Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2008/1-22 Esas 2008/80 Karar Sayılı İlamı

Abaküs Yazılım
Ceza Genel Kurulu
Esas No: 2008/1-22
Karar No: 2008/80

Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2008/1-22 Esas 2008/80 Karar Sayılı İlamı

Ceza Genel Kurulu 2008/1-22 E., 2008/80 K.

Ceza Genel Kurulu 2008/1-22 E., 2008/80 K.

  • AKIL HASTALIĞI
  • CEZA VERİLMESİNE YER OLUNMAYAN HALLER
  • EKSİK SORUŞTURMAYLA KURULAN HÜKÜM
  • GÜVENLİK TEDBİRLERİNİN UYGULANMASI
  • KUSURU ORTADAN KALDIRAN NEDENLER
  • 5237 S. TÜRK CEZA KANUNU [ Madde 32 ]
  • 5237 S. TÜRK CEZA KANUNU [ Madde 57 ]
  • "İçtihat Metni"

    Sanık A.... Y....’in 19.09.2003 tarihinde ruhsatsız tabanca ile mağdur N.... A.......’ı öldürmeye teşebbüs ettiği iddiasıyla 765 sayılı Yasanın 448.62,31,33 ve 6136 sayılı Yasanın 13/1. maddeleri uyarınca cezalandırılması istemiyle açılan kamu davası sonunda; Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesince 17.11.2005 gün ve 16-103 sayı ile; “

    “ 1-Akıl hastalığı nedeniyle kendisine isnat edilen suçun hukuki anlam ve sonuçlarını algılama ve davranışlarını yönlendirme yeteneği önemli derecede azalmış bulunan sanığa 5237 sayılı Kanunun 32/1 maddesi uyarınca ceza verilmesine yer olmadığına,

    2-Sanığın 5237 sayılı TCK.nun 57/1-2 maddeleri uyarınca yüksek güvenlikli sağlık kurumlarında koruma ve tedavi altına alınmasına, yerleştirilecek kurumun sağlık kurulunca düzenlenen raporda toplum açısından tehlikeliliğinin ortadan kalkmasına veya önemli ölçüde azaldığının belirlenmesine kadar bu koruma ve tedavinin devamına, bu hususunun ilgili kurumca mahkememize bildirilmesi, serbest bırakılması hususunda ileride tekrar dosyanın ele alınmasına, bu itibarla ilgili kurumun sağlık kurulundan aynı maddenin 3. fıkrası uyarınca rapor istenmesine, bu itibarla dosyanın tasdikli bir örneğinin ve ilgili kuruma gönderilmesine ve müsadereye…

    ….”

    ” hükmedilmiş, bu hükmün sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine de, Yargıtay 1. Ceza Dairesince 11.07.2007 gün ve 3615-5742 sayı ile; “

    “Sanık ve mağdurdaki yara yerleri, yaraların niteliği ve yaralanma derecelerini de belirtir şekilde raporlarının aldırılarak, sanık müdafiinin olayı gördüklerini söylediği tanıklar H.... E...... ile E.... Y....’in dinlenip tüm deliller birlikte değerlendirildikten sonra, suçun sübut ve vasfının belirlenmesi ve buna göre sanığın hukuki durumunun tayini ile hüküm tesisi gerekirken, yazılı şekilde eksik soruşturma sonucu hüküm kurulması”

    ” isabetsizliğinden bozma kararı verilmiştir.

    Bozma üzerine, Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesince 16.10.2007 gün ve 254-320 sayı ile; “

    “ ….Bozma ilamında, sanık ve mağdurdaki yaraların mahiyeti ve olayı görmüş olan 2 şahsın dinlenmemiş olması gerekçe gösterilerek karar bozulmuş ise de; Adli Tıp Genel Kurulu tarafından verilen rapor karşısında mağdurun yaralanma derecesi önem kazanmamaktadır. Yapılan yargılamada sanığın müsnet suçları işlemiş olduğu kesin olarak anlaşılmış ancak yukarıda da belirtildiği üzere Adli Tıp Raporuna göre sanığa ceza verilmemiştir. Bozma ilamında belirtilen eksikliklerin araştırılması sonucu etkilemediği kanaatine varılarak bozma ilamına uyulmayarak direnme kararı verilmiştir.”

