucu) 1956 doğumlu olup Ankara"da, Yaşar Mescigil (ikinci başvurucu) ise 1944 doğumlu olup İstanbul"da ikamet etmektedir. Başvurucular, Bakanlar Kurulunun 21/12/1999 tarihli kararıyla Tasarruf Mevduatı ve Sigorta Fonu"na (TMSF) devredilen Yurt Ticaret ve Kredi Bankasının (Yurtbank) eski yöneticileridir. Yurtbank Balkaner Grubu olarak tabir edilen şirketler grubuna aittir.
8. Bankalar Yeminli Murakıplarınca hazırlanan 19/7/1999 tarihli raporda, bankacılık teamüllerine aykırı ve keyfî olarak kredi kullandırılması, banka kaynaklarının banka sahiplerinin çıkarları doğrultusunda sarf edilmesi sebebiyle bankanın toplamda 313.805.000.000 TL zarara uğradığı tespit edilmiştir. Bakanlar Kurulunun 21/12/1999 tarihli kararıyla Yurtbankın temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetimi 18/6/1999 tarihli ve 4389 sayılı mülga Bankalar Kanunu"nun 14. maddesine dayanılarak TMSF"ye devredilmiştir.
9. Bankalar yeminli murakıplarında düzenlenen 7/3/2000 tarihli mali bünye raporunda birinci başvurucunun sorumluluğunun 313.085.000.000 TL"yi, ikinci başvurucunun sorumluluğunun ise 312.067.000.000 TL"yi kapsadığı belirtilmiştir.
10. Bankanın TMSF"ye devrini müteakip Ankara 5. Asliye Ticaret Mahkemesi tarafından 6/1/2000 tarihinde banka yöneticilerinin mal varlığına ihtiyaten tedbir konulmasına karar verilmiştir. Ankara 7. Asliye Ticaret Mahkemesinin 20/1/2000 tarihli kararıyla da bu yöneticiler hakkında yurt dışı çıkış yasağı tedbirinin uygulanmasına karar verilmiştir.
11. TMSF tarafından Yurtbankın zararlarının bankanın başvurucuların da aralarında bulunduğu yöneticilerinden müşterek ve müteselsilen tahsiline, bunun mümkün olmaması hâlinde 4389 sayılı Kanun"un 17. maddesi uyarınca yöneticilerin şahsi olarak iflasına karar verilmesi istemiyle İstanbul 9. Asliye Ticaret Mahkemesinde (Mahkeme) 21/12/2000 tarihinde dava açılmıştır.
12. Bu arada TMSF ile Balkaner Grubu arasında 23/3/2010 tarihli protokol akdedilmiştir. Söz konusu protokole göre borçlular protokolde belirtilen borcun miktarını kayıtsız ve şartsız kabul etmiş, yine protokolde belirtilen plan çerçevesinde ödemeyi taahhüt etmiştir. Protokolün 7.1. maddesine göre birinci başvurucu tarafından, 6183 sayılı Kanun uyarınca adına düzenlenen/tesis edilen ödeme emri, ödemeye çağrı işlemi ve satış işleminin iptali istemiyle idare mahkemelerinde açılan davaların TMSF lehine kesinleşmesi temin edilecektir. Buna karşılık protokolün 10.4. maddesinde TMSF"nin açtığı şahsi iflas davalarının -ihtiyati tedbirler baki kalmak kaydıyla- durdurulması için mahkemelerden talepte bulunacağı hükme bağlanmıştır.
13. TMSF bu protokolden sonra -6/12/2011 tarihinde- Mahkemeye dilekçe sunarak 19/10/2005 tarihli ve 5411 sayılı Bankacılık Kanunu"nun 132. maddesinin onuncu fıkrası uyarınca ihtiyati tedbirler baki kalmak kaydıyla durdurma kararı verilmesini talep etmiştir.
14. Mahkeme 13/3/2012 tarihinde davanın durdurulmasına ve dosya esasının kapatılmasına, başvurucular aleyhine verilen ihtiyati tedbir kararının devamına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, Balkaner Grubu ile TMSF arasındaki protokole vurgu yapılarak 5411 sayılı Kanun"un 132. maddesinin onuncu fıkrası uyarınca durdurma kararı verilmesinin koşullarının oluştuğu belirtilmiştir.
