Esas No: 2022/383
Karar No: 2022/8710
Karar Tarihi: 09.11.2022
Yargıtay 1. Ceza Dairesi 2022/383 Esas 2022/8710 Karar Sayılı İlamı
1. Ceza Dairesi 2022/383 E. , 2022/8710 K."İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Ceza Dairesi
SUÇ : Eşe karşı kasten öldürme
HÜKÜMLER : 1) Bakırköy 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 04/07/2017 tarih ve 2014/326 (E), 2017/240 (K) sayılı; Sanık hakkında maktul ...'a yönelik eşe karşı kasten öldürme suçundan 5237 sayılı TCK'nin 27/2. maddesi uyarınca ceza verilmesine yer olmadığına,
2)İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesinin 09/04/2018 tarih ve 2018/55 (E), 2018/353 (K) sayılı; İstinaf başvurularının kabulü ile duruşma açılıp, ilk derece mahkemesinin kararı kaldırılarak yeniden hüküm kurulması suretiyle; Sanığın maktul ...'a yönelik eşe karşı kasten öldürme suçundan TCK'nin 82/1-d, 29, 62, 53, 54, 63. maddeleri uyarınca 15 yıl hapis cezası ile mahkumiyetine dair kararı.
TEMYİZ EDENLER : Sanık müdafiileri, katılanlar ..., ... ve ... vekilleri
TÜRK MİLLETİ ADINA
İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesinin 09/04/2018 tarih ve 2018/55 (E), 2018/353 (K) sayılı kararının sanık müdafiileri ile katılanlar ..., ... ve ... vekilleri tarafından 5271 sayılı CMK’nin 291. maddesinde belirtilen süre içinde temyiz edildiği anlaşılmıştır.
Dosya incelendi.
Gereği görüşülüp düşünüldü;
Sanık müdafiilerinin duruşmalı inceleme taleplerinin 7079 sayılı Kanun'un 94. maddesi ile değişik 5271 sayılı CMK'nin 299. maddesi uyarınca reddiyle incelemenin dosya üzerinden yapılması uygun görülmekle;
Sanık hakkında hükmedilen hapis cezasının beş yılın üzerinde olması nedeniyle bölge adliye mahkemesi kararının CMK'nin 286/2-a maddesi uyarınca temyize tabi olduğu belirlenerek yapılan incelemede;
Bölge Adliye Mahkemesinin kabul ve uygulamasında isabetsizlik bulunmadığından, tebliğnamedeki bozma düşüncesine iştirak edilmemiştir.
İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesinin 09/04/2018 tarih ve 2018/55 (E), 2018/353 (K) sayılı "mahkumiyet" hükmünün tüm dosya kapsamına göre hukuka uygun olduğu anlaşıldığından; katılanlar ..., ... ve ... vekillerinin; haksız tahrik hükümlerinin uygulanmasının hatalı olduğuna, sanık müdafiilerinin; meşru müdafaa hükümlerinin uygulanması gerektiğine yönelen ve yerinde görülmeyen temyiz sebeplerinin reddiyle, 5271 sayılı CMK’nin 302/1. maddesi gereğince isteme aykırı olarak TEMYİZ İSTEMLERİNİN ESASTAN REDDİ ile HÜKMÜN ONANMASINA,
Dosyanın, 28.02.2019 tarihinde Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 7165 sayılı Kanun'un 8. maddesi ile değişik 5271 sayılı CMK'nin 304/1. maddesi gereğince “Bakırköy 13. Ağır Ceza Mahkemesine, Yargıtay ilamının bir örneğinin ise İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesine gönderilmek üzere” Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 09.11.2022 gününde oy çokluğuyla karar verildi.
MUHALEFET ŞERHİ
Yargıtay 1. Ceza Dairemizin 09.11.2022 tarih 2022/383 Esas ve 2022/8710 Karar sayılı çoğunluk görüşüne, sanık ...’nın eyleminin TCK'nin 27/2. maddesinde belirtilen "meşru savunmada sınırın aşılması maruz görülebilecek bir
heyecan, korku veya telaştan ileri gelmiş ise faile ceza verilemez’’ şeklinde olduğundan CMK'nin 223/3-c maddesi gereği sanığa "ceza verilmesine yer olmadığına" karar verilmesi gerektiğinden bahisle katılmamaktayız.