    ” şeklindeki açıklama ile; “

    “Mahkememizin 17.10.2005 tarih ve 2004/16 esas, 2005/103 karar sayılı kararı usul ve yasaya uygun bulunduğundan bu kararımızda direnilmesine..”

    ” denildikten sonra önceki hüküm aynen verilmiş ve bu hüküm sanık müdafii tarafından eksik soruşturmaya, vs.ye yönelik olarak temyiz edilmiştir.

    Dosya, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının “

    “bozma”

    ” istekli, 13.01.2008 gün ve 270130 sayılı tebliğnamesi ile Birinci Başkanlığa gönderilmekle, Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup, düşünüldü;

    TÜRK MİLLETİ ADINA

    CEZA GENEL KURULU KARARI

    Sanık A.... Y....’in 19.09.2003 tarihinde Cuma Namazı çıkışında, mağdur N.... A.......’a isabet kaydetmeyecek şekilde tabancayla ateş edip, ardından da tabancanın kabzası ile darp ederek başından yaralaması tarzında gerçekleştiği iddia edilen olayla ilgili olarak Yerel Mahkeme ile Özel Daire arasında ortaya çıkan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın akıl hastası olduğunun kesin olarak belirlendiği durumlarda, suçun sübut ve vasfının belirlenmesine yönelik olarak dosyanın tekemmül ettirilmesinin gerekip gerekmediğine ilişkindir.

    Dosya incelendiğinde;

    Dosyada bulunan tutanak ve krokiden; olayın 19.09.2003 Cuma günü saat 13.30-14.00 sıralarında Dağyaka Köyü’nde, Cuma namazı çıkışında ve köy camiine yaklaşık 100 metre mesafede meydana geldiği anlaşılmaktadır. Kolluğa yapılan ilk bildirim, N.... ile A....’in birbirlerini yaraladıkları ve A....’in, N....’ın ayaklarının dibine tabanca ile ateş ettiği şeklinde olmuştur. Kolluk güçleri köye geldiklerinde sanık A....’in hastanede olduğu belirlenmiştir. Olay yerinde de kan izleri tespit edilmiştir.

    Olay yerinde saat 16.30 sıralarında kolluk tarafından yapılan araştırmada herhangi bir bulgu elde edilememiş, buna karşılık; aynı yerde, saat 23.37 sıralarında sanık, mağdur ve tanıklar da hazır bulundurulmak suretiyle yapılan araştırmada ağaç yaprakları arasında bir adet 7.65 mm. çapında kovan bulunmuştur. Bununla birlikte, olayda kullanılan silahın ele geçirilmesi amacıyla 20.09.2003 tarihinde sanığın evinde yapılan aramada ve sonraki araştırmalarda olumlu bir netice sağlanamamıştır.

    Dosyadaki raporlardan; olay sırasında, mağdurun 10 gün iş ve gücünden kalacak şekilde yaralandığı ve hayati tehlike geçirmediği, sanığın da yaralandığı fakat ne şekilde yaralandığının açıklığa kavuşturulmadığı gözlemlenmektedir. Zira, mağdurla ilgili olarak Kazan Merkez Sağlık Ocağından alınmış olan 19.09.2003 tarihli raporda yaraların yerleri vs. gösterilmemiş, sadece kaç gün iş ve gücünden kalacağı ile hayati tehlikenin bulunmadığı kaydı yer almıştır. Sanıkla ilgili olarak, Ankara Numune Hastanesinden alınan 19.09.2003 gün ve 26223 sayılı raporda ise; “

    “acil cerrahi girişim düşünülmediğinden geçici rapordur, asıl raporu adli tabiplikçe verilecektir, bu haliyle hayati tehlikesi mevcut değildir. İlgili konsültasyonlar ektedir”

    ” yazılı olmakla birlikte, rapor ekinde başka bir bilgi veya belge bulunmamaktadır. Dolayısıyla, mevcut raporlardan mağdur ve sanığın ne şekilde yaralandıkları anlaşılamamaktadır.

