Yargıtay 7. Hukuk Dairesi 2021/3622 Esas 2022/2452 Karar Sayılı İlamı

Abaküs Yazılım
7. Hukuk Dairesi
Esas No: 2021/3622
Karar No: 2022/2452
Karar Tarihi: 30.03.2022

Yargıtay 7. Hukuk Dairesi 2021/3622 Esas 2022/2452 Karar Sayılı İlamı

7. Hukuk Dairesi         2021/3622 E.  ,  2022/2452 K.

    "İçtihat Metni"

    MAHKEMESİ : Samsun Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi
    MAHKEMESİ : Giresun 1. Asliye Hukuk Mahkemesi

    Davacı vekili tarafından, davalı aleyhine 13/06/2017 tarihinde verilen dilekçeyle zilyetliğe dayalı tapu iptali ve tescil talep edilmesi üzerine yapılan duruşma sonunda; davanın kabulüne dair verilen 01/12/2020 tarihli hükmün istinaf yoluyla incelenmesi davalı vekili tarafından talep edilmiştir. Samsun Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesince istinaf talebinin esastan reddine dair verilen kararın davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içeriğindeki tüm kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü.
    KARAR
    I- YARGILAMA SÜRECİ
    Dava, 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 713'üncü maddesinin 2'inci fıkrasında düzenlenen ancak, Anayasa Mahkemesinin 17.03.2011 tarihli kararıyla, Anayasaya aykırı bulunarak iptal edilen "..ölmüş" hukuksal sebebine dayalı tapu iptal ve tescil istemine ilişkindir.
    Davacı vekili; Giresun ili, ... ilçesi, ... Köyü'nde kayıtlı 158 ada 7 parsel sayılı taşınmazın tapu maliki ... tarafından 1950 yılında haricen davacının murisine satıldığını, bu tarihten itibaren davacının murisi ...'ın malik sıfatı ile zilyet olduğunu, ...'ın 1984 yılında ölümü ile mirasçılarının zilyetliğinin devam ettiğini, tapu maliki ...'in 1973 yılında öldüğünü, ... mirasçılarının 2014 yılında tapuda intikal işlemi yaptırdıklarını ve miras paylarının davalı mirasçıya temlik ettiklerini, intikal işleminin tapu maliki ...'in ölümünden 41 yıl sonra yapıldığını, tapunun hukuki kıymetini kaybettiğini, bu nedenle davalı adına olan tapu kaydının iptali ile ... mirasçısı davacı adına tapuya kayıt ve tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
    Davalı vekili, harici satış senedinin geçersiz olduğunu, kadastro tespit tarihinden itibaren 10 yıldan fazla bir zaman geçtiğini, yurtdışında yaşayan davacının gayrimenkulü sürekli kullanmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
    İlk derece mahkemesince, dava konusu taşınmaz tapu kütüğüne kayıtlı olduğundan 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 713/2.maddesindeki şartların oluşmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş; davacı vekilinin istinaf talebinin kabulü üzerine Bölge Adliye Mahkemesince, ilk derece mahkemesince yasa hükmünün yanlış yorumlandığı, davanın TMK'nın 713/2. maddesi uyarınca açıldığı, davacı tarafa önel verilerek başka mirasçıları var ise onların da davaya katılımı sağlandıktan sonra davacı lehine mülk edinme koşullarının oluşup oluşmadığı yönünde taraf delilleri toplandıktan sonra işin esası hakkında hüküm kurulması gerektiğinden yeniden inceleme yapılmak üzere dosyanın ilk derece mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
    İlk derece mahkemesi, davanın kabulüne karar vermiştir.
    Davalı vekili, istinaf kanun yoluna başvurmuştur.
    Bölge Adliye Mahkemesi, dava konusu taşınmazın davacının murisi olan ... tarafından ...'den haricen satın alındığı, davacı murisi ...'nin 1984 yılında, davalı murisi ...'in ise 1973 senesinde öldüğü, muris ...'nin davacı dışında mirasçısının bulunmadığı, davalı murisi ...'in ölümü sonrasında dava konusu taşınmazın 2014 senesinde tapuda mirasçılarına intikal ettiği, mirasçıların intikalden kısa bir süre sonra iştirakli paylarını mirasçı davalı ...'e temlik ettikleri, davacının malik sıfatıyla nizasız ve aralıksız şekilde eklemeli zilyetliğini dava tarihine kadar devam ettirdiği, ...'in öldüğü 1973 tarihinden 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 713/2. maddesinde, "ölmüş ya da" kelimelerinin iptal edildiği 17.03.2011 tarihine kadar yasada öngörülen kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği dolduğundan ilk derece mahkemesinin vakıa ve hukuki değerlendirmesinde usul ve esas yönünden yasaya aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle, davalı vekilinin istinaf başvurusunun 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 353/1-b-1 bendi uyarınca esastan reddine karar vermiştir.
