Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2017/882 Esas 2022/189 Karar Sayılı İlamı

Abaküs Yazılım
Ceza Genel Kurulu
Esas No: 2017/882
Karar No: 2022/189
Karar Tarihi: 22.03.2022

Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2017/882 Esas 2022/189 Karar Sayılı İlamı

Ceza Genel Kurulu         2017/882 E.  ,  2022/189 K.

    "İçtihat Metni"


    Kararı Veren
    Yargıtay Dairesi : (Kapatılan) 14. Ceza Dairesi
    Mahkemesi :Ağır Ceza
    Sayısı : 4-27

    Kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan sanıklar ..., ... ve ...’nın beraatlerine ilişkin Sinop Ağır Ceza Mahkemesince verilen 23.01.2013 tarihli ve 9-19 sayılı hükümlerin, mağdur vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay (Kapatılan) 14. Ceza Dairesince 17.11.2015 tarih ve 9837-10676 sayı ile;
    “Mağdurun aşamalardaki anlatımları, sanık ...'in kolluktaki ikrarı, tanık ...'nin kolluk beyanları ve tüm dosya içeriğine göre; olay tarihinde mağdurun ... Atatürk Kız Yetiştirme Yurdunda kaldığı, üvey büyükannesi olan ...'in ‘Seni Sefaköy'deki akrabalarının yanına götüreceğim.’ şeklindeki hileyle yurt idaresinden izin alıp dışarı çıkardığı, mağdurun sanık ... tarafından kullanılan ve içerisinde sanık ...'ın da bulunduğu araca zorla bindirildiği, araç içerisinde kendisine ... tarafından bıçak gösterilip tehdit edildiği, mağdur ile diğer üç sanığın Ayancık ilçesine geldiği ve mağdurun yurt idaresini arayıp yardım istediği güne kadar zorla ...'a ait evde tutulduğu olayda, sanıkların üzerlerine atılı kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarının sübut bulması karşısında, TCK'nın 109/2, 3-a, b, f maddelerine göre mahkûmiyetlerine karar verilmesi gerekirken, oluşa uygun düşmeyen yazılı gerekçeyle beraatlerine hükmedilmesi,” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
    Bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda, sanıkların TCK'nın 109/2, 109/3-a-b-f, 62/1 ve 53. maddeleri uyarınca 5 yıl hapis cezası ile cezalandırılmalarına, hak yoksunluğuna, sanık ... yönünden TCK’nın 63. maddesi uyarınca mahsuba ilişkin Sinop Ağır Ceza Mahkemesince verilen 02.03.2016 tarihli ve 4-27 sayılı hükümlerin sanıklar müdafileri ve mağdur vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay (Kapatılan) 14. Ceza Dairesince 17.11.2016 tarih, 7297-7909 sayı ve oy çokluğu ile;
    "Mağdurun, ... Bahçelievler’de kaldığı yurda gelen sanık ... ile birlikte 23.04.2006 tarihinde ayrıldığı yurda yakın bir yerde diğer iki sanığın araçla yanlarına geldikleri ve mağdurun zorla araca bindirilip kaçırıldığına ilişkin delil bulunmaması, mağdurun kollukta alınan ifadesinde sanıklar tarafından zorla götürüldüğü ve yaklaşık 11 gün boyunca kaldığı Sinop ili Ayancık ilçesinde bir gün temizlik için ismini bilmediği bir bankacının evine götürüldüğünü beyan ettiği hâlde burada olayın ortaya çıkması için herhangi bir girişimde bulunmamasının hayatın olağan akışına aykırı olması, 04.05.2006 tarihinde önceden kaldığı ...'daki yurdun kimliği belirsiz bir kişi tarafından aranıp mağdurun Ayancık ilçesinde oturan sanık ...'in evinde kilitli şekilde zorla tutulduğu belirtilmesine rağmen aynı gün anılan adrese giden kolluk personelince mağdurun evden teslim alındığı sırada orada zorla tutulduğuna ya da olağan dışı bir durum yaşandığına ilişkin kolluk tutanağının dosya içeriğinde bulunmaması karşısında, kovuşturma evresinde kendisine ulaşılamayan mağdurun soruşturma evresinde verdiği çelişkili beyanları dışında sanıkların cezalandırılmalarına yeter, her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı anlaşıldığından, beraatleri yerine yazılı şekilde mahkûmiyetlerine karar verilmesi," isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiş,
    Daire Üyeleri ... ve ...;“Olay tarihinde ... Atatürk Kız Yetiştirme Yurdunda kalan mağdurun yanına gelen sanık ...'in ‘Seni Sefaköy'deki kardeşimin yanına götüreceğim.' diyerek hileyle yurttan dışarı çıkartıp sanık ...'in kullandığı araca bindirdiği araç içerisinde sanık ...'ın mağduru bıçakla tehdit ettiği, birlikte Sinop ili Ayancık ilçesine getirildiği, evde zorla tutulduğu, mağdurun bir fırsatını bulup yurdu araması üzerine mağdurun kurtarıldığı, mağdurun anlatımı, sanık ...'in kolluktaki ikrarı, tanık ...'nin beyanları ve tüm dosya içeriğiyle anlaşıldığından, sanıkların üzerlerine atılı kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan dolayı TCK’nın 109/2, 3-a,b,f maddesine göre mahkûmiyetleri gerektiği” düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
    Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 12.01.2017 tarih ve 125592 sayı ile;
    "...Görüldüğü üzere son ifadesinin alınması sürecinde zaman zaman kafa karışıklığı yaşasa da mağdurun tüm anlatımlarının ana hatlarıyla birbiri ile uyumlu olduğu, ayrıntıların zaman zaman karıştığı ancak mübayenet derecesine ulaşmadığı, yalnızca cinsel istismar suçuna yönelik ifadelerinin ilk anlatımından sonra sanıklar aleyhine genişlediği, zaten bu suçtan verilen beraat hükmünün de Yüksek Daire tarafından onanarak daha önce kesinleştiği anlaşılmaktadır.
    Öte yandan sanıklar aleyhine tek delil mağdurun anlatımlarından ibaret değildir. Mağdur anlatımlarında kendisini zorla bindirdiklerini söylediği araçtan kaçmak istediğini, telefonunun kendisinden alındığını ve SIM kartının kırıldığını, sanık ... tarafından bıçakla tehdit edildiğini, kendisine zorla üç adet uyku hapı verildiğini beyan etmektedir ki tüm bunlar kişinin zorla hürriyetinden yoksun kılınması suçunun cebir unsurunun oluşturmaktadır. Nitekim sanık ... 22.05.2006 tarihli müdafi huzuru ile Cumhuriyet savcısına verdiği ifadeye başlarken daha önce emniyette verdiği ifadenin doğru olduğunu ve aynen tekrar ettiğinin belirterek söze başlamıştır. Doğruluğunu kabul ettiği 05.05.2006 günlü kolluk anlatımında ‘...Ben, oğlum ... ve ... aracın arka tarafında oturuyorduk, aracı ... kullanıyordu, ... araçtan atlamak istedi, ben kendisine mani oldum, kendisine ‘Deden sana dokunmayacak, ben onunla konuşurum.’ dedim, ... ikna oldu ve oturdu.
    Araçla gelirken ...'nın elinde bulunan Nokia marka cep telefonunu aldım ve içindeki SIM kartı ben kırdım ve camdan attım, oğlum ... ...'ya araçta bulunan büyük bir bıçağı eline alarak ...'ya gösterdi ve ‘Senin yaptığın çok oldu, sen bizimle neden uğraşıyorsun, seni keserim bizimle Ayancık'a geleceksin sesini çıkarma.’ dedi.’ şeklinde beyanda bulunduğu görülmüştür.
    Sanık ... ise 16.07.2008 günü Ayancık Cumhuriyet savcısına verdiği ifadesinde ‘Ailemize laf getirdiği için yanımda bulunan küçük meyve bıçağını ona göstererek ‘Senin yaptığın çok oldu, bizimle neden uğraşıyorsun.’ dedim.’ şeklindeki savunması ile mağduru tehdit ettiğini kabul etmiştir.
    Tanık ... ise tarihli celsede ‘Ben sanık ...'ı tanırım, kendisi bizim kiracımızdır, ben ...'dan katılan ...'yı kaçırdıklarını duydum, bana ...’daki yetiştirme yurdundan katılanı alıp Ayancık'a getirdiklerini söyledi, yanında ... da varmış, ancak ...'in olup olmadığını bilmiyorum...’ şeklinde beyanda bulunmuş, 06.05.2006 günlü kolluk anlatımında ‘... Nisan ayının son günleriydi tarihi tam hatırlamıyorum bundan yaklaşık 14-15 gün önce ... abla beni yanına çağırarak ‘... ben ...'a gideceğim bana bir tane bilet ayırt’ dedi. Ben de ... ablaya niçin ...'a gideceksin diye sorunca eşi olan ‘...'un cezaevinde yatan oğlu bıçaklanmış onun ziyaretine gideceğim.’ dedi. Ben o gün bilet bulamadım. Daha sonra aynı gün oğlu ... yanıma gelerek benim rahatsızlığım dolayısıyla yeşil reçeteli zanaks isimli uyku yapıcı ve sakinleştirici haptan kendisine 3 tane vermemi istedi. Ben de ona hapı ne yapacaksın diye sorduğumda ‘Bana lazım bir işim var.’ dedi. Ben de 3 tane zanaks isimli haptan ...’a verdim. O gün akşam annesiyle birlikte ...'a gittiklerini sonradan öğrendim.’ şeklinde beyanda bulunduğu görülmüştür. Bu beyanı duruşmada kendisine sorulmamışsa da mağdurun kendisine üç adet uyku ilacı verildiğine dair iddiasını doğrular niteliktedir.
    Mağdurun ...'da kaldığı yetiştirme yurdundan Sefaköy'de bulunan üvey kardeşi ...’ı görmek üzere izin alınmak suretiyle sanık ... tarafından çıkarılıp bir dolmuşa bindirildiği, daha sonra sanıkça izah edilmeyen bir nedenle ...'ı görmeye gitmeyip ...'in oğlu sanık ... ile yaptığı telefon görüşmesinin müteakip dolmuştan indikleri, daha sonra ... ismi ile tanınan sanık ...'in kullanımındaki otoya ... ve ... tarafından bindirilip Ayancık'a hareket ettikleri, ...'ı ziyaretten neden vazgeçildiğini sanık ...'in izah edemediği, sanık ...'in anlatımı ile ...'nın araçtan atlamaya kalktığı ve buna sanık ...'in mani olduğu, bu esnada büyük bir bıçak ile mağdurun sanık ... tarafından tehdit edildiği, mağdurun telefonunun SIM kartının sanık ... tarafından kırılıp araç camından atıldığı, sanıklar ... ve ...'ın mağdur ...'nın bu sürece ilişkin anlatımları ile örtüşen beyanları ile sabittir. Keza mağdurun direncini kırmak için kullanılan uyutucu hapların, sanıklardan ... tarafından Ayancık'ta iken tanık ...'den temin ettiği, tanığın anlatımlarının mağdurun kendisine uyku hapı verildiğine dair iddiasını doğrular mahiyette olduğu ve sanıkların ...'a sırf mağduru kaçırmak amacı ile hazırlıklı gittiklerini de gösterdiği kanaatine varılmıştır. Mağdurun Ayancık'ta zorla tutulduğunun bir diğer delili ise dedesi ...'un evinde değil de akrabası olmayan sanık ...'ın evinde tutulmasıdır.
    Annesinin ölümü ile üvey babasının yanında kalırken onun da cezaevine düşmesi nedeniyle yetiştirme yurduna yerleştirilen, öz dayılarının cinsel istismarına maruz kalmış ve suç tarihinde 15 yaşını henüz ikmal etmiş bulunan mağdurun, kendisine bakabilecek babası ve annesi tarafından dedesinin hayatta olmasına karşın bu şekilde terk edilmiş olduğu, kendi anlatımı ile polislere dahi güvenemeyecek durumda olduğu da gözetildiğinde, evine temizliğe gittiği kişiden yardım istememesinin farklı saiklere dayanabileceği, belki korku ve ümitsizlik ile böyle bir çabanın boşa olacağı inancı ile yardım isteyemediği, kaldı ki evine temizliğe gitti kişi ile temas kurup kurmadığının da dosya kapsamından anlaşılamadığı, mağdurun üçüncü kişilerle hiç temasının olmadığına dair beyanlarının bulunduğu, anlatımlarının mübayenet oluşturmadığı, ana hatlarıyla birbiri ile uyumlu olduğu, sadece cinsel istismar eylemleri yönünden iddianın genişlemesinin söz konusu olduğu, zorla kaçırılması ile ilgili anlatımlarının uyumlu olduğu,
    Buna göre;
    Olay tarihi olan 23.04.2006 günü ... Bahçelievler Atatürk Kız Yetiştirme Yurdunda kalan mağdurun yanına gelen sanık ...'in ‘Seni Sefaköy'deki kardeşimin yanına götüreceğim.’ diyerek hileyle yurttan dışarı çıkartıp dolmuşa bindirdiği, sanıklar ... ve Muhittin beklediği yerde mağduru dolmuştan indirerek oğlu sanık ... ile birlikte zorla sanık ...'in kullandığı araca bindirdiği araç içerisinde sanık ...'ın mağduru bıçakla tehdit ettiği ve direncini kırmak için tanık ...'den aldığı uyku verici zanaks (Aslı XANAX olup ilacın etken maddesi alprazolam'dır. Xanax Tablet, beyinde dengesiz hâle gelerek anksiyeteye (endişe, kaygı) sebep olabilecek kimyasalları etkileyen, sakinleştirici ve uyku verici bir ilaçtır.) adlı haptan üç adedini mağdura verdiği, birlikte Sinop ili Ayancık ilçesine getirildiği, mağdurun dedesi ... Ayancık'ta ikamet ettiği hâlde onun yanına götürülmeyip mağdur ile akrabalığı olmayan sanık ...'a ait evde zorla tutulduğu, kimliği belirsiz bir kişinin yetiştirme yurdunu araması üzerine mağdurun kurtarıldığı, mağdurun anlatımı, sanık ...'in kolluktaki ikrarı, tanık ...'nin beyanları ve tüm dosya içeriğiyle anlaşıldığından, sanıkların üzerlerine atılı kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan dolayı TCK’nın 109/2, 3-a,b,f maddesine göre mahkûmiyetlerine dair yerel mahkeme kararının onanması gerektiği" görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
    CMK'nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay (Kapatılan) 14. Dairesince 04.05.2017 tarih ve 478-2423 sayı ile itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
    TÜRK MİLLETİ ADINA
    CEZA GENEL KURULU KARARI
    Sanıklar ... ve ... hakkında beden veya ruh sağlığını bozacak şekilde çocuğun nitelikli cinsel istismarı suçundan kurulan beraat hükümleri Özel Dairece onanmak suretiyle kesinleşmiş olup itirazın kapsamına göre inceleme, sanıklar ..., ... ve ... hakkında kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan kurulan mahkûmiyet hükümleri ile sınırlı olarak yapılmıştır.
    Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanıklara atılı kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarının sabit olup olmadığının belirlenmesine ilişkin ise de Yargıtay İç Yönetmeliği'nin 27. maddesi uyarınca öncelikle; suç tarihinde on beş yaşını tamamlayıp on sekiz yaşını tamamlamayan ancak kovuşturma evresinde on sekiz yaşını tamamlayan mağdurun, soruşturma evresinde şikâyetçi olduğu, kovuşturma evresinde ise beyanının alınamadığı, 29.07.2016 havale tarihli dilekçesi ile şikâyetçi olmadığını beyan ettiği anlaşılmakla, CMK’nın 234. maddesi uyarınca atanan vekilin, CMK'nın 237. maddesine uygun biçimde katılan sıfatını almayan mağdur adına kamu davasına katılma ve 23.01.2013 tarihinde kurulan beraat hükümlerini temyiz etme hak ve yetkisinin bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.
    İncelenen dosya kapsamından;
    Mağdur ... (...) ...’nun sanıklar ..., ... ve ... tarafından 23.04.2006 tarihinde ... ilinden zorla kaçırılarak Sinop ili Ayancık ilçesine getirilip 05.05.2006 tarihine kadar alıkonulduğu ve sanıklar ... ve ...’nın cinsel istismarına uğradığı iddiasıyla soruşturma yapıldığı, 03.02.1991 doğumlu olan mağdurun suç tarihinde on beş yaşını tamamlayıp on sekiz yaşını tamamlamadığı,
    Mağdurun, 05.05.2006 tarihinde Ayancık İlçe Emniyet Müdürlüğünde, 01.06.2006 tarihinde Bahçelievler (...) İlçe Emniyet Müdürlüğünde, 30.06.2006 tarihinde ... Cumhuriyet Başsavcılığında ve 21.06.2010 tarihinde Erfelek Cumhuriyet Başsavcılığında alınan beyanlarında sanıklardan şikâyetçi olduğu,
    Sanıklar ..., ... ve ... hakkında mağdura yönelik kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, sanıklar ... ve ... hakkında ise aynı mağdura yönelik çocuğun nitelikli cinsel istismarı suçlarını işlediklerinden bahisle Sinop Cumhuriyet Başsavcılığınca 05.01.2012 tarih ve 23-1 sayı ile kamu davası açıldığı,