A) Önce konu ilgili Hukuki açıklamada bulunursak;
CGK’nin 06.05.2014 tarih, 2012/1-1557 Esas ve 2014/233 sayılı kararı ve CGK’nin 01.03.2016 tarih, 2015/1-1039 Esas ve 2016/96 sayılı kararlarında belirtildiği üzere; meşru müdafaa (yasal savunma) ile meşru müdafaada sınırın aşılması için aranan şartlar şu şekilde belirlenmiştir.
1-) Sanığın eylemini meşru müdafaa şartları altında gerçekleştirip gerçekleştirmediği; Meşru savunma, gerek 765 sayılı Kanun'un 49/2. maddesinde, gerekse 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 25. maddesinde bir "hukuka uygunluk nedeni" olarak düzenlenmiştir. Meşru savunmanın şartlarına ilişkin olarak 765 ve 5237 sayılı Kanunlar arasındaki en önemli fark, "meşru savunma yoluyla korunan hakkın niteliğine" ilişkindir. Bunun dışındaki şartlar açısından her iki düzenleme ile yerleşik uygulamalar arasında ciddi bir fark bulunmamaktadır.
765 sayılı TCK'nin 49/2. maddesindeki düzenleme; "Gerek kendisinin, gerek başkasının nefsine veya ırzına vuku bulan haksız bir taarruzu filhal def’i zaruretinin bâis olduğu mecburiyetle işlenilen fiillerden dolayı faile ceza verilmez" şeklinde olup, anılan düzenleme ile meşru savunmanın, kişinin kendisinin veya başkasının sadece nefsine veya ırzına yönelik saldırılarda söz konusu olabileceği hüküm altına alınmıştır. Uygulamada en geniş yorumla maddenin "diğer kişilik haklarına yönelik saldırılarda" dahi uygulanabileceği kabul edilmiş ise de, mal varlığına yönelik saldırıları önlemek maksadıyla işlenen fiiller bu kapsamda değerlendirilmemiştir.
Buna karşılık, 5237 sayılı TCK'nin 25/1. maddesinde; "Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı, o anda hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez" şeklinde daha geniş bir hükme yer verilmiştir. Anılan düzenlemeye göre, meşru müdafaanın kabulü için saldırının "korunmaya değer nitelikteki herhangi bir hakka yönelmiş olması" yeterli görülmüştür.
Gerek öğretide, gerekse yerleşmiş yargısal kararlarda vurgulandığı üzere; 765 sayılı TCK’nin 49/2 ve 5237 sayılı TCK’nin 25/1. maddelerinde düzenlenen ve hukuka uygunluk nedenlerinden birini oluşturan meşru savunma, hukuka aykırılığı ortadan kaldırmakta ve bu nedenle de eylemi suç olmaktan çıkarmaktadır. Bir olayda meşru savunmanın oluştuğunun kabul edilebilmesi için saldırıya ve savunmaya ilişkin şartların birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.
1. Saldırıya ilişkin şartlar:
a) Bir saldırı bulunmalıdır.
b) Bu saldırı haksız olmalıdır.
c) Saldırı meşru savunma ile korunabilecek bir hakka yönelik olmalıdır. Bu hakkın, kişinin kendisine veya bir başkasına ait olması arasında fark yoktur.
d) Saldırı ile savunma eşzamanlı bulunmalıdır.
2. Savunmaya ilişkin şartlar:
a) Savunma zorunlu olmalıdır. Zorunluluk ile kastedilen husus, failin kendisine veya başkasına ait bir hakkı koruyabilmesi için savunmadan başka imkânının bulunmamasıdır.
b) Savunma saldırana karşı olmalıdır.
c) Saldırı ile savunma arasında oran bulunmalıdır.
