Yargıtay 4. Hukuk Dairesi 2017/4607 Esas 2020/916 Karar Sayılı İlamı

Abaküs Yazılım
4. Hukuk Dairesi
Esas No: 2017/4607
Karar No: 2020/916
Karar Tarihi: 26.02.2020

Yargıtay 4. Hukuk Dairesi 2017/4607 Esas 2020/916 Karar Sayılı İlamı

4. Hukuk Dairesi         2017/4607 E.  ,  2020/916 K.

    "İçtihat Metni"


    MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

    Davacı ... vekili Avukat ... tarafından, davalı ... aleyhine 02/02/2011 gününde verilen dilekçe ile basın yoluyla kişilik haklarına saldırı nedeniyle manevi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın kısmen kabulüne dair verilen 26/05/2016 günlü kararın Yargıtayca incelenmesi taraf vekillerince süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçelerinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.
    Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre tarafların yerinde bulunmayan bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA ve aşağıda yazılı onama harcının 54,40 TL"sinin davacıya, 341,55 TL"sinin de davalıya yükletilmesine, peşin alınan harçların bundan mahsubuna 26/02/2020 gününde oy çokluğuyla karar verildi.


    KARŞI OY YAZISI

    Dava, basın yoluyla kişilik haklarına saldırı nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkindir. İlk derece mahkemesince davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, hüküm taraf vekillerince temyiz edilmiştir.
    Davacı vekili, Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı olan davalının, ... isimli yerel gazeteye verdiği 19/01/2011 tarihli röportajda, müvekkilinin kişilik haklarına saldırı niteliğinde ifadelere yer verdiğini beyanla manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
    Davalı vekili; davacının bilimsel dayanaktan yoksun, bilgi ve belgeye dayanmayan, kanıtlanmamış hususları kamuoyuna açıklaması nedeniyle müvekkilinin dava konusu ifadeleri kullandığını, sözlerinin davalının açıklamalarına yönelik eleştiri mahiyetinde olduğunu beyan ederek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
    Mahkemece; davalının sarf ettiği sözlerin eleştiri sınırlarını aşan, davacının kişilik haklarını hedef alan ve davacıyı küçük düşüren sözler olduğundan bahisle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
    Dava konusu uyuşmazlık; davacı hakkında söylenen sözlerin, davacının şeref ve itibarına saygı gösterilmesini isteme hakkı (kişilik hakları) ile davalının ifade özgürlüğü arasındaki makul dengenin doğru kurulup kurulmadığına ilişkindir.
    Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) ve Anayasa Mahkemesine (AYM) göre ifade özgürlüğü, demokratik toplumun temelini oluşturan ana unsurlardan olup sadece toplum tarafından kabul gören, zararsız veya ilgisiz kabul edilen bilgi ve fikirler için değil incitici, şok edici ya da endişelendirici bilgi ve düşünceler için de geçerlidir. İfade özgürlüğü, yokluğu hâlinde demokratik bir toplumdan söz edemeyeceğimiz çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir gereğidir (AİHM; Handyside/Birleşik Krallık, B.No: 5493/72, 7/12/1976, pr. 49; Von Hannover/Almanya (No: 2), B.No: 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012, pr. 101); (AYM; ... A.Ş, B.No: 2013/2623, 11/11/2015, pr. 31 [G.K.]; D.Ö, B.No: 2014/1291, 13/10/2016, pr. 56 [G.K.]; ..., B.No: 2014/4548, 5/12/2017, pr. 18; ... (3), B.No: 2015/1220, 18/7/2018, pr. 28).
    Ayrıca ifade özgürlüğü, temsil ettikleri seçmenlerinin kaygılarına dikkat çektikleri ve onların menfaatlerini savunmak zorunda oldukları için halkın seçilmiş temsilcileri bakımından özel bir öneme sahiptir (AİHM; Lombarda ve diğerleri Malta, B. No: 7333/06, 24/4/2007). Seçmenlerini temsil eden, onların talep, endişe ve düşüncelerini politik alana aktaran ve çıkarlarını savunan siyasiler için ifade özgürlüğünün özellikle değerli olduğu açıktır (AYM; ..., B.No: 2014/1577, 25/10/2017, pr. 60). Bu sebeple siyasi bir kişinin ve özellikle Türkiye’nin önemli büyükşehirlerinden birinin belediye başkanının ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda incelemenin daha özenli yapılması gerekir.
    Öte yandan; maddi olgular ile değer yargısı arasında da ayrıma gidilmeli, değer yargılarının doğruluğunu ispatlamanın mümkün olmadığı gözetilmelidir (AİHM; Lingens/Avusturya, B. No: 9815/82, 8/7/1986). Zira taraflara değer yargılarının doğruluğunu ispat külfeti getirilmesi, hakkın kullanımını imkânsız kılacaktır. Bununla birlikte, değer yargısının da makul bir olgusal temele sahip olması gerektiği, orantılı ve ölçülü bir biçimde ifade edilip edilmediği denetlenmelidir (AİHM; Jerusalem/Avusturya, B. No: 26958/95, 27/2/2001).
