Esas No: 2012/9–234
Karar No: 2012/259
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2012/9–234 Esas 2012/259 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
Tebliğname: 2010/274889
Yargıtay Dairesi : 9. Ceza Dairesi
Mahkemesi : KARŞIYAKA 5. Asliye Ceza
Günü : 19.03.2010
Sayısı : 23–169
Sanık S.K..’ın mala zarar verme suçundan beraatına ilişkin, Karşıyaka 5. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 03.05.2006 gün ve 285–312 sayılı hükmün Cumhuriyet savcısı ve katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 9. Ceza Dairesince 26.10.2009 gün ve 4171–10584 sayı ile;
“Tüm dosya kapsamına göre, sanığın tapuda katılan adına kayıtlı taşınmaz üzerindeki evi yıkmak suretiyle müsnet suçu işlediği, hukuki durumunun buna göre takdir ve tayini gerektiği gözetilmeden, delillerin değerlendirilmesinde yanılgıya düşülerek yazılı gerekçe ile beraatına karar verilmesi” isabetsizliğinden oy çokluğu ile bozulmasına karar verilmiş,
Daire Üyeleri E. E.. ve H. A.. ise;
“Şikâyetçinin, üzerinde gecekondu bulunan tapu tahsis belgeli taşınmazını bedeli yılbaşından sonra ödenmek üzere yeğeni sanığa onbeş bin lira karşılığında satışı hususunda sözlü olarak anlaşmalarını takiben, sanığın mevcut haliyle kullanılamayacak durumda olduğu saptanan gecekonduyu yıktırması şeklindeki eylemi nedeniyle beraatını kararlaştıran yerel mahkeme hükmü isabetli olduğundan, temyiz davasının esastan reddiyle hükmün onanması gerektiği” görüşüyle karşı oy kullanmışlardır.
Karşıyaka 5. Asliye Ceza Mahkemesi ise 19.03.2010 gün ve 23–169 sayı ile;
“Sanığın dayısı olan müşteki ile üzerinde gecekondu olan tapu tahsis belgeli taşınmazı bedelini yılbaşından sonra ödemek üzere onbeş bin liraya satın aldığını düşünerek üzerindeki gecekonduyu yıktırdığı anlaşılmış ise de, mala zarar verme suçunun unsurlarının oluşmadığı, bu suçun oluşması için sanığın zarar verme kastı ile hareket etmesi gerektiği, olayımızda ise tapuda işlem yapılmamış olsa da, yakın akraba olmasına güvenerek sözlü anlaşmaya binaen kullanılmayacak haldeki gecekondu evi yıktırdığı, bu durumun hukuk mahkemesinde tazminat davasına konu olabileceği, zaten bu konuda asliye hukuk mahkemesinde tazminat davası açıldığı, kasıt unsurunun mevcut olmadığı” gerekçesiyle önceki hükmünde direnmiştir.
Bu hükmün de Cumhuriyet savcısı ile katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının “onama” istemli 29.01.2012 gün ve 274889 sayılı tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanığın mala zarar verme suçundan beraatına karar verilen somut olayda, Özel Daire çoğunluğu ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözülmesi gereken uyuşmazlık; sanığın eyleminin mala zarar verme suçunu oluşturup oluşturmadığının belirlen¬mesine ilişkin ise de; Yargıtay İç Yönetmeliğinin 27. maddesi uyarınca dava zamanaşı¬mının gerçekleşip gerçekleşmediği hususunun öncelikle değerlendirilmesi gerekmektedir.
765 sayılı TCY’nın 102. maddesinde, yasalarda aksine bir hüküm bulunmadıkça kamu davasının maddede yazılı sürelerin geçmesiyle ortadan kalkacağı düzenlenmiş, aynı maddenin dördüncü fıkrasında da, beş seneden fazla olmamak üzere hapis ya da para cezalarını gerektiren suçlarda bu sürenin beş sene olacağı hüküm altına alınmıştır.
Kesen bir nedenin bulunması halinde zamanaşımı, kesilme gününden itibaren yeniden işlemeye başlayacak ve zamanaşımı süresi, ilgili suça ilişkin olarak yasada belirlenen sürenin en fazla yarısına kadar uzayacaktır.
Aynı Yasanın 104/2. maddesinde de zamanaşımını kesen nedenler;
a) Sanık hakkında yakalama, tutuklama ve ihzar müzekkereleri düzenlenmesi,
b) Sanığın adli makamlar huzurunda sorguya çekilmesi,
c) İddianame düzenlenmesi,
d) Mahkûmiyet kararı verilmesi,
Şeklinde sayılmıştır.