15. Başvurucular bu karara karşı temyiz isteminde bulunmuştur. Yargıtay 23. Hukuk Dairesi (Daire) 30/3/2017 tarihinde temyiz istemini reddederek mahkeme kararını onamıştır. Karar düzeltme istemi Daire tarafından 11/12/2018 tarihinde reddedilmiştir. Nihai karar birinci başvurucuya 11/1/2019, ikinci başvurucuya 14/1/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir.
16. Birinci başvurucu 11/2/2019 tarihinde Mahkemeye dilekçe sunarak yurt dışı çıkış yasağına ilişkin ihtiyati tedbir kararının kaldırılmasını talep etmiştir. Mahkeme, yurt dışı çıkış yasağı kararı verilmesini gerektiren nedenlerin güncelliğini koruduğu gerekçesiyle talebin reddine 21/3/2019 tarihinde karar vermiştir.
IV. İLGİLİ HUKUK
17. 4389 sayılı mülga Kanun"un "Denetlemeler sonucunda alınacak tedbirler" kenar başlıklı 14. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"...
3.
Kurum, bir bankanın;
a) Bu maddenin (2) numaralı fıkrası kapsamında alınması istenen tedbirleri kısmen ya da tamamen almadığını, bu tedbirlerin kısmen veya tamamen alınmış olmasına rağmen mali bünyesinin güçlendirilmesine imkan bulunmadığını ya da mali bünyesinin bu tedbirler alınsa dahi güçlendirilemeyecek derecede zayıflamış olduğunu,
b) Yükümlülüklerini vadesinde yerine getiremediğini,
c) Bu madde hükümlerinin uygulanmasında Kurulca belirlenecek değerleme esasları çerçevesinde yükümlülüklerinin toplam değerinin varlıklarının toplam değerini aştığını,
d) Faaliyetine devamının mevduat sahiplerinin hakları ve mali sistemin güven ve istikrarı bakımından tehlike arzettiğini,
tespit ettiği takdirde, Kurul, en az beş üyesinin aynı yöndeki oylarıyla alınan kararla temettü hariç ortaklık hakları ile bankanın yönetim ve denetimini Fona devretmeye veya bankacılık işlemleri yapma ve/veya mevduat kabul etme iznini kaldırmaya yetkilidir.
...
5.
...
b) Fon, (4) numaralı fıkra hükümlerine göre temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetimi kendisine devredilen bankanın;
…
bc) Yönetim ve denetimini doğrudan veya dolaylı olarak, tek başına veya birlikte elinde bulunduran ortaklarının malvarlıkları üzerine teminat aranmaksızın ihtiyati tedbir, ihtiyati haciz kararları ile ilgililerin yurtdışına çıkmasına yasaklama dahil, alacaklıların menfaati için zorunlu olan her türlü muhafaza tedbirinin alınmasını ilgili mahkemeden istemeye
yetkilidir.
..."
18. 4389 sayılı mülga Kanun"un "Tasarruf Mevduatı ve Sigorta Fonu" başlıklı 15. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"...
... Fon, bu bentte sayılan gerçek veya tüzel kişilere ait şirket hisselerinin ve/veya ... diğer tüm hak ve varlıklarının ... satışını gerçekleştirmeye ve bu satışlardan elde edilen tutarları Fon alacaklarına mahsup etmeye veya şirketlerin kamu borçları ve/veya Sosyal Sigortalar Kurumuna borçları ile sair borçlarını ödemede kullanmaya ... yetkilidirler. … Fon alacaklarının tahsilini teminen 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümleri uyarınca haczedilen aktif değerler ile ... diğer tüm hak ve varlıkları bir araya getirerek ticari ve iktisadi bütünlük oluşturarak alıcısına geçişini sağlayacak şekilde satışına, .... Fon Kurulu yetkilidir. …
..."