    Yerel Mahkemenin 24.01.2012 tarihli tensip zaptına göre; mağdur ile babası ...'ın olay hakkındaki şikâyet ve delillerinin tespiti için ... Nöbetçi Ağır Ceza Mahkemesi'ne talimat yazılmasına, mağdura vekil tayin edilmesi için Sinop Baro Başkanlığına müzekkere yazılmasına karar verilerek gerekli işlemlerin yapıldığı, ... 3. Ağır Ceza Mahkemesince mağdura çıkartılan duruşma gününü bildirir tebligatın (mernis adresi olan Bahçelievler Atatürk Kız Yetiştirme Yurdu adresine) Tebligat Kanunu’nun 21. maddesinin ikinci fıkrasına göre 12.03.2012 tarihinde tebliğ edildiği ancak mağdurun duruşmaya gelmediği, çıkartılan zorla getirme kararına verilen kolluk cevabına göre mağdurun adreste bulunamadığı, mağdurun babası ...’a duruşma gününü bildirir davetiye gönderildiği ancak tebligatın 11.01.2013 tarihinde iade gelmesi nedeniyle beyanlarının alınamaması üzerine talimatın iade edildiği, Bahçelievler İlçe Emniyet Müdürlüğünce yapılan adres araştırmasında mağdurun reşit olduktan sonra yurt ile ilişkisi kesildiği ve başkaca adresine rastlanılmadığının belirtildiği, Erfelek İlçe Emniyet Müdürlüğünce yapılan adres araştırması sonucu düzenlenen tutanaklara göre mağdurun adresine ulaşılamadığı, mağdurun babasının adresine ulaşılmış ise de anılan adres için ... Nöbetçi Ağır Ceza Mahkemesine yazılan talimatın yerine getirilemeyip iade edildiği, Kağıthane İlçe Emniyet Müdürlüğünce yapılan adres araştırmasında da sonuca ulaşılamadığı,
    12.03.2012 tarihinde Sinop Baro Başkanlığına mağdur için vekil görevlendirilmesi amacıyla müzekkere yazıldığı, Sinop Barosu tarafından 02.02.2012 tarihinde CMK’nın 234. maddesi gereğince mağdur için vekil görevlendirmesi yapıldığı,
    Sinop Baro Başkanlığı tarafından mağdura vekil olarak atanan Av. ... (...) ...’in 14.03.2012 tarihli birinci celseye katılarak kamu davasına katılma talebinde bulunduğu, Yerel Mahkemece mağdur vekilinin katılma talebi kabul edilerek mağdurun katılan olarak dava ve duruşmalara kabulüne karar verildiği,
    Yerel Mahkemece birinci, ikinci ve üçüncü celselerde mağdur ve babası ... için yazılan talimat cevabının beklenmesine karar verildiği, dördüncü celse talimatın yerine getirilemeden iade edildiğinin görülmesi üzerine adres araştırılması yapılmasına karar verildiği, beşinci celse ise adres araştırması için Bahçelievler ve Erfelek İlçe Emniyet Müdürlüklerine müzekkere yazıldığının, ...’ın Erfelek İlçe Emniyet Müdürlüğünce adresi tespit edilmesi üzerine ... Nöbetçi Ağır Ceza Mahkemesine talimat yazıldığının, mağdurun adres araştırması için ... Emniyet Müdürlüğüne yazı yazıldığının ancak talimat ve adres araştırmasına ilişkin müzekkerelere cevap verilmediğinin belirtildiği, talimat ve müzekkere cevaplarının beklenmesine karar verildiği, altıncı celse talimatın yerine getirilemeden iade edildiği belirtilerek ...’ın adresinin araştırılmasına ve ... Emniyet Müdürlüğüne yazılan müzekkere cevabının beklenilmesine karar verildiği, yedinci celse (son celse) ise ...’ın adresinin tespiti için yazılan müzekkereye bila ikmal cevap verildiğinin belirtildiği,
    Mağdurun beyanı alınmadan Sinop Ağır Ceza Mahkemesince 23.01.2013 tarih ve 9-19 sayı ile sanıkların beraatlerine karar verildiği, mağdur vekilinin yüzüne karşı verilen hükümlerin 28.01.2013 tarihinde mağdur vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay (Kapatılan) 14. Ceza Dairesince 17.11.2015 tarih ve 9837-10676 sayı ile; çocuğun nitelikli cinsel istismarı suçundan kurulan beraat hükümlerinin onanmasına, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan kurulan beraat hükümlerinin ise sanıklar hakkında mahkûmiyet kararı verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verildiği,
    Bozma sonrası yapılan yargılama sırasında mağdurun beyanı alınması için 08.01.2016 tarihinde ... Anadolu Ağır Ceza Mahkemesine talimat yazıldığı, 03.03.2016 tarihinde ise dosyanın karara çıkmış olması gerekçesiyle talimatın bila infaz iadesinin talep edildiği, bu talep üzerine mağdurun beyanı alınmadan talimatın iade edildiği,
    Bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda, Sinop Ağır Ceza Mahkemesince 02.03.2016 tarih ve 4-27 sayı ile; sanıkların TCK'nın 109/2, 109/3-a-b-f, 62/1 ve 53. maddeleri uyarınca 5 yıl hapis cezası ile cezalandırılmalarına karar verildiği, hükümlerin sanıklar müdafileri ve mağdur vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay (Kapatılan) 14. Ceza Dairesince 17.11.2016 tarih, 7297-7909 sayı ve oy çokluğu ile; sanıkların beraatlerine karar verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi isabetsizliğinden hükümlerin bozulmasına karar verildiği, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca 12.01.2017 tarih ve 125592 sayı ile; sanıkların kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan mahkûmiyetlerine karar verilmesinin isabetli olduğu gerekçesiyle itiraz kanun yoluna başvurulduğu,
    Mağdur ... (...) ...’nun kovuşturma aşamasında beyanının alınamadığı, mağdurun annesi ...’nün suç tarihinden önce vefat etmesi nedeniyle beyanının alınamadığı, mağdurun babası ...’ın da hem soruşturma hem de kovuşturma evrelerinde beyanının alınamadığı,
    ... Anadolu Ceza Mahkemeleri Ön Bürosuna 29.07.2016 tarihinde ... (...) ... tarafından sunulan aynı havale tarihli beyan dilekçesinde; daha önce şikâyetçi olmuş ise de önceki beyanlarının doğru olmadığını, sanıkların suçsuz olduklarını, sanıklardan şikâyetçi olmadığını beyan ederek sanıklar hakkında verilen mahkûmiyet kararlarının bozulmasını talep ettiği, dilekçe ekinde mağdura ait nüfus cüzdanı fotokopisi bulunduğu, dilekçe üzerinde imza, adres ve telefon bilgilerinin yer aldığı,
    Anlaşılmaktadır.
    Ön sorunun isabetli bir şekilde hukuki çözüme kavuşturulabilmesi için konuya ilişkin kanuni düzenlemelerin ve kavramların incelenmesinde yarar bulunmaktadır.
