Esas No: 1962/198
Karar No: 1962/111
Karar Tarihi: 10/12/1962
AYM 1962/198 Esas 1962/111 Karar Sayılı Norm Denetimi İlamı
Esas No.:1962/198
Karar No:1962/111
Karar tarihi:10/12/1962
Resmi Gazete
tarih/sayı:24.1.1963/11316
İstemde bulunan:
İstemin konusu: Gemisinde kömür yüklü olarak ve kabotaj
listesi mevcut olduğu halde Çanakkale Boğazından geçtiği sırada 4/10347 sayılı
karar hükümleri hilafına çıkış kontrolü yaptırmadan 1 inci emniyet bölgesinden 2 nci emniyet bölgesine geçtiği
ileri sürülen sanığın 1918 sayılı kanuna 6829 sayılı kanunla eklenen ek 2 nci maddesinin 1 sayılı fıkrası uyarınca cezalandırılması
isteği ile kamu dâvası açılmıştır.
Bu dâvanın Çanakkale Asliye Ceza Mahkemesince yapılan yargılaması
sırasında: Sanık ve düşüncesi, sorulan C. Savcısı sözü geçen kanunun ek bir ve
ek ikinci maddelerinin Anayasaya aykırı olduğunu iddia etmiştir.
Mahekemece de: Anayasa"nın 5 ve 33
üncü maddeleri "bir fiilin suç vasfını tâyin
ve tesbit etmek yetkisini teşrii kuvvete bırakmıştır.
Halbuki sanığa isnat olunan fiil; ek 2 nci
maddenin Hükümete tanıdığı yetkiye dayanılarak Hükümetçe çıkarılan 4/10347
sayılı kararla tesbit edilmiştir. Bu sebeple 6829
sayılı kanun ve buna dayanılarak Hükümetçe çıkarılan 4/10347 sayılı kararın
Anayasaya aykırı olduğu kanısına varıldığı" gerekçesiyle Anayasanın 151
inci maddesi uyarınca davanın görülmesinin geri bırakılmasına karar verilerek
bu karar ve ilgili yazı örnekleri bu yer C. Savcılığı eliyle 18/9/1962 gününde
mahkememize gönderilmiştir.
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğünün 15 inci maddesi gereğince yapılan ilk
incelemede, başvurma Anayasanın 151 ve Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve
Yargılama Usulleri hakkındaki 22/4/1962 gün ve 44 sayılı kanunun 27 nci maddelerdine uygun
görüldüğünden esasın incelenmesine dair verilen 26/9/1962 günlü karar uyarınca
düzenlenen rapor, Çanakkale Mahkemesi kararı ve ilğili
yazı örnekleri, 1918 ve bunu değiştiren 6829 sayılı kanunlar ve bu kanunların
gerekçeleri ve encümen mazbataları ve ilgili müzakere tutanakları okunduktan
sonda gereği görüşülüp düşünüldü:
Mahkeme kararında, genel bir deyimle, 6829 sayılı kanunla buna dayanılarak
çıkarılan Hükümet kararının Anayasa"ya aykırı olduğu kanısına varıldığı
bildirildiğinden, bu yönün görüşülmesinde: dâvaya bakmakta olan Mahkemenin,
ancak ( O dva sebebiyle
uygulanacak kanun hükümlerinin) Anayasa"ya aykırı olduğu kanısına varırsa
itiraz yoluyla Anayasa Mahkemesine başvuracağı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve
Yargılama Usulleri hakkındaki 44 sayılı kanunun 27 nci
maddesinde açıklanmıştır. Olayda uygulanacak kanun hükmü ise iddianemede belirtildiği gibi 1918 sayılı kanuna 6829
sayılı kanunla eklenen ek 2 nci
maddenin 1 sayılı fıkrasıdır. Yalnız bu fıkra emniyet bölgelerinde uygulanacağı
cihetle ek 1 inci maddenin birinci maddenin birinci fıkrası ile birlikte
mütalaası gerektiği sonucuna varıldığından incelemenin sözü geçen kanunun ek 1
inci maddesinin 1 inci fıkrası ile ek 2 nci
maddesinin 1 sayılı fıkrasına hasrı ve bu iki maddenin diğer fıkralarının
inceleme konusu dışında bırakılması üyelerden İsmail Hakkı Ülkmen,
Rıfat Göksu ve Ekrem Korkut"un, ek maddelerinin tümünün incelenmesi
gerekeceğini belirten görüşlerine karşıt çoğunlukla kararlaştırılarak bu esas
çevresinde yapılan incelemede:
İtiraz konusu ek l inci maddenin l inci fıkrası ile (Kaçakçılığın men ve
takibi için lüzum görülen yerlerde İcra Vekilleri Heyeti Kararı ile emniyet
bölgeleri ihdas olunacağı) gösterilmiş ve ikinci maddenin l sayılı fıkrası İle
de; (İcra Vekilleri Heyetince tesbit ve ilân olunacak
madde ve eşyaları Dahiliye, Gümrük ve İnhisarlar Vekâletlerince tâyin edilecek mercilerden müsaade almaksızın emniyet
bölgelerine sokanlar veya sokmağa teşebbüs edenler hakkında hürriyeti bağlayıcı
ceza ile suç mevzuu olan şeylerin müsaderesi) hükmü konulmuştur.