    Ancak belirtmek gerekir ki ifade özgürlüğü sınırsız değildir. Başta siyasi kişiler olmak üzere, en geniş hâlde dahi ifade özgürlüğünün, kişilerin itibarına zarar verecek boyuta ulaşmaması gerekir. Bu gereklilik, temel hak ve hürriyetlerin; kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva ettiğini belirten Anayasa"nın 12. maddesinin ikinci fıkrasından doğan bir zorunluluktur (AYM; Fatih Taş, B. No: 2013/1461, 12/11/2014). Bu itibarla, Anayasa"nın 26. maddesinin ikinci fıkrasına göre ifade özgürlüğünün sınırlandırılma nedenlerinden biri de başkalarının şeref ve itibarının korunmasıdır. Davalının söylediği sözlerin, ifade özgürlüğünün sınırlarını aşıp aşmadığını belirlerken mahkemece ortaya konulan gerekçenin, bu özgürlüğü sınırlamak için yeterli ve ilgili olmasının yanında, ifade özgürlüğüne getirilecek sınırlamanın, demokratik bir toplumda zorlayıcı bir toplumsal ihtiyacın karşılanması amacına yönelik, ölçülü, orantılı ve istisnai nitelikte olması da gerekir.
    Mahkemeler, yarışan haklar arasında dengeleme yaparken; söylenen sözlerin kamusal bir tartışmaya katkı sağlamasına, toplumsal ilginin varlığına ve konunun güncel olmasına, ifadelerin türüne, içeriğine, ifadeye yönelik kısıtlamanın niteliğine ve kapsamına, sözlerin kim tarafından dile getirildiğine, hedef alınan kişinin kim olduğuna ve tanınırlık derecesi ile ilgili kişilerin önceki davranışlarına dikkat etmelidir (AYM; Mustafa Nihat Behramoğlu ve Diğerleri, pr.47).
    Bu kapsamda öncelikle, tarafların toplumsal konumlarının göz önüne alınması gerekmektedir. Bir yanda, Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi ve aynı zamanda Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı olan akademisyen, diğer tarafta ise Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı bulunmaktadır. Dava konusu olay, halka mal olmuş kişiler arasında geçtiği için kabul edilebilir eleştiri sınırları, sıradan bir kimse ile karşılaştırıldığında daha geniş olması gerekeceğinden söz konusu kişilerin eleştiriye daha fazla hoşgörülü olmaları gerekir.
    İkinci olarak, dava konusu sözler, davacının özel ve mahrem hayatına yönelik olarak sarf edilmiş değildir. Taraflar arasındaki söz düellosunun temeli, kamusal bir tartışmaya katkı sunma ihtimali bulunan çevreyi, hava kirliliğini ve bunun bilimsel sonuçlarını ortaya koyma ve bunun yöntemiyle ilgilidir.
    Üçüncü olarak, taraflar arasındaki anlaşmazlığın kaynağı, davacının, açıklamalarında kullandığı veri ve bilgilerin kesin olarak ispat edilmiş olup olmadığı hususuna dairdir. Aşağıda yer verilen ifadelerin, muhatabın usul ve üslûbuna yönelik eleştiri olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır. Davalının dava konusu açıklamaları şöyledir: “Hoca bunları neye dayanarak söylüyor bilmiyorum. Bilgilerini getirsin ona göre tedbir alsın herkes. Bana göre şov yapıyor. Raporu istiyoruz yok… Bilimsel bir şey varsa ilgili mercilere ulaştırsın, herkes üzerine düşeni yapsın… Bilimsellik yoksa suç duyurusu yapılır. Konuşmak kolay, belge nerede, neye dayanarak söyledin. İspatını yapması lazım. Şarlatanlık yapıyor.” Röportaj esnasında kullanılan kelimelerin (şov yapma, şarlatanlık yapma vb.) konuşma içerisinden cımbızla çekilerek doğrudan sözlük anlamlarına bakıp sonuca ulaşılması, doğru bir değerlendirme yöntemi değildir. Açıklamaların bütününden, davalının söz konusu ifadeleri, bilimsel dayanaktan yoksun ve temelsiz konuşma anlamında kullandığı anlaşılmaktadır. Mahkemece, kelimeler bağlamından kopartılarak sözlük manasına bakmak suretiyle bir yargıya varılmıştır. Kaldı ki sözlük manasına bakılsa dahi bahse konu ifadelerin, davacının kişilik haklarını zedelediği, davacıyı küçük düşürüp aşağıladığı ve eleştiri sınırlarını aştığını kabul etmek mümkün değildir.
    Sonuç olarak; çevreyi, hava kirliliğini ve bu konudaki bilimsel verilerin ortaya konulması anlamında kamuoyunu yakından ilgilendiren bir tartışma kapsamında, idari ve adli inceleme ve soruşturmalara konu edilmiş bir hususta, yerel bir siyaset adamı tarafından, kamuoyunu yanlış bilgilendirdiğini düşündüğü bir akademisyene karşı söylenmiş dava konusu sözlerin, ifade özgürlüğü kapsamında kaldığı kanaatindeyim. Bu nedenle davanın tümden reddine karar verilmesi gerektiği düşüncesiyle Sayın Çoğunluğun onama yönündeki düşüncesine iştirak edemiyorum. 26/02/2020



    Hemen Ara