Savunmanın, meşru savunma şartlarının bulunduğu sırada başladığı, ancak orantılılık ilkesinin ihlal edilmesi nedeniyle meşru savunmanın gerçekleştiğinin kabul edilmediği durumlarda, "sınırın aşılması" söz konusu olabilmektedir.
2-) Meşru müdafaada sınırın aşılıp aşılmadığı;
Sınırın aşılmasını 765 sayılı TCK’ye göre oldukça farklı şekilde düzenleyen 5237 sayılı TCK’nin 27. maddesinde;
(1) Ceza sorumluluğunu kaldıran nedenlerde sınırın kast olmaksızın aşılması halinde, fiil taksirle işlendiğinde de cezalandırılıyorsa, taksirli suç için kanunda yer alan cezanın altıda birinden üçte birine kadarı indirilerek hükmolunur.
(2) Meşru savunmada sınırın aşılması mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmiş ise faile ceza verilmez" denilmektedir.
Kanun maddesi ve gerekçedeki anlatımın aksine öğretide kabul edilen görüşe göre, "Ceza sorumluluğunu kaldıran nedenlerde sınırın kast olmaksızın aşılması" ibaresini "Hukuka uygunluk hallerinde sınırın aşılması" olarak anlamak gerekir. (İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 9. bası, ..., 2013, s. 413-425; ... Koca, Yeni TCK’nda Hukuka Uygunluk Nedenleri, Ceza Hukuku Dergisi, S.1, Ekim 2006, s.111 vd.; ... Bakıcı, Ceza Hukuku Genel Hükümleri, 2. bası, s.615 vd.; Haydar Metiner-Ahsen Koç, TCK Genel Hükümleri, ..., 2008, C.1, s. 692 vd.) Nitekim 5271 sayılı CMK’nun hüküm çeşitlerini düzenleyen 223. maddesinin sistematiği de bu anlayışı desteklemektedir.
5237 sayılı Türk Ceza Kanununda dört hukuka uygunluk nedeni düzenlenmiş olup, bunlar; meşru savunma, hakkın kullanılması, kanunun emrini ifa ve ilgilinin rızasıdır. Hukuka uygunluk nedeninin bulunması, eylemin suç olmasını engelleyeceğinden, fail hakkında 5271 sayılı CMK’nin 223. maddesinin 2. fıkrasının (d) bendi uyarınca beraat kararı verilecektir. Buna karşın, "sınırın aşılması" bir hukuka uygunluk nedeni olmayıp, TCK’nin 27. maddenin 1. fıkrasındaki durum itibarıyla kusurluluğu azaltan, 27. maddenin 2. fıkrasındaki durum itibarıyla da kusurluluğu ortadan kaldıran nedenlerden bir tanesidir. Başka bir deyişle, hukuka uygunluk
nedenlerinde sınırın kast olmaksızın aşılması halinde "beraat" kararı değil, anılan maddenin 1. fıkrasına göre indirimli ceza veya 2. fıkrasına göre CMK’nin 223. maddesinin 3. fıkrasının (c) bendi gözetilerek "ceza verilmesine yer olmadığı" kararı verilecektir.
TCK’nin 27. maddesinin 1. fıkrasında, fail bir hukuka uygunluk nedeninin sınırını aşmakta ise de, bunu bilerek ve isteyerek yani kasten yapmamaktadır. Ancak, fiil taksirle işlendiğinde de cezalandırılabiliyorsa, fail sınırı kast olmaksızın aşmış olması dolayısıyla taksirinden sorumlu tutulmaktadır.
Aynı maddenin 2. fıkrasında, hukuka uygunluk nedenlerinden sadece meşru savunma için sınırın aşılmasına ilişkin özel bir düzenleme öngörülmüştür. Buna göre bu hükmün uygulanabilmesi için;
1- Meşru savunma ile korunabilecek bir hakkın bulunması,
2- Saldırıya ilişkin şartların var olması,
3- Savunmaya ilişkin şartlardan "ölçülülük ya da orantılılık" şartının, savunma lehine ihlal edilmesi suretiyle sınırın aşılması,
4- Sınırın aşılmasının mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmesi gerekmektedir.
