AYM 2018/24067 Başvuru Numaralı EGE CAN ÇAYLAN VE DİĞERLERİ Başvurusuna İlişkin Karar

Abaküs Yazılım
Birinci Bölüm
Esas No: 2018/24067
Karar No: 2018/24067
Karar Tarihi: 3/2/2022

AYM 2018/24067 Başvuru Numaralı EGE CAN ÇAYLAN VE DİĞERLERİ Başvurusuna İlişkin Karar

 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

EGE CAN ÇAYLAN VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/24067)

 

Karar Tarihi: 3/2/2022

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Hicabi DURSUN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

Recai AKYEL

 

 

Selahaddin MENTEŞ

Raportör

:

Hasan SARAÇ

Başvurucular

:

1. Ege Can ÇAYLAN

 

 

2. Mehmet ÇAYLAN

 

 

3. Seher ÇAYLAN

Başvurucular Vekili

:

Av. İsmail KILIÇ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, başvurucular murisinin askerlik görevini ifa ettiği dönemde ölmesi üzerine vazife malullüğü aylığı bağlanması talebiyle açılan davanın hakkaniyete aykırı şekilde reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 14/8/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

6. Başvuru dilekçesi ve ekleri ile onaylı suretleri Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:

7. Başvurucu Seher Caylan"ın eşi, başvurucu Ege Can Caylan"ın babası ve diğer başvurucu Mehmet Çaylan"ın oğlu olan M.Ç., Ankara Millî Savunma Bakanlığı Okul ve Eğitim Merkez Komutanlığında (Mamak) zorunlu askerlik görevini ifa ederken 16/6/1998 tarihinde hemoroit ameliyatı olmuştur.

8. Ameliyatın ardından verilen bir haftalık istirahat sonunda M.Ç. yeniden kontrole gitmiş ve birliğine geri gönderilmiştir. Ertesi gün başlayan kusmalarının artarak devam etmesi üzerine revirde yapılan kontroller sonrasında sevk edildiği Ankara Gülhane Eğitim ve Araştırma (GATA) Hastanesinde kendisine tonsilit teşhisi konulan M.Ç., ilaç verilerek birliğine gönderilmiştir. Ertesi gün M.Ç.nin kusmalarının devam etmesi üzerine kendisine serum bağlanmış, saat 24.00 civarında hareketsiz yattığının görülmesi üzerine sevk edildiği GATA Hastanesinde 27/6/1998 tarihinde ölmüştür.

A. Ceza Soruşturması Süreci

9. Olayla ilgili olarak Kara Kuvvetleri Komutanlığı Askerî Savcılığı (Askerî Savcılık) tarafından başlatılan soruşturmada İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanlığı 1. İhtisas Kurulundan (ATK) rapor alınmıştır. ATK"nın 27/11/1998 tarihli raporunun ilgili kısmı şöyledir:

""...[M]üteveffanın otopside tanımlanan bulgulara göre harici travmatik bir tesirle öldüğünün tıbbi delillerinin bulunmadığı, toksikolojik incelemede tespit edilen oranlara göre zehirlenerek öldüğünün de tıbbi bulgularının bulunmadığı, müteveffanın otopside tespit edilemeyen ve kendinde mevcut bir hastalıktan dolayı öldüğü... [anlaşılmıştır.] ""

10. Askerî Savcılık, ATK raporunda yer alan tespit ve görüşlere dayanarak 12/2/1999 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Bu karara yapılan itiraz sonucunda cerrahi servisinde hemoroit tedavisi ile ilgili klinik kayıtlarının temin edilerek kayıtlarla birlikte yeniden ATK"dan rapor aldırılmasına karar verilmiştir. Soruşturmada eksik hususlar yerine getirildikten sonra tüm dosya yeniden ATK"ya gönderilmiştir. ATK"nın 9/6/1999 tarihli raporunun ilgili kısmı şöyledir:

"" ...[M]üteveffanın ölümüne yakın üst solunum yolu enfeksiyonu bulunduğunun kabulü gerektiği ve hemoroid ligasyonu sonrası kontrol muayenesinde patoloji saptanmadığına, otopsisinde de herhangi emboliye ait değişim gözlenmediğine göre ölümünde, yapılan hemoroid ameliyatının etkisi olduğunun delilleri bulunmadığı, kurulun önceki kararına ilave edecek bir husus bulunmadığı...[anlaşılmıştır.]""

11. Askerî Savcılık burada yer alan tespit ve sonuçlara atfen M.Ç.nin ölüm olayı hakkında adli yönden soruşturma yapmayı gerektirecek şüpheli bir durum, delil ve emare bulunmadığı gerekçesiyle 30/12/1999 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir.

B. İdari Yargıda Açılan Dava Süreci

12. Başvurucular, askerlik görevini ifa ettiği dönemde vefat eden M.Ç.nin vazife malulü olarak kabul edilmesi için Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığına (SGK) 5/1/2016 tarihinde, 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu"na göre talepte bulunmuştur. Başvurucuların bu talepleri reddedilmiştir.

13. Başvurucular, başvurularının reddine dair kararın iptali için Ankara 10. İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) iptal ve tam yargı davası açmıştır. Başvurucular dava dilekçesinde şu hususları ileri sürmüştür:

- ATK"nın 1998 ve 1999 yıllarında verdiği iki raporda M.Ç.nin ölümünün otopside tespit edilemeyen, kendisinde mevcut bir hastalığın kabul edilmesi gerektiğine ilişkin değerlendirmeler yapılmışsa da M.Ç.nin askerlik hizmetine başlamasından önce alınan raporlarında herhangi bir sağlık sorununun bulunduğuna dair bulgular yoktur. M.Ç.de kendilerinin de bildiği bir sağlık sorunu mevcut değildir.