334 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 5 inci maddesinde (Yasama
yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez) 33 üncü maddesinde ise (Kimse, işlendiği zaman yürürlükte
bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz. Cezalar ve
ceza tedbirleri ancak kanunla konulur. Kimseye suçu işlediği zaman kanunda o
suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez) hükümleri
mevcuttur.
Kanunların Anayasa"ya aykırı olamıyacağına dair
olan Anayasa"nın 8 inci maddesi karşısında metinleri yukarıya geçirilen ek l
inci maddenin birinci fıkrası ile ek 2 nci
maddenin l sayılı fıkrası hükümlerinin Anayasa"nın sözü geçen maddelerine
aykırı olup olmadığının çözümü gerekmektedir.
Bir kısım malların karşılıksız olarak yurt dışına çıkarılması suretiyle
millî servetin zıyaı ve diğer taraftan gümrük gelirlerinin azalması ve
ithalinde fayda görülmiyen eşyanın yurda sokulması
gibi memleketin ekonomik bünyesi üzerine önemli derecede zararlı etkileri
görülen kaçakçılığı önlemekte yürürlükteki hükümlerin aksiliği gözönünde tutularak daha etkin ve yerine göre önleyici tedbirler
konulması düşünülmüş ve bunun sağlanması için 6829 sayılı kanundaki ek l inci
maddenin l inci fıkrası ile lüzum görülen yerlerde emniyet bölgeleri ihdası
hakkında Bakanlar Kuruluna yetki verilmiş ve ek 2 nci
maddenin l sayılı fıkrası ile de Bakanlar Kurulunca tesbit
ve ilân olunacak madde ve eşyanın bu emniyet bölgelerine sokulmasını içişleri,
Gümrük ve Tekel Bakanlıklarınca tâyin edilecek
mercilerin müsaadesine bırakmıştır.
l- Burada yasama organının doğrudan doğruya kullanması gereken yetkilerini,
yürütme organına devretmiş olup olmadığının ve başka bir deyimle ortada
Anayasa"nın 5 inci maddesine aykırı bir hal bulunup bulunmadığının
tartışılması, lüzumludur.
Şurasını önceden belirtmek yerinde olurki; Yeni
Anayasa"mız yasama yetkisini, yürütme görevini, yargı yetkisini ayrı ayrı
organlara vermekle Anayasa Komisyonu raporundaki tabirle yumuşak kuvvetler
ayrılığı esasını kabul etmiştir. Buna göre şüphesiz yasama organı kanun yapma
kudretini başka ellere bırakamaz. Bu prensip, Anayasa"nın 5 inci maddesinde
açıklanmıştır. Yasama organı kanun yaparken bütün ihtimalleri gözönünde bulundurarak teferruata ait hükümleri de tesbit etmek yetkisini haiz ise de; zamanın gereklerine
göre sık sık değişik tedbirler alınmasına veya alınan tedbirlerin
kaldırılmasına ve yerine göre tekrar konmasına lüzum görülen hallerde yasama
organının yapısı bakımından ağır işlemesi ve günlük olayları izleyerek
zamanında gerekli tedbirleri almasının güçlüğü karşısında kanun koyucunun
esaslı hükümleri tesbit ettikten sonra ihtisas ve idare
tekniğine taallûk eden hususların düzenlenmesi için Hükümete yetki vermesi
yasama yetkisini kullanmaktan başka bir şey değildir. Şu hale göre bu durumu
yasama yetkisinin yürütme organına bırakıldığı anlamına almak doğru olamaz.