Ceza Genel Kurulunun 23.01.2007 gün ve 254–5 sayılı kararı başta olmak üzere birçok kararında da vurgulandığı üzere, yargılama yapılmasına engel olup, davayı düşüren hallerden biri olan dava zamanaşımının yargılama sırasında gerçekleşmesi durumunda, yerel mahkeme veya temyiz mercii resen zamanaşımı kuralını uygulayarak kamu davasının düşmesine karar verecektir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Mala zarar verme suçunun yaptırımı 765 sayılı Türk Ceza Yasasının 516. maddesinin birinci fıkrasında “bir yıldan üç yıla kadar hapis ve bin liradan üçbin liraya kadar adli para cezası” olarak düzenlenmiş olup, anılan Yasanın 102/4. maddesi uyarınca bu suçun asli dava zamanaşımı beş sene, aynı Yasanın 104/2. maddesi göz önünde bulundurulduğunda kesintili zamanaşımı ise yedi sene altı aydır. Daha ağır cezayı gerektiren başka bir suçu oluşturma olasılığı bulunmayan ve 01.04.2004 günü gerçekleştirildiği iddia olunan eylemle ilgili olarak yerel mahkemece sanığın beraatına karar verilmiş bulunması ve zamanaşımını kesen en son işlemin 08.02.2006 tarihli sorgu olması karşısında, sorgu tarihi ile Ceza Genel Kurulunca incelemenin yapıldığı 03.07.2012 tarihi arasında, dosya Ceza Genel Kuruluna gelmeden önce 08.02.2011 tarihinde 5 yıllık asli dava zamanaşımının dolduğu anlaşılmaktadır.
Bu itibarla, yerel mahkeme direnme hükmünün gerçekleşen dava zamanaşımı nedeniyle bozulmasına, ancak bu husus yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden 1412 sayılı Ceza Yargılaması Usulü Yasasının 5320 sayılı Yasanın 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte olan 322. maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak kamu davasının, 765 sayılı TCY’nın 102/4, 104/2 ve 5271 sayılı Yasanın 223. maddeleri uyarınca düşmesine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul Üyesi V. D..; “5271 sayılı CMK 223/9. hükmünün uygulanması ve özellikle ‘derhâl’ kavramının nasıl yorumlanması gerektiği hususunda doktrin ve uygulamada iki ayrı görüşün ortaya çıktığı söylenebilir.
Birinci görüşe göre; 5271 sayılı CMK madde 223/9’da yer alan ‘derhâl’ kavramını, ‘delil takdirine girmeden beraat kararı verilebilecek,’ ‘işin esasına girmeden fiilin ilk bakışta suç teşkil etmediğinin anlaşılması’ ya da ‘kanun değişikliği ile fiilin sonradan suç olmaktan çıkartılması hâlleri’ ile sınırlı kabul etmek ve maddeyi de bu kabul ışığında uygulamak gerektiğinden; zamanaşımı süresi dolduğu için dosyanın esasına girmeden, davayı düşürmek gerekir.
Doktrin tarafından büyük ölçüde benimsenen diğer görüşe göre ise; yargılamanın geldiği aşama itibariyle ilâve bir araştırma yapılmasına ya da delil toplanmasına gerek kalmadan verilmiş olan beraat kararı usul ve yasaya uygun bir karar olarak değerlendiriliyor ise işbu karar dairesince onanmalıdır. Eğer dairece yapılan değerlendirmeye göre; beraat kararı hukuka ve yasaya uygun olarak kabul edilemiyorsa, diğer bir anlatımla örneğin, sanığın mahkûmiyetine karar vermek gerekiyorsa ya da eksik soruşturma söz konusuysa, o takdirde davanın zamanaşımından düşürülmesi gerekir.
Aşağıda açıklayacağımız gerekçeler ışığında birinci görüşün; kanunun lafzına da, ruhuna da uygun olmadığını düşünmekteyiz.
Bilindiği üzere, 5271 sayılı CMK’nun yazılı bir gerekçesi yoktur. ‘Derhâl’ kelimesi ‘çabucak’ (tdk.gov.tr) anlamına gelmekte olup, madde metninde; ‘davanın esasına girmeden’ ‘delil takdiri gerektirmeyen durumlar’ ya da ‘fiilin ilk bakışta suç teşkil etmediğinin anlaşılması’ ve benzeri sınırlayıcı kavramlar mevcut değildir. Bu nedenle, belirtilen hususları 5271 sayılı CMK’nun 223/9. maddesinin uygulama koşulları olarak kabul etmek mümkün değildir.
Değil mahkeme ve hâkim, gerektiğinde Cumhuriyet savcısı ve kolluk amiri (örneğin; 5271 sayılı CMK 119 hükmü uyarınca aramada), kolluk ve hatta üçüncü kişiler (5271 sayılı CMK’nun 90. maddesi hükmü uyarınca, suçüstü halinde ‘herkes’ tarafından geçici olarak yakalama yapılabilir) bile, ‘delil takdiri’ yapabilirken, işi bu olan hâkimin, delil takdirine giremeyeceği görüşü kabul edilemez. Mahkeme ve hâkimin CMK 223/9. bağlamında delilleri serbestçe takdir edip, değerlendirmesi son derece doğaldır.
Esasen fiilin ilk bakışta suç teşkil etmediği durumlarda iddianame düzenlenemez. Düzenlenirse; bu iddianame, iadeye mahkûmdur. Her nasılsa böyle bir iddianame kabul edilmiş ise o takdirde öncelikle beraat kararı verilmesini gerektiren bir durum söz konusudur.