- M.Ç. tam teşekküllü sağlık kontrollerinden tam ve sağlıklı olarak geçtikten sonra askerlik kamu hizmet ve görevini icra etmek üzere Türk Silahlı Kuvvetlerin bünyesinde dâhil olmuştur. M.Ç.nin bu görevi icrası sırasında davaya konu rahatsızlıkları olmuş ve bu hastalıklar sonucunda vefat etmiştir. Bununla birlikte yapılan tıbbi tespit ve kontroller sonucunda düzenlenen belgelere ve ATK incelemelerine göre M.Ç.nin ölüm sebebine ilişkin tam bir teşhis yapılamamıştır. Bu nedenle M.Ç.nin askerlik görevinin ifası sırasında ölmesi nedeniyle idarenin sorumluluğu bulunmaktadır.

- Danıştayın benzer olaylar nedeniyle verdiği bazı kararlarda idarenin sorumlu olduğu kabul edilerek ilgililer vazife malulü sayılmıştır.

- M.Ç.nin ölümü nedeniyle 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile 5434 sayılı Kanun"da açıkça aylık bağlanamayacağı belirtilen hâller mevcut değildir.

14. Mahkeme 15/5/2017 tarihinde verdiği kararda dava konusu işlemin iptaline ve yoksun kalınan parasal hakların idareye başvuru tarihinden itibaren hesaplanacak yasal faiziyle birlikte başvuruculara ödenmesine hükmetmiştir. Kararın yukarıda özetlenen ceza soruşturmasına dair bilgilere yer verildikten sonraki ilgili kısmı şöyledir:

""...[M]üteveffanın askere elverişlidir raporuyla askerlik hizmetine başladığı, askerlik hizmeti süresince oluşan rahatsızlığının idarece tedavi süreci ile bilinmesine rağmen koruyucu veya önleyici bir tedbir alınmadığından, müteveffanın ölümünün askerliğin sebep tesiri ile gerçekleştiği sonucuna varılmaktadır.

Bu durumda, dava dosyasındaki bilgi ve belgeler ile yukarıda aktarılan mevzuat hükümlerinin bir bütün olarak değerlendirilmesinden, ...[M.Ç.nin] askerlik hizmet ve görev süresi esnasında vefat ettiği, gerçekleşen ölüm olayının da askerlik görevinin neden ve etkisiyle gerçekleştiği anlaşıldığından [M.Ç.nin] vazife malulü sayılarak geride kalan hak sahiplerine aylık bağlanması gerekirken başvurunun reddine ilişkin dava konusu işlemde hukuka uyarlık görülmemiştir.""

15. Anılan karara karşı yapılan istinaf başvurusu üzerine Ankara Bölge İdare Mahkemesi 11. İdari Dava Dairesi (İstinaf Dairesi) İdare Mahkemesinin verdiği kararın kaldırılmasına ve davanın reddine karar vermiştir. Kararın yukarıda özetlenen ceza soruşturmasına dair bilgilere yer verildikten sonraki ilgili kısmı şöyledir:

""...[M]aluliyet ve vazife maluliyeti halleri, 5434 sayılı Kanunun 44 ve 45"inci maddelerinde düzenlenmiş olup, vazife maluliyeti hükümlerinin uygulanabilmesi için, maluliyet halinin ilgilinin vazifesinin sebep ve tesiri ile ortaya çıkmış olması gerekmektedir.

Aksi takdirde, askerlik görevinin sebep ve tesirinin silah altına alınan ve her askere aynı etkiyi yapması dışında kişinin bünyesinden kaynaklı olarak ortaya çıkabilecek hastalıkların vazifeden kaynaklanmış olduğunu kabul etmek gerekir ki, bunun da 5434 sayılı Kanunun bu konuda öngördüğü ilke ve esaslara uygun düşmeyeceği açıktır.

Dava dosyasında mevcut tüm bilgi ve belgelerin incelenmesinden, davacıların murisinin askerlik vazifesinin sebep ve tesiri ile rahatsızlandığı bu sebeple vefat ettiği hususunda somut bir tespit bulunmamaktadır.

Buna göre, bünyesinden kaynaklı bir sebeple öldüğü anlaşılan davacılar murisinin vazife malülü sayılmasına olanak bulunmadığından, davalı idarece tesis olunan işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır.""

16. Kesinleşen bu kararın başvurucular vekiline 23/7/2018 tarihinde tebliğ edilmesi üzerine başvurucular 14/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

17. 5434 sayılı Kanun’un mülga 44. maddesinde malullük şu şekilde tanımlanmıştır:

""Her ne sebep ve suretle olursa olsun vücutlarında hasıl olan arızalar veya düçar oldukları tedavisi imkansız hastalıklar yüzünden vazifelerini yapamayacak duruma giren iştirakçilere (malul) denir ve haklarında bu kanunun malullüğe ait hükümleri uygulanır.""

18. 5434 sayılı Kanun"un mülga 45. maddesinde vazife malullüğü ve vazife malulü şu şekilde tanımlanmıştır:

""44 üncü maddede yazılı malullük; a) İştirakçilerin vazifelerini yaptıkları sırada vazifelerinden doğmuş olursa; b) Vazifeleri dışında kurumların verdiği her hangi bir kuruma ait başka işleri yaparken, bu işlerden doğmuş olursa; c) Kurumların menfaatini korumak maksadiyle bir iş yaparken o işten doğmuş olursa (Maksadın ilgili kurumlarca kabul edilmesi şartıyla); ç) Fabrika, atelye ve benzeri işyerlerinde, işe başlamadan evvel iş sırasında veya işi bitirdikten sonra, o işyerinde husule gelen ve yine o işyerinin mahiyetinden veya çalışma konusundan ileri gelen kazadan doğmuş olursa; buna (Vazife malullüğü) ve bunlara uğrıyanlara da (Vazife malulü) denir.""

