Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2011/12–378 Esas 2012/137 Karar Sayılı İlamı

Abaküs Yazılım
Ceza Genel Kurulu
Esas No: 2011/12–378
Karar No: 2012/137

Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2011/12–378 Esas 2012/137 Karar Sayılı İlamı

Ceza Genel Kurulu         2011/12–378 E.  ,  2012/137 K.

    "İçtihat Metni"

    İtirazname : 2008/29310
    Yargıtay Dairesi : 12. Ceza Dairesi
    Mahkemesi : MALATYA 2. Asliye Ceza
    Günü : 01.11.2007
    Sayısı : 376-600
    .
    Tedbirsizlik ve dikkatsizlik sonucu bir kişinin ölümüne, bir kişinin de yaralanmasına neden olmak suçundan sanık M. Ö..’in 765 sayılı TCY’nın 455/2 ve 59/2. maddeleri uyarınca 3 yıl 4 ay hapis ve 285 Lira ağır para cezasıyla cezalandırılmasına, 2918 sayılı Yasanın 118/5. maddesi gereğince sürücü belgesinin 1 yıl süre ile geri alınmasına ilişkin, Malatya 2. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 03.05.2005 gün ve 488-374 sayılı hükmün sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay C. Başsavcılığınca 15.05.2006 gün ve 150409 sayı ile, lehe yasa değerlendirmesi amacıyla dosyanın mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.
    Yeniden yargılama yapan Malatya 2. Asliye Ceza Mahkemesince 01.11.2007 gün ve 376-600 sayı ile;
    “1- Her ne kadar sanık M..Ö..’in mağdur N. B.. yönünden tedbirsizlik ve dikkatsizlik sonucu yaralamaya sebebiyet vermek suçundan da cezalandırılması istenmiş ise de, mağdurenin sanık hakkındaki şikayetinden vazgeçtiği, 5237 sayılı Yasada taksirle yaralamaların şikayete bağlı olduğu anlaşıldığından sanık hakkında açılan tedbirsizlik ve dikkatsizlik sonucu yaralamaya neden olmak suçunun TCY’nın 89/5. maddesi uyarınca düşürülmesine,
    2- Sanık M. Ö..’in tedbirsizlik ve dikkatsizlik sonucu ölüme neden olmak suçundan eylemine uyan ve suç tarihi itibariyle 5237 sayılı TCY’nın 85/1. maddesine göre cezanın alt ve üst sınırları dikkate alınarak sanığın daha lehine olan 765 sayılı TCY’nın 455/1 ve 59/2. maddeleri uyarınca 1 yıl 8 ay hapis ve 285 Lira adli para cezasıyla cezalandırılmasına, 2918 sayılı Yasanın 118/5. maddesi gereğince sürücü belgesinin 1 yıl süre ile geri alınmasına” karar verilmiştir.
    Bu hükmün de sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 12. Ceza Dairesince 13.09.2011 gün ve 163-1265 sayı ile;
    “Bir kişinin öldüğü ve bir kişinin de 765 sayılı TCY’nın 456/2. maddesi kapsamında yaralandığı olayda sanığa atılı eylemin 765 sayılı TCY’nın 455/2. maddesinde düzenlenen suçu oluşturması karşısında; taksirli eylemden doğan neticelerin bölünerek ölüm bakımından mahkumiyet, yaralanma bakımından ise düşme kararı verilemeyeceği gözetilmeden suç vasfında yanılgıya düşülerek yazılı şekilde hüküm kurulması ..” isabetsizliğinden ceza süresi yönünden kazanılmış hakkın korunması suretiyle bozulmasına karar verilmiştir.
    Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 24.10.2011 gün ve 29310 sayı ile;
    “Somut olayda sanığın sevk ve idaresi altındaki ... plaka sayılı aracı ile Malatya istikametinden Elazığ istikametine doğru seyir halinde iken aracın direksiyon hakimiyetini kaybetmesi neticesinde takla attığı ve araçta bulunan Ş. A..’in ölümüne N. B..’ın ise 25 gün iş ve güçten kalır şekilde yaralanmasına sebebiyet verdiği, eyleminin bu haliyle 765 sayılı TCK’nun 455/2. maddesinde hükme bağlanan ‘tedbirsizlik ve dikkatsizlik sonucu bir kişinin ölümüne ve bir kişinin yaralanmasına sebebiyet vermek’ suçunu oluşturduğu hususunda herhangi bir tereddüt bulunmamaktadır.
    Mesele hükmün yalnızca sanık veya sanık lehine ilgililer tarafından temyiz edilmesi durumunda, suç vasfında bir değişiklik olmadan suçun nitelikli haline uyduğu gerekçesiyle CMUK’nun 326/son maddesi de gözetilerek Özel Daire tarafından bozma yapılıp yapılmayacağı konusuna ilişkindir.