İtiraz konusu ek l inci maddenin l inci fıkrası ile ek 2 nci maddenin l sayılı fıkrasında kanun koyucu, emniyet
bölgeleri ihdasını ve bu hususta Hükümete yetki verirken bunun ancak
kaçakçılığı men ve takip maksadı ile lüzum görülen yerlerde uygulanacağını ve
bu bölgeye girecek bir kısım madde ve eşyanın, kaçakçılığı önlemek için,
kontrole tâbi tutulacağını ve bu kontrolün idare makamlarınca yapılacağını
kabul etmekle maksat ve hedefini açıklamış ve esas hükümleri belirtmiş ve
emniyet bölgeleri, bunların yer ve sınırları ve bu bölgeye girecek müsaadeye
tabi malların cinsini tâyin meselesi zamana ve teknik
ve ekonomik gereklere göre olacağından bu yönlerin belirtilmesini de Hükümete
bırakmıştır. O kadar ki bir bakımdan kanun koyucunun bunları önceden tesbît etmesi bazı sakıncalar doğurabilir. Nitekim,
kaçakçılık yapılan bölgeler zamana ve günün ekonomik gereklerine göre sık sık
değişebilir. Emniyet bölgesi olarak ayrılan alanda kaçakçılık hissedilmiyecek derecede azalıp başka yerlere kayabilir,
yine kaçırılan madde ve eşyanın nevileri de aynı sebeple sık sık değişebilir
veya önemsiz derecede azalabilir. Bu takdirde kamu yararı adına alınmış olan bu
tedbirlerin hemen değiştirilmesi veya kaldırılması gerektiğinde kanunun
değiştirilmesi veya yürürlükten kaldırılması zorunluğu doğar. Yukarıda işaret
edildiği gibi yasama faaliyetinin ağır işlemesi sebebiyle bunun zamanında
sağlanması mümkün olmaz. İşte bu düşüncelerledir ki; kanun koyucu esaslı
hükümleri düzenliyerek alınacak tedbirlerin
ihtiyaçlara uygunluğunu sağlamak için bazı hükümler konmasında, yürütme
organına yetki vermek suretiyle yasama yetkisini bu yolda kullanmayı uygun
bulmuştur. Yürütme organının bütün eylem ve işlemleri, yargı mercilerinin
denetimi altında olduğundan, bu işlemleri yaparken kanunun gözettiği sınır ve
maksat dışına çıkmasının önlenmesi de mümkündür. Bu suretle yürütme organının
görevlendirilmesi yasama yetkisinin devredildiği mânasını
taşımadığından ortada Anayasa"nın 5 inci maddesine aykırılık da söz konusu
olamaz.
2- Anayasa"nın 33 üncü maddesinde yer alan ve Türk
Ceza Kanununun l inci maddesinde ifadesini bulan, (Kanunsuz suç ve ceza olmaz)
prensibinin esası; kanun tarafından, suçun, yani ne gibi eylemleri
yasaklandığının hiç bir şüpheye yer vermiyecek
şekilde belirtilmesinden ve buna göre cezasının kanunla tâyin
edilmesinden ibarettir. Kişinin yasak eylemleri ve bunların cezalarını önceden
bilmesi gerekir ve bu hal, kişinin temel hak ve hürriyetinin teminatıdır ve bu
teminata, Anayasa"nın, kişinin hakları ve ödevlerine ait bulunan ikinci
bölümünde (Madde : 33) yer verilmiştir.
Bu esaslara göre ek 2 nci
maddenin l sayılı fıkrasındaki hükümler incelendiğinde; buradaki suç sayılan
yasak, (Emniyet bölgelerine İcra Vekilleri Heyetince tesbît
ve ilân olunacak madde ve eşyanın Dahiliye ve Gümrük ve inhisarlar Vekâletlerince
tâyin edilecek mercilerden müsaade alınmaksızın
sokulması) dır. Müsaadesiz sokulduğu takdirde
cezasının ne olacağı kanunda açıkça gösterilmiştir. Maddenin ceza yönünden
uygulanması için Bakanlar Kurulunca belirtilecek emniyet bölgeleri ile tesbit olunacak madde ve eşyanın önceden kişilere
duyurulmak üzere yayınlanması şarttır. Nitekim 4/10347 sayılı kararla birinci
ve ikinci emniyet bölgeleri ve bu bölgelere girecek madde ve eşyanın neler
olduğu 29/5/1958 gün ve (9918) sayılı Resmi Gazete"de yayınlanmıştır. Yine bu kararda işaret edildiği
üzere İçişleri ve Gümrük ve Tekel Bakanlıklarınca tâyin
edilen müsaade vermeye yetkili merciler de 31/7/1958 gün ve 9969 sayılı Resmi Gazete"de yayınlanan (1)
sayılı tebliğde gösterilmiştir.
Görülüyor ki kanunda suçun ne olduğu ve cezası açıkça belirtilmiştir. Kişi;
yasağın ve uyulmadığı takdirde cezasının ne olduğunu da kanun hükmü ile
bilmektedir. Mahkeme kararı gerekçesinde ileri sürüldüğü gibi mücerret kararla
suç ihdas edilmiş değildir. Bu sebeplerle ortada Anayasa"nın 33
üncü maddesine aykırı bir durum bulunmamaktadır.
Böylece her iki yönden de itirazın reddi gereklidir.
Sonuç : 1918 sayılı kanuna
6829 sayılı kanunla eklenen ek 1 inci maddenin birinci fıkrası ile ek 2 nci maddenin 1 sayılı fıkrası Anayasa"ya aykırı
olmadığından itirazın reddine ve bu kararın Resmî Gazete ile yayınlanmasına
10/12/1962 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
|
|
|
|
Başkanvekili Tevfik Gerçeker |
Üye Rifat Göksu (muhalif) |
Üye İsmail Hakkı Ülkmen (muhalif) |
Üye Lütfi Akadlı |
|
|
|
|
Üye İbrahim Senil |
Üye İhsan Keçecioğlu |
Üye Salim Başol |
Üye Celâlettin Kuralmen |
|
|
|
|
Üye Yekta Aytan |
Üye Hakkı Ketenoğlu |
Üye Ekrem Korkut (muhalif) |
Üye Ahmet Akar |
|
|
|
|||
Üye Muhittin Gürün |
Üye Lütfi Ömerbaş |
Üye Ekrem Tüzemen |
|||
MUHALEFET ŞERHİ
Çanakkale Asliye Ceza Mahkemesini, aykırılık kanısına götüren sebeplere
göre ihtilâfın, Türkiye Cumhuriyeti Anasaya"sının 5
ve 33 üncü maddeleri yönünden incelenmesi
gerekmektedir. Anayasa"nın 5 inci maddesi yasama yetkisinin Türkiye Büyük
Millet Meclisine ait olduğunu ve bu yetkinin devredilemiyeceğini
tasrih etmiştir. Şu halde herşeyden
önce yasama yetkisinin hangi hal ve şartlar içinde devredilmiş sayılacağını tesbit emek lâzım gelir.
Türk ve yabancı hukuk doktrininde uzun yıllar tartışılmış ve bazı
prensipler üzerinde görüş birliğine varılmış olan bu konuda tafsilâta
girmeksizin bu prensipleri şu şekilde ifade etmek mümkündür: "Anayasa ile
kanun sahası olarak kabul edilmiş olan bir hususun düzenlenmesinin yürütme
organına bırakılması halinde, takip edilecek siyasetin genel esasları etraflıca
tâyin ve tesbit edilmemiş
olursa, yürütme organına verilen düzenleme yetkisi genellik ve sınırsızlık
gösterirse, diğer bir deyişle tereddüt ve şüpheyi davet etmiyecek
şekilde açık kaidelerden yoksun bulunursa" yetki devri vardır ve bunun
kabulü için şartlardan her hangi birinin mevcut olması kâfidir.