19. 5434 sayılı Kanun"un mülga 48. maddesi şöyledir:

""Vazife malullükleri:

a) Keyif verici içki ve her çeşit maddeler kullanmaktan;

b) Kanun, tüzük ve emir dışında hareket etmiş olmaktan;

c) Yasak fiilleri yapmaktan;

ç) İntihara teşebbüsten;

d) Her ne suretle olursa olsun kendisine veya başkalarına menfaat sağlamak veya zarar yapmak maksadından; doğmuş olursa bunlara uğrayanlar hakkında (adi malullük) hükümleri uygulanır.""

B. Uluslararası Hukuk

20. 2001 yılında zorunlu askerlik görevinin ifası sırasında silahla meydana gelen şüpheli ölüm olayına ilişkin olarak Beker/Türkiye (B. No: 2003/27866/03) davasında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ceza soruşturmasındaki bazı sorunlara işaret ederek şüpheli ölüm olayının maddi koşullarının ilgili makamlar tarafından açıklanamadığı gerekçesiyle yaşam hakkının ihlaline kararı vermiştir. Kararın "Olay ve Olgular" kısmı ile soruşturmadaki bazı eksikliklere dair tespitlere yer verildikten sonra yaşam hakkı yönünden yapılan değerlendirmelerin ilgili kısmı şöyledir:

""...[A]İHM, yukarıda kaydedilenleri göz önüne aldığında, ulusal düzeyde yürütülen soruşturmanın açıkça yetersiz olması ve birçok soruyu cevapsız bırakması nedeniyle Beker’in intihar ettiğini kabul etmenin mümkün olmadığı sonucuna varır. Diğer yönde karar vermek, aşağıda kaydedilen ve olası olmayan şu iki senaryodan birini kabul etmek anlamına gelecektir:

– Beker, sağ elini kullanarak kendisini, başının sol kısmından vurdu ve tetiği iki kez daha çekti; ya da

– İlk defasında isabet ettiremedi, ikinci kez ateşlediğinde kendisini, başının sol kısmından vurdu ve sonra tetiği bir kez daha çekti ancak silah ateşlenmedi.

Ayrıca, yetkili makamlar soruşturmaya son vererek başvuranları, yakın akrabaları olan Beker’in neden, nasıl ve kim tarafından öldürüldüğünü anlama ve bu hususta ikna olma fırsatından yoksun bırakmışlardır. Soruşturmanın titizlikle yürütülmediği, varılan sonucun mantığa aykırı olduğu, soruşturmanın yeniden açılması hususundaki isteksizlik ve Hükümet’in tatmin edici açıklamalarda bulunmadığı göz önüne alındığında, başvuranların soruşturmanın cinayet gibi kötü bir açıklamayı gizliyor olduğunu düşünmesi mazur görülebilir.

AİHM, yukarıda kaydedilenler ışığında, ulusal makamların [M.B.nin] ölümüne ilişkin gerçekleri ortaya çıkaran bir soruşturma yürütmediği kanaatine varır. Sonuç olarak, Hükümet’in Beker’in ölümüne ilişkin makul bir açıklama getiremediği ve Devlet’in, sorumluluğu üstlenmesi gerektiği kanısına varır. Bu nedenle, Beker’in ölümüne ilişkin olarak AİHS’nin 2. maddesi ihlal edilmiştir.""

21. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

 “Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir...”

22. AİHM içtihatlarına göre bir mahkemenin davaya yaklaşımının mahkemenin başvurucunun iddialarına yanıt vermekten ve temel şikâyetlerini incelemekten kaçınmasına neden olması hâlinde Sözleşme"nin 6. maddesi davanın hakkaniyete uygun bir biçimde incelenmesi hakkı bakımından ihlal edilmiş olur (Kuznetsov/Rusya, B. No: 184/02, 11/1/2007, §§ 84, 85). Sözleşme’deki hakların etkili bir biçimde korunması için davaya bakan mahkemelerin Sözleşme’nin 6. maddesine göre “tarafların dayanaklarını, iddialarını ve delillerini etkili bir biçimde inceleme görevi” vardır (Dulaurans/Fransa, B. No: 34553/97, 21/3/2000, § 33).

23. Bununla birlikte belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi esasen derece mahkemelerine aittir (Barbera Messegue ve Jabardo/İspanya, B. No: 10590/83, 6/12/1988, § 68). Derece mahkemeleri, kararların yapısı ve içeriği ile ilgili olarak geniş bir takdir yetkisine sahiptir. Özellikle taraflarca ileri sürülen kanıtların kabulü ve değerlendirilmesi öncelikle derece mahkemelerinin görevidir (Van Mechelen ve diğerleri/Hollanda, B. No: 21363/93, 21364/93, 21427/93, 22056/93, 23/4/1997, § 50). Bu nedenle açık bir keyfîlik olmadıkça belirli bir kanıt türünün kabul edilebilir olup olmadığına, değerlendirme şekline veya aslında başvurucunun suçlu olup olmadığına karar vermek AİHM"in görevi değildir (Garcia Ruiz/İspanya, B. No: 30544/96, 21/1/1996, § 28).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

24. Anayasa Mahkemesinin 3/2/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Yaşam Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları

25. Başvurucular, M.Ç.nin tehlikeli nitelikte bir kamu hizmeti olan askerlik görevini ifa ederken ölmesine rağmen ölüm nedeninin kesin olarak belirlenemediğini ve buna makul bir açıklama getirilemediğini, askerî birimlerin kontrolü altında meydana gelen ölümün vazifeden kaynaklanmadığını ispat görevinin devlete ait olduğunu belirterek Anayasa"da güvence altına alınan yaşam hakkının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.