    5237 sayılı TCK sistematiğine baktığımızda; bazı fiiller suç olarak belirlenmekle birlikte bu fiiller açısından suçların nitelikli haline ya da neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç tiplerine yer verilmediğini görmekteyiz. Başka bir anlatımla bu tip suçlarda suçun yalnızca temel şeklinin düzenlenmesiyle yetinilmiştir. 5237 sayılı TCK’nun 175. maddesinde ‘Akıl hastası üzerindeki bakım ve gözetim yükümlülüğünün ihlali’, TCK’nun 176. maddesinde ‘İnşaat veya yıkımla ilgili emniyet kurallarına uymama’, TCK’nun 177. maddesinde ‘Hayvanın tehlike yaratabilecek şekilde serbest bırakılması’, TCK’nun 180. maddesinde ‘Trafik güvenliğini taksirle tehlikeye sokma’, TCK’nun 183. maddesinde ‘Gürültüye neden olma’, TCK’nun 225. maddesinde ‘Hayasızca hareketler’ bunlara örnek olarak sayılabilir.
    Ancak, bazı suç tipleri için ise suçun temel şekline yer verildikten sonra suçun nitelikli hallerine neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçlara yer verilmiştir.
    5237 sayılı TCK’nun 23. maddesi ‘Neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç’ başlığını taşımakta ve ‘Bir fiilin, kastedilenden daha ağır veya başka bir neticenin oluşumuna sebebiyet verilmesi halinde kişinin bundan sorumlu tutulabilmesi için bu netice bakımından en azından taksirle hareket etmesi gerektiği’ hükme bağlanmıştır. Yasanın bazı maddelerinde suçların neticesi sebebiyle ağırlaşmış halleri düzenlenmiştir. Neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçlar, suçun temel şeklinin düzenlendiği maddelerde düzenlendiği gibi (Örneğin TCK’nun 102/5-6, 103/5-6), ayrı maddelerde de hükme bağlanmış olabilmektedir (Örneğin TCK’nun 87. maddesinde hükme bağlanan ‘Neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama’ ve TCK’nun 95. maddesinde hükme bağlanan ‘Neticesi sebebiyle ağırlaşmış işkence’ gibi.
    5237 sayılı TCK’da suçun nitelikli halleri, bazen suçun temel şeklinin düzenlendiği maddelerde; (Örneğin TCK’nun 85/2, 86/3, 89/2-4, 102/2-3, 103/2-4, 109/2-3 maddeleri gibi), bazen de suçun temel şeklinin düzenlendiği madde dışında başka bir madde de ayrıca düzenlendiği görülmektedir (Örneğin TCK’nun 82, 137, 142, 149, 152, 158 maddeleri gibi). Bazı suçlar için nitelikli hallerin hem suçun temel şeklinin düzenlendiği maddede hem de ayrı bir maddede öngörülmüş olduğu da vakidir (Örneğin TCK’nun 116/4, 119 maddeleri gibi).
    Yine bazı maddelerde suçun nitelikli hali için, müstakil bir ceza öngörülmüş iken (Örneğin TCK’nun 82, 85/2, 94/2-3, 102/2, 103/2, 106/2, 109/2. maddeleri gibi), bazı maddelerde suçun temel şekli için belirlenen cezanın belli oranlarda artırılması biçiminde (Örneğin TCK’nun 86/3, 102/3, 103/3-4, 109/3. maddeleri gibi) düzenleme yapıldığı görülmektedir. Yapılan incelemeden, bazı maddelerde, suçun nitelikli halleri için hem müstakil ceza öngörüldüğü (Örneğin TCK’nun 102/2, 103/2, 109/2. maddeleri gibi) hem de cezanın belirli bir oranda artırılması esasının kabil edildiği (Örneğin TCK’nun 102/3, 103/3-4, 109/3) anlaşılmaktadır.
    Doktrinde ise suçun nitelikli halleri çeşitli şekillerde tasnife tabi tutulmuştur. Bunlar;
    a) Fiilin işleniş tarzı itibariyle nitelikli unsurlar: Mesela, kasten öldürme suçunun ‘canavarca hisle veya eziyet çektirerek (TCK m.82/1-b)’, ‘yangın, su baskını, tahrip, batırma veya bombalama ya da nükleer, biyolojik veya kimyasal silah kullanmak suretiyle (TCK m.82/1-c)’ işlenmesi, kasten yaralama veya yağma suçunun ‘silahla’ işlenmesi, kişinin suçun temel şekline göre daha ağır bir ceza ile cezalandırılmasını gerektirmektedir.