    Aynı zamanda kronik akciğer, alzheimer, kalp, şeker ve yüksek tansiyon hastası olan sanığın akli durumunun tespiti amacıyla Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinden alınan 03.10.2003 ve Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Sağlık Kurulu’ndan alınan 22.03.2004 tarihli raporlarda; “

    “sanık A.... Y....’in suç tarihi itibarıyla ve halen 765 sayılı Yasanın 46. maddesi kapsamında kaldığı ve ceza ehliyetinin bulunmadığı”

    ” bildirilirken; Adli Tıp Kurumu 4. İhtisas Kurulu’ndan alınan 10.12.2004 tarihli raporda; ceza ehliyetinin tam olduğu mütalaa olunmuş ise de; ortaya çıkan çelişki Adli Tıp Kurumu Genel Kurulu’ndan alınan 02.06.2005 tarihli raporla tamamen giderilmiştir. Bu raporun sonuç bölümünde; “

    “…..Tıbbi belgeler ile adli dosyasında belirlenen suçun nev’i, motivasyonu ve işleniş tarzı, sanığın suç işleme ve suça karşı kendini savunma mantığı, suç öncesi-esnası-sonrası tutum ve davranışları, sanık, tanık ifadeleri gibi adli tıbbi yorumlamayı ilgilendiren hususların değerlendirilmesi ve; 19.09.2003 tarihinde sanığı bulunduğu (adam öldürmeye tam teşebbüs, 6136 sayılı Yasaya muhalefet) suçu nedeniyle ceza ehliyeti olup olmadığı sorulan 1927 doğumlu A.... Y....’in 4. İhtisas Kurulunda 28.07.2004 ve 24.11.2004 tarihlerinde ve Genel Kurulda 02.06.2005 tarihinde yapılan muayenelerinden elde edilen bilgi ve bulguların yorumlanmasından; cezai sorumluluğunu müessir ve kişide şuur ve hareket serbestisini ortadan kaldıracak mahiyet ve derecede olan (genel tıbbi duruma bağlı psikotik bozukluk) denilen akıl hastalığı saptandığı, adli dosya tetkikinde de sanığın mezkur suçu işlediği sırada fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını idrak etme ve bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğini ortadan kaldıracak derecedeki bu akli arazının etkisi altında olduğu anlaşıldığına göre; A.... Y....’in 19.09.2003 tarihinde sanığı bulunduğu suça karşı cezai sorumluluğunun olmayıp hakkında TCK nun 46 (yeni TCY nın 32/1) maddesinin tatbikinin uygun olduğu mütalaasına oybirliği ile varıldı.”

    ” şeklindeki görüşe yer verilmiştir.

    Olayla ilgili olarak ifadesine başvurulan mağdur N.... A....... kolluktaki 19.09.2003 tarihli ifadesinde; “

    “Bugün Cuma namazından çıktım. A.... T... ile yürüyerek ve konuşarak evimize gidiyorduk. Camiden yaklaşık 50 metre civarında uzaklaştık. A.... Y.... evi ters istikamette olduğu halde bizi takip ederek bizim peşimizden geliyordu. O sırada yanımda bulunan A....’in ayrılmasını bekliyordu. A.... te ayrılmayınca yanıma geldi. Ne konuşuyorsun lan dedi. Hemen silahına sarılıp benim üzerine hayalarıma doğru ateş etti. Ancak beni vuramadı. Mermiler yere isabet etti. Yanımıza geldiğinde silahını önceden doldurmuş ateşe hazır idi. Dört el ateş ettikten sonra ben kendisine saldırdım. Elinden silahı almaya çalışırken kendisi tekrar silahı doldurmaya çalıştı. Ancak dolduramayınca silahın kabzası ile suratıma vurdu. Ben bu boğuşma anında elime yerden taş aldım ve kafasına vurdum. O anda yanımızda bulunan A.... T... ve köy imamı araya girerek tekrar ateş edilmesini engelledi. Bu yine silahı doldurdu. A.... T... önüne geçince bana ateş edemedi. Yerden taş alarak bana atmaya başladı. Bizi tekrar ayırdılar ve evimize gittik. Oğlum olan E....’i çağırdım, onunla karakola geldik. A.... Y.... ile aramızda problem yoktu, ancak 1 yıl önce bir durumdan dolayı mahkemelik olduk. Bunun haricinde bir olayımız olmadı. Neden beni vurmak istedi bilmiyorum. Şikayetçiyim”