6829 sayılı kanunla 1918 sayılı kanuna eklenen ek l ve 2 nci maddeler ile kaçakçılığın men"i
ve takibi için yürütme organına lüzum görülen yerlerde emniyet bölgeleri ihdas
ve buralarda bazı olağanüstü ve temel hak ve hürriyetleri kısıcı tedbirler
uygulamak yetkisi verildiğine göre bunun yasama yetkisinin devri mahiyetinde
olup olmadığının tesbiti için yapılacak incelemede bu
bölgeler ile ilgili hüküm ve neticelerin birlikte ve kül halinde tetkiki
zarureti kendiliğinden sabit olur. Emniyet bölgeleri ihdası yetkisinin
sınırsızlık ve genellik arzedip etmediği veya Anayasa
ile kanun mevzuu sayılmış bir hakkın kullanılması mahiyetini alıp almadığı
ancak bu yolda yapılacak bir tetkik neticesinde halledilebilir. Emniyet bölgesi
ihdasiyle sadece muayyen bir çevrenin belirtilmesi
neticesi tahakkuk etmiş olsa idi elbette varılacak sonuç başka olabilirdi.
Halbuki bu bölgelerin ihdası gerek kanunda gerek kararname ve tebliğlerde
ifadesini bulan bir takım temel hak ve hürriyetleri kısıcı sonuçlar
doğurmaktadır. Bunların bilinmesi ve değerlendirilmesi iledir ki salim ve
isabetli bir neticeye varılması mümkün olacaktır. Bu görüş sebebiyle
incelemenin ek birinci maddenin birinci fıkrası ile ek 2 nci maddenin l işaretli fıkrasına hasredilmesi
şeklinde tecelli eden çoğunluk reyine iştirak edilememiştir.
6829 sayılı kanunla 1918 sayılı kanuna eklenen ek l ve 2 nci maddeler tetkik mevzuumuz olan hususta Bakanlar
Kuruluna biri "emniyet bölgesi ihdas etmek" diğeri "bu bölgelere
sokulması Önceden içişleri Gümrük ve Tekel Bakanlıklarının müştereken
belirteceği mercilerden alınacak müsaadeye tâbi tutulacak madde ve eşyayı tesbit eylemek" gibi iki yetki tanımıştır.
Kanun hiçbir sınır ve esas koymaksızın "kaçakçılığın men ve
takibi" maksadının emniyet bölgesi ihdası için yeter görmüş, madde ve
eşyalar hakkında ise bir gûna kayıt ve nitelik
zikretmemiştir. Buna göre Hükümet kaçakçılığın men ve takibi zaruretini ileri
sürerek yurdun dilediği yerinde dilediği genişlikte emniyet bölgeleri ihdas
edebilecek ve istediği madde ve eşyayı kontrol mevzuu yapabilecektir. Nitekim
tetkik konusu olan hâdisede 20/5/1958 tarihli ve 4/10347 sayılı kararname ile Mürefte - Karaburun hattı ile Çanakkale - Kilidülbahir hattı arasındaki sular üzerinde Birinci
emniyet Bölgesi ve Çanakkale - Kilidülbahir battı ile
Kumkale - Seddülbahir hattı arasındaki sular üzerinde de ikinci Emniyet Bölgesi
ihdas edildiği halde bir aydan daha kısa bir zaman sonra 7/6/1958 tarihli ve
4/10410 sayılı kararname ile emniyet bölgeleri Enez"den başlıyarak
iskenderun"un güneyinde Suriye hududuna kadar uzayan
Türkiye Cumhuriyeti kıyı ve kara sularına, imroz ve Bozcaada"ya da teşmil
edilmiştir.