2. Değerlendirme

26. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği, Anayasa Mahkemesine başvuruda bulunulabilmesi için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur. Başvurucunun bireysel başvuru konusu şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve delilleri zamanında bu makamlara sunması, bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir (İsmail Buğra İşlek, B. No: 2013/1177, 26/3/2013, § 17).

27. Somut olayda başvurucuların vazife malullüğü aylığı bağlanması talebiyle SGK"ya müracaat ettikleri ve taleplerinin kabul edilmemesi üzerine açtıkları davanın reddedilmesi nedeniyle bireysel başvuruda bulundukları görülmektedir. Dolayısıyla bireysel başvuruya konu edilen davanın meydana gelen ölüm olayında idarenin kusuru bulunduğu veya ölüm olayının yeterli soruşturulmadığı, bu nedenle yaşam hakkının ihlal edildiği iddia edilerek idare aleyhine açılmış hukuki ya da cezai nitelikte değil de olaydan dolayı SGK"nın vazife malullüğü aylığı bağlanmamasına ilişkin işleminin iptali talebiyle açılmış bir dava olduğu anlaşılmıştır. SGK aleyhine açılan bu davanın ölüm olayının sebebi ve varsa sorumluların tespiti için elverişli bir hukuki yol olmadığı zira anılan yargılamaya konu uyuşmazlığın aylık bağlanması için gerekli şartların bulunup bulunmadığının tespiti ile sınırlı olduğu görülmüştür. Bu sebeple yaşam hakkının ihlal edildiği iddiası yönünden hukuk sisteminde mevcut idari ve yargısal yollar tüketilmeden bireysel başvuru yapıldığı sonucuna varılmıştır (benzer bazı kararlar için bkz. Kadir Yılmazbaş, B. No: 2012/1199, 19/11/2014, § 31; Latif Hacıbekiroğlu, B. No: 2014/6011, 22/9/2016, § 21; Tanju Bozkurt, B. No: 2014/11917, 17/7/2018, § 38).

28. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

B. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları

29. Başvurucular, yukarıdaki iddialarla (bkz. § 25) aynı doğrultuda olmak üzere, vazife malulü aylığı bağlanması talebiyle açılan benzer bazı davaların kabul edildiğini, kendilerinin açmış olduğu davanın ise hakkaniyete aykırı şekilde reddedildiğini, Anayasa"da güvence altına adil yargılanma ve sosyal güvenlik haklarının da bu nedenlerle ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

2. Değerlendirme

30. Anayasa’nın iddiaların değerlendirilmesinde dayanak alınacak Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

 “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.

31. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).

32. Başvurucular tarafından ileri sürülen iddiaların tamamı adil yargılanma hakkı kapsamında hakkaniyete uygun yargılanma hakkı yönünden incelenmiş olup sosyal güvenlik hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.

33. Anayasa"nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı, maddi adaleti değil şeklî adaleti temin etmeye yönelik güvenceler içermektedir. Bu bakımdan adil yargılanma hakkı davanın taraflardan biri lehine sonuçlanmasını garanti etmemektedir. Adil yargılanma hakkı temel olarak yargılama sürecinin ve usulünün hakkaniyete uygun olarak yürütülmesini teminat altına almaktadır (M.B. [GK], B. No: 2018/37392, 23/7/2020, § 80).

34. Anayasa"nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile uyuşmazlık konusunda varılan sonucun adil olup olmaması bireysel başvuru konusu olamaz. Ancak bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden, bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik içeren tespit ve sonuçlar bu kapsamda değildir (konuya ilişkin birçok karar arasından bkz. Ahmet Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013).

35. Ancak temel hak ve özgürlüklere müdahalenin söz konusu olduğu durumlarda derece mahkemelerinin takdir ve değerlendirmelerinin Anayasa"daki güvencelere etkisini nihai olarak değerlendirecek merci Anayasa Mahkemesidir. Bu itibarla Anayasa"da öngörülen güvenceler dikkate alınarak bireysel başvuru kapsamındaki temel hak ve özgürlüklerin ihlal edilip edilmediğine ilişkin herhangi bir inceleme kanun yolunda gözetilmesi gereken hususun incelenmesi olarak nitelendirilemez (Şahin Alpay (2) [GK], B. No: 2018/3007, 15/3/2018, § 53).

36. Diğer taraftan Anayasa Mahkemesi çok istisnai durumlarda temel hak ve özgürlüklerden biri ile doğrudan ilgili olmayan bir şikâyeti kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin yasak kapsamına girmeden inceleyebilir. Açık bir keyfîlik nedeniyle yargılamanın hakkaniyetinin temelden sarsıldığı ve adil yargılanma hakkı kapsamındaki usule ilişkin güvencelerin anlamsız hâle geldiği çok istisnai durumlarda aslında yargılamanın sonucuna ilişkin olan bu durumun bizatihi kendisi usule ilişkin bir güvenceye dönüşmüş olur. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin derece mahkemelerinin değerlendirmelerinin usule ilişkin güvenceleri anlamsız hâle getirip getirmediğini ve açık bir keyfîlik nedeniyle yargılamanın hakkaniyetinin temelden sarsılıp sarsılmadığını incelemesi, yargılamanın sonucunu değerlendirdiği anlamına gelmez. Sonuç olarak Anayasa Mahkemesi derece mahkemelerinin delillerle ilgili değerlendirmelerine ancak açık bir keyfîlik ve adil yargılanma hakkı kapsamındaki usule ilişkin güvenceleri anlamsız hâle getiren bir uygulama varsa müdahale edebilecektir (Ferhat Kara [GK], B. No: 2018/15231, 4/6/2020, § 149; M.B., § 83).