    ” şeklinde iddiada bulunurken, Cumhuriyet savcısı önündeki 11.11.2003 tarihli ifadesinde; “

    “….Yol ayrımında ayrılırken A.... T... havuzu salayım dedi, ben de yardım ederim sal dedim. O esnada A.... Y.... bana “

    “doğru konuş lan”

    ” diye seslendi. Benim önüme atladı. Tabancasını bana tutarak ateşledi. Kurşun değmedi. Araya A.... T... girdi. Onun da sağından solundan 4 el ateş etti. Ben de canımı kurtarmak için üzerine atladım, can havliyle elimdeki taşı ona vurdum, bizi ayırdılar. Bana niçin saldırdığını bilmiyorum.”

    ” demiş, mahkemede ise önceki ifadelerini tekrar ettiğini söylemekle yetinmiştir. Olayın görgü tanıkları A.... T... ve R.... T.....’ın ifadeleri de mağdurla aynı mahiyettedir.

    Buna karşılık; sanık A.... Y.... ise; önce N....’ın silah çektiği, kendisinin silahı N....’ın elinden alıp boşaltmak amacıyla yere sıktığı, daha sonra ise N.... A......., R.... T..... ve A.... T...’un kendisini birlikte darp ettikleri şeklinde savunma yaparken, N....’daki yaranın kendisi tarafından silahın kabzasıyla ve meşru müdafaa şartlarında oluşturulduğunu ifade etmiştir.

    Bununla birlikte; sanık tarafından verilen dilekçede olayı gördüğü ifade edilen ve sanığın Kazan Sulh Ceza Mahkemesinde açtığı 2004/31 esas sayılı şahsi davada tanık olarak ifadesine başvurulan H.... E...... ile sanığı hastaneye götüren E.... Y.... tanık olarak çağırılıp dinlenmemişlerdir.

    Şu durumda; Adli Tıp Kurumu Genel Kurulu’ndan alınan rapora göre; suç tarihi itibarıyla ve halen sanığın 765 sayılı Yasanın 46. ve 5237 sayılı Yasanın 32/1. maddeleri kapsamında akıl hastalığına müptela olduğunda kuşku bulunmamaktadır.

    Yeni Ceza Adalet Sistemimizde akıl hastalığı; “

    “kusuru ortadan kaldırması”

    ” nedeniyle, ceza sorumluluğunu ortadan kaldıran nedenlerden birisi olarak düzenlenmiştir. Buna göre, ortada tüm unsurlarıyla oluşmuş bir suç bulunmakta ise de; akıl hastası olduğu saptanan sanık, işlemiş bulunduğu fiilin anlam ve sonuçlarını algılayamayacak durumda olduğundan, bu suçun işlenmesinden dolayı hukuki anlamda “

    “kınanamaz”

    ” yani sorumlu tutulamaz. Dolayısıyla, 5237 sayılı Yasanın 32/1. maddesi gereğince bu durumdaki sanığa ceza tayin edilmesi mümkün bulunmadığından, 5271 sayılı Yasanın 223/3-a maddesi uyarınca “

    “ceza verilmesine yer olmadığı”

    ” hükmünün verilmesi gerekir. Ancak, sanığa ceza verilemiyor olması, sanık hakkında 5237 sayılı Yasanın 57. maddesi uyarınca güvenlik tedbiri uygulanmasına engel değildir.