    Hâkim ve mahkeme kararlarına karşı kanun yollarına müracaat hakkı bulunanlar 5271 sayılı CMK’nın 260. maddesinde gösterilmiştir. Buna göre; Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık ve katılan sıfatını almış olanlar ile katılma isteği karara bağlanmamış, reddedilmiş veya katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar görmüş bulunanlar için kanun yolları açıktır.
    Suçtan zarar görenlerin kanun yoluna müracaat yetkisi davaya katılma şartına bağlıdır. Nitekim CMK’nın "Mağdur ile şikâyetçinin hakları" başlıklı 234. maddesinde, mağdur ve şikâyetçinin kovuşturma evresine ilişkin hakları sayılırken 6. bentte; "Davaya katılmış olma koşuluyla davayı sonuçlandıran kararlara karşı kanun yollarına başvurma" hakkının bulunduğu belirtilmiştir. Bu nedenle CMK'nın 260. maddesi uyarınca katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar görenlerin salt bu sıfatla kanun yoluna müracaat haklarının bulunduğunun kabul edilebilmesi için kamu davasından haberdar edilmemiş ya da haberdar edilmekle birlikte davaya katılma hakkının kendisine hatırlatılmamış ya da şikâyeti belirten ifadesi üzerine kendisine davaya katılmak isteyip istemediğinin sorulmamış olması gerekir. Aksi takdirde, duruşmalardan haberdar edilmiş ve katılma hakkı hatırlatılmış olan suçtan zarar görenlerin katılma isteminde bulunmadıkça kanun yoluna müracaat hakları bulunmamaktadır.
    CMK’nın "Kamu davasına katılma" başlıklı 237. maddesi;
    "1) Mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanlar, ilk derece mahkemesindeki kovuşturma evresinin her aşamasında hüküm verilinceye kadar şikâyetçi olduklarını bildirerek kamu davasına katılabilirler.
    2) Kanun yolu muhakemesinde davaya katılma isteğinde bulunulamaz. Ancak, ilk derece mahkemesinde ileri sürülüp reddolunan veya karara bağlanmayan katılma istekleri, kanun yolu başvurusunda açıkça belirtilmişse incelenip karara bağlanır.",
    "Katılma usulü" başlıklı 238. maddesi ise;
    "1) Katılma, kamu davasının açılmasından sonra mahkemeye dilekçe verilmesi veya katılma istemini içeren sözlü başvurunun duruşma tutanağına geçirilmesi suretiyle olur.
    2) Duruşma sırasında şikâyeti belirten ifade üzerine, suçtan zarar görenden davaya katılmak isteyip istemediği sorulur.
    3) Cumhuriyet savcısının, sanık ve varsa müdafiinin dinlenmesinden sonra davaya katılma isteminin uygun olup olmadığına karar verilir." şeklinde düzenlenmiştir.
    CMK'nın 237. maddesinde, mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanların, ilk derece mahkemesindeki kovuşturma evresinin her aşamasında hüküm verilinceye kadar şikâyetçi olduklarını bildirerek davaya katılabilecekleri hüküm altına alınmış, ancak kanun yolu muhakemesinde bu hakkın kullanılamayacağı esası benimsenmiştir. Bununla birlikte, istisnai olarak ilk derece mahkemesinde ileri sürülüp reddolunan veya karara bağlanmayan katılma isteklerinin, kanun yolu başvurusunda açıkça belirtilmesi hâlinde inceleme mercisince incelenip karara bağlanacağı kabul edilmiştir.
    Kamu davasına katılmak için kamu davasının açılmasından sonra mahkemeye dilekçe verilmesi ya da katılma istemini içeren sözlü başvurunun duruşma tutanağına geçirilmesi yeterlidir. Kamu davasına katılma hakkını kullanmanın öncelikli şartı şikâyetin devam etmesi olduğundan, şikâyet hakkı bulunan kişinin şikâyetten vazgeçmesi hâlinde davaya katılma hakkı bulunmamaktadır.
    CMK’nın 243. maddesindeki “Katılan, vazgeçerse veya ölürse katılma hükümsüz kalır.” biçimindeki düzenleme ile istikrarlı olarak sürdürülegelen Ceza Genel Kurulu ve Ceza Daireleri uygulamalarına göre; soruşturma aşamasındaki şikâyetten vazgeçme sonradan kovuşturma aşamasında kamu davasına katılmaya engel değil ise de kovuşturma aşamasında şikâyetten vazgeçilmesi hâlinde davaya katılma olanağı kalmayacak, katılma kararı verilmiş ise bu hükümsüz kalacaktır.
    Katılma, ceza muhakemesinde mağduru, suçtan zarar göreni ya da malen sorumlu olanları koruma araçlarından birisidir. Suçun işlenmesiyle mağdur olan ya da suçtan zarar görenlerin katılma hakkını kullanmaya veya kullanmaya devam etmeye zorlanamayacağı açıktır. Bu itibarla mağdur veya suçtan zarar gören kişi kamu davasına katılmak istemeyebileceği gibi, daha sonra bu hakkını kullanmaktan da vazgeçebilecektir. Nitekim yukarıda açıklandığı üzere katılanın vazgeçmesi hâlinde, katılmanın hükümsüz kalacağı hususu düzenleme altına alınmıştır.
    Katılma hakkı niteliği itibarıyla şahsa sıkı surette bağlı haklardandır. Şahsa sıkı surette bağlı haklar kanunda tek tek sayılmamakla birlikte genel olarak öğretide, kişinin sadece kendisinin kullanabileceği, başkasına devredilemeyen ve miras yoluyla geçmeyen haklar olarak açıklanmaktadır. Bu tür haklar insanın kişiliğini yakından ilgilendirdiğinden, bunların kullanılmasına karar verme yetkisi başkasına bırakılmamıştır. Örneğin; evlenme, nişanlanma, nişanı bozma, evlat edinilmeye razı olma gibi… Katılmanın şahsa sıkı surette bağlı bir hak olmasının bir sonucu olarak katılanın ölümüyle katılma hükümsüz kalacaktır. Ancak mirasçıların katılanın haklarını takip etmek üzere davaya katılabilmeleri de mümkündür.