    Keza, hırsızlık suçunun ‘kişinin malını koruyamayacak durumda olmasından veya ölmesinden yararlanarak (TCK m. 142/2-a)’, ‘elde veya üstte taşınan eşyası çekip almak suretiyle ya da özel beceriyle (TCK m.142/2-b)’, ‘doğal bir afetin veya sosyal olayların meydana getirdiği korku veya kargaşadan faydalanarak (TCK m.142/2-c)’, ‘haksız yere elde bulundurulan veya taklit anahtarla ya da diğer bir aletle kilit açmak suretiyle (TCK m.142/2-d)’, ‘bilişim sistemlerinin kullanılması suretiyle (TCK m.142/2-e)’, ‘tanınmamak için tedbir alarak veya yetkisi olmadığı halde resmi sıfat takınarak (TCK m.142/2-f)’, yağma suçunun ‘kişinin kendisini tanınmayacak bir hale koyması suretiyle (TCK m.149/1-b)’ işlenmesi, bu suç açısından faile daha ağır bir cezanın verilmesini gerektiren nitelikli bir unsur oluşturmaktadır.
    b) Fiilin işlendiği yer ve zaman itibariyle nitelikli unsurlar: Bazı suçlarda, suçun gece vakti işlenmesi, temel şekline nazaran daha ağır ceza ile cezalandırılmasını gerektirir. Hırsızlık suçlarında TCK’nun 143. maddesi gibi.
    Hırsızlık suçunun belirli yerlerde işlenmesi, bu suçlar açısından daha ağır cezayı gerektiren nitelikli unsur olarak tanımlanmıştır TCK m.142/1-e, 142/2-g maddeleri gibi.
    c) Failin vasfı itibariyle nitelikli unsurlar: Bazı suçlarda, suçun temel şekli herkes tarafından işlenebilirken, nitelikli şekli ancak belli özel faillik vasfını taşıyan kişiler tarafından işlenebilir. Mesela resmi belgede sahtecilik suçunun kamu görevlisi tarafından işlenmesi halinde, fail suçun temel şekline nazaran daha ağır bir ceza ile cezalandırılmaktadır. Cinsel saldırı suçunun kamu görevlisi tarafından görevinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılarak işlenirse fail daha ağır ceza ile cezalandırılmaktadır.
    d) Mağdurun vasfı itibariyle nitelikli unsurlar: Mesela, kasten öldürme suçunun kamu görevlisine karşı görevinden dolayı işlenmesi (TCK m.82/1-g) halinde faile suçun temel şekline nazaran daha ağır ceza verilmektedir. Aynı şekilde kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret (TCK m.125/3-a), Cumhurbaşkanına hakaret (TCK m.299) örnek gösterilebilir.
    e) Mağdur ile fail arasındaki ilişki itibariyle nitelikli unsurlar: Kasten öldürme ve yaralama suçlarında akrabalık nitelikli bir unsurdur. Çocuklara karşı işlenen cinsel istismar suçunun TCK m.103/3’de sayılan kişiler tarafından işlenmesi de daha ağır cezayı gerektiren nitelikli unsur olarak karşımıza çıkmaktadır.
    f) Suçun konusu itibariyle nitelikli unsurlar: Mesela, hırsızlık suçunun ‘kime ait olursa olsun kamu kurum ve kuruluşlarında veya ibadete ayrılmış yerlerde bulunan ya da kamu yararına veya hizmetine tahsis edilen eşya hakkında (TCK m.142/1-a)’, ‘herkesin girebileceği bir yerde bırakılmakla birlikte kilitlenmek suretiyle ya da bina veya eklentileri içinde muhafaza altına alınmış olan eşya hakkında (TCK m.142/1-b)’, ‘halkın yaralanmasına sunulmuş ulaşım aracı içinde veya bunların belli varış veya kalkış yerlerinde bulunan eşya hakkında (TCK m.142/1-c)’, ‘bir afet veya genel bir felaketin meydana getirebileceği zararları önlemek veya hafifletmek maksadıyla hazırlanan eşya hakkında (TCK m.142/1-d)’, ‘adet veya tahsis veya kullanımları gereği açıkta bırakılmış eşya hakkında (TCK m.142/1-e)’, ‘elektrik enerjisi hakkında (TCK m.142/1-f)’, işlenmesi, bu suçun temel şekline göre daha ağır ceza ile cezalandırılmayı gerektirmektedir.
    g) Fiilin işlenişiyle güdülen amaç veya saik itibariyle nitelikli unsurlar: Mesela, kasten öldürme suçunun ‘bir suçu gizlemek, delillerini ortadan kaldırmak veya işlenmesini kolaylaştırmak amacıyla (TCK m.82/1-h)’, ‘kan gütme saikiyle (TCK m.82/1-i)’, veya ‘töre saikiyle (TCK m.82/1-j)’ işlenmesi, bu suçun daha ağır cezayı gerektiren nitelikli unsurunu oluşturmaktadır.