    Hükmü, davalı vekili temyiz etmiştir.
    Dava konusu taşınmaz, tapuya kayıtlı olup tapu maliki dava tarihinden önce ölmüş ise de, kanuni mirasçısı mevcut olup davada da kendisine husumet yöneltilmiştir.
    Tapuda kayıtlı bir taşınmazın kazandırıcı zamanaşımı ile iktisap edilebilmesi için kanuni dayanağının olması ve kanunda öngörülen şartların zilyet yararına oluştuğunun mahkemece sabit görülmesi gerekir.
    Tapuda kayıtlı bulunan bir taşınmazın malikinin ölü olması, ölü malikin bilinen mirasçıları lehine tapu kaydında intikal yapılmaması ve bu taşınmazın üçüncü bir kişi tarafından malik sıfatıyla uzun sure kullanması durumunda, gerek mülga 743 sayılı Türk Kanunu Medenisinin 639 uncu maddesi ve gerekse 1 Ocak 2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 713 üncü madde hükmü gerekçe gösterilerek, zilyet lehine tescil kararı verilebileceği, kabul edilebilir bir uygulama olarak devam etmiştir.
    Bu davanın hukuki dayanağını teşkil eden 4721 sayılı Kanunun 713'üncü maddesinin 2'nci fıkrasında yer alan "…ölmüş…" sözcüğü, bu davanın açıldığı 13/06/2017 tarihinden önce Anayasa Mahkemesinin 17.03.2011 gün ve 2009/58 Esas, 2011/52 sayılı Kararıyla iptal edilmiş ve bu hükmün yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmiştir.
    Anayasa Mahkemesi gerekçesinde özetle şu hususlara değinmiştir. "Tapuya kayıtlı bir taşınmazın malikinin ölmesi halinde, bu taşınmazın sahibi mirasçılarıdır. Mirasçılar bu taşınmaz üzerindeki mülkiyet hakkını mirasbırakanın ölümü ile birlikte kanun gereğince tescile gerek kalmadan kazanmaktadırlar. Hukukun genel ilkelerinden birisi de mülkiyet hakkının "zaman ötesi" niteliği, başka bir anlatımla mülkiyet hakkının zamanaşımına uğramamasıdır. Bu nedenle, Medeni Kanun tarafından bir taşınmaz malikinin mirasçılarına tanınmış olan hakların, hak sahiplerince yirmi yıl boyunca kullanılmaması, o kimselerin taşınmazla aralarındaki ilişkiyi fiilen kestiğini göstermiş olsa bile, o taşınmazla aralarındaki hukuksal ilişkinin sona erdiği anlamına gelmez. Mirasçıların devam eden mülkiyet hakkı, taşınmazı fiilen kullanma hakkını içerdiği gibi kullanmama hakkını da içerir. Mülkiyet hakkının mutlaklığı ve tapu sicilinin aleniyeti karşısında, itiraz konusu sözcük uyarınca, zilyedin mirasçılara ait olan mülkiyet hakkını tanımayarak, tek yanlı olarak ortadan kaldırmasına olanak tanınması, mülkiyet hakkını ortadan kaldırdığı gibi, kazanılmış hak ve hukuki güvenlik ilkelerini de ihlal etmektedir."
    II. UYUŞMAZLIK
    1. Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen kanun maddelerinin uygulamaya etkilerinin nasıl olacağına ilişkin genel açıklamalar.
    1.1- Yüksek mahkeme kararlarına bakıldığında, bu konuda bir tereddüt olmadığı ortadadır.
    Bu kararlardan bir kısmını hatırlatmakta fayda vardır.
    a) 28.11.1956 tarihli ve 15/15 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında, "... her davada açıldığı tarihte tespit edilen vaziyet hükme ittihaz olunması iktiza eylemesine..." gerekçesine yer verilerek, davanın açılmasına kadar gerçekleşen hukuki ve maddi vakıalara göre sonuçlandırılması gerektiği benimsenmiştir.
    b) Anayasa Mahkemesinin iptal kararının kesin şekilde çözüme bağlanmış uyuşmazlıkları etkilemeyeceği, ancak henüz devam eden uyuşmazlıkların iptal kapsamında bulunacağı açıktır. (Yargıtay İçtihatları Birleştirme 10.03.1969 tarih ve 1/3 sayılı kararının gerekçe bölümünden)
    c) Anayasa Mahkemesinin 12.12.1989 gün ve 1989/11 Esas, 1989/48 sayılı Kararında, “…Anayasanın 152. maddesine göre, itiraz yoluna başvuran mahkemeler, Anayasa Mahkemesi'nce verilecek kararlara uymak zorundadırlar. Bu durumda, itiraz eden mahkeme, elinde bulunan ve Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararından önce açılmış olan bir davayı Anayasa Mahkemesi kararına göre çözecek ve doğrudan iptal kararının etkisini önceye uygulayacaktır. Aynı durum, itiraz yoluna başvurmayan mahkemeler yönünden de geçerlidir.