    Akıl hastası olduğu belirlenenler hakkında verilmesi gereken hükümler açısından 765 sayılı Yasanın 46/1. maddesi ile 5237 sayılı Yasanın 32/1. maddesi arasında fark bulunmamaktadır. Buna karşılık, akıl hastalarına uygulanacak tedbirler açısından 765 sayılı Yasanın 46. maddesi ile 5237 sayılı Yasanın 57. maddesi arasında önemli farklar göze çarpmaktadır. Bununla birlikte; 765 sayılı Yasanın 46/3. maddesinde yer alan “

    “Muhafaza ve tedavi altında bulundurma müddeti şifaya kadar devam eder. Yalnız maznuna isnad olunan suç, ağır hapis cezasını müstelzim ise bu müddet bir seneden az olamaz.”

    ” şeklindeki düzenlemenin bir benzerine 5237 sayılı Yasanın 57/2. maddesinde ve “

    “Sağlık kurulu raporunda, akıl hastalığının ve işlenen fiilin niteliğine göre, güvenlik bakımından kişinin tıbbi kontrol ve takibinin gerekip gerekmediği, gerekiyorsa bunun süre ve aralıkları belirtilir.”

    ” biçiminde yer verilmiş olması; akıl hastalığının saptanması durumunda yapılacak uygulamanın sınırlarını belirleme açısından, işlenen fiilin bir suçu oluşturup oluşturmadığını eğer oluşturuyor ise suç vasfının belirlenmesini ve gerek sübuta ve gerekse vasfa ilişkin gerekçeli değerlendirmenin hükme dercedilmesini zorunlu kılmaktadır.

    Bu nedenlerle; sanığın hukuki durumunun, suçun sübutunu ve vasfını belirlemeye yönelik araştırmalar eksiksiz olarak yapılarak, dosya tekemmül ettirildikten sonra değerlendirilmesi suretiyle 5271 sayılı Yasanın 223/3-a maddesi uyarınca ceza verilmesine yer olmadığına ve 5237 sayılı Yasanın 57. maddesi uyarınca akıl hastalarına özgü güvenlik tedbirlerinin uygulanmasına karar verilmesi gerekirken; mağdur ve sanıkla ilgili olarak yara yerlerini de gösteren ayrıntılı raporlar temin edilmeden, olayı gördükleri sanık tarafından ileri sürülen H.... E......’la, E.... Y....’in ifadelerine başvurulmadan ya da başvurmak gerekmiyorsa denetlenir gerekçeyle ara kararına konu edilmesi sağlanmadan, keza sanığın Kazan Sulh Ceza Mahkemesinde açmış bulunduğu 2004/31 esas sayılı şahsi dava dosyasının onaylı bir örneği dosyaya celbedilip duruşmada okunarak değerlendirmesi yapılmadan verilen hüküm eksik soruşturmaya dayanmaktadır.

    Öte yandan, 5271 sayılı CYY’nın “

    “Duruşmanın sona ermesi ve hüküm”

    ” başlıklı 223. maddesinin 3. fıkrasının ( c ) bendinden bahsedilmeksizin, 5237 sayılı TCY’nın 32/1. madde ve fıkrası uyarınca “

    “ceza verilmesine yer olmadığına”

    ” karar verilmiş olması nedeniyle, ortada gerçek anlamda bir hüküm de bulunmamaktadır.

    Bu itibarla; sanık müdafiinin temyiz itirazlarının kabulüyle, yerinde görülmeyen Yerel Mahkeme hükmünün tebliğnamedeki düşünce doğrultusunda bozulmasına ve dosyanın Yerel Mahkemeye gönderilmesine karar verilmelidir.

    SONUÇ:Açıklanan nedenlerle;

    1-Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesinin 16.10.2007 gün ve 254-320 sayılı direnme hükmünün BOZULMASINA,

    2-Dosyanın Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına tevdiine, 15.04.2008 günü yapılan müzakerede tebliğnamedeki düşünceye uygun olarak oybirliği ile karar verildi.

    Hemen Ara