    Görüldüğü üzere suçun nitelikli hallerinde suç vasfında bir değişiklik meydana gelmemekte, yalnızca suçun temel şekline göre daha ağır bir ceza öngörülmektedir.
    TCK’da suçun nitelikli halleri için bazı maddelerde müstakil bir ceza belirlenmesi, bazı maddelerde ise cezanın belirli oranda artırılması esasının kabulü sistematik gözükmese de; bu tür bir düzenleme tercihi bütünüyle Yasa Koyucunun takdirine ait bulunmaktadır. Ancak, bazı maddelerde suçun basit şekline göre müstakil ceza belirlenmesi, bazı maddelerde cezanın belirli bir oranda artırılması esasının kabulü, hatta bazı suçun nitelikli halleri için hem müstakil ceza tayininin hem de cezanın belirli oranda artırılması ilkesinin benimsenmesi; bu fiillerin suçun nitelikli halleri olarak düzenlendiği gerçeğini değiştirmemektedir. Bu gerçek, (yasalarda aksi öngörülmedikçe) suçun nitelikli halleri yönünden bazı kural ve kurumların uygulanması konusunda farklılık-ayrım yaratılmasına izin vermez. Dolayısıyla, bazı kural ve kurumların yasalarda aksi öngörülmedikçe (müstakil ceza öngörülmesi veya cezanın belirli bir oranda artırılması hususu ayrımı konusunda) suçların nitelikli halleri için aynı ve eşit bir biçimde uygulanması gerekmektedir.
    TCK’da suçun temel ve nitelikli hallerini bu şekilde belirledikten sonra, aleyhe bozma yasağına gelince;
    Aleyhe bozmama zorunluluğu: Temyiz davası yalnız sanık tarafından veya onun lehine ilgililer tarafından açıldığında, sonucu ağırlaştırıcı, bir başka anlatımla aleyhe sonuç verici düzeltmelerin yapılmaması ilkesine aleyhe bozmama zorunluluğu denilmektedir.
    Ceza miktarı yönünden kazanılmış hak ise; sanık veya yargılama yasasında öngörülen ilgililer tarafından temyiz davası açıldığında, lehe bozma üzerine yeniden kurulan hükümle belirlenen cezanın ve sonucun önceki hükümle belirlenen cezadan ve sonuçtan daha ağır olmamasıdır.
    Kavramları bu şekilde tanımladıktan sonra özetleyecek olursak, aleyhe bozmama zorunluluğu, hükmün temyiz incelemesine başlarken, bakış açısını belirleyen bir usul kuralıdır.
    Ceza miktarı yönünden kazanılmış hak ise, lehe bozmadan sonraki aşamada ceza miktarının sınırını belirleyen bir yargılama yasası ilkesidir.
    İkisi de, aynı amaca yönelik birbirine yakın ve aynı hukuki görüşten kaynaklanan, ancak değişik hukuki yapıları olan, uygulama aşamaları farklı usul kurumlarıdır.
    O halde, hüküm sanık tarafından veya Cumhuriyet savcısı ya da ilgililer tarafından sanığın lehine temyiz edilmişse, suç vasfından hatalı bir uygulama saptandığında bozma kararı mı vermek gerekir. Yoksa bu hususun eleştirilmesi ile mi yetinilecektir.
    Yargıtay"ın görevi, yasaların Türkiye genelinde hukuka uygun olarak uygulanıp, uygulanmadığını denetlemek, içtihatları ile ülke içerisinde yasaların ve hukuk kurallarının uygulanmasındaki birliği sağlamaktır.
    Bu itibarla temyiz incelemesi yapılan hükümde, suç vasfında bir isabetsizlik saptadığı takdirde, aleyhe temyiz olmasa bile bu hususu bozma nedeni yapacaktır.
    Ancak bu halde, cezanın tür ve miktarı yönünden kazanılmış hak ilkesi uygulanmasına yol açar ki, bu da Yargıtay"ın kuruluş amacına ve eşitlik ilkesine uygun sayılamaz.
    O halde, lehe temyiz davası üzerine, Yargıtay suç vasfından yanılgıya düşüldüğünü belirlerse cezanın tür ve miktarı yönünden kazanılmış hakkı saklı tutarak, yasaya aykırı olan hükmün bozulmasına karar vermesi doğal bir durumdur.