37. 5434 sayılı Kanun"un mülga 44. maddesinde, her ne sebep ve suretle olursa olsun vücutlarında hasıl olan arızalar veya düçar oldukları tedavisi imkânsız hastalıklar yüzünden vazifelerini yapamayacak duruma giren iştirakçilere malul denileceği ve haklarında bu Kanun"un malullüğe ait hükümlerinin uygulanacağı kurala bağlanmıştır. Aynı Kanun"un mülga 45. maddesinde ise malullüğün vazifenin yapılması sırasında vazifeden doğmuş olması, vazife dışında kurumların verdiği herhangi bir kuruma ait başka işleri yaparken bu işlerden doğmuş olması, kurumların menfaatini korumak maksadıyla bir iş yaparken o işten doğmuş olması, fabrika, atölye ve benzeri işyerlerinde, işe başlamadan evvel iş sırasında veya işi bitirdikten sonra o işyerinde husule gelen ve yine o işyerinin mahiyetinden veya çalışma konusundan ileri gelen kazadan doğmuş olması hâlinde vazife malullüğü oluşacağı ve bu durumda olanlara da vazife malulü denileceği hüküm altına alınmıştır. Aynı Kanun"un 56. maddesi uyarınca askerlik hizmetin kapsamında görev yapan kişiler de bu kapsamda değerlendirilmektedir. Dolayısıyla başvurucuların murisinin vazife malulü sayılabilmesi ve bu kapsamda vazife malullüğü aylığına hak kazanabilmesi için maluliyetin askerlik görevi sırasında ve bu görevin sebep ve etkisiyle meydana gelmesi gerektiği açıktır.

38. Başvuru konusu olayda başvurucuların murisi M.Ç.nin zorunlu askerlik görevini yaparken ameliyat edildiği ve ameliyattan on gün sonra yine askerî bir hastanede öldüğü sabittir. Başvurucular açtıkları davada özetle söz konusu ölüm olayının vazifeden kaynaklandığını, bu nedenle kendilerine 5434 sayılı Kanun"dan kaynaklanan mali hakların verilmesi gerektiğini ileri sürmüştür.

39. İdare Mahkemesi, ölenin askerliğe elverişli olduğuna dair uzmanlarca verilen rapor sonrasında askerlik görevine başladığı, askerlik hizmeti ifa edilirken meydana gelen rahatsızlığın idarece bilindiği, ölümünün askerliğin sebep ve tesiri altında gerçekleştiğini kabul ederek M.Ç.nin vazife malulü sayılması gerektiği noktasında bir gerekçeye yer vermiştir (bkz. § 14).

40. İstinaf Dairesi ise yukarıda yer verilen gerekçede (bkz. § 15) gösterildiği üzere 5434 sayılı Kanun"un 44. ve 45. maddelerine yer verdikten sonra ölüm olayının ATK"dan alınan ayrıntılı iki rapor ile Askerî Savcılığın verdiği kovuşturmaya yer olmadığına dair kararlara atıf yaptıktan sonra bir değerlendirmede bulunmuştur. İstinaf Dairesi, başvurucuların SGK"ya müracaatları ile başlayan idari başvuru ve ardından da yargısal süreçte baştan beri ileri sürdükleri tüm iddiaları (bkz. §§ 13, 25, 29) ve davalı idarenin savunmalarını birlikte değerlendirerek bir neticeye varmıştır. İstinaf Dairesine göre bir kişinin vazife malulü kabul edilebilmesi için maluliyetin ilgilinin vazifesinin sebep ve tesiri ile ortaya çıkmış olması gerekmektedir. Aksi fikrin kabulü hâlinde ise İstinaf Dairesine göre, askerliğe alınan her bir fertte mevcut bulunabilecek kişilerin kendilerinden kaynaklı rahatsızlık ve/veya hastalıkların da sırf askerde olmaları nedeniyle vazifeden kaynaklandığının, böylece vazife malulü sayılmalarının kabul edilmesine yol açılacağının kabul edilmesi demektir. İstinaf Dairesi, bu şekildeki bir durumun ve yorumun ise 5434 sayılı Kanun"da yer alan ilkeler ve esaslarla bağdaşmayacağı değerlendirmesinde bulunmuştur.

41. İstinaf Dairesi, genel olarak ortaya koyduğu bu kabul ve tespitlerinden sonra somut olayı da bu esaslar çerçevesinde incelemeye almıştır. İstinaf Dairesine göre başvurucular tarafından sunulan bilgi ve belgelerden, davalı idarenin savunma dilekçelerinden ve eklerinden M.Ç.nin ölümünün askerlik vazifesinin sebep ve tesiri ile rahatsızlandığına ve bu sebeple vefat ettiği hususunda somut bir tespit bulunamamaktadır. Yukarıda (bkz. § 10) ilgili kısmı aktarılan ATK raporunda yer alan bulgular ve görüşleri esas alarak İstinaf Dairesi, M.Ç.nin ölümünün askerlik vazifesinden bağımsız olarak M.Ç.nin bünyesinden kaynaklı sebeplerle öldüğü değerlendirmesinde bulunmuştur.

