Esas No: 2010/11430
Karar No: 2011/1920
Karar Tarihi: 22.02.2011
Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2010/11430 Esas 2011/1920 Karar Sayılı İlamı
Özet:
Davacılar, miras bırakanın mal varlıklarının davalılar tarafından muvazaalı bir şekilde devredildiğini iddia ederek, tapu iptali ve tescil isteminde bulunmuşlardır. Mahkeme, muvazaanın kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Ancak Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun kararı ve Medeni Kanun'un ilgili maddelerine göre, davada ehliyetsizlik ve muvazaaya dayanıldığı anlaşılmaktadır. Ehliyetsizliğin kamu düzeni ile ilgili olduğu nedeniyle öncelikle incelenmesi gerekmektedir. Bu nedenle, tarafların delilleri toplanmalı, Adli Tıp Kurumu'ndan sağlık raporu alınmalı ve ehliyetin belirlenmesinin ardından muvazaa iddiası incelenmelidir. Sonuca göre karar verilmelidir.
Kanun Maddeleri:
- Medeni Kanun'un 9, 10, 13, 15 ve 409/2 maddeleri.
- HUMK'nin 286 ve 428. maddeleri.
- Avukatlık Ücret Tarifesi'nin 14. maddesi.
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : MERSİN 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 20/11/2009
NUMARASI : 2005/120-2009/619
Taraflar arasında görülen davada;
Davacılar, ortak miras bırakan M..Ö."in maliki olduğu 1577 nolu parseldeki 9 nolu bağımsız bölüm ile 159 ada 24 nolu parseldeki 7 nolu bağımsız bölümü davalılardan vekil İkbal"in diğer davalı A."e, A."in de 7 nolu bağımsız bölümü davalı N. E."a satış suretiyle devrettiğini, ayrıca murisin 556 ada 18 nolu parseldeki 11 nolu bağımsız bölümün intifa hakkını davalı eşi İkbal"e temlik ettiğini, keza Seferihisardaki 542 ada 12 nolu parseldeki 10 nolu bağımsız bölümü de vekil İkbal"in tevkil ettiği vekil aracılığıyla davalı Yakup"a sattığını, devirlerin mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olup, murisin tasarruf işlemleri ve vekalet verdiği tarihte 71 yaşında ve ciddi sağlık problemleri ve parkinson rahatsızlığından kaynaklanan ileri boyutta unutkanlığının yanında kanser hastalığına yakalanması nedeniyle kolaylıkla kandırılarak mal kaçırma gayesi ile ikna edildiğini ileri sürerek, payları oranında iptal ve tescil ile muvazaalı olarak yapılan intifa hakkının iptaline karar verilmesi isteminde bulunmuşlardır.
Davalılar, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, muvazaa olgusunun kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacılar tarafından süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 22.02.2011 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden B.Ö. ile temyiz edilen Dvl.İ. Ö.vekili Avukat M. B. geldiler, davetiye tebliğine rağmen temyiz eden L.Ö.ile diğer temyiz edilenler vekili Avukatlar gelmediler, yokluklarında duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen asil ve vekilin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:
Dava ve birleşen dava, tapu iptal ve tescil isteklerine ilişkindir.
Mahkemece, muvazaa olgusunun kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 11.04.1990 gün ve 1990/1-152-1990/236 sayılı kararında da vurgulandığı üzere davada dayanılan maddi olaylar bakımından birkaç hukuki nedenin bir arada gösterilmesinde ilke olarak usul ve yasaya aykırı bir yön yoktur. İddianın içeriğine göre davada muris muvazaası ve ehliyetsizlik hukuki sebeplerine dayanıldığı anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere; davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Medeni Kanunun “ fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir “ biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç ( yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin ( reşit ) olmayı kabul ederek “ ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır. “ hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü “ eylem ve işlev ehliyeti olarak ta tarif edilerek aynı yasanın 13. maddesinde “ yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.
Hemen belirtmek gerekir ki, Medeni Kