Esas No: 2006/8-329
Karar No: 2007/66
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2006/8-329 Esas 2007/66 Karar Sayılı İlamı
Ceza Genel Kurulu 2006/8-329 E., 2007/66 K.
"İçtihat Metni"
Davacı Ender M...."e haksız olarak tutuklu kaldığı günler karşılığında 466 sayılı Yasa uyarınca 678.057.750 lira maddi ve 20.000.000.000 lira manevî tazminat ödenmesine, fazlaya ilişkin istemin reddine, 60.000.000 lira dilekçe yazım ücretinin davalı Hazine"den alınarak davacı vekiline verilmesine ilişkin Kartal 1. Ağır Ceza Mahkemesince 22.03.2004 gün ve 89-98 sayı ile verilen hükmün davacı ve davalı vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 8. Ceza Dairesince 20.06.2006 gün ve 2242-5481 sayı ile;
"1- Tutuklandığı tarihte öğrenci olan ve herhangi bir iş ve meslek sahibi olmadığı kabul edilen davacıya maddi tazminata hükmolunamayacağının gözetilmemesi,
2- Objektif bir kriter olmamakla beraber, hükmedilecek manevi tazminatın davacının sosyal ve ekonomik durumu, üzerine atılı suçun niteliği, tutuklu kaldığı süre de gözetilmek suretiyle, zenginleşme sonucu doğurmayacak şekilde hak ve nesafet kurallarına uygun bir miktar olarak tayin ve tespiti gerekirken bu ölçülere uymayacak miktarda fazla manevi tazminata hükmolunması,
3- Yürürlükte bulunan avukatlık ücret tarifesine göre 90.000.000 lira yerine 60.000.000 lira olarak noksan dilekçe yazım ücretine hükmedilmesi,
4- Davanın niteliği gereği harca tabi olmadığı gözetilmeden davacı aleyhine nispi harca hükmolunması" isabetsizliğinden hükmün bozulmasına, ancak bu aykırılıkların CYUY.nın 322. maddesine göre düzeltilmesi olanağı bulunduğundan hükümden, "678.057.750 TL. maddi tazminatın davalı hazineden alınıp davacıya verilmesine" ilişkin kısmın çıkartılarak "maddi tazminat isteminin reddine" denilmek ve "kabul edilen miktar üzerinden 1.157.971.234 TL. nispi harcın davacıdan tahsiline" ilişkin kısmın da hükümden çıkartılması ile hükmolunan manevi tazminatın 3 milyar liraya indirilmesi ve dilekçe yazım ücretinin 90.000.000 liraya yükseltilmesi suretiyle hükmün düzeltilerek onanmasına karar vermiştir.
Yargıtay C.Başsavcılığı ise bu karara karşı 11.12.2006 gün ve 299538 sayı ile;
"1- 03.10.2001 tarih ve 4709 sayılı Yasanın 4. maddesi ile değişik Anayasanın 19/son maddesi uyarınca, maddede gösterilen esaslar dışında bir işleme tabi tutulan kişilerin uğradık-ları zararın tazminat hukukunun genel prensiplerine göre Devletçe ödeneceği kuralı ile buna paralel olan 466 sayılı Yasanın 1. maddesine göre, her türlü zararların bu Kanun hükümleri dairesinde Devletçe ödeneceği ve Anayasada yapılan değişiklikten sonra yürürlüğe giren 5271 sayı-lı CMK.nun 142/6. maddesine göre ise verilecek tazminat miktarının tazminat hukukunun genel prensiplerine göre saptanacağı yönündeki düzenlemeler karşısında, haksız tutuklamadan kay-naklanan maddi zarar kavramının kapsamının daha geniş tutulması gerekmektedir. 466 sayılı Yasa uygulamasında her türlü zarar deyiminin öncelikle maddi zararları kapsadığı, maddi zararların ise, kar kaybı şeklinde gerçekleşen kişinin haksız tutuklanma veya yakalanma dolayısıyla uğradığı kazanç kaybı olarak kabul edildiği, bunun da kişinin mesleğine göre tespit edile-ceği, yani yakalanan veya tutuklanan kimsenin mesleki uğraşına göre uğrayacağı her türlü mad-di kayıp olarak tanımlandığı bilinmektedir. Bunun yanı sıra tutuklama veya yakalamadan doğan diğer bazı giderler ve zararlar da söz konusu olabilir.
Bu kapsamda ise ceza davası dolayısıyla avukata ödenen vekalet ücreti maddi zarar olarak kabul edilir. Bunun dışında haksız tutuklama-dan doğan ve belgelenebilen tüm zararların bu kapsamda tazmin edilmesinin de Anayasa hükmü olduğu ancak ileride ortaya çıkması muhtemel zararlar karşılığı olarak ve soyut biçimde maddi tazminat talep edilemeyeceği kabul edilmektedir.
Dava konusu olayda ise lise öğrencisi olup yatılı okuyan davacının, gözaltına alındığı 17.04.2001 ve tahliye edildiği 05.09.2001 tarihleri arasındaki sürenin, Haziran ayından sonraki kısmının okulların yaz tatiline rastladığı, köyde oturan davacının bu dönemde köy işlerinde ailesinin yanında çalışarak destek olacağı veya köyde başka birisinin yanında ücretli olarak çalışma imkanı bulunduğu ve bu çalışmanın belgelendirilmesinin mümkün bulunmadığı ancak ülke koşulları nazara alındığında bu durumun mutat kabul edilmesi gerektiği, soyut biçimde davacının öğrenci olduğundan bahisle talebin reddine karar verilmesinin hak ve adalete uygun olmadığı gibi bu şekilde kesin bir yargının her koşulda isabetli olmayacağı ve yanlış sonuçlara yol açabileceği zira her öğrencinin çalışma imkanlarının ve yaşam koşullarının farklılık gösterdiği düşünülüp, davacının bu yönde talebinin de bulunduğu göz önüne alınarak gözaltı ve tutuk-luluk süresinin yaz tatiline tekabül eden bölümü yönünden tazminat talebinin kabulü ile o tarihte geçerli olan net asgari ücret üzerinden hesaplanacak miktar tazminat ile ayrıca tebliğnamemizin 2 numaralı bendinde belirtildiği üzere, davacının tazminat davasına konu ceza davası nedeniyle ödemiş bulunduğu vekalet ücretinin de maddi zarar kapsamında tazmini gerektiğinden buna dair açık talebi de gözetilerek, hüküm tarihinde yürürlükte bulunan avukatlık asgari ücret tarifesi uyarınca belirlenecek vekalet ücreti toplamının maddi tazminat olarak hükmolunması gerektiğinden dolayı Yerel Mahkeme hükmünün bozulması yerine yazılı gerekçe ile maddi tazminat talebinin tümden reddi şeklinde düzeltilerek onama kararı verilmesi,
2- 4 ay 19 gün süre ile gözaltında ve tutuklu kalan, bu nedenle öğretim hayatı kesintiye uğrayan ve başarısı düşen, ayrıca manevi olarak da bir takım kayıplara uğradığı anlaşılan davacı hakkında mahkemece tayin olunan manevi tazminat miktarının indirilmesi sonucu hükmolunan 3.000.000.000 liranın çok az olduğu, manevi tazminatın belirtilen ölçütler doğrultusunda hak ve nesafet kurallarına uygun makul ve makbul bir miktar olarak Yerel Mahkemece yeniden tayin ve tespiti gerektiğinden ve bu durumda CMUK.nun 322. maddesinin uygulama koşulları oluşmadığından, mahkeme kararının bozulması yerine manevi tazminat miktarının indirilmesi suretiyle düzeltilerek onama kararı verilmesi ,
3- Tebliğnamemizin 4 numaralı bendinde yer alan ve Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 20.04.2004 tarih ve 47-101 sayılı kararına aykırı olarak mahkemece vekalet ücretinin davacı yerine vekiline verilmesine karar verilmesinin isabetsizliğine ilişkin bozma nedeni hakkında olumlu veya olumsuz bir karar verilmemesi,
4- Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 20.09.2005 tarih ve 2005/88-2005/98 sayılı kararı gereğince, davacı yararına hüküm tarihinde yürürlükte bulunan avukatlık asgari ücret tarifesinin 13/4. maddesi uyarınca tarifenin üçüncü kısmı gereğince ve ikinci kısmın ikinci bölümünün onuncu sırasındaki ücretten az olmamak üzere vekalet ücretine hükmedilmesi gerektiğinden, dilekçe yazım ücreti tayinine ilişkin mahkeme kararının bozulması yerine dilekçe yazım ücretinin miktarının yükseltilmesi suretiyle düzeltilerek onanmasına karar verilmesi, hususları yasaya aykırı bulunduğundan" görüşüyle itiraz yasa yoluna başvurarak, Özel Daire kararının kaldırılma-sına, Yerel Mahkeme hükmünün anılan nedenlerle bozulmasına karar verilmesini talep etmiştir.