Güneyde Hatay, Gaziantep, Urfa, Mardin ve Hakkâri illerinde 25/11/ 1956
tarihli ve 4/8335 sayılı kararname ile sınırdan içeriye doğru 25 kilometrelik
bir saha içinde ihdas olunan emniyet bölgesinin yarın aynı şekilde genişletilmiyeceği belli değildir.
Kanun, emniyet bölgelerinde engelleme tedbirleri alınabileceğini,
gerektiğinde İstimlâk Kanunu hükümlerine göre arazinin istimlâk edilebileceğini
ve nihayet emniyet bölgelerinde ikamet eden şahısların iskân Kanunu hükümleri
dairesinde başka yerlere nakil ve iskân edilebileceğini de hükme bağlamıştır.
Kanunda takip edilecek siyasetin esas ve prensipleri belirtilmeden yürütme
organına bu kadar mutlak ve geniş bir takdir yetkisi tanınmasını yürütme
organını kanunun uygulanmasına taallûk eden teferruatın tesbitiyle
görevlendirme mahiyetinde değil, yasama sahasına giren bir yetkinin
devredilmesinden başka suretle ifade ve izah etmek mümkün değildir. Zira
emniyet bölgelerinin nerelerde ve ne kadar bir saha içinde ihdas olunabileceği,
engelleme tedbirlerinin neler olabileceği, emniyet bölgelerinde ikamet eden şahısların
hangi hallerde başka yerlere nakil ve iskân olunabileceği hakkında aydınlatıcı
hükümler kanunda gösterilmeden Bakan"lar Kuruluna verilmiş olan bu yetkiler bir
genellik ve sınırsızlık ifade etmektedir.
Kanunun yürütme organına böyle genel ve sinirsiz bir yetki vermesi yüzünden
bir takım bölgelere mayinler
döşendiği ve bu yüzden kaçakçılık suçundan mahkûm olmaları halinde belli bir
süre için hürriyetlerinden mahrum kalacak olan şahısların hayatlarını
kaybettikleri bilindiği gibi kaçakçılıkla hiç ilgisi olmayan şahısların ve hattâ kaçakçılığı takip ile görevli memurların da bu yüzden
büyük tehlikelere mâruz kaldıkları görülmektedir.
Kanunda hangi madde ve eşyanln müsaadeye
bağlanması gerektiğini aydınlatacak bir hüküm bulunmaması neticesi, Bakanlar
Kurulu bu konuda da tam bir serbestiye maliktir. Halbuki kanunda müsaadeye tabi
tutulacak eşyanın niteliklerinin şüphe ve tereddüde yer bırakmıyacak
ve takip edilen siyasete uygun gelecek bir şekilde tesbit
edilmesi gerekirdi. Bunun yapılmamış olması icabında sınırsız bir tahdit ile
karşılaşılması tehlikesini nefsinde taşımaktadır.
Kanun, emniyet bölgelerinde istihsal, imal veya sair suretler ile tedarik
veya gerekli müsaade ile mezkûr bölgelere ithal edilmiş olan malların istimal,
istihlâk veya satış suretiyle elden çıkarılmalarının hesabının istenmesi
hükmünü sevketmiştir. Kanunda bu hesap isteme süresi tâyin edilmiyerek idarenin
takdirine bırakılmıştır. Binaenaleyh idare tarafından gayri müsait bir süre tâyini halinde vatandaş belki de müsait imkân ve fırsat
bırakılmış olsa idi verebileceği bir hesabı verememek durumuna düşecek ve
eşyaları "kaçağa sarf etmiş" faraziyesiyle mahkemeye sevk
edilecektir. Bu suretle kanunun kayıtlayıcı bir hüküm
sevk etmemiş olması yüzünden ferdin savunma hakkı vahim şekilde ihlâl edilmiş
olmaktadır.
Görülüyorki emniyet bölgeleri ihdasiyle
bu sahalarda oturan fertlerin tasarruf, mülkiyet, savunma ve hatta hayat gibi
Anayasa teminatı altında bulunan temel hak ve hürriyetleri bir tahdide
uğramakta veya bu tehlike ile karşı karşıya gelmiş bulunmaktadır.