    İptal davası veya itiraz üzerine bir kuralın iptali sonucu, Mahkemeler bakmakta oldukları davaları bu karara göre çözmekle yükümlüdürler. Bu sonuç Anayasa'nın, "Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar." yolundaki 153. maddesinin altıncı fıkrasında yer alan kuralın sonucudur….” gerekçesine yer verilmiştir.
    Bu hükme göre, bir kanunhükmünün Anayasaya Mahkemesince iptalinden sonra, davaya bakmakta olan mahkemelerin tümü iptal edilen kanun hükmüne dayanarak karar veremezler.
    1.2- Anayasanın 153. maddesinde düzenlenen, Anayasa Mahkemesi iptal kararlarının geriye yürümeyeceğine ilişkin hükmüne ilişkin Yargıtay Dairelerince verilen bazı kararlar.
    a) Anayasanın 153. maddesinde "iptal kararları geriye yürümez" hükmü, iptal kararlarının kesinleşen işlemlere etki etmeyeceği anlamında olup, elde bulunan uyuşmazlığın sürdüğü davalarda "geriye yürümeme kuralı" uygulanamaz. Diğer bir anlatımla; bir davada uygulanması gereken kanun maddesi başka bir dava vesilesi ile iptal edilmiş ise, bu madde artık eldeki davada da uygulanamaz. Zira davanın kanuni dayanağı kalkmıştır ve davacının iptal edilen maddeden dolayı sağlayacağı hukuki yararı da kalmamış olur. (Hukuk Genel Kurulunun 17.05.1989 tarihli ve 1989/10-250 Esas 1989/361 Karar)
    b) İtiraz yoluyla yapılan başvuru üzerine iptal edilen hükmün, benzer işlerde uygulama durumunda bulunan başka mahkemeler de Anayasa Mahkemesi iptal kararına uymak zorunda olup, iptal edilen kanun maddesine dayanarak karar veremezler. İtiraz yoluna başvuran mahkemenin verilecek olan iptal kararı ile bağlı olması, diğer mahkemeler bakımından da aynı etkiyi haizdir. Sadece başvuran mahkeme açısından iptal kararının geriye yürüyeceğinin kabulü, uygulanacak olan norm bakımından mahkemeler arasında eşitsizlik doğuracaktır. Tüm mahkemelerin itiraz yoluna başvurması da beklenemeyeceğinden, uyuşmazlığa dair iptal kararının diğer mahkemelerde derdest olan davalar bakımından da uygulanması gerektiği sonucuna varılmıştır. (Yargıtay 9'uncu Hukuk Dairesinin 25.02.2020 tarihli 2016/14462 Esas, 2020/2965 Karar)
    c) Anayasanın 153/5. maddesi uyarınca "iptal kararları geriye yürümez" hükmü kesinleşen işlem ve kararlara ilişkin olup elde bulunan uyuşmazlığın sürdüğü davalarda "geriye yürümeme kuralı" uygulanmaz. Diğer bir deyişle, bir davada uygulanması gereken bir kanun maddesi iptal edilmiş ise eldeki davada artık uygulanmaz. (Yargıtay 12'nci Hukuk Dairesinin 01.03.2017 tarihli 2016/12107 Esas, 2017/3022 Karar )
    d) Anayasa Mahkemesinin iptal kararı sonucu oluşan durumun eldeki maddi anlamda kesinleşmemiş ve derdest olan davaya da uygulanması zorunlu olup, kamu malları ile ilgili davalar aynı zamanda kamu düzeni ilkesini de içerdiğinden mahkemece, yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra oluşan yeni kanuni durum dikkate alınarak, inceleme yapılıp sonuca ulaşılması gerekmektedir. (Yargıtay 8'inci Hukuk Dairesinin 08.06.2015 tarihli 2015/1380 Esas 2015/12673 Karar)
    Yukarıda alıntı yapılan yüksek mahkeme kararlarından da açıklandığı üzere, Anayasa Mahkemesinin iptal kararı, derdest tüm davalarda etkisini göstermeli ve iptal edilen kanun maddesinin kesinlikle uygulanmaması gerektiği izahtan varestedir.
    2. Dava konusu olayla ilgili 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 713. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “ölmüş ise” sözcüğü Anayasa Mahkemesince iptal edilmesine rağmen iptal edilen hükmün, Kanunun aynı maddesinin beşinci fıkrasının son cümlesinde yer alan "Mülkiyet, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur.” hükmü gerekçe yapılarak,derdest uyuşmazlıklara uygulanmasıyla ilgili meseleler.