Tüm bu şartların birlikte gerçekleşmesi halinde, meşru savunmada sınırı aşan faile CMK’nin 223/3-c maddesi uyarınca ceza verilmeyecektir. Bu durumda, kişinin, maruz kaldığı saldırı karşısında içine düştüğü heyecan, korku veya telaş dolayısıyla davranışlarını yönlendirme yeteneğinin ortadan kalkması söz konusu olacağından, meşru savunmada sınırın aşılmasından dolayı kusurlu sayılmayacağı kabul edilir. Dolayısıyla, belirleyici olan maruz kalınan saldırının kişiyi içine düşürdüğü psikolojik durumdur.
Zira kişi sırf maruz kaldığı saldırının etkisiyle, "heyecan, korku veya telaşa" kapılarak meşru müdafaada sınırlarını aştığında bu maddeden yararlanabilecek, buna karşılık saldırının etkisinin yanında, saldırıdan kaynaklanmış olsa bile, öfke gibi nedenlerle sınır aşıldığında ise aynı korumadan faydalanılması söz konusu olmayacaktır. Nitekim Ceza Genel Kurulunun 05.10.2010 gün ve 175-182 ile 31.03.2009 gün ve 201-81 sayılı kararlarda da aynı hususlara vurgu yapılmıştır.
Sanığın maruz kaldığı saldırının etkisiyle içine düştüğü psikolojik hal nedeniyle heyecanlanması, paniğe kapılması ve hatta korkması, bunun sonucunda da meşru savunma sınırını aşması hayatın olağan akışında beklenebilecek bir durum olup, somut olayda TCK’nin 27. maddesinin 2. fıkrasının uygulanma şartları gerçekleşmiştir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 10.03.1998 gün ve 2-370/75 sayılı kararı ile Birinci Ceza Dairesinin birçok kararında açıkça ifade edildiği gibi, “Sanığın içinde bulunduğu ruh halinin adil bir tarzda göz önünde tutulması gerektiği gibi, saldırının
halen varlığını geniş manada anlamak ve başlayacağı artık muhakkak olan saldırıyı başlamış, keza bitmiş olmasına rağmen tekrarından korkulan bir saldırıyı da henüz bitmemiş saymak zorunludur. Kişiye yasal savunmada hiçbir şekilde kaçma yükümlülüğü yüklenemez.”
Meşru savunmada bulunulmak suretiyle ihlal edilen, 'bir insanın yaşama hakkı' olduğuna göre, saldırının da o derece önemli bir hakka yönelmesi gerekir. Bu hakların başında yaşama hakkının geldiğinde kuşku yoktur. Başka bir deyişle, kişi kendisinin veya başkasının yaşam hakkına yönelik bir saldırı vuku bulduğunda, bunu saldırganın yaşam hakkında son vermek suretiyle defedebilir. Bunun için, yaşam hakkına yönelik saldırının devam ediyor olması, başlamamış ancak başlayacağı mutlak olması ya da bitmiş ancak tekrar başlayacağı muhakkak olması gerekir.
Önemli olan saldırının o an itibarıyla ulaştığı nokta değil, müdahale edilmediği takdirde ulaşabileceği noktadır. Dolayısıyla, bir kişi kavga sırasında tabancasını çektikten sonra, karşıdaki kişinin kafasına, göğsüne değil de, ayağına ya da sağına, soluna, boşluğa ateş ediyor olsa bile, bu hareketin muhatabı olan kişi açısından saldırganı öldürme suretiyle meşru savunmada bulunma hakkı doğmuş olur. Zira bu durumda meşru savunmanın koruduğu değer 'yaşam hakkı' olup kişinin yaşam hakkını korumak için daha ciddi bir yaralanmaya maruz kalması beklenemez. Gergin bir ortamda silahın doğrultulduğu an yaşam hakkına yönelik saldırının başladığı ve eş zamanlı olarak savunmaya hak kazanıldığı andır. Bu durumun aksinin kabulü, belirtilen durumlarda meşru savunmayı anlamsız kılacaktır.