42. İlke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bu kapsamda Anayasa Mahkemesinin görevi başvurucuya vazife malulü aylığı bağlanmasının gerekli olup olmadığını belirlemek değildir. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi, bireysel başvuruda -Anayasa"daki hakların etkili bir biçimde korunması için- davaya bakan mahkemelerin Anayasa"nın 36. maddesinde sağlanan usul güvencelerini yerine getirip getirmediklerini incelemektedir (Latif Hacıbekiroğlu, § 41).

43. Nitekim, askerlik hizmeti nedeniyle uğranılan zararın tazmini ve vazife malulü sayılma taleplerinin idare ve ilgili yargısal merciler tarafından reddedilmesi üzerine Anayasa Mahkemesine yapılan bazı başvurularda verilen kararların bu aşamada değerlendirilmesi gerekmektedir.

44. Anayasa Mahkemesi Aydın Davut (B. No: 2014/5641, 22/9/2016) başvurusunda askerlik hizmeti sırasında bulaşan hepatit B hastalığı nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen zararın tazmini istemiyle açılan davada yeterli araştırma yapılmayarak davanın reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine yönelik iddiaları incelemiştir. Anayasa Mahkemesinin incelemesine konu olayda, başvurucunun askerlik öncesinde sağlık muayenesi yapılmış, askerliğe elverişli olduğu kabul edilmiş ve başvurucu, askerlik hizmetine alınmıştır. Başvurucunun usta birliğinde aşçı olarak görevlendirilmesinin ardından hepatit hastalığının olup olmadığının tespit için yapılan tetkiklerde mezkûr hastalığın bulunmadığı/hastalığı taşımadığı tespit edilmiştir. Başvurucunun daha sonra başka bir rahatsızlık geçirmesi üzerine yapılan tıbbi muayene ve kontrollerde hepatit hastalığına yakalandığı anlaşılmıştır. Sevk edildiği askerî hastane tarafından da başvurucu hakkında aynı doğrultuda rapor verilmiştir. Başvurucu yapılan bu kontroller sonrasında hepatit hastalığı nedeni ve askerliğe elverişli olmadığı gerekçesiyle askerlikten terhis edilmiştir. Söz konusu olayda başvurucunun usta birliğine katıldığı tarihten hastalığının tespit edildiği tarihe kadar geçen beş aylık sürede izin kullanmadığı dikkat edilmesi gereken bir unsur olarak kabul edilmiştir. Başvurucu, her iki raporun sonucuna bakıldığında hastalığın askerlik hizmeti sırasında, idarenin zamanında gerekli hijyen ve sağlık tedbirlerini almaması sonucu bulaştığının sabit olduğunu, hâl böyle iken iddialarını ispatlayacak somut bilgi ve belge sunamadığından bahisle tazminat davasının reddedilerek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Anayasa Mahkemesi, yaptığı değerlendirmede başvurucunun hastalığının teknik ve özel bilgi gerektiren tıbbi bir inceleme çerçevesinde değerlendirilmesi ve başvurucunun içinde bulunduğu özel askerlik koşullarının anılan hastalığa yol açıp açmayacağının incelenmesi gerektiği, başvurucunun temel iddiasının genel bir kabule dayanılarak reddedildiği, böylece davanın özünün gereği gibi incelenmediği sonucuna varmıştır. Anayasa Mahkemesinin bu incelemesinde yargısal organlar tarafından yapılan genel kabullere dayalı kategorik yaklaşımın adil yargılanma hakkının ihlaline sebebiyet verebileceğinin, bununla birlikte somut olayda muhakkak başvurucunun vazife malulü sayılması gerektiğine dair bir yaklaşımda bulunmadığının bu aşamada vurgulanması gerekmektedir.

45. Anayasa Mahkemesi, vazife malullüğü aylığı bağlanması istemiyle aynı başvurucu tarafından yapılan başvurunun reddi üzerine açılan davanın hakkaniyete uygun şekilde incelenmediği iddiasını bu kararından sonra ayrıca incelemiştir. Aydın Davut (2) (B. No: 2014/4681, 6/7/2017) başvurusunda başvurucunun içinde bulunduğu özel askerlik koşullarının anılan hastalığa yol açıp açmayacağının ve buna göre vazife malulü sayılma koşullarının bulunup bulunmadığının incelenmesi gerektiği ancak somut olayda başvurucunun temel iddiasının genel bir kabule dayalı olarak reddedildiği ve böylece davanın özünün gereği gibi incelenmediği gerekçesiyle hakkaniyet uygun yargılanma hakkı yönünden ihlal kararı vermiştir.

46. Başvurucunun oğlunun terör olaylarının yaşandığı sınır birliğinde asteğmen olarak zorunlu askerlik görevini yapmaktayken nöbetçi subaylık görevini devrettikten sonra kaldığı tabur misafirhanesinin banyosunda şofbenden sızan gazdan zehirlenerek ölmesi nedeniyle vazife malulü aylığı bağlanması talebinin reddine ilişkin olarak açılan davanın gerekçesiz reddedildiği iddialarını Anayasa Mahkemesi Latif Hacıbekiroğlu kararında (kararın tam künyesi için bkz. § 27) incelemiştir. Bu karara konu olayda vefatın vazifeden kaynaklanıp kaynaklanmadığının tespiti uyuşmazlığın çözümünde temel mesele olduğu hâlde Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin vefatın neden vazifeden kaynaklanmadığı hususunda bir gerekçeye yer vermediği tespitinde bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi müteveffanın askerlik yaptığı sınır birliğinde personelin mesai saatleri dışında da birlik bünyesindeki misafirhanede kalmasının zorunlu olduğu, bu durumun jandarmanın sınır bölgesindeki güvenlik ve asayiş görevinin devamlılığını sağlamaya yönelik olduğu, personelin misafirhanede istirahat sırasındayken de vazife ile irtibatının devam ettiği ve bu durumların ölüm olayının vazifenin sebep ve tesiri ile meydana geldiğini gösterdiği yönündeki uyuşmazlığın çözümünde önemli olduğu anlaşılan iddiaların incelenmediğini ve kararda karşılanmadığını tespit ederek başvurucunun gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.