    Diğer taraftan; 5271 sayılı CMK’nın getirdiği önemli yeniliklerden birisi de mağdur, şikâyetçiler ve katılanların tıpkı şüpheli ve sanıklar gibi belirli şartlarda baro tarafından görevlendirilen avukatın hukuki yardımından yararlanma haklarına kavuşturulmasıdır. CMK’nın 234/1. maddesine göre mağdur ve şikâyetçilerin, CMK'nın 239/1. maddesine göre de katılanın, vekili bulunmaması hâlinde cinsel saldırı suçu ile alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlarda, baro tarafından kendisine avukat görevlendirilmesini isteme hakkı bulunmaktadır. CMK'nın 234/2 ve 239/2. maddelerine göre de eğer mağdur veya katılan on sekiz yaşını doldurmamış, sağır veya dilsiz ya da meramını ifade edemeyecek derecede malûl olur ve bir vekili de bulunmazsa, istemi aranmaksızın bir vekil görevlendirilecektir.
    Anılan Kanun'un 239. maddesinin tasarı gerekçesinde bu haklarla ilgili şu açıklamalara yer verilmiştir; "Tasarının dayandığı temel ilkelerden birisinin de mağdurun korunması olduğuna ilgili madde gerekçelerinde değinilmiştir. Bu madde, söz konusu ilkenin hayata geçirilmesini ifade eden önemli bir hüküm getirmekte; mağdura tanınan haklar çerçevesinde, maddî ve hukukî durumu elverişli olmayan katılanlara, istemleri hâlinde baro tarafından avukat seçimini öngörmektedir. Eğer katılan onsekiz yaşını henüz doldurmamış ya da sağır veya dilsiz veya kendisini savunmayacak derecede malûl ve avukatı da yoksa avukat atanması için istem aranmaz, bu husus re’sen yerine getirilir. Türk hukukunda insan hakları alanında önemli bir anlayış değişikliğini ortaya koyan bu modern hüküm, suç ile mağdur duruma düşürülen kimselerin bir de yargılamada mağdur olmalarının önüne geçecek bir tedbir oluşturması bakımından önem taşımaktadır."
    Görüldüğü üzere on sekiz yaşını doldurmamış, sağır veya dilsiz ya da meramını ifade edemeyecek derecede malul olanlara avukat görevlendirilebilmesinin ön şartı vekillerinin bulunmamasıdır. Reşit olup kısıtlanmayan sağır veya dilsizler dışında bu kişilerin bir avukatla vekâlet ilişkisi kuramayacakları açıktır. O hâlde kanunda kastedilen, kanuni temsilcilerinin bu kişileri temsilen bir avukat görevlendirmemiş olmasıdır. Bu itibarla mağdur küçük veya malul kişinin kanuni temsilcisinin mağdur adına avukat görevlendirmiş olması durumunda artık CMK'nın 234/2. ve 239/2. maddeleri uyarınca mahkemenin barodan avukat görevlendirilmesini istemesi mümkün değildir.
    Nitekim Ceza Muhakemesi Kanunu Gereğince Müdafi ve Vekillerin Görevlendirilmeleri İle Yapılacak Ödemelerin Usul ve Esaslarına İlişkin Yönetmeliğin "Müdafi veya vekillerin görevlendirilmesi" başlıklı 5. maddesinin 5. bendinde; "Ceza Muhakemesi Kanunu gereğince mağdur veya suçtan zarar gören için zorunlu olarak vekil görevlendirilmesi gereken hâllerde istemi aranmaksızın barodan bir vekil görevlendirmesi istenir. Ancak bunun için mağdur veya suçtan zarar görenin vekilinin olmaması şarttır." denilmektedir.
    Katılma, mağdur ve şikâyetçilere avukat görevlendirilmesi ile ilgili bu açıklamalardan sonra; on sekiz yaşını doldurmamış, sağır veya dilsiz ya da meramını ifade edemeyecek derecede malul kişilerin davaya katılma usulünün nasıl olması gerektiği ve bu konuda mağdur, mağdurun kanuni temsilcisi ve mağdur için görevlendirilen vekilin beyanları arasında çelişki olması durumunda hangisinin beyanına üstünlük tanınacağı hususları üzerinde durulmalıdır.
    Katılma konusunda asıl hak sahibi olan kişi suçun mağduru veya suçtan zarar görenin bizzat kendisidir. Fakat bu hâlde suçun mağduru veya suçtan zarar görenin yaşının küçük ya da malul olması durumunda bu hakkını kullanmasında yani fiil ehliyetinde bir sorun bulunmaktadır.
    4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun fiil ehliyetine ilişkin hükümleri gözden geçirildiğinde, şu şekilde hükümler bulunduğu görülmektedir.
    1- Ayırt etme gücü bulunmayanların, küçüklerin ve kısıtlıların fiil ehliyeti bulunmamaktadır (m.14).
    2- Kanun’da gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, ayırt etme gücü bulunmayan kimsenin fiilleri hukuki sonuç doğurmayacaktır (m.15).
    3- Ayırt etme gücüne sahip küçükler ve kısıtlılar, yasal temsilcilerinin rızası olmadıkça, kendi işlemleriyle borç altına giremezler, ancak karşılıksız kazanmada ve kişiye sıkı sıkıya bağlı hakları kullanmada bu rıza gerekli değildir. Bunun yanında ayırt etme gücüne sahip küçükler ve kısıtlılar haksız fiillerinden sorumludurlar (m. 16).
    Katılmanın niteliği itibarıyla şahsa sıkı surette bağlı haklardan olması ve Türk Medeni Kanunu’nun anılan hükümleri birlikte gözetildiğinde; suçun mağduru olan küçük veya kısıtlı, ayırt etme gücüne sahip ise davaya katılma veya katılmama noktasında iradesine bakılacak kişi mağdurun bizzat kendisi olup gerek kanuni temsilcisinin gerek baroca görevlendirilen vekilin bu konudaki beyanının bir önemi olmayacaktır. Ancak suçun mağduru olan küçük veya kısıtlı ayırt etme gücüne sahip değil ise, katılma ile ilgili kendisinin iradesinin önemi bulunmamaktadır. Böyle bir hâlde, katılma konusundaki haklarını onun yerine kanuni temsilcisi kullanabilecektir.