Bu cümleden olarak kanunun İçişleri, Gümrük ve Tekel Bakanlıklarına emniyet
bölgeleriyle ilgili hükümlerin uygulanması bakımından tanıdığı ve ek 2 nci maddenin II - IV sayılı fıkralariyle ilgili olmaktan başka bir kayıtla bağlanmadığı
yetki tatbikatta fertlerin en basit haklarını bile tahdit edici bir durum
almıştır. Kontrola tâbi maddelerde vukubulacak miktar değişikliklerini 48 saat içinde her
kalem için ayrı ayrı beyan mecburiyeti, valilerin takdirine bağh
olarak tesbit edecek miktardan fazlasının zat ve aile
ihtiyacı için dahi stok edilememesi tebliğlerle kayıtlanan hürriyetlere misal
olarak zikredilebilir.
Temel hak ve hürriyetlerin derece derece
tahdidini tazammun eden bu hükümlerin emniyet bölgesi içinde uygulanmakta
olduğu gerçeği karşısında bu sonucu doğuran emniyet bölgesi ihdası yetkisinin
bir teferruatı düzenleme mahiyetinden ziyade yasama yetkisinin devri mahiyetini
tazammun ettiği açıktır.
Aykırılık iddiasının Anayasa"nın 33 üncü maddesi açısından durumuna gelince : Anayasa"nın bahsi geçen maddesiyle suçta ve cezada
kanunilik prensibi bir Anayasa hükmü olarak tesbit
edilmiştir. Suç, hürriyetlerin en vahim tahdidini intaç eden bir fiildir. Bu
bakımdan suçların tâyininde Anayasa"nın hürriyetlerin
tahdidine müteallik kaide ve prensiplerin uygulanması gerekir. Anayasa temel
hak ve hürriyetlerin ancak kanunla tahdit edilebileceğini tam bir kesinlikle
ifade etmiştir (Madde: 11) bu sebepledir ki Temsilciler Meclisi Anayasa
Komisyonu raporunda "İdarî karar ve nizamnamelerle temel hak ve
hürriyetlerin kayıtlanamıyacağı teyiden
belirtilmiştir.
Suçun kanuniliği prensibinin tahakkuk edebilmesi için yalnız ceza
müeyyidesinin kanunda gösterilmiş bulunması kâfi olmayıp suçun maddî
unsurlarının da kanun ile tâyin edilmiş olması
gereklidir. Kanunun cezalandırdığı fiil ve hareketler emniyet bölgeleri sayılan
sahalara Bakanlar Kurulunun tâyin ve tesbit edeceği maddeleri muayyen mercilerden müsaade
almaksızın sokmak şeklinde belirtildiğine göre gerek emniyet bölgeleri gerekse
müsaadeye tabi madde ve eşyaların cins ve nev"i belli olmadıkça suçun unsurları
meydana çıkmamakta ve bu hususlar alınan Bakanlar Kurulu kararı veya içişleri,
Gümrük ve Tekel Bakanlıklarınca çıkarılan müşterek tebliğlerle taayyün
etmektedir. Binaenaleyh suçun maddî unsurları kanunla değil, kararname ve
tebliğlerle tâyin edilmektedir, diğer bir deyişle bu
kararname ve tebliğler suçun maddî unsurlarını tâyin
eden hukuk kuralları olmaktadır.
Her ne kadar yürütme organının kanunla verilen yetkiye dayanarak tüzük ve
yönetmeliklerle suç ihdas edebilmesini delagation
nazariyesiyle izah ederek yasama organının verdiği yetki ve vekâletle yürütme
organının bazı fiilleri suç haline koyabilmesinin "kanunsuz suç
olmaz" prensibini ihlâl etmiyeceği bazı
hukukçular tarafından ileri sürülmüş ise de bugünkü Anayasa"mızın 4, 5, 11, 33,
107 ve 113 üncü maddelerinde yer almış olan hükümler karşısında bu izah
tarzının değerini muhafaza ettiğini kabul etmek mümkün değildir.
6829 sayılı kanunla 1918 sayılı kanuna eklenen ek 2 nci madde üç yürütme organına verilen yetkileri sözü
geçen organın tanzim yetkisi İçinde görmek de mümkün değildir. Zira Anayasa"mız
yasama için belirli bir saha ayırmadığı halde 107 nci maddesiyle Bakanlar Kurulunun tanzim yetkisini
"kanunların uygulanmasını göstermek veya kanunların emrettiği işleri
belirtmek" ve 113 üncü maddesiyle de bakanlıkların tanzim yetkisini
"kendi görev alanlarını ilgilendiren kanunların ve tüzüklerin
uygulanmasını sağlamak üzere ve bunlara aykırı olmamak şartıyle
yönetmelik çıkarmak" esaslariyle tâyin ve tahdit etmiştir. 107 nci maddedeki "kanunların emrettiği işler"
hükmünü de, Anayasa"nın fenci prensiplerine aykırı olmamak üzere kanunların
emredeceği işler olarak anlamak icabeder. Aksi halde
Anayasa"nın 4 ve 5 inci maddeleriyle 107 nci
maddesi hükmünü telif etmeğe imkân bulunamaz. Kaldıki
temel hak ve hürriyetlerin tahdidi, suç ihdası gibi bazı hususların tanzimi
esasen Anayasa ile mutlak şekilde yasama organının yetkisine hasr ve tahsis edilmiştir. Bu sebeple ek 2
nci madde ile Bakanlar Kuruluna ve İçişleri,
Gümrük ve Tekel Bakanlıklarına verilen yetkileri kararname ve tebliğler ile suç
ihdası yetkisi olarak kabul etmek zaruridir.
Kaçakçılığın memleketimizin iktisadî ve malî menfaatlarını
ne kadar baltaladığı ve bunun önlenmesi bakımından yürütme organına süratli
kararlar alabilme yetkisinin, verilmesi zarureti, yasama yetkisinin devredilemiyeceği ve suçların kanuniliği hakkındaki Anayasa
prensiplerinin ihlâlini mazur gösteremez. Bu zarureti Anayasa prensipleriyle
telif etmek çarelerini bulmak yasama organının görevidir.
Anayasa Mahkemesi bir yargı organı olmak itibariyle bir kanunun Anayasa"ya
aykırılığı iddiasını incelerken yalnız ve ancak kanunilik denetimi yapmak
zorundadır. Anayasa"ya aykırılığı zahir olan bir kanun veya hükmü, halin
icabına uygun olduğu bakımından ele aldığı takdirde yetkisinin sınırlarını
aşmış ve siyasi sahaya girmiş olur.
İşte bu sebepledir ki Anayasa vazıı bir kanunun
iptali ile kamu düzeninde husule gelecek olan boşluğu doldurmak gereğini nazarı
itibara alarak İcabeden tedbirleri ittihaz etmek
hususunda yasama organına vakit bırakmak maksadiyle
Anayasa"nın 152 nci maddesinde mahkeme kararlarının
yürürlüğe gireceği tarihi altı ayı geçmemek üzere geciktirmek yetkisini
mahkemeye vermiş ve Anayasa Mahkemesi Kuruluşu ve Yargılama Usulleri hakkındaki
22/4/1962 tarihli ve 44 sayılı Kanunun 50 nci maddesi
de, bir kanunun veya kanunî bir hükmün iptali halinde kamu düzeninde vukua
gelecek boşluğu doldurmak için Anayasa Mahkemesinin yasama Meclisleri
Başkanları ile Başbakanlığı durumdan haberdar edeceğini hükme bağlamıştır.
Bu sebeplere binaen 6829 sayılı kanunla 1918 sayılı kanuna eklenen ek l
inci madde ile ek 2 nci
maddenin I ve II sayılı fıkralarının ve bu madde ve fıkralara ilişkin olan
İçişleri, Gümrük ve Tekel Bakanlıklarınca çıkarılan tebliğlere muhalefeti
cezalandıran fıkranın Anayasa"nın 4, 5, 11 ve 33 üncü maddelerine aykırı
olduğundan iptali lâzım geldiği düşüncesiyle çoğunluk kararına muhalifiz.
|
|
|
Üye Rifat Göksu |
Üye İsmail Hakkı Ülkmen |
Üye Ekrem Korkut |