    Bu meselenin çözümü için iki konunun açıklığa kavuşturulması gerekecektir.
    a) Birinci husus, derdest davaların dayanağını oluşturan asıl hüküm iptal edilmiş olmasına rağmen, kanunun başka bir hükmüne dayanılarak Anayasa Mahkemesince iptal edilen hükme geçerlik kazandırılarak uyuşmazlığın çözülüp çözülemeyeceğidir.
    6100 sayılı HMK’nın 33. maddesi uyarınca hâkim, Türk hukukunu resen uygular.
    06.1958 gün 15/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararında da vurgulandığı gibi, bir davada dayanılan maddi vakıaları açıklamak tarafların, bu olguları hukuken nitelendirmek, uygulanacak kanun maddelerini arayıp bulmak ve doğru olarak yorumlayıp uygulamak da hâkimin görevidir. Bu nedenle tarafların hukuki nitelendirmeyi doğru yapmak zorunluluğu yoktur. Başka bir ifadeyle hâkim, bildirilen hukuki sebeplerle bağlı olmayıp, hukuki sebebi kendiliğinden bulup uygulamakla sorumludur.
    Anayasa Mahkemesinin iptal kararı öncesi kesinleşen mahkeme kararları hariç, derdest uyuşmazlıkların Anayasaya aykırılığı tespit edilmiş olan kurallara göre görülüp çözümlenmesi Anayasanın üstünlüğü prensibine ve hukuk devleti ilkesine bağdaşmaz.
    b) İkinci husus ise, dava konusu olaylara uygulanan 743 sayılı Kanunu Medeninin 639. maddesiyle, 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 713. maddesi hükümleri aynı olmayıp farklı hükümler içermektedir. 743 sayılı Kanunda bulunmayan, 4721 sayılı Kanunla kabul edilen 713. maddesinin beşinci fıkrasının geçmişe yürüyüp yürümeyeceğidir.
    4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 713. maddesininbeşinci fıkrasının son cümlesinde yer alan "Mülkiyet, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur.” hükmü yeni bir hüküm olup, 1 Ocak 2002 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
    743 sayılı Türk Kanunu Medenisinin yürürlüğe girdiği 4 Ekim 1926 tarihinden ilga edildiği 1 Ocak 2002 tarihine kadar yürürlükte bulunan konuyla ilgili 639. maddesine ve Yargıtayın 04.12.1998 tarihli İçtihadı Birleştirme Kararına göre; Türk Kanunu Medenisinin 639 maddesine dayanılarak kazandırıcı zamanaşımı yoluyla taşınmazların edinilmesine ilişkin tescil kararıyla yeni bir hukuki durumun ortaya çıktığına, hâkimin kararının kurucu bir nitelik taşıdığına, bu kararın kesinleştiği tarihten ileriye yönelik olarak sonuç doğurduğuna ve mülkiyet hakkının bu kararların kesinleştiği anda kazanıldığına yöneliktir.
    4721 sayılı Kanunun 713. maddesinin beşinci fıkrasında yer alan “Mülkiyet, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur.” hükmü, ilk kez 1 Ocak 2002 tarihinde yürürlüğe girmiş olup bu hüküm geçmişe yürütülemez. Bu konuda 4722 sayılı Kanunun intikal hükümlerinin değerlendirilmesi gerekir.
    Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ve 8. Hukuk Dairesi kararlarında; 1 Ocak 2002 tarihinden önceki zilyetlik sürelerine, yürürlükte bulunmayan 4721 sayılı Kanunun 713. maddesinin beşinci fıkra hükmü uygulanmış ve hatta 20 yıllık sürenin 2002 yılından önce dolduğu ve mülkiyetin beşinci fıkra gereğince kazanıldığı tespiti yapılarak, mülkiyet önceden kazanıldığı gerekçesiyle Anayasa Mahkemesinin 17.03.2011 tarihinde verdiği iptal kararının geçmişe yürütüleyeceğine yönelik, gerekçeleri aşağıda açıklanan hatalı ve çelişik kararları bulunmaktadır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ve 8. Hukuk Dairesinin bu değerlendirmesi, Türk Kanunu Medenisinin 639 maddesinin uygulandığı 4 Ekim 1926 ilâ 1 Ocak 2002 tarihleri arasındaki dönem için bağlayıcılığı bulunan, Yargıtayın 04.12.1998 tarihli İçtihadı Birleştirme Kararına da aykırı bir değerlendirmedir.
    III- Konuyla ilgili mevzuat ve hükümleri
    1- 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının;
    a) “Mülkiyet hakkı” kenar başlıklı 35. maddesinde; “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
    Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
    Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”,
    b) “Milletlerarası andlaşmaları uygun bulma” kenar başlıklı 90. maddesinin son fıkrasında, “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.”,
    2- Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin;
    Sözleşmenin mülkiyet hakkına yönelik 1 No’lu Ek Protokolün 1. maddesinde, her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı bulunduğu; bir kimsenin, ancak kamu yararı sebebiyle ve kanunda öngörülen şartlara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabileceği belirtilmiştir.