Dosya Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle, Yargıtay Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup düşünüldü.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
İncelenen dosya içeriğine göre;
Özel Daire ilamının 20.07.2006 tarihinde Yargıtay C.Başsavcılığına gönderildiği, aradan 5 aya yakın bir süre geçtikten sonra Yargıtay C.Başsavcılığınca 11.12.2006 tarihinde itiraz yasa yoluna başvurulduğu anlaşılmaktadır.
Ceza Genel Kurulu Başkanı Osman Şirin tarafından, Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının süresinde olup olmadığının öncelikle değerlendirilmesi gerektiğinin ileri sürülmesi üzerine, bu hususun Yargıtay İç Yönetmeliğinin 27. maddesi uyarınca ön sorun olarak ele alınması kararlaştırılmıştır.
Konuya ilişkin yasal düzenleme incelendiğinde;
5271 sayılı CMY.nın "Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının İtiraz Yetkisi" başlıklı 308. maddesinde, Yargıtay ceza dairelerinden birinin kararına karşı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının, ilamın kendisine verildiği tarihten itibaren 30 gün içinde Ceza Genel Kuruluna itiraz edebileceği öngörülmüştür. Ancak, itiraz süresi kural olarak 30 gün olmakla beraber ayrık bir hüküm de getirilmiş ve sanık lehine itirazlarda süre aranmayacağı kurala bağlanmıştır.
Sanık kavramı, CMY.nın 2. maddesinin, 1. fıkranın, (b) bendinde, "Kovuşturmanın başlamasından itibaren hükmün kesinleşmesine kadar, suç şüphesi altında bulunan kişi" olarak tanımlanmıştır.
Somut olayda, lehine itiraz yasa yoluna başvurulan kişi, "sanık" sıfatında bir kimse değildir. Hakkındaki ceza yargılamasının beraat hükmü ile sonlanması nedeniyle sanıklık sıfatı kalkmış, Anayasa ve 466 sayılı Yasa hükümleri gereğince, haksız tutuklanma nedeniyle tazminat isteyen, "davacı" konumu gerçekleşmiştir. Bu nedenle, "sanık" sıfatını taşıyanlar için geçerli bulunan "lehe itiraz yasa yoluna başvurulduğunda süre koşulu aranmayacağı" yönündeki usul kuralının bu sıfatı taşımayan haksız tutuklama tazminatı davacısı yönünden geçerli sayılabilmesi olanaklı değildir. Yargıtay C.Başsavcılığı bu konulardaki itirazlarını ilamın kendisine tevdiinden itibaren 30 günlük yasal sürede yapmadıkça itirazın Ceza Genel Kurulu"nca görüşülmesi olanağı kalmayacaktır.
Bu itibarla Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının süre yönünden reddine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Kurul Üyelerinden M.Tatar; "04.12.2004 gün ve 5271 sayılı "Ceza Muhakemesi Kanunu"nun Üçüncü Kısmının "Olağanüstü Kanun Yolları" üst başlıklı Birinci Bölümünde, "Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının İtiraz Yetkisi" başlığı ile yer alan 308. maddede; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının, Yargıtay Ceza Dairelerinden birinin kararına karşı, re"sen ya da istem üzerine, 30 gün içerisinde Ceza Genel Kuruluna itiraz edebileceği hususu düzenlenerek son cümlesindeki kuralla "sanık lehine itirazda süre aranmaz" denilip, sanık aleyhine sonuç doğurmuş yasaya aykırılıkların düzeltilebilmesi yolu, süreye bağlı olmaksızın açılmış bulunmaktadır.
Olağanüstü kanun yollarını, "olağan kanun yollarıyla düzeltilemeyecek hukuka aykırılıkların giderilmesine yönelik olanaklardır" diye tanımladığımızda ve olağan kanun yollarından geçerek ya da geçmeden kesinleşen kararlardan sonra artık hükümlünün ceza açısından kazanılmış hakka sahip olduğunu düşündüğümüzde, yalnız sanık yararına olarak yanlışlıkların düzeltilmesinde süre aranmamasının doğru ve amaca uygun olduğu da görülmektedir.
Ancak maddede yer alan "sanık" kelimesinin salt bu kelimeyle sınırlı olarak anlaşılmasının doğru olmayacağı, itiraz yolunu yalnızca "sanıklar" yararına kabul ettiğimizde şu sakıncalarla karşılaşılabileceği düşünülmektedir:
-Mahkûmiyet hükmü Yargıtay Ceza Dairesi kararı ile onanarak kesinleşen sanığın statüsü artık "hükümlü" olarak değiştiğinden, onama kararına karşı otuz gün geçtikten sonra "hükümlü" yararına itirazda bulunulamayacaktır. Onama kararındaki hukuka aykırılıkların başka bir şekilde giderilmesi olanağı da ortadan kalkacaktır.
-"Şüpheli" hakkında verilen takipsizlik kararını itiraz üzerine yasaya aykırı olarak kaldıran Ağır Ceza Başkanlığı kararını, kanun yararına bozma istemi üzerine inceleyen ve istemi reddederek yerinde bulan Yargıtay Ceza Dairesinin kararı hukuka aykırılıklar taşısa da, 30 gün geçtikten sonra itiraz yoluyla Ceza Genel Kurulunun önüne getirilemeyecektir. Çünkü burada henüz "sanık" yoktur.
Bu sakıncaların ortadan kaldırılmasının yolunun ise usül hukukunda "kıyas"ın da kullanılabileceğini gözeterek ve maddedeki "sanık" kelimesini geniş ve amaçsal bir yoruma tabi tutanak; "ceza yargılamasının herhangi bir aşamasında ceza ya da güvenlik önlemi tehdidi altında kalmış ilgili" olarak anlamak olduğu kanısına varılmaktadır.
Belirtilen anlayışla somut olaya baktığımızda; haksız tutuklamadan doğan zararının karşılanması amacıyla talep ve karar tarihinde yürürlükte olup sonradan yürürlükten kaldırılan ve yargılaması ceza usul kanuna bağlı olarak yapılıp, kanun yolu olarak "temyizi belirlemiş olan 466 sayılı Yasaya dayalı olarak verilmiş kararların Yargıtay ilgili ceza dairelerince incelenip onanması halinde, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının bu onama kararında davacı aleyhine gördüğü hukuka aykırılıkları onun yararına olarak ve süreye bağlı olmaksızın, CMK"nun 308. maddesi uyarınca itiraz yoluyla Ceza Genel Kuruluna getirebileceğini, anılan davadaki "davacı"nın haksız güvenlik önlemi uygulanan "sanık" ile kıyaslanmasının doğru olacağı, aksine kabulün otuz günlük süre sonunda mevcut hukuka aykırılıkların hiçbir şekilde giderilememesi sonucunu doğuracağını düşündüğümden sayın çoğunluk görüşüne katılmıyorum." görüşüyle;
2 Kurul Üyesi ise, "Sanık lehine itirazlarda süre aranmayacağına ilişkin kural, 466 sayılı Yasa uyarınca tazminat isteyen davacı hakkında kıyasen uygulanmalıdır. Bu nedenle Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının esastan incelenmesi gerekir" görüşüyle karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının süre yönünden REDDİNE,
2- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığına tevdiine, 13.03.2007 günü oyçokluğu ile karar verildi.