    Olağan yasa yolu olan temyize başvurulması bir davadır. Dolayısıyla temyiz davası açma sanığa tanınmış bir haktır. Sanık tarafından veya onun lehine Cumhuriyet savcısı ya da ilgililer tarafından bu hakkın kullanılması halinde, sanık aleyhine sonuç doğurabileceği benimsenirse sanık veya onun lehine bu yola başvurabilecek ilgililer temyiz davası açmaktan çekinecek ve haksız olduğuna inandıkları bir hükme razı olmak durumunda kalacaklardır.
    İşte bu sakıncayı gidermek amacı ile, sanık aleyhine temyiz olmazsa kararın sanık aleyhine düzeltilemeyeceği, hükmün yasaya mutlak aykırılık oluşturan haller ayrık olmak üzere, ancak sanık lehine bozulabileceği aleyhe bozmama zorunluluğu, ‘Reforrnatio in Pejus’ ilkesi bir usul kuralı olarak yargılama yasalarında yer almış bulunmaktadır.
    Nitekim 1412 sayılı CMUK.nun kaynağı olan 1887 tarihli Alman Ceza Yargılamaları Yasasının 358. maddesi lehe başvuru halinde, aleyhe düzeltmeyi kabul etmemiştir. Bu sebeple bizim yargılama yasamız da kaynak yasada olduğu gibi lehe başvuru halinde aleyhe düzeltmeye olanak tanımamaktadır (Kanuni mutlak aykırılık halleri hariç)
    Temyiz davası açan sanık veya onun lehine temyize başvuranlar kararı sanık lehine düzelttirmek amacı ile hareket ederler. Bu amacı göz ardı etmek ve aleyhe düzeltmeye olanak tanımak; 326. maddenin İstanbul Komisyonu tarafından benimsenen gerekçesindeki; ‘... mahkumun lehine olarak vaki temyiz neticesinde evvelki hüküm ile tayin olunan cezadan daha ağır ceza tatbiki kavaidi madelet ve hakkı müktesep mülahası ile kabili telif görülememiştir’ görüşüne de ters düşer.
    O halde sanık lehine temyiz yoluna başvurulduğu anda, sanık aleyhindeki hususlar, onun için kazanılmış hak oluşturur.
    Öte yandan, temyiz davası sanık lehine açıldığı halde, sanık aleyhine düzeltme yapmak, karşı taraf lehine bir bozma yapmak anlamına geleceğinden, açılmayan dava hakkında hüküm kurma, istem dışı karar verme sonucunu doğurur.
    5271 sayılı CMK’nun 307/4. maddesinde de yer alan ‘aleyhe değiştirememe yasağı’ 1412 sayılı CMUK’nun 5320 sayılı Yasanın 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte olan 326. maddesinin son fıkrasında; ‘Hüküm yalnız sanık tarafından veya onun lehine Cumhuriyet savcısı veya 291. maddede gösterilen kimseler tarafından temyiz edilmişse yeniden verilen hüküm, evvelki hükümle tayin edilmiş olan cezadan daha ağır olamaz’ biçiminde düzenlenmiş olup; ceza usul hukukumuzda bu madde dışında cezayı aleyhe değiştirmeme yasağını düzenleyen başka bir hüküm bulunmamaktadır.
    Buna göre, ceza hukukunda genel anlamda bir ‘kazanılmış hak’ kavramından bahsedilemeyeceği, ancak, 1412 sayılı CMUK’nun 326. maddenin son fıkrası uyarınca sınırlı biçimde uygulanabilecek bir ‘cezayı aleyhe değiştirememe ilkesi’ ‘Reformatio in pejus’ veya ‘aleyhte düzeltme yasağı’nın söz konusu olduğunun kabulü gerekmektedir.
    Ceza Genel Kurulumuz da çeşitli kararları ile, lehe temyiz davası üzerine aleyhe düzeltmeme zorunluluğuna açıklık getirmiş ve ‘CMUK’nun 326/2. maddesindeki ‘hüküm’ sözünü sadece kapsadığı ceza miktarı yönünden değil, ilk hükümdeki uygulamalar yönünden düşünerek geniş anlamak gerekeceğini’, ‘İlk hüküm sanık tarafından temyiz edilmeyerek kesinleşmiş olsaydı durum ne olacak idiyse, lehe temyizin bu durumu değiştirmemesi gerektiğini’, ‘Temyiz incelemesinde öncelikle temyizin lehe veya aleyhe mi olduğu tespit edilerek, incelemenin buna göre yapılması gerektiğini, sanık lehine tecelli edecek bir hatanın tazammun edeceği hukuki neticelerin aleyhte tevessülatta bulunmadıkça değiştirilemeyeceğini’ vurgulamıştır.
    Yargıtay Ceza Dairelerinin konuya ilişkin uygulamalarına bakıldığında, genel olarak dairelerin hükmün yalnızca sanık veya sanık lehine ilgililer tarafından temyiz edilmesi durumunda suç vasfının değişmemesi nedeniyle başkaca bozma nedeni yok ise eleştirerek hükmün onanmasına karar verdikleri görülmektedir…
    Bu açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında, sanığın sevk ve idaresi altındaki .....plaka sayılı aracı ile Malatya istikametinden Elazığ istikametine doğru seyir halinde iken aracın direksiyon hakimiyetini kaybetmesi neticesinde takla attığı ve araçta bulunan Ş. A..’in ölümüne N. B..’ın ise 25 gün iş ve güçten kalır şekilde yaralanmasına sebebiyet verdiği, eyleminin bu haliyle 765 sayılı TCK’nun 455/2. maddesinde hükme bağlanan ‘tedbirsizlik ve dikkatsizlik sonucu bir kişinin ölümüne ve bir kişinin yaralanmasına sebebiyet vermek’ suçunu oluşturduğu hususunda herhangi bir tereddüt bulunmamaktadır. Hüküm yalnızca sanık tarafından temyiz edilmiştir. Bu durumda aleyhe bozma yasağı devreye girmektedir. Dosya kapsamına göre diğer temyiz itirazlarının reddedildiği, eylemin vasıf olarak ‘taksirle ölüme sebebiyet vermek’ olduğunda bir ihtilaf bulunmamaktadır. Ancak, Özel Dairenin sanığın eylemini 765 sayılı TCK’nun 455/2. maddesi kapsamında ‘tedbirsizlik ve dikkatsizlik sonucu bir kişinin ölümüne ve bir kişinin yaralanmasına sebebiyet vermek’ suçunu oluşturduğunu kabul etmesi bir vasıf değişikliği olmayıp, suçun nitelikli halini oluşturduğundan, bozma kararı verilemeyeceği, usul ekonomisi, aleyhe bozma yasağı ve ceza dairelerinin süreklilik arzeden uygulamaları da gözetilerek, bu hususun eleştirilerek hükmün onanması gerektiği düşünülmektedir” görüşüyle itiraz yasa yoluna başvurarak, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına ve yerel mahkeme hükmünün belirtilen eleştiri ile onanmasına karar verilmesi isteminde bulunmuştur.
    Dosya, Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle, Yargıtay Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
    TÜRK MİLLETİ ADINA
    CEZA GENEL KURULU KARARI
    Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; aleyhe temyiz bulunmayan bir davada, eylemin, suçun nitelikli halini oluşturduğundan bahisle “eleştiri ile onama” mı, yoksa “cezayı aleyhe değiştirmeme yasağı da gözetilerek bozma” kararı mı verileceğinin belirlenmesine ilişkindir.
    İncelenen dosya içeriğinden;
    Sanığın, 13.12.2003 günü yönetimindeki özel araçla, Malatya istikametinden Elazığ istikametine doğru seyir halindeyken, almış olduğu alkolün de etkisiyle, aracın kontrolünü kaybettiği ve gidiş istikametine doğru, yolun soluna çıkarak takla attığı, kaza sonucunda, araçta bulunan ve sanığın arkadaşları olan Ş. A..’in kaldırıldığı Malatya Devlet Hastanesinde öldüğü, N. B..’ın ise, 28.12.2004 tarihli Adli Tıp raporuna göre, hayati tehlikeye maruz kalmayacak, 25 gün iş ve güçten kalacak biçimde yaralandığı, mağdurenin sanıktan şikayetçi olmadığı, olayın meydana gelmesinde sanığın tam kusurlu olduğu anlaşılmaktadır.
    Aleyhe bozma yasağı; “temyiz davası yalnızca sanık veya müdafii ya da sanık lehine Cumhuriyet savcısı veya sanığın eşi ya da yasal temsilcisi tarafından açıldığında, hükümde, yaptırımın türü ve ağırlığı bakımından sonucu sanığın aleyhine ağırlaştırıcı, diğer bir deyişle, aleyhe sonuç verici düzeltmelerin yapılamaması veya kurulacak yeni hükümdeki cezanın, sanığın aleyhine olarak ilk hükümden daha ağır olamaması” şeklinde tanımlanmaktadır.
    Latince “reformatio in pejus” olarak adlandırılan, öğreti ve uygulamada ise, “lehe yasa yolu davası üzerine hükmü aleyhe değiştirmeme zorunluluğu, aleyhe düzeltme yasağı, aleyhe bozma yasağı, aleyhe bozmama zorunluluğu, yaptırımı ve sonuçlarını aleyhe kötüleştirememe yasağı, yaptırımı ve sonuçlarını ağırlaştıramama kuralı” olarak ifade edilen bu ilkenin amacı; hükmün aleyhine de bozulabileceğini düşünen sanığın, bazı davalarda istinaf ya da temyiz yasa yoluna başvurmaktan çekinmesinin önüne geçmek ve yasa yoluna başvurma hakkını daha özgürce kullanabilmesini sağlamaktır.