19. 4389 sayılı mülga Kanun"un "Hazine alacağı" başlıklı 15/a. maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Fon alacaklarından; yönetim ve denetimi Fona intikal eden ve/veya bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izin ve yetkileri … kaldırılan … bankaların yönetim ve denetimini doğrudan veya dolaylı olarak elinde bulunduran ortaklarının … her ne ad altında olursa olsun kendilerine ait yurt içi ve yurt dışı şirket, finans kuruluşu, off-shore bankalara aktardıkları banka kaynakları … veya bankaların hakim ortaklarının … iştiraklerine ve bağlı şirketlerine ayni bankanın el değiştiren ortaklarının birbirlerine verdiği krediler …, bankanın yönetim ve denetim döneminde yeterli ticari faaliyeti olmaksızın kaynak aktarımı amacıyla kurulmuş şirketlere verilen krediler …, bankalarının off-shore bankalarındaki yargı kararları nedeniyle ödedikleri mevduatları ve off-shore bankaların bankaya izinli veya izinsiz aktardığı off-shore mevduatlar, … başkaca bir işleme gerek olmaksızın Hazine alacağı haline gelmiş sayılır. …"
20. 4389 sayılı mülga Kanun"un "Bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izninin kaldırılmasının sonuçları" başlıklı 16. maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Fon, yönetim ve denetimi kendisine intikal eden bankada mevduat sahipleri ile diğer alacaklıların haklarını korumaya yönelik tedbirleri alır. Bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izni kaldırılan bankanın 17 nci maddede sayılan ilgililerinin mal, hak ve alacaklarına Fonun talebi üzerine mahkeme tarafından teminat şartı aranmaksızın ihtiyati tedbir veya ihtiyati haciz konulabilir..."
21. 4389 sayılı mülga Kanun"un "Şahsi sorumluluk" başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Bir bankanın yönetim kurulu ve kredi komitesi başkan ve üyeleri ile genel müdür, genel müdür yardımcıları ve imzaları bankayı ilzam eden memurlarının kanuna aykırı karar ve işlemleriyle bankanın iflasına neden olduklarının tespiti halinde, bankaya verdikleri zararlarla sınırlı olarak bunların şahsi sorumlulukları yoluna gidilerek, Fon Kurulu kararına istinaden ve Fon"un talebi üzerine doğrudan şahsen iflaslarına mahkemece karar verilebilir. Bu karar ve işlemler bankanın yönetim ve denetimini doğrudan veya dolaylı olarak tek başına veya birlikte elinde bulunduran ortaklara menfaat temini amacıyla yapıldığı takdirde, menfaat temin eden ortaklar hakkında da temin ettikleri menfaat üzerinden aynı hüküm uygulanır."
22. 6183 sayılı Kanun"un "Kanuni temsilcilerin sorumluluğu" kenar başlıklı mükerrer 35. maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Tüzel kişiler[in] ... mal varlığından tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme alacakları, kanuni temsilcilerin ... şahsi mal varlıklarından bu Kanun hükümlerine göre tahsil edilir."
23. 5411 sayılı Kanun"un "Faaliyet izni kaldırılan veya Fona devredilen bankalara ilişkin ortak hükümler" kenar başlıklı 109. maddesinin üçüncü fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Fon, faaliyet izni kaldırılan veya Fona devredilen bankada mevduat ve katılım fonu sahipleri ile diğer alacaklıların haklarını korumaya yönelik olarak gerekli göreceği her türlü tedbiri alır. Faaliyet izni kaldırılan veya Fona devredilen bankanın hâkim ortakları ve tüzel kişi ortaklarının sermayesinin yüzde onundan fazlasına sahip gerçek kişi hissedarları ve yöneticilerinin mal, hak ve alacaklarına Fonun talebi üzerine mahkeme tarafından teminat şartı aranmaksızın ihtiyatî tedbir veya ihtiyatî haciz konulabilir, bu kişilerin yurt dışına çıkışları yasaklanabilir..."
24. 5411 sayılı Kanun"un "Fon alacaklarının takip ve tahsiline ilişkin yetki ve usûller" kenar başlıklı 132. maddesinin onuncu fıkrası şöyledir:
"Fon, takip ettiği alacaklar ile ilgili olarak iskonto da dâhil olmak üzere, her türlü tasarrufta bulunmaya, sulh olmaya, satmaya, geri almaya, alacağına mahsuben menkul ve gayrimenkul mallar ile her türlü hak ve alacakları belirleyeceği koşullar ile devralmaya ve alacağın yeniden itfa plânına bağlanması da dâhil olmak üzere borçlularla anlaşma yapmaya ve borçlularla yaptığı anlaşmalar kapsamında Fon Kurulunca belirlenecek usûl ve esaslar dâhilinde muhafaza tedbiri uygulayıp uygulamamaya, dava açıp açmamaya veya açılmış bulunan hukuk davalarının yapılan anlaşma süresince durdurulmasını mahkemeden istemeye yetkilidir"
V. İNCELEME VE GEREKÇE
25. Anayasa Mahkemesinin 3/2/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Karar Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. İkinci Başvurucunun İddiaları
26. Başvurucu; yargılama sırasında alınan bilirkişi raporlarında banka zararından sorumlu tutulamayacağı ve şahsi olarak iflasının istenemeyeceği yolunda görüş bildirildiğini, ayrıca ceza yargılamasında beraat ettiğini belirterek Mahkemenin uyuşmazlığın esasını karara bağlamamasının adil yargılanma hakkını ve mülkiyet hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Başvurucu, Mahkemenin kendisi yönünden tefrik kararı vererek uyuşmazlığın esasını karara bağlaması gerektiğini savunmuştur.