    Nitekim 15.04.1942 tarihli ve 14-9 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ve Ceza Genel Kurulunun 15.02.1972 tarihli ve 43-50 ile 02.03.2004 tarihli ve 44-58 sayılı kararlarında; "ayırt etme gücüne sahip (sezgin) küçüklerin doğrudan doğruya kişiliklerine karşı işlenmiş bulunan suçlardan dolayı dava ve şikâyet hakkına sahip oldukları" sonucuna ulaşılmıştır.
    Yapılan bu açıklamalardan sonra ayırt etme gücünden ne anlaşılması gerektiği ve kimlerin ayırt etme gücünün bulunduğunun belirlenmesi önem arz etmektedir.
    Mülga 743 sayılı Medeni Kanun’daki "temyiz kudreti" kelimesinin karşılığını oluşturan ayırt etme gücü, 4721 sayılı Medeni Kanun’da; yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk ya da bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkesin ayırt etme gücüne sahip olduğu şeklinde açıklanmıştır. Öğretide genel olarak ayırt etme gücü, "kişilerin makul surette hareket edebilme, fiillerinin sebep ve sonuçlarını idrak edebilme yeteneğine ayırt etme gücü denir" şeklinde tanımlanmaktadır. Medeni Kanun kişinin hangi yaştan itibaren temyiz kudretine sahip bulunduğuna ilişkin bir sınır getirmediğinden küçüğün yaşının temyiz kudretini etkileyip etkilemediğinin her olayın özelliğine göre ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekmektedir. Örneğin; 9 yaşındaki ilköğretim öğrencisi bir küçüğün kırtasiyeden ihtiyacı olan kalemi satın alırken ayırt etme gücüne sahip olduğu söylenebilecek ise de bir ev veya araba satın almaya kalkması hâlinde aynı sonuca varılmayacaktır.
    Ceza muhakemesinde davaya katılma bakımından ayırt etme gücü; kişinin kamu davasına katılma veya katılmamanın doğuracağı hukuki sonuçları algılayıp, makul bir seçimde bulunabilmesidir. Davaya katılma bakımından ayırt etme gücü, mağdurun yaşı ve ayırt etme gücüne etki eden kişisel durumu kadar, mağdura karşı işlendiği iddia olunan suçun özellik ve niteliği ile de ilgilidir.
    Medeni Kanun’da ayırt etme gücü bakımından asgari bir yaş sınırı gösterilmediği gibi Ceza ve Ceza Usul Kanunlarımızda da gerek katılma, gerekse katılma ile bağlantılı kurumlar olan şikâyet ve rıza bakımından da asgari bir yaş sınırı kabul edilmemiştir.
    5237 sayılı TCK’nın 6/1-b maddesinde, "henüz 18 yaşını doldurmamış kişi" olarak tanımlanan çocuk kavramının, kanun koyucu tarafından cinsel dokunulmazlığa karşı suçların düzenlendiği bölümde, "on beş yaşını bitirmiş", "on beş yaşını tamamlamamış" şeklinde iki ayrı dönem olarak ele alındığı görülmektedir. Buna göre bu bölümde "on beş yaşını tamamlamamış" çocuklar ile "on beş yaşını bitirmiş olup da on sekiz yaşını tamamlamamış" olan çocuklara karşı işlenen cinsel suçlar farklı kategoride mütalaa edilmiştir. TCK’nın 103/1-a maddesinde, "on beş yaşını tamamlamamış" olan çocuklara karşı her türlü cinsel davranış cinsel istismar olarak tanımlanmışken, aynı maddenin (b) bendinde ise; diğer çocuklar ifadesiyle "on beş yaşını bitirmiş olup da onsekiz yaşını tamamlamamış" olan çocuklar kastedilerek bunlara karşı sadece cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir nedene dayalı olarak gerçekleştirilen cinsel davranışların cinsel istismar suçunu oluşturabileceği kabul edilmiştir. Böylece kanun koyucu bu maddede "on beş yaşını bitirmiş olup da on sekiz yaşını tamamlamamış" olan çocuklara karşı rızalarıyla işlenen cinsel davranışları cinsel istismar suçu kapsamına almamış ve bu kategorideki çocukların rızalarına önem vermişken, "on beş yaşını tamamlamamış" çocuklara karşı yapılan her türlü cinsel davranışı rızaları olsa bile çocukların cinsel istismarı suçu kapsamına almıştır. Aynı Kanun’un 104. maddesinde de; cebir, tehdit ve hile olmaksızın, on beş yaşını bitirmiş olan çocukla cinsel ilişkide bulunmayı şikâyete bağlı ayrı bir suç olarak düzenlemiştir.
    Yine Türk Ceza Kanunu'nun yaş küçüklüğünün ceza sorumluğuna etkisine ilişkin 31. maddesinde; 12 yaşından küçüklerin hiçbir şekilde kusur yeteneğinin olmadığı, 15 yaşından büyüklerin ise kural olarak bu yeteneğe sahip oldukları, 12-15 yaş grubunda olanların ise kusur yeteneğinin olup olmadığına her somut olayın özelliğine göre mahkemece karar verileceği benimsenmiştir.
    Bu düzenlemelerden hareketle ve bu konuda uygulamada oluşan tereddütlerin giderilip yeknesak bir uygulamanın sağlanabilmesi için, herhangi bir malullüğü bulunmayan çocukların mağdur oldukları suçlara ilişkin olarak beyanda bulundukları tarihte 15 yaşından küçük olmaları hâlinde ceza muhakemesinde davaya katılma bakımından ayırt etme gücüne sahip olmadıkları, 15 yaşından büyük olmaları hâlinde ise bu yeteneğe sahip oldukları kabul edilmelidir.
    Diğer taraftan şüpheli ve sanıklar bakımından müdafisinin ayrıca bir karara ihtiyaç kalmaksızın kanun yoluna müracaat edilebilmesi mümkündür. Buna karşın mağdur vekilinin mağdur adına kanun yoluna müracaat edebilmesi ancak mağdurun katılan sıfatı almasına bağlıdır. Bunun yanında kanun, mağdur vekiline doğrudan küçük adına davaya katılma talep etme yetkisi vermemektedir.