    3- 3402 sayılı Kadastro Kanununun;
    “Amaç” kenar başlıklı 1. maddesinde; “Bu Kanunun amacı, ülke koordinat sistemine göre memleketin kadastral veya topoğrafik kadastral haritasına dayalı olarak taşınmaz malların sınırlarını arazi ve harita üzerinde belirterek hukukî durumlarını tespit etmek suretiyle 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun öngördüğü tapu sicilini kurmak, mekânsal bilgi sisteminin alt yapısını oluşturmaktır.”, hükmüne yer verilmiştir.
    Kadastro Kanunu uyarınca, ilk tesis kadastrosu yapılan, ülke koordinat sistemine göre memleketin kadastral veya topoğrafik kadastral haritasına dayalı olarak sınırları arazi ve harita üzerinde belirtilerek hukukî durumları tespit edilen bir taşınmaz ile sınırları dağ, dere, tepe, komşu parselini okuyan, nerede bulunduğunu tespit etmenin zor olduğu ve miktarı konusunda net ve kesin bilgi içermeyen eski tapu kayıtları arasında fark bulunmaktadır. Kanunda yer alan hükümlerin niteliği ve öngördüğü sonuçlar nedeniyle, Kadastro Kanununun bir tasfiye kanunu olduğundan bahsedilir.
    Kadastro Kanununun 12. maddesinin dördüncü fıkrasında, kadastrosu tamamlanan çalışma alanı içerisinde kalan eski tapu kayıtlarının, işleme tâbi kayıt niteliğini kaybedeceği; bu kayıtlara dayanılarak kadastro ve tapu sicil müdürlüklerinde işlem yapılamayacağı, belirtilmiştir.
    743 sayılı Kanunu Medeninin 639. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, “Tapu sicilinde maliki kim olduğu anlaşılamayan veya 20 sene evvel vefat etmiş yahut gaipliğine hüküm verilmiş bir kimsenin uhdesinde mukayyet olan bir gayrimenkulü aynı şerait altında yedinde bulunduran kimse dahi o gayrimenkulün, mülkü olmak üzere tescilini talep edebilir.” hükmü uyarınca, ilk tesis kadastrosu yapılmayan, eski tapu kayıtlarına göre işlem gören tapulu taşınmazların, zilyetlikle mülk edinilmesi mümkün ise de, ülke koordinat sistemine göre memleketin kadastral veya topoğrafik kadastral haritasına dayalı olarak sınırları arazi ve harita üzerinde belirlenen, malikinin kim olduğu da yazılmak suretiyle hukukî durumları tespit edilen tapulu bir taşınmazın, hâla zilyetlikle mülk edinilebileceğini söyleyebilmek veya bu nitelikteki tapulu taşınmaz malikleri aleyhine kanunları yorumlamak, yukarıda yer verilen Anayasa ve uluslararası insan hakları sözleşmesi hükümlerini görmezden gelmeyi ifade eder.
    4- 3/12/2001 tarihli ve 4722 sayılı Türk Medenî Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun;
    a) “Geçmişe etkili olmama kuralı” kenar başlıklı 1. maddesinde; “Türk Medenî Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten önceki olayların hukukî sonuçlarına, bu olaylar hangi kanun yürürlükte iken gerçekleşmişse kural olarak o kanun hükümleri uygulanır.
    Türk Medenî Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten önce yapılmış olan işlemlerin hukuken bağlayıcı olup olmadıkları ve sonuçları, bu tarihten sonra dahi, yapıldıkları sırada yürürlükte bulunan kanunlara göre belirlenir.
    Türk Medenî Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten sonra gerçekleşen olaylara, Kanunda öngörülmüş ayrık durumlar saklı kalmak kaydıyla, Türk Medenî Kanunu hükümleri uygulanır.”
    b)“Hak düşürücü süreler ve zamanaşımı süreleri” kenar başlıklı 20. maddesinde;
    “Türk Medenî Kanununun yürürlüğe girmesinden önce işlemeye başlamış bulunan hak düşürücü süreler ile zamanaşımı süreleri, Türk Kanunu Medenîsi hükümlerine tâbi olmaya devam ederler. Ancak söz konusu süreler, Türk Medenî Kanununun belirlediği süreden uzun ise, bu Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra, bu Kanunda belirlenen sürenin geçmesiyle dolmuş olur.”
    Hükmüne yer verilmek suretiyle, 4721 sayılı Türk Medeni Kanununa yönelik uygulamalarda derhal uygulama ilkesi benimsenmiş olup bu ilke, hukuk güvenliğinin daha genel anlamda hukuk devleti ilkesinin bir gereğidir. Özel hukuk alanında ve özellikle medeni hukuk kurallarının uygulanmasında, kural olarak her kanun, eğer tersini öngören bir hüküm taşımıyorsa, ancak yürürlüğe girdiği tarihten sonraki zamanda meydana gelen olaylara ve ilişkilere uygulanır; o tarihten önceki zamana rastlayan olaylara ve ilişkilere uygulanmaz. Hukuk güvenliği bunu gerektirir.