2. Değerlendirme
27. Anayasa"nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
28. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu, mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşse de iddiaların özü davaya konu uyuşmazlığın esası hakkında bir inceleme ve değerlendirme yapılmadan dosyanın esas kaydının kapatılmasına yönelik olduğundan başvurunun karar hakkı kapsamında incelenmesi uygun bulunmuştur.
29. Anayasa"nın 36. maddesinin ikinci fıkrasında, hiçbir mahkemenin görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamayacağı belirtilmiştir. Bu bağlamda Anayasa"nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı, kişilere davanın görüldüğü mahkemeden uyuşmazlığa ilişkin bir karar verilmesini isteme güvencesini de sağlar. Öte yandan Sözleşme"yi yorumlayan AİHM de Sözleşme"nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkeme hakkı şeklinde genel bir hakkı düzenlediğini kabul etmekte ve bu hakkın karar hakkını da içerdiğini ifade etmektedir (İbrahim Demiroğlu [GK], B. No: 2017/15698, 26/7/2019, § 54).
30. Karar hakkı genel itibarıyla mahkeme önüne getirilen uyuşmazlığın karara bağlanmasını isteme hakkını ifade eder. Zira dava hakkını kullanan bireyin asıl amacı uyuşmazlık konusu ettiği talebinin esasıyla ilgili olarak davanın sonunda bir karar elde edebilmektir. Bir başka ifadeyle dava sonucunda şayet bir karar elde edilemiyorsa dava açmanın da bir anlamı kalmayacaktır. Öte yandan karar hakkı bireylerin sadece yargılama sonucunda şeklî anlamda bir karar elde etmelerini güvence altına almaz. Bu hak aynı zamanda dava konusu edilen uyuşmazlığa ilişkin esaslı taleplerin yargı merciince bir sonuca bağlanmasını da gerektirir (bazı farklarla bkz. İbrahim Demiroğlu, § 55; Emin Arda Büyük [GK], B. No: 2017/28079, 2/7/2020, § 49; Berrin Baran Eker, [GK], B. No: 2018/23568, 2/7/2020, § 54).
31. Bununla birlikte öngörülen yükümlülüğün mutlak olmadığı da belirtilmelidir. Bu bağlamda mahkeme hakkının görülmekte olan bir davanın yargılama usulü kuralları gereğince esasının incelenemeyeceği durumlara özgü olarak neticelenmiş olmasını da (düşme, açılmamış sayılma, karar verilmesine yer olmadığı, süre aşımı vb.) yasaklamadığı vurgulanmalıdır. Davanın usule ilişkin haklı bazı nedenlerle reddedilmesi, karar hakkı yönünden bir sorun oluşturmaz. Zira söz konusu hakkın sağladığı güvence bakımından önemli olan husus, açıldığı sırada davanın -usule ilişkin sorunlar hariç- uyuşmazlığın esasını çözüme kavuşturma potansiyeline sahip olmasıdır (bazı farklarla bkz. İbrahim Demiroğlu, § 56; Emin Arda Büyük, § 53; Berrin Baran Eker, § 58).
32. Somut olayda bireysel başvuruya konu davanın başvurucu tarafından açılmadığı, başvurucunun davalı konumunda bulunduğu not edilmelidir. TMSF tarafından açılan davada Yurtbankın borçlarından müşterek ve müteselsilen sorumlu olduğu ileri sürülen başvurucunun şahsi olarak iflasına 4389 sayılı Kanun"un 17. maddesi uyarınca karar verilmesi talep edilmiştir. Uyuşmazlığın özü, başvurucunun şahsi olarak iflasının istenip istenemeyeceğine ilişkindir. Başvurucu Yurtbankın borçlarından sorumlu tutulamayacağını ve şahsi olarak iflasının istenemeyeceğini ileri sürmüştür.