    Bu bilgiler ışığında ön sorun konusu değerlendirildiğinde;
    Mağdur ... (...) ...’nun sanıklar ..., ... ve ... tarafından 23.04.2006 tarihinde ... ilinden zorla kaçırılarak Sinop ili Ayancık ilçesine getirilip 05.05.2006 tarihine kadar alıkonulduğu iddiasıyla yapılan soruşturma sonucunda sanıklar hakkında kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan kamu davası açıldığı, 03.02.1991 doğumlu olan mağdurun suç tarihinde on beş yaşını bitirmiş olup on sekiz yaşını tamamlamadığı, kovuşturma evresinde ise on sekiz yaşını doldurduğu, mağdurun soruşturma evresinde sanıklardan şikâyetçi olduğu, kovuşturma evresinde CMK'nın 234. maddesi uyarınca mahkemenin talebi üzerine baro tarafından mağdur için vekil görevlendirildiği, Yerel Mahkemece mağdur vekilinin kamu davasına katılma talebi kabul edilerek mağdurun katılan olarak dava ve duruşmalara kabulüne karar verildiği, mağdurun kovuşturma evresinde; mağdurun annesi ve babasının hem soruşturma hem de kovuşturma evrelerinde beyanlarının alınamadığı, sanıkların beraatlerine ilişkin Yerel Mahkemenin 23.01.2013 tarihli ve 9-19 sayılı hükümlerin, mağdur vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Özel Dairece bozulmasına karar verildiği, bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda kurulan sanıkların mahkûmiyetlerine ilişkin Yerel Mahkemenin 02.03.2016 tarihli ve 4-27 sayılı hükümlerin, sanıklar müdafileri ve mağdur vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Özel Dairece bozulmasına karar verildiği, mağdurun son bozma kararından önce 29.07.2016 tarihinde ibraz ettiği dilekçe ile şikâyetçi olmadığını beyan ettiği anlaşılmıştır.
    Mağdurun suç tarihinde on beş yaşını bitirmiş olup on sekiz yaşını tamamlamaması, kovuşturma evresinde ise on sekiz yaşını doldurması, soruşturma aşamasında şikâyetçi olduğu hâlde kovuşturma evresinde beyanı alınamayıp katılma hususu kendisine sorulamamış olsa da şikâyetinden vazgeçmesi, yargılama aşamasında usulüne uygun şekilde davaya katılmaması, CMK'nın 237. maddesinde mağdurun şikâyetçi olduğunu bildirerek davaya katılabileceğinin hüküm altına alınmış olması, katılmanın niteliği itibarıyla şahsa sıkı surette bağlı haklardan sayılması, katılma konusunda asıl hak sahibi olan kişinin suçun mağduru veya suçtan zarar görenin bizzat kendisi olması, mevzuata göre herhangi bir malullüğü bulunmayan çocukların mağdur oldukları suçlara ilişkin olarak beyanda bulundukları tarihte 15 yaşından büyük olmaları hâlinde ceza muhakemesinde davaya katılma bakımından ayırt etme gücüne sahip olmaları, suçun mağduru olan küçük veya kısıtlı ayırt etme gücüne sahip ise davaya katılma veya katılmama noktasında iradesine bakılacak kişinin mağdurun bizzat kendisi olup gerek kanuni temsilcisinin gerek baroca görevlendirilen vekilin bu konudaki beyanının bir önemi olmaması, mağdur vekilinin mağdur adına kanun yoluna müracaat edebilmesi ancak mağdurun katılan sıfatı almasına, başka bir deyişle ancak kısıtlı mağdurun kanuni temsilcisinin iradesine, kısıtlı olmayan mağdurun ise kendi iradesine bağlı olması, Kanun’un mağdur vekiline doğrudan küçük adına davaya katılmayı talep etme yetkisi vermemesi, CMK’nın 234. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinde düzenlenen davaya katılmış olma koşuluyla davayı sonuçlandıran kararlara karşı kanun yoluna başvurma hakkına sahip olma koşulunun gerçekleşmemesi karşısında, mağdura CMK'nın 234. maddesi uyarınca barodan görevlendirilen vekilin mağdur adına davaya katılma ve hükümleri temyiz etme hakkı bulunmamaktadır.
    Bu bağlamda mağdur vekilinin Yerel Mahkemece kurulan 23.01.2013 tarih ve 9-19 sayılı hükümleri temyiz hakkı bulunmadığından Özel Dairece anılan hükümlere yönelik temyiz isteminin reddine karar verilmesi yerine hükümlerin bozulmasına karar verilmesi isabetsizdir.
    Mağdur vekilinin hükümleri temyiz etme hakkı bulunmamasına karşın, Özel Dairece verilen bozma kararı sonrasında yapılan yargılama sonucu Yerel Mahkemece kurulan 02.03.2016 tarihli ve 4-27 sayılı mahkûmiyet hükümleri ile bu hükümlere ilişkin temyiz başvurusu sonucu Özel Dairece verilen 17.11.2016 tarihli ve 7297-7909 sayılı bozma kararının da hukuki değerden yoksun olduğunun kabulü zorunludur.
    Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının değişik gerekçeyle kabulüne, Özel Dairenin 17.11.2015 tarihli ve 9837-10676 sayılı bozma kararının kaldırılmasına, mağdur vekilinin temyiz isteminin reddine karar verilmelidir.
    SONUÇ:
    Açıklanan nedenlerle;
    1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının değişik gerekçeyle KABULÜNE,
    2- Yargıtay (Kapatılan) 14. Ceza Dairesinin 17.11.2015 tarih ve 9837-10676 sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA,
    3- On beş yaşından büyük olan mağdurun sanıklardan şikâyetçi olmayıp kamu davasına katılmak istememesi karşısında mağdura CMK'nın 234. maddesi uyarınca atanan zorunlu vekilinin davaya katılma ve hükümleri temyize hak ve yetkisi bulunmadığından temyiz isteminin, 1412 sayılı CMUK'nın 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 317. maddesi gereğince REDDİNE,
    4- Hukuki değerden yoksun bulunan Sinop Ağır Ceza Mahkemesinin 02.03.2016 tarih ve 4-27 sayılı mahkûmiyet hükümleri ile Yargıtay 14. Ceza Dairesinin 17.11.2016 tarihli ve 7297-7909 sayılı bozma kararlarının ORTADAN KALDIRILMASINA,
    5- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 22.03.2022 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.

    Hemen Ara