    4722 sayılı Kanunla, toplum barışının temel dayanağı olan hukuka ve özellikle kanunlara karşı güveni sağlamak amaçlandığı için, kendi bünyesinde farklı bir uygulama tarihi içermeyen bir kanunun kural olarak geriye yürümeyeceği (geçmişe etkili olamayacağı) esası kabul edilmiştir.
    4722 sayılı Kanunun 20. maddesi uyarınca, Türk Medenî Kanununun yürürlüğe girmesinden önce işlemeye başlamış bulunan hak düşürücü süreler ile zamanaşımı süreleri, Türk Kanunu Medenîsi hükümlerine tâbi olmaya devam edeceğinden, 4721 sayılı Kanunun 713. maddesinin beşinci fıkrasının yürürlüğe girdiği 1 Ocak 2002 yılından önce işlemiş zilyetlik sürelerine bu fıkra uygulanamaz.
    4721 sayılı Kanunun 713. maddesinin beşinci fıkrası uygulanarak, kazandırıcı zamanaşımı yoluyla bir taşınmazın mülkiyetinin mahkeme kararına gerek kalmaksızın, kanun gereğince kendiliğinden kazanılabilmesi için zilyetliğin, beşinci fıkranın yürürlüğe girdiği 1 Ocak 2002 tarihinden itibaren hesaplanması gerekir. Bu yorum, zilyet aleyhine daraltıcı bulunabilirse de lehine yorum yapılan kişilerin Anayasanın 35. maddesiyle korunan mülkiyet ve miras hakkı sahipleri olduğu gerçeği karşısında hukuka ve adalete daha uygun bir değerlendirme içermektedir.
    Aksi yorum, 2002 yılından önceki zilyetlik sürelerine, beşinci fıkranın sonuçlarının uygulanmasını, dolayısıyla 4722 sayılı Kanun hükümlerine aykırı olarak beşinci fıkranın geriye yürütülmesini, Anayasada ve uluslararası sözleşmelerde temel insan hakları arasında sayılmayan zilyetliğe, haklı olmayan bir şekilde mülkiyet ve miras hakkının üstünde bir değer atfedilmesine sebebiyet verecektir.
    5- Dava konusu olaya uygulanacak olan 743 sayılı Türk Kanunu Medenisinin 639. maddesiyle, 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 713. maddesi hükümleri aynı olmayıp farklı hükümler içermektedir.
    a) 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun; “Olağanüstü zamanaşımı” başlıklı 713. maddesinin beşinci fıkrasında yer alan “Mülkiyet, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur.” hükmü, 743 sayılı Türk Kanunu Medenîsinin karşılığı olan 639. maddesinde yer almamaktaydı.
    743 sayılı Türk Kanunu Medenisinin yürürlüğe girdiği 4 Ekim 1926 tarihinden ilga edildiği 1 Ocak 2002 tarihine kadar yürürlükte bulunan konuyla ilgili 639. maddesine ve Yargıtay 4.12.1998 tarihli İçtihadı Birleştirme Kararına göre; Türk Kanunu Medenisinin 639 maddesine dayanılarak kazandırıcı zamanaşımı yoluyla taşınmazların edinilmesine ilişkin tescil kararıyla yeni bir hukuki durumun ortaya çıktığına, hâkimin kararının kurucu bir nitelik taşıdığına, bu kararın kesinleştiği tarihten ileriye yönelik olarak sonuç doğurduğuna ve mülkiyet hakkının bu kararların kesinleştiği anda kazanıldığına hükmedilmiştir.
    b) 4721 sayılı Kanunun 713. maddesinin beşinci fıkrasında yer alan “Mülkiyet, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur.” hükmü, ilk kez 1 Ocak 2002 tarihinde yürürlüğe girmiş olup bu hükmün geçmişe yürütülüp yürütülmeyeceği konusunun, 4722 sayılı Kanunun intikal hükümleri çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir.
    6- Bu davalar hakkında kararları bulunan Yargıtay 8. Hukuk Dairesi ile Hukuk Genel Kurulu, bahsi geçen beşinci fıkrayı geriye yürüterek 2002 yılından çok önceki tarihlerde zilyetlikle kazanma şartlarının gerçekleştiğini ve zilyet lehine kazanılmış hak doğduğu gerekçesiyle Anayasa Mahkemesinin 2011 tarihli 713. maddesindeki iptal kararının uygulanamayacağına yönelik kararlar verirken, iptal kararlarının geçmişe etkili olamayacağını tartışmış, ancak sonradan yürürlüğe giren beşinci fıkranın geçmişe yürütülemeyeceğine ilişkin bir değerlendirmesine rastlanmamıştır.