33. Başvurucunun Yurtbankın borçlarından sorumluluğuna ilişkin süreç, 6183 sayılı Kanun"un mükerrer 35. maddesi uyarınca düzenlenen ödeme emriyle başlamaktadır. Dolayısıyla başvurucunun Yurtbankın borçlarından sorumlu olup olmadığı ancak 6183 sayılı Kanun uyarınca başlatılan süreçte karara bağlanabilecek bir konudur. Başvurucu, Yurtbankın borçlarından dolayı adına düzenlenen ödeme emriyle ilgili süreçten bahsetmemiş, bu ödeme emrine karşı dava açıp açmadığına, dava açmış ise davanın nasıl sonuçlandığına ilişkin bir açıklama yapmamıştır. Bu durumda başvurucunun Yurtbankın borçlarından sorumlu olduğuyla ilgili olarak bir tartışmanın bulunmadığı ve bunun bir olgu olarak kabulü gerektiği değerlendirilmiştir.
34. Bireysel başvuruya konu davadaki esas meselenin Yurtbankın borçlarından sorumlu tutulan başvurucunun şahsi olarak iflasının istenmesinin hukukiliği olduğu anlaşılmaktadır. Mahkeme, başvurucunun şahsi olarak iflasının istenmesinin hukuka uygun olup olmadığını karara bağlamadan yargılamanın durdurulmasına ve dosyanın esas kaydının kapatılmasına karar vermiştir. Yurtbankın borçlarından dolayı başvurucunun şahsi olarak iflasının istenmesinin hukuken mümkün olup olmadığının karara bağlanmamış olmasının karar hakkına yönelik bir müdahale oluşturduğu açıktır. Ancak Mahkemenin bu meseleyi karara bağlamamasının sebebi Balkaner Grubu ile TMSF arasında borcun kabulü ve ödenmesi yönünde protokol akdedilmiş olmasıdır. Mahkeme asıl borçlular ile alacaklının uzlaşmış olmasını gözetmiştir.
35. Ayrıca bu meselenin karara bağlanmamış olması başvurucu yönünden önemli bir risk de doğurmamaktadır. Öncelikle başvurucunun iflasına karar verilmemiş olması başvurucu lehine bir olgu olarak değerlendirilmelidir. Söz konusu meselenin karara bağlanmamış olması başvurucuyu benzer bir davaya maruz kalma riskiyle karşı karşıya bırakmakta ise de böyle bir davanın açılması kendi başına başvurucunun iflası sonucunu doğurmayacaktır. Başvurucunun iflasına ancak yargılamanın sonucunda karar verilebileceğinden benzer iddialarını anılan dava sürecinde ileri sürme imkânına kavuşacağı muhakkaktır. Dolayısıyla bir bütün olarak bakıldığında başvurucu aleyhine açılan davada yargılamanın durdurulması kararı verilmesinin başvurucunun karar hakkı yönünden görünür bir ihlale yol açmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
36. Açıklanan nedenlerle ikinci başvurucunun karar hakkına yönelik açık bir ihlalin bulunmaması sebebiyle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan olması sebebiyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Birinci Başvurucunun İddiaları
37. Birinci başvurucu, yargılamanın uzun sürmesi sebebiyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
38. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
39. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği tarih, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 50, 52).
40. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41, 45).
41. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında yaklaşık 18 yıllık yargılama süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.
42. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
C. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Birinci Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
43. Başvurucu; tedbirin ancak geçici olarak uygulanabileceğini, somut olayda ise süreklilik kazandığını belirtmiş ve bunun ölçülü olmadığını ileri sürmüştür. Başvurucu; Mahkemenin 12 yıllık bir yargılama sonucunda durdurma kararı vererek tedbirle ilgili meseleyi karara bağlamamış olmasından yakınmış, bu durumun belirsizliğe yol açtığını iddia etmiştir. Başvurucu ayrıca dosyanın esası karara bağlanmadan esas kaydının kapatılması sebebiyle hukuki itirazlarını ileri sürme hakkından mahrum kaldığını belirtmiştir. Başvurucu son olarak müdahalenin kanuni dayanağını oluşturduğunu iddia ettiği 5411 sayılı Kanun"un geçici 16. maddesinin Anayasa Mahkemesince iptal edilmiş olmasının müdahaleyi dayanaksız bıraktığını iddia etmiştir.