47. Benzer şekilde vazife malullüğü aylığı bağlanması istemiyle yapılan başvurunun reddi üzerine açılan davanın emsal kararlara ve hakkaniyete aykırı olarak istinaf dairesi tarafından reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasını Anayasa Mahkemesi Fatma Çilali (B. No: 2018/26394, 30/6/2021) başvurusunda da incelemiştir. Anayasa Mahkemesinin incelemesine konu olayda, başvurucunun oğlu askerlik görevini ifa ederken nöbet sırasında zimmetli silahı ile intihar etmiştir. Ölüme ilişkin olarak başlatılan ceza soruşturmasında ilgili askerî savcılık ölümün meydana gelmesinde herhangi bir kimsenin kusur ve ihmalinin bulunmadığı gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Başvurucu, bu intihar olayından yaklaşık 19 yıl sonra oğlunun vazife malulü sayılması ve kendisine aylık maaş bağlanması taleplerinin reddi üzerine özetle askerlik görevinin mahiyeti itibarı ile zor bir görev olduğu, bu görevi icra edenler üzerinde olumsuz psikolojik sorunlar ve rahatsızlıklar meydana gelebileceği, oğlunun askerlik süresinin bitimine az bir müddet kala intihar etmesinin nedeninin askerlik hizmeti veya bu hizmet nedeniyle maruz kaldığı psikolojik rahatsızlıklar olabileceği iddialarıyla Danıştay Onbirinci Dairesinin bir ilamını da örnek göstererek dava açmıştır. İlk derece mahkemesinin davanın kabulüne yönelik kararına karşı yapılan kanun yolu başvurusu üzerine Ankara Bölge İdare Mahkemesi, müteveffanın kendi silahı ile kafasına ateş etmek suretiyle öldüğü ve ölümünde herhangi bir kimsenin kusur ve ihmalinin bulunmadığına dair ilgili askerî savcılık kabulüne atfen -ölüm olayının askerlik görevi sırasında meydana gelmiş olmakla birlikte- intihar olduğu ve olayın meydana gelmesinde askerlik vazifesinin sebep ve etkilerinin bulunmadığı gerekçesiyle ilgili idare mahkemesinin kararının kaldırılmasına ve davanın reddine karar vermiştir. Başvurucuların benzer iddiaları karşısında Anayasa Mahkemesi, başvurucunun gerek dava dilekçesinde gerekse de bireysel başvuru formunda oğlunun ölümünde askerlik görevinin ifasının getirdiği zorlukların doğrudan etkisinin olduğuna ve ölümünde askerî yetkililerin kasıt veya ihmalleri bulunduğuna dair somut bir iddiasının bulunmadığı, ihtimallere dayalı iddialarını dile getirdiği değerlendirmesinde bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi, netice olarak ileri sürülen şikâyetlerin kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu değerlendirmesinde bulunarak kabul edilemezlik kararı vermiştir.

48. Somut olayda başvurucular, vefat olayından yaklaşık 18 yıl sonra yaptıkları başvuruda murislerinin askerlik hizmetine sağlıklı olarak başladığını, dolayısıyla vefatının askerliğin sebep ve tesiri ile oluştuğunu iddia ederek vazife malullüğü hükümlerinden yararlanmak istemişlerdir. İsteminin idarece reddi üzerine açılan davada, İdare Mahkemesine göre rahatsızlık askerlik hizmeti sırasında oluşmuş ve idarece bu durum bilinmesine rağmen koruyucu veya önleyici bir tedbir alınmamıştır. Dolayısıyla müteveffanın ölümü askerliğin sebep tesiri ile gerçekleşmiş olduğundan müteveffa vazife malulü kabul edilmelidir. Buna karşın İstinaf Dairesi eldeki bilgi ve belgelere göre başvurucunun rahatsızlığının askerliğin sebep ve tesiri ile meydana geldiğini ortaya koyacak tespit bulunmadığı sonucuna vararak davayı reddetmiştir.

49. Öncelikle belirtmek gerekir ki İstinaf Dairesinin kararında ceza soruşturmasına ve bu soruşturma sırasında alınan ATK raporlarına dayandığı anlaşılmaktadır. Söz konusu raporlarda ise hem müteveffanın otopside tanımlanan bulgulara göre haricî travmatik bir tesirle öldüğünün tıbbi delillerinin bulunmadığı, toksikolojik incelemede tespit edilen oranlara göre zehirlenerek öldüğünün de tıbbi bulgularının bulunmadığı belirtilmiş hem de müteveffanın hemoroit ameliyatı incelenerek ölümde hemoroit ameliyatının etkisinin delillerinin bulunmadığı açıklanmıştır. İstinaf Dairesinin rahatsızlığın vazifeden kaynaklamadığını kategorik olarak benimsemeyip ATK"nın uzman görüşüne itibar ederek sonuca vardığı görülmüştür.

50. Bunların yanında başvurucular, benzer maddi olay ve iddiaların yer aldığı davalara ilişkin bazı mahkeme kararlarını ibraz ederek meselenin özüne temas eden içtihatların olduğunu ileri sürmüştür.