    Aynı kararlarda, zilyet davacının 20 yıllık zamanaşımı süresi sonunda mülkiyeti doğrudan kazandıkları ve mahkeme kararının inşai nitelik taşımayacağı kabul edilerek zilyet lehine değerlendirmelerde bulunulmuştur.
    Yargıtay 8. Hukuk Dairesi ile Hukuk Genel Kurulunun isabetli bulmadığımız kararlarında, 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun;
    - 599. maddesinde yer alan, mirasçıların, mirasbırakanın ölümü ile mirası bir bütün olarak, kanun gereğince kazanacakları; kanunda öngörülen ayrık durumlar saklı kalmak üzere mirasçıların, mirasbırakanın aynî haklarını, alacaklarını, diğer malvarlığı haklarını, taşınır ve taşınmazlar üzerindeki zilyetliklerini doğrudan doğruya kazanacağına ilişkin hükmünün,
    - 705. maddesinde yer alan, kural olarak taşınmaz mülkiyetinin kazanılmasının, tescille olacağı; miras, mahkeme kararı, cebrî icra, işgal, kamulaştırma hâlleri ile kanunda öngörülen diğer hâllerde, mülkiyetin tescilden önce kazanılacağını hükme bağlayan kanun hükmünün, yeterince tartışılmadığı;
    Anayasa ve uluslararası metinlerde korunmasına yönelik hüküm bulunmayan zilyedin kazanılmış hakkından bahsedilerek bunun öne çıkarıldığı, miras ve mülkiyet hakkı sahiplerinden neden üstün hak sahibi bulunduğunun tatmin edici bir şekilde gerekçelendirilemediği düşünülmektedir.
    IV- Dava konusu olaya uygulanacak kanun hükümlerinin yorumlanması ve çatışan hakların tespit edilmesi.
    Dava konusu olayda çatışan haklar; bir tarafta zilyetlik, diğer tarafta ise mülkiyet ve miras hakları bulunmaktadır. Mülkiyet ve miras hakkı Anayasa ve uluslararası sözleşmelerle korunmuştur. Zilyetlik ve buna bağlı haklar ise Türk Medeni Kanununda düzenlenmiştir.
    Kamu hürriyetlerinin karşıtı olarak, kişi hürriyetleri kavramı içerisinde yer alan mülkiyet hakkı, temel haklardan biri sıfatıyla pek çok ulusal anayasada yer aldığı gibi uluslararası insan hakları sözleşmelerinde de yer almıştır.
    Zilyetlik ise temel insan hakları arasında sayılmadığı gibi, anayasalarda ve uluslararası sözleşmelerde korunmasına yönelik hükümlere yer verilmemiştir.
    Davacı lehine olan 713. maddesindeki “ölmüş yada” ibaresi Anayasaya aykırı bulunarak iptal edilmiştir. Anayasa Mahkemesi, iptal kararının Resmî Gazete’de yayımlanmasına kadar yürürlüğün durdurulmasına karar vermiştir. Anayasa Mahkemesi iptal kararlarının geriye yürümemesi, kazanılmış hakları etkilememesi Anayasanın 153. maddesinde hükme bağlanmış olup, bu konuda bir tereddüt bulunmamaktadır.
    Tartışmalı olan konu, davacının müktesep hakkının olup olmadığıdır. Nasıl ki Anayasa Mahkemesinin iptal kararları geriye yürümez ise 1.1.2002 tarihinde yürürlüğe giren ve daha önceki 743 sayılı Kanunun 639. maddesinde yer almayan 713. madde hükümleri de geriye yürümez. Bu nedenlerle, davacının müktesep hakkından bahsedilemez.
    4721 sayılı Kanunun 705. maddesi ve 743 sayılı Kanunun 633. maddesi uyarınca, kural olarak taşınmaz mülkiyetinin kazanılması, tescille olur. Ancak miras, mahkeme kararı, cebrî icra, işgal, kamulaştırma hâlleri ile kanunda öngörülen diğer hâllerde, mülkiyet tescilden önce kazanılır.
    Dava konusu taşınmaz tapuda kayıtlı olduğundan, maliki ve mirasçıları belirlidir. Anayasa Mahkemesinin iptal kararında da ifade edildiği gibi Medenî Kanunun "Taşınmaz mülkiyetin kazanılması” kenar başlıklı 705. maddenin ikinci fıkrası uyarınca, mirasta mülkiyet tescilden önce kazanılacağından davalılar, murisleri ...’in kayden maliki olduğu dava konusu taşınmaz üzerindeki mülkiyet hakkını, murislerinin ölümü tarihinde, kanun gereğince tescilsiz olarak kazanmış bulunmaktadırlar.