44. Bakanlık görüşünde, tedbir kararının kanuni dayanağının ve meşru amacının bulunduğu belirtilmiştir. Bakanlık, tedbir kararının başvurucunun sebep olduğu zararın karşılanmasına teminen uygulandığı gözetildiğinde ölçülü olduğunu ifade etmiştir.
45. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında başvuru formundaki iddiaları tekrarlamıştır.
2. Değerlendirme
46. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, § 16). Başvurucunun tüm iddialarının mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.
47. Anayasa"nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
48. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Mülkün Varlığı
49. Tedbire konu mal varlığının başvurucuya ait olduğu konusunda tereddüt bulunmamaktadır.
ii. Müdahalenin Varlığı ve Türü
50. Başvurucunun mal varlığına tedbir uygulanmasının mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiği kuşkusuzdur. Müdahalenin türünün ise yol açtığı sonuçların yanında amacı da gözetilerek belirlenmesi gerekmektedir. Somut olayda tedbirinin uygulanmasıyla başvurucu, mülkünden bütünüyle yoksun bırakılmış değildir. Başvurucunun kamu borcunun güvence altına alınması amacıyla mal varlığına tedbir uygulanmıştır. Kamu alacağının güvenceye bağlanması amaçlandığına göre başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin mülkten barışçıl yararlanmaya ilişkin birinci kural çerçevesinde incelenmesi gerekir.
iii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
51. Anayasa"nın 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
52. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa"nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa"ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 62).
(1) Kanunilik
53. Başvurucunun mal varlığına, 4389 sayılı mülga Kanun"un ilgili maddeleri uyarınca ihtiyati tedbir uygulanmış ve 5411 sayılı Kanun"un ilgili hükümleri uyarınca da bu ihtiyati tedbir devam ettirilmiştir. 4389 ve 5411 sayılı Kanunlar"ın ilgili hükümlerinin Yurtbankın kanuni temsilcisi olan başvurucunun mal varlığına ihtiyati tedbir uygulanması ve bu tedbirin devam ettirilmesi için yeterli düzeyde kanuni temel oluşturduğu değerlendirilmiştir. Dolayısıyla başvurucunun mal varlığına tedbir uygulanmasının kanuni dayanağının bulunduğu sonucuna ulaşılmıştır.
54. Başvurucu 5411 sayılı Kanun"un geçici 16. maddesinde yer alan "zamanaşımı" sözcüğünün Anayasa Mahkemesince 4/6/2014 tarihli ve E.2014/85, K.2014/103 sayılı kararla iptal edilmiş olmasının müdahaleyi dayanaksız bıraktığını iddia edilmiş ise de eldeki bireysel başvurunun konusunu ihtiyati tedbir kararı oluşturmaktadır. 5411 sayılı Kanun"un geçici 16. maddesinde sorumluluğun esasıyla ilgili bir hüküm olup mevcut bireysel başvurudaki müdahalenin kanuniliğini etkilememektedir.
(2) Meşru Amaç
55. Olayda Yurtbankın zararından sorumlu tutulan başvurucunun mal varlığına el konulmasının kamu alacağının güvence altına alınması amacına yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Kamu alacağının tahsilinin güvenceye bağlanmasında ve tahsil imkânının artırılmasında kamu yararının bulunduğu tartışmasızdır (AYM, E.1992/29, K.1993/23, 24/6/1993; E.2011/42, K.2013/60, 9/5/2013; E.2012/87, K.2014/41, 27/2/2014; E.2014/144, K.2015/29, 19/3/2015; E.2014/177, K.2015/49, 14/5/2015).
(3) Ölçülülük
56. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin genel ilkeleri D.C. (B. No: 2018/13863, 16/6/2021, §§ 46-54) kararında belirlenmiştir.
57. Olayda TMSF"ye devredilen ve zararları Hazine alacağına dönüşen Yurtbankın bu zararından sorumlu tutulan ve başvurucunun da aralarında bulunduğu yöneticilerinin mal varlığına 6/1/2000 tarihinde ihtiyati tedbir uygulanmıştır. Ayrıca TMSF tarafından başvurucu da dâhil tüm yöneticilerin şahsi olarak iflasına karar verilmesi istemiyle 21/12/2000 tarihinde açılan davada, TMSF ile Balkaner Grubu arasında 23/3/2010 tarihinde akdedilen protokol gözetilerek davanın durmasına ve dosya esas kaydının kapatılmasına 13/3/2012 tarihinde karar verilmiştir.