Nitekim, dolu bir tabancanın kişiye yöneltilmesi ile ateşlenmesi arasındaki zaman farkı ancak saniyelerle ölçülebilir, aynı şekilde bir kişinin ayağına ateş edildikten sonra göğsüne ateş edilmesi için tabancanın ucunun yukarıya doğru 20 cm daha kaldırılması yeterli olacaktır. Bu durumda, saldırıya maruz kalana, 'saldırgan seni gerçekten öldüreceğini ortaya koyana kadar bekle' anlamına gelecek şekilde yorumda bulunmak, meşru savunma müessesesini anlamsız hale getirecektir. Bir başkasına hasmane bir tutumla silahını tevcih eden kişinin, karşısındaki tarafından meşru savunma koşulları altında öldürülme riskini göze aldığının kabul edilmesi gerekir. Hukuk düzeni, yaşam hakkına saldırılan kişiye, kaçma, saklanma, sabretme, acıma gibi yükümlülükler de yükleyemez. Saldırıya maruz kalan, imkân ve fırsatını bulduğu takdirde saldırgana karşı müdahale edebilmelidir. Yine saldırının, savunmada bulunan kişinin yaşam hakkına yönelik olması ile üçüncü bir kişinin yaşam hakkına yönelik olması arasında bu açıdan fark bulunmamaktadır.
B) Konu ile ilgili somut olay incelendiğinde;
Oluşa ve dosya kapsamına göre;
Sanık ... ile maktul ...’ın 24/02/2013 tarihinde evlendikleri, kısa bir süre sonra aralarında geçimsizlik başladığı, maktulün sanığa şiddet uyguladığı,
11/04/2013 tarihinde maktul hakkında sanığa karşı işlediği kasten yaralama suçu nedeniyle adli soruşturma başlatıldığı, Büyükçekmece 2. Aile Mahkemesinin 15/04/2013 tarih, 2013/259 Değişik İş sayılı kararı ile 6284 sayılı Kanun gereğince bir ay süre ile önleyici tedbir kararı verildiği ve sanığın 12/04/2013 tarihinde kadın sığınma evine yerleştirildiği, ancak sanığın 10 gün sonra maktul ile ortak yaşadığı eve geri döndüğü, yine sanık ile maktul arasındaki geçimsizliğin devam ettiği, sanığın farklı zamanlarda bu şiddet eylemlerinden uzaklaşmak için ...'daki ailesinin evine ve sığınma evine gittiği, ancak ailesinin baskısı ve sığınma evinde çocuğunun özel bakım ve tedavisini yerine getirememesi nedeniyle maktul ile yaşadığı eve dönmek zorunda kaldığı, yine bir dönem maktulün annesinin teklifi üzerine sanığın, kayınvalidesinin evinde maktul ... çocuğu ile birlikte kaldığı, suç tarihinden bir gün önce sanık ile maktulün evlerine geri döndükleri,
Maktulün çocuklarına bez ve mama almaması nedeniyle sanık ile maktulün tartıştıkları, maktulün sanığı darp ederek çocuk ile birlikte evlerindeki bir odaya kilitlediği, sanık ile çocuğunun sabaha kadar odada kilitli kaldıkları, sabaha karşı uyanan sanığın kapının açık olduğunu görüp camdan baktığında, maktulün çocuk ile birlikte markete doğru gittiğini gördüğü, çocuğa banyo yaptırmak için banyo küvetini doldurup kahvaltı sofrasını hazırladığı, bir süre sonra eve gelen maktulün odadan çıkması nedeniyle sanığa kızdığı ve saldırdığı, kahvaltı masasını dağıttığı, eline geçirdiği bir tavayla sanığın kafasına vurduğu, saçlarından çektiği ve kemeriyle sanığa vurduğu, sanığın kendisini korumak amacıyla maktulü tekmelediği, cama çıkıp yardım istemeye çalıştığı, ancak maktulün kendisini engellediği, maktulün kemeri sanığın boğazına dolayıp sıkmaya çalıştığı, sanığın da ele geçirdiği bir fincanı maktulün kafasına vurarak maktule karşı savunmaya geçtiği, ancak maktulü etkisiz hale getiremediği, bunun üzerine sanığın dağılan kahvaltı masasından ele geçirdiği bıçağı maktule sallayarak maktulü 4 yerinden yaralayarak etkisiz hale getirdiği, maktulün saldırısını def ettikten sonra da, çocuğu Selim ...'u alarak dışarı çıktığı, sanık dışarı çıkarken maktulün de pencereye çıkarak yardım istediği ancak yardım ekipleri gelmeden maktulün aldığı bıçak yaraları sonucu olay yerinde hayatını kaybettiği olayda;