    Anılan kural, 1412 sayılı Ceza Yargılaması Usulü Yasasının 5320 sayılı Yasanın 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 326. maddesinin 4. fıkrasında; “hüküm yalnız sanık tarafından veya onun lehine Cumhuriyet savcısı veya 291. maddede gösterilen kimseler tarafından temyiz edilmişse, yeniden verilen hüküm, evvelki hükümle tayin edilmiş olan cezadan daha ağır olamaz” şeklinde yasal düzenlemeye kavuşturulmuştur. Ceza yargılama hukukumuzda bu madde dışında yaptırım ve cezayı aleyhe değiştirmeme yasağını düzenleyen başka bir hüküm de bulunmamaktadır. Buna göre ceza hukukunda genel anlamda kazanılmış hak kavramından bahsedilemeyeceği, yalnızca 1412 sayılı CYUY’nın 326. maddesinin son fıkrası uyarınca sınırlı biçimde uygulanabilecek bir “cezayı aleyhe değiştirememe ilkesi” veya “aleyhte düzeltme yasağı”nın söz konusu olduğunun kabulü gerekmektedir.
    01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı Ceza Yargılaması Yasasının 307/4. maddesinde de; “hüküm yalnız sanık tarafından veya onun lehine Cumhuriyet savcısı veya 262. maddede gösterilen kimselerce temyiz edilmişse, yeniden verilen hüküm, önceki hükümle belirlenmiş olan cezadan daha ağır olamaz” düzenlemesine yer verilmek suretiyle, aleyhe bozmama ilkesi korunmuştur.
    Yasanın açık düzenlemesinden de anlaşılacağı üzere; yaptırım ve sonuçlarını aleyhe değiştirme yasağının kapsamı yalnızca ceza ve yaptırım miktarı ile sınırlıdır. Yasa koyucu suçun niteliği veya adı yönünden sanık yararına kazanılmış bir hak tanımamıştır.
    Ceza miktarı yönünden kazanılmış hak ise; sanık veya onun lehine ilgililer tarafından temyiz davası açıldığında, lehe bozma üzerine yeniden kurulan hükümle belirlenen cezanın ve sonucun önceki hükümle belirlenen cezadan ve sonuçtan daha ağır olmamasıdır.
    Gerek bozma ilamında, gerekse yerel mahkemece bozmadan sonra kurulan hükümde yaptırımı ve sonuçlarını aleyhe değiştirme yasağına bir aykırılığın söz konusu olup olmadığı, önceki ve sonraki hükümlerde yer alan ceza ve yaptırımların tüm yönleri ile karşılaştırılması suretiyle belirlenecektir.
    Öğretide ki; “Kanun yolu davasının açılmasının bir sonucu da, sadece sanık lehinde açılan dava üzerine, yani sanık aleyhine kanun yoluna kimsenin gitmemiş olması halinde verilecek kararın eski kararla verilen ‘cezadan’ daha ağır olamamasıdır” (Nurullah Kunter, Ceza Muhakemesi Hukuku, 9. Bası, s. 1063, 1117; Öztekin Tosun, Suç Muhakemesi Hukuku Dersleri Muhakemenin Yürüyüşü, İstanbul 1973, s. 211; Yener Ünver–Hakan Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, 5, Bası, s. 883; Nur Centel–Hamide Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, 6. Bası, s. 732), “Aleyhe değiştirmeme mecburiyeti sonuç ceza bakımındandır, suçun niteliği değişebilir. Aleyhe değiştirmeme mecburiyeti sadece sonuç ceza bakımından kabul edilince, hırsızlıktan mahkûm olan şahıs istinaf yoluna başvurduğunda, suçun ağır hırsızlık olduğu kabul edilebilecek, fakat ceza ağırlaştırılamayacaktır” (Feridun Yenisey, Ceza Muhakemesi Hukukunda İstinaf ve Tekrar Kabulü Sorunu, İstanbul 1979, s. 84, 85) şeklindeki görüşler de göz önüne alındığında, aleyhe bozma yasağının yalnızca ceza miktarı ile sınırlı olduğu, eylemin nitelendirilmesi ve suçun adının belirlenmesinde geçerli olmadığı sonucuna ulaşılmaktadır.