58. Başvurucunun yönetici olmadığına ve borçtan sorumlu bulunmadığına yönelik bir şikâyeti bulunmamaktadır. Başvurucunun şikâyeti dava dosyası kapatıldığı hâlde ihtiyati tedbirin devamına karar verilmesine yöneliktir. Kamu alacağının güvence altına alınması amacıyla borçluların mal varlığına ihtiyati tedbir uygulanmasının elverişli bir araç olduğu açıktır.
59. Öte yandan kamu makamları mülkiyet hakkına müdahale ederken Anayasa"nın 35. maddesi gereğince takip edilen kamu yararı amacını gerçekleştirmeye en uygun aracı seçmek durumundadır (Hanife Ensaroğlu, B. No: 2014/14195, 20/9/2017, § 77). İhtiyati tedbir malikin mal varlığı üzerinde serbestçe tasarrufta bulunma yetkisini kısıtlaması itibarıyla nispeten ağır bir tedbir olsa da kamu alacağının tahsilinin sağlanmasındaki kamusal yararın derecesi dikkate alındığında bu aracın tercih edilmiş olmasının kamu makamlarının takdir yetkisi kapsamında kaldığı değerlendirilmiştir. Ayrıca başvurucu, sorumlu tutulduğu toplam 313.085.000.000 TL borcun güvence altına alınması için ihtiyati tedbir kadar ağır olmayan ancak aynı amacı sağlayan alternatif bir tedbirin varlığını da ileri sürmemiştir. Tüm bu koşullar gözetildiğinde ihtiyati tedbirin gerekliliği bağlamında kamu makamlarının değerlendirmelerinden ayrılmayı gerektiren bir yön bulunmamaktadır.
60. Son olarak müdahalenin orantılı olup olmadığı incelenmelidir. Bu bağlamda öncelikle başvurucunun söz konusu tedbire karşı iddia ve savunmalarını etkin bir biçimde ileri sürebilme fırsatı elde ettiğinin altı çizilmelidir. Başvurucu, dosyanın esasının kapatılmasına karar verilmesi sebebiyle ileride ortaya çıkabilecek şikâyetlerini ileri sürme imkânından mahrum kaldığını belirtmekte ise de başvurucunun yeni gelişmelerin ortaya çıkması hâlinde ihtiyati tedbirin gözden geçirilmesini Mahkemeden talep etme olanağının bulunduğunu not etmek gerekir. Nitekim başvurucu, yurt dışı çıkış yasağına ilişkin ihtiyati tedbirin kaldırılması istemiyle -dosyanın esas kaydının kapatılmasından sonra- 11/2/2019 tarihinde Mahkemeye başvurmuş ve Mahkemece başvurucunun talebinin esası incelenerek reddedilmiştir. Dolayısıyla Mahkemenin iflas istemiyle ilgili davada yargılamanın durdurulması kararı vererek dosyanın esas kaydını kapatması başvurucunun devam eden tedbire ilişkin savunma hakkında herhangi bir kısıtlamaya yol açmamaktadır.
61. Müdahalenin orantılı olup olmadığı değerlendirilirken dikkate alınacak unsurlardan biri de malikin davranışlarıdır. Bu bağlamda ihtiyati tedbirin başvurucunun sorumlu olduğu borç nedeniyle uygulandığını hatırlamak gerekir. Başvurucunun borcu ödemesi hâlinde tedbirin kalkacağı açıktır. Dolayısıyla başvurucunun borcu ödeme sorumluluğunu ifa etmemiş olmasının tedbirin uzamasındaki katkısı gözardı edilmemelidir.
62. Nihai olarak tedbirin süresinin müdahaleyi orantısız kılıp kılmadığı incelenmelidir. Başvurucunun mal varlığına 6/1/2000 tarihinde uygulanan ihtiyati tedbir bireysel başvurunun incelendiği tarihe kadar kaldırılmamıştır. Dolayısıyla ihtiyati tedbirin yaklaşık 22 yıldır devam ettiği anlaşılmaktadır. Anayasa Mahkemesi malikin mülkü üzerinde tasarrufta bulunma yetkisinin geçici bir tedbir olarak sınırlandırılması sonucunu doğuran koruma tedbirlerinin uzun sürmesinin mülkiyet hakkını ihlal edeceğine yönelik kararlar vermiştir (Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/17196, 25/10/2018, § 78; İhsan Metin, B. No: 2015/7044, 23/1/2019, § 27; Şeyhmus Terece [GK], B. No: 2017/26532, 23/7/2020, § 46).