Sanığın değişik tarihlerde fiziksel şiddete maruz kaldığına ilişkin savunmasını doğrulayan İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalının raporu, olay günü maktul tarafından darp edildiğine ilişkin savunmasını doğrulayan ... Eğitim Araştırma Hastanesinin 10/07/2014 ve 11/07/2014 tarihli raporları ile Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Kurulunun raporlarına göre;
Sanık ...’in yapılan muayenesinde, kafada saçlı deride saçın çekilmesi, sağ memede ısırıklık, sağ ön kol ve el sırtında sigara yanıkları, sağ bacakta bıçakla yaralama öyküsüne uygun yaralar, dişlerinde kırık ve eksikler, sol el 5. parmakta şekil
bozukluğu, 7. ve 8. kaburgalar seviyesinde iyileşme gösteren kırık ile uyumlu düzensizlik, çene ekleminde bu bölgeye aldığı darbeler ile uyumlu eklem hareket güçlüğü tespit edilmesi, bu bulguların sanığın savunmasına uygun olup, değişik zamanlarda bir çok kez fiziksel şiddete maruz kaldığının tespit edilmiş olduğu, olay yeri inceleme tutanağına göre de, salonda kan damlaları kırılmış yemek tabaklarının bulunması, cesetin yanında bir tavanın bulunması, yine mutfak tezgahının yakınında erkek kemerinin bulunması sanığın savunmalarını doğruladığı,
Maktulün sabaha kadar sanık eşi ve küçük çocuğunu bir odada kilitli tutarak hürriyetlerini tahdit etmesi, sabah da odadan niye çıktın diye tartışma çıkarması, kahvaltı masasını dağıtması, sanığın saçını çekmesi, tava ile kafasına vurması, kemerle dövmesi ve boğazını sıkması, bu aşamada sanığın kahvaltı masasından ele geçirdiği bıçakla saldırı devam ederken, saldırıdan kurtulmak için 4 kez maktulü bıçaklayarak onun ölümüne yol açması olayında, sanığın önceden beri sürekli fiziksel şiddet gördüğü maktulün haksız saldırısını olay anındaki koşullara göre defetmeye çalışırken, meşru savunmada maruz görülebilecek heyecan, korku ve telaşla sınırı aşması sonucunda eylemini gerçekleştirdiği nedenle, hakkında TCK 27/2. maddesinin uygulanması gerektiği, olayın oluşuna, alınan doktor raporlarına, elde edilen delillere, hukuka, adalete ve hakkaniyete daha uygun olacağı değerlendirilmiştir.
Sonuç olarak;
Sanığın eşi olan maktule yönelik kasten öldürme eylemini meşru savunmada mazur görülebilecek heyecan, korku ve telaşla sınırı aşması sonucunda gerçekleştirdiği anlaşılmakla, sanık hakkında eşe karşı kasten öldürme suçundan 5237 sayılı TCK'nin 27/2 maddesi uyarınca "ceza verilmesine yer olmadığına" dair verilen ilk derece mahkemesi kararı doğru olmasına rağmen, ilk derece mahkemesinin kararı kaldırılarak, sanığın haksız tahrik altında eşe karşı kasten öldürme suçundan 15 yıl hapis cezası ile mahkumiyetine karar veren İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesinin kararı bozulması gerekirken sayın çoğunluğun bölge adliye mahkemesinin kararının onanması gerektiği şeklindeki görüşüne iştirak etmiyoruz.