51. Anayasa Mahkemesi Selahattin Bayri (B. No: 2018/32374, 15/9/2021, § 42) başvurusunda, mahkemelerin münferit bazı olaylarda farklı kararlar vermesi kuralın öngörülebilir olma niteliğini yitirdiğinin söylenebilmesi için yeterli olmadığını, bunun olabilmesi için içtihat farklılığının derinleşmiş ve müzmin hâle gelmesi gerektiğini kabul etmiştir. Bunun yanında Anayasa Mahkemesine göre spesifik bazı olaylarda verilmiş farklı kararların bulunduğundan hareketle içtihat farklılığının derinleştiği ve süregelen bir boyut kazandığından bahsedilemez. Son olarak Anayasa Mahkemesi bu kararında kendisinin bir konuyla ilgili olarak verilmiş tüm mahkeme kararlarını yeknesak hâle getirmek gibi bir işlevinin ya da mahkeme kararlarındaki hukuka aykırılıkları giderme ödevinin bulunmadığını da özel olarak vurgulamıştır.

52. Bir kanunun yorumuna ilişkin olarak mahkemelerin değişen koşullara, toplumsal ihtiyaçlara, başvurucuların hukuksal durumlarındaki farklılıklara ve günün gereklerine uygun hareket edebilme yönünden mevcut olan yorumlarını terk ederek yeni bir yaklaşım benimsemesi her zaman mümkündür. Bunun yanında adil yargılanma hakkı, hukuk kuralının davanın başvurucu lehine sonuçlanmasını temin eden yorumunun esas alınmasını güvence altına almamaktadır. Uyuşmazlığa uygulanacak hukuk kurallarının yorumlanması derece mahkemelerinin takdirindedir (Fatma Çilali, § 43).

53. Anayasa Mahkemesinin benzer şikâyetlerin ileri sürüldüğü bireysel başvurularda vermiş olduğu kararlardaki bu tespitlerin ardında bu kapsamda, başvurucu tarafından dayanak olarak gösterilen AİHM kararına (bkz. § 20) konu olayın maddi koşullarının somut olaydaki inceleme konusundan farklı olduğunun bu aşamada söylenmesi gerekmektedir. AİHM kararına yakından bakıldığında kararda özel olarak da vurgulandığı üzere askerlik görevini ifa eden ölenin şüpheli ölümü ile ilgili olarak araştırılması ve cevaplandırılması gereken çok sayıda husus bulunmaktadır. AİHM incelemesine konu olan olayda, askerî kışlada ölü olarak bulunan bir erin normal olarak sürekli sağ elini kullanmasına rağmen başının sol kısmından ateş etmek suretiyle ölmesine ilişkin olarak yürütülen soruşturmada soruşturmayı yürüten personel ile tanıkların askerî yetkililer olması, ayrıca askerî savcılığın ölenin başının sağ kısmından vurulduğu şeklindeki ciddi hususu sadece bir maddi hata olarak kabul etmesi, ayrıca bu husustaki itirazın merciince araştırılmaması ve cevaplandırılmaması, olayda kullanılan silahta parmak izi araştırması yapılmaması, ölenle aynı odada bulunan dört uzman çavuşun olayı görmediklerine dair ifadelerinin ikna edici olmaması ve ölenin yakınlarının soruşturmaya katılımlarının yetersiz olması gibi bazı hususlara işaret ederek ölümü çevreleyen maddi koşulların aydınlatılamadığı ve böylece ölüme ilişkin olarak makul açıklama getirilemediği gerekçesiyle devletin yaşam hakkı bağlamındaki yükümlülüklerini yerine getiremediğine hükmedilmiştir.

54. Bireysel başvuruya konu edilen bu somut olayda ise başvurucu tarafından dayanak olarak gösterilen AİHM kararındaki olgulardan çok farklı bir durumun var olduğundan şüphe bulunmamaktadır. Somut olayda başvurucunun yakınlarının ölümüyle ilgili olarak intihar etme veya cinayet gibi şüpheli bir ölüm olayının sebep ve koşullarının belirlenmesindeki zorlukların varlığına benzer bir durumdan bahsedilemeyecektir. İkinci olarak başvurucular tarafından tüketilen bu yolun yaşam hakkına ilişkin ihlal iddialarının incelenmesi bağlamında etkili bir yol olmadığı kabul edilmiştir (bkz. §§ 26-28). Son olarak kategorik olarak askerlikte gerçekleşen ve açıklanamayan tüm ölümlerin vazife malullüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiği gibi genel bir kabul ve yaklaşımın devlete başta yaşam hakkı güvenceleri olmak üzere tüm haklar açısından görev ve yetkileri ile bağdaşmayacak derecede ve oranda aşırı bir mükellefiyet yüklemek anlamına gelebilecektir. Bunun yanında yaşam hakkının ihlaline sebebiyet verildiğine dair bir tespitin vazife malullüğüne otomatik olarak hak kazandırmadığının da vurgulanması gerekir.

55. Bu kabulden hareketle yukarıda yapılan tüm bu açıklamalar ve değerlendirmeler sonrasında başvurucu tarafından ileri sürülen iddialar, delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının yorumlanmasına ilişkin olup İstinaf Dairesinin kararında bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik oluşturan bir durumun bulunmadığı, varılan sonucun öngörülemez olmadığı böylece yargılamanın hakkaniyetini zedelemediği sonucuna ulaşılmıştır.

56. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Yaşam hakkının ihlal edildiğine iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Adil yargılanma hakkının güvencelerinden olan hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA 3/2/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

Hemen Ara