63. Ne var ki somut olayın koşulları Anayasa Mahkemesinin tedbirin uzun sürmesi nedeniyle ihlal bulduğu olaylardan farklıdır. Somut olaydaki tedbir, başvurucunun iflasına karar verilmesinin ve tüm mallarının satılarak kamu alacağının bu suretle tahsil edilmesinin alternatifi olarak uygulanmıştır. Kamu otoriteleri başvurucunun iflasına karar verme, akabinde de tüm mallarını satma biçiminde oldukça ağır olan bir yöntem yerine nispeten daha hafif olan ihtiyati tedbir şeklindeki aracı tercih etmiştir. Kamu otoriteleri ihtiyati tedbir yerine başvurucunun iflasına karar verilmesi ve mallarının satılması şeklindeki aracı tercih etmesinin başvurucunun daha aleyhine olacağı açıktır. Kamu otoriteleri TMSF ve Balkaner Grubu arasındaki protokolü gözeterek borcun belirlenen ödeme takvimi çerçevesinde rızaen ödenmesi fırsatını borçlulara tanımış, bu suretle borçlu şirket ve kişilerin ticari faaliyetlerine devam edebilme imkânını bunlara sağlamıştır.
64. Öte yandan Anayasa Mahkemesinin tedbirin uzun sürmesi nedeniyle ihlal bulduğu olaylarda mahkemelerin davanın/borcun esasını makul bir sürede karara bağlama yükümlülüğünü gözettiği anlaşılmaktadır. Diğer bir ifadeyle Anayasa Mahkemesi tedbir kararı verilen uyuşmazlığın esasının makul bir sürede karara bağlanması yükümlülüğünün ifasındaki başarısızlığın tedbirin uzamasına sebebiyet verdiğini dikkate almıştır. Oysa somut olayda başvurucunun Yurtbankın borçlarından sorumlu olup olmadığıyla ilgili bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Başvurucunun Yurtbankın borçlarından sorumluluğu kesinleşmiş bir vakıaya dönüşmüştür. Bireysel başvuruya konu dava, borcun tespitine değil tahsiline ilişkindir. Tahsilatın gecikmesi ise mahkemelere veya diğer kamu otoritelerine atfedilebilir bir kusur değildir. Gecikmenin tüm sorumluluğu başvurucuya aittir. Dolayısıyla ihtiyati tedbirin başvurucunun ödeme yükümlülüğünü yerine getirmedeki gecikmesinden kaynaklandığı gözetildiğinde tedbirin davanın/borcun esasının karara bağlanmasındaki gecikmeye bağlı olarak uzadığı ve somut olayın, bu sebeple Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı verdiği olaylardan farklı olduğu anlaşılmaktadır.
65. Bu olgular gözetildiğinde ihtiyati tedbirin yaklaşık 22 yıl sürmesinin başvurucuya aşırı bir külfet yüklemediği ve kamu alacağının güvence altına alınmasındaki kamusal yarar ile başvurucunun mülkiyet hakkından doğan yetkileri kullanmasındaki bireysel yarar arasındaki adil dengenin bozulmadığı sonucuna ulaşılmaktadır. Bu itibarla başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçülü olduğu değerlendirilmiştir.
66. Açıklanan gerekçelerle Anayasa"nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
D. 6216 Sayılı Kanun"un 50. Maddesi Yönünden
67. Somut olayda makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. İhlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında -talebi de dikkate alınarak- birinci başvurucuya net 50.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. İkinci başvurucunun adil yargılanma hakkı kapsamındaki karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiasının açıkça dayanaktan olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Birinci başvurucunun adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
3. Birinci başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. 1. Birinci başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
2. Birinci başvurucunun Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Birinci başvurucuya net 50.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
D. 1. İkinci başvurucu tarafından yapılan yargılama giderlerinin ikinci başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA,
2. 364,60 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.864,60 TL yargılama giderinin birinci başvurucuya ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben birinci başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin bilgi için İstanbul 9. Asliye Ticaret Mahkemesine (E.2000/734, K.2012/60) GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 3/2/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.