    Eğer müktesep bir hakkın varlığından söz edilmesi gerekiyorsa o hak, davalılara murislerinin ölümü ile kanun hükmü gereği intikal eden miras ve mülkiyet hakkıdır. Davalıların murislerin ölümü ile kazandıkları miras ve mülkiyet hakkı, sonradan kabul edilen ve 1/1/2002 tarihinde yürürlüğe giren 713. madde hükmü geriye yürütülerek ellerinden alınamaz.
    Ancak, Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 06.12.2011 tarihli, Esas: 2010/6377 - Karar: 2011/6669 sayılı ve 02.04.2012 tarihli, Esas: 2012/2453 - Karar: 2012/2382 sayılı Kararlarında, her ne kadar Anayasa Mahkemesince 713. maddedeki “ölmüş yada” ibaresi iptal edilmiş ise de kazanılmış (müktesep) hakkın söz konusu olduğu durumlarda Anayasa Mahkemesinin bu iptal kararlarının uygulanamayacağı belirtilmiştir.
    Dava konusu olaya uygulanan 4721 sayılı Kanunun 713. maddesi yorumlanırken, davalıların miras ve mülkiyet haklarını koruyan diğer hükümlerle, Anayasa Mahkemesinin iptal kararı birlikte nazara alınmalı, miras ve mülkiyet hakkını üstün tutan değerlendirme yapılmalıdır.
    Yürürlükte olmadığı geçmiş döneme yürütülen beşinci fıkra hükmü ile Anayasaya aykırılığı tespit edilen “maliki 20 yıl önce ölmüş” hükmünün canlı tutulması ve sonuç olarak mülkiyet ve miras hakkı aleyhine daraltıcı, yetersiz ve çelişkili değerlendirmelerle taşınmazı kullananlar lehine yorum ve değerlendirmelerde bulunulması hukukun genel ilkelerine, Anayasanın mülkiyet hakkını düzenleyen 35. maddesine, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin mülkiyet hakkını düzenleyen EK 1 Nolu Protokolünün 1. maddesine ve Anayasa Mahkemesinin 17/3/2011 tarihli kararına aykırılık oluşturacaktır.
    Somut olaya gelince; dava konusu taşınmazın kadastro tespiti 1956 yılında yapılmış, 1950 tarihli adi yazılı senet ile davalının murisinin dava konusu yeri davacının murisine sattığı iddia edilmiş ise de; bu senet kadastro tespitinden önce düzenlenmiş olup 3402 sayılı Kadastro Kanununun 12. maddesinin üçüncü fıkrasında öngörülen 10 yıllık hak düşürücü süre, davanın açıldığı tarih itibariyle geçmiş bulunduğundan bu sebebe dayalı tapu iptali ve tescil talebinin dinlenme imkanı yoktur.
    Tapu maliki ölmüş ise zilyet lehine zilyetlikle kazanım koşullarından olan Türk Medeni Kanununun 713'üncü maddesinin 2'nci fıkrasında yer alan "…ölmüş…" sözcüğü, Anayasa Mahkemesinin 17.03.2011 gün ve 2009/58 Esas, 2011/52 Karar sayılı kararıyla iptaline ve yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmiştir. Yukarıda ayrıntılı olarak açıklandığı gibi Anayasa Mahkemesinin iptal kararı, sonrasında derdest tüm davalarda etkisini göstereceğinden iptal edilen kanun maddesinin hiç bir surette uygulama imkanı kalmamıştır.
    Bu durumda, ölmüş kişi adına kayıtlı taşınmazın üçüncü kişiler tarafından zilyetlikle iktisabına ilişkin kanun hükmü dava tarihi itibariyle artık yürürlükte olmadığına göre yollamalara dayanılarak canlandırmak ve zorlama yorumlarla uygulamaya çalışmak mümkün olmamalıdır.
    Açıklanan gerekçelerle, davanın reddine karar verilmesi gerekirken, kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olduğundan Bölge Adliye Mahkemesi kararının kaldırılmasına, ilk derece mahkemesi kararının bozulmasına karar vermek gerekmiştir.
    SONUÇ; Yukarıda açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 373/1. maddesi gereğince temyiz olunan Samsun Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi kararının kaldırılmasına, ilk derece mahkemesi hükmünün BOZULMASINA, karardan bir örneğin Samsun Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesine, dosyanın İLK DERECE MAHKEMESİNE GÖNDERİLMESİNE, peşin yatırılan harcın yatırana iadesine, 30.03.2022 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.

    KARŞI OY
    Yapılan yargılamaya, toplanan delillere, dosya içeriğine, temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararında yazılı gerekçelere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre usul ve yasaya uygun Bölge Adliye Mahkemesi kararının onanması görüşünde olduğumuzdan sayın çoğunluğun Bölge Adliye Mahkemesi kararının bozulması yönündeki kararına katılamıyoruz.

    Hemen Ara