Kanun değişikliği ile fiilin suç olmaktan çıkartılması durumunda da, hiç kuşkusuz derhâl beraat kararı verilmesi gerekir.
Kanaatimizce, ‘derhâl’ kavramı dar (yukarıda belirtilen hallerle sınırlı) yorumlanmak yerine; İHAS 6, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 36 ve 38. maddelerinde vurgulanan ‘Masumiyet Karinesi’ ve ‘Adil Yargılanma Hakkı’ ile ceza muhakemesine egemen ilkelerden olan ‘Lekelenmeme Hakkı’ dikkate alınmak suretiyle, ‘yargılamanın geldiği aşama itibariyle’ diğer bir ifadeyle ‘ilâve bir delil toplanmasına ya da araştırma yapılmasına gerek kalmadan’ olarak anlaşılmalı ve yorumlanmalıdır.
5271 sayılı CMK’nun 223/9. maddesinin uygulanabilmesi için, beraat kararının hangi nedenden dolayı verileceği önemli değildir. Yani beraat hükmü, söz konusu maddenin ikinci fıkrasında yer alan beş nedenden (1- Yüklenen fiilin kanunda suç olarak tanımlanmamış olması, 2- Yüklenen suçun sanık tarafından işlenmediğinin sabit olması, 3- Yüklenen suç açısından failin kast veya taksirinin bulunmaması, 4- Yüklenen suçun sanık tarafından işlenmesine rağmen olayda bir hukuka uygunluk nedeninin bulunması ve 5- Yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmaması) herhangi birisine dayanılarak verilebilir. Önemli olan beraat kararının derhâl verilebilecek olmasıdır.
Derhâl yani yargılamanın geldiği aşama itibariyle, başka bir ifadeyle de, ilâve bir araştırma yapılmasına ya da delil toplanmasına gerek kalmadan beraat kararı verilebiliyorsa artık koşulları olsa bile, ‘durma, düşme veya ceza verilmesine yer olmadığı’ kararı verilemez.
Somut olayda, sanık aleyhine, Nisan 2005 tarihinde işlediği iddia olunan mala zarar verme suçundan açılan davada 03.05.2006 tarihinde, suçun manevi unsurunun oluşmadığı gerekçesiyle beraat kararı verilmiş olup, işbu karar o yer Cumhuriyet savcısı ve katılan vekili tarafından temyiz edilmiştir. Beraat kararının oy çokluğuyla bozulması üzerine, 19.03.2010 tarihinde, önceki hükümde direnilmiş ve bu direnme hükmü de; o yer Cumhuriyet savcısı ve katılan vekili tarafından temyiz edilmiştir.
29.01.2012 günlü tebliğnameden anlaşılacağı üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, işbu kararın onanması gerektiği görüşündedir.
Gelinen aşamada (müzakere tarihi itibariyle) dava zamanaşımı süresi dolmuş ise de; usul ve yasaya uygun olan beraat kararı yerindedir. Yargıtay 9. Ceza Dairesinin karşı oy yazısında da belirtildiği üzere ‘şikâyetçinin, üzerinde gecekondu bulunan tapu tahsis belgeli taşınmazını bedeli yılbaşından sonra ödenmek üzere yeğeni olan sanığa onbeş bin lira karşılığında satışı hususunda sözlü olarak anlaşmalarını takiben, sanığın mevcut haliyle kullanılamayacak durumda olduğu saptanan gecekonduyu yıktırması eyleminde, suç işleme kastının bulunmadığı’ anlaşıldığından, beraat kararı verilmesi isabetlidir.
5271 sayılı CMK’nun 223. maddesinin âmir hükmü uyarınca; dava zamanaşımı süresi dolmasaydı, davanın esasına girip, işbu kararı onamamız gerekirdi diyorsak artık; sırf yargılama dava zamanaşımı süresi içinde sonuçlandırılamadı, diye davayı düşüremeyiz, yani şüpheli ya da sanığı lekelenmiş durumda bırakamayız.
Somut olayda, usul ve yasaya uygun olan beraate ilişkin direnme hükmü onanmalıdır” görüşüyle,
Çoğunluk görüşüne katılmayan iki Genel Kurul üyesi de; benzer düşüncelerle karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Karşıyaka 5. Asliye Ceza Mahkemesinin 19.03.2010 gün ve 23–169 sayılı direnme hükmünün dava zamanaşımının gerçekleşmesi nedeniyle BOZULMASINA,
Yeniden yargılamayı gerektirmeyen bu konuda, 1412 sayılı Ceza Yargılaması Usulü Yasasının 5320 sayılı Yasanın 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 322. maddesine göre karar verilmesi olanaklı bulunduğundan, sanık hakkındaki kamu davasının 765 sayılı TCY’nın 102/4, 104/2 ve 5271 sayılı CYY’nın 223. maddeleri uyarınca DÜŞMESİNE,
2- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 03.07.2012 günü yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.