    Ceza Genel Kurulunun 08.09.1992 gün ve 190–237, 29.09.1998 gün ve 196–277, 17.11.1998 gün ve 282–348, 09.07.2002 gün ve 158–289, 21.09.2004 gün ve 144–170 ile 07.10.2008 gün ve 198–211 sayılı kararlarında da belirtildiği üzere, temyiz davasının yalnızca sanık veya varsa müdafii ya da sanığın yararına olarak Cumhuriyet savcısı ya da 1412 sayılı Yasanın 291. maddesinde belirtilen kişiler tarafından açılması veya hükmün kendiliğinden temyize tâbi olması halinde, Yargıtay’ca suç niteliğinde yanılgıya düşüldüğü saptandığında aleyhe temyiz bulunmasa bile, cezanın tür ve miktarı yönünden kazanılmış hak saklı kalmak koşuluyla hükmün bozulmasına karar verilecektir. Aksinin kabulü hukuk kuralları ile yasal düzenlemelerin ülke genelinde farklı uygulanmasına yol açar ki, bu durum eşitlik, adalet ve hakkaniyet ilkelerine aykırılık oluşturacaktır. Zira aynı eylem nedeniyle farklı mahkemelerde yargılanan sanıklardan, suçunun hukuki niteliği doğru olarak belirlenen sanığın mahkûmiyeti ile zamanaşımı, süreli veya süresiz olarak bir kamu görevini üstlenmekten yoksun bırakılma, seçme ve seçilme hakkının kaybı gibi hak yoksunluklarının yanında, olası bir genel veya özellikle de özel af karşısında değişik sonuçlarla karşılaşmasına rağmen, suç vasfı yanılgılı olarak belirlenen sanığın, açıklanan sonuçlarla karşılaşmaması söz konusu olabilir ki, bu durum eşitlik ilkesi ile hak ve adalet duygusuna da uygun değildir. O halde lehe temyiz davası üzerine suç vasfının saptanmasında yanılgıya düşüldüğünün belirlenmesi halinde cezanın tür ve miktarı yönünden kazanılmış hak saklı tutularak hükmün bozulmasına karar verilmelidir. Suçun niteliğinde yanılgıya düşülmesinin dışında, daha ağır cezayı gerektiren nedenlerden bir veya birkaçının uygulanmaması gibi durumların varlığı halinde ise Yargıtay’ca yol göstermek ve uygulamada birliği sağlamak amacıyla tespit edilen yasaya aykırılıklar konusunda eleştiri ile yetinilmesi gerekmektedir.
    Somut olay bu açıklamalar ışığında değerlendirildiğinde;
    Tedbirsizlik ve dikkatsizlik sonucu gerçekleşen eylemde, sanığın, yukarıda belirtildiği şekilde ölüme neden olmak suçundan 765 sayılı TCY’na göre cezalandırılmasına, yaralamaya sebebiyet vermek suçundan ise şikayet yokluğundan 5237 sayılı TCY’na göre hakkındaki davanın düşmesine ilişkin yerel mahkeme hükmü, Özel Dairece; “Bir kişinin öldüğü ve bir kişinin de 765 sayılı TCY’nın 456/2. maddesi kapsamında yaralandığı olayda sanığa atılı eylemin 765 sayılı TCY’nın 455/2. maddesinde düzenlenen suçu oluşturması karşısında; taksirli eylemden doğan neticelerin bölünerek ölüm bakımından mahkumiyet, yaralanma bakımından ise düşme kararı verilemeyeceği gözetilmeden suç vasfında yanılgıya düşülerek yazılı şekilde hüküm kurulması” isabetsizliğinden, sonuç cezadaki kazanılmış hak saklı tutulmak suretiyle bozul¬muştur.
    Buna göre, sanığın dikkatsizlik ve tedbirsizlik sonucu ölüme neden olmak suçundan 765 sayılı TCY’nın 455/1. maddesi uyarınca cezalandırılmasına, yaralamaya sebebiyet vermek suçundan ise 5237 sayılı TCY’nın 89/5. maddesi uyarınca şikayet yokluğu nedeniyle hakkındaki kamu davanın düşmesine ilişkin yerel mahkeme hükmü, karma uygulama niteliğinde olduğundan usul ve yasaya aykırıdır.
    Bu nedenle, somut olayda temyiz başvurusu yalnızca sanık lehine yapıldığından Özel Dairece, suç vasfındaki yanılgıya dayalı olarak kurulmuş olan hükümdeki ceza miktarı yönünden kazanılmış hak da gözetilerek hükmün tek olan eylemden doğan neticelerin bölünerek karma uygulama yapılması isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmesi isabetlidir.
    Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.
    SONUÇ:
    Açıklanan nedenlerle;
    1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE,
    2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 03.04.2012 günü yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.

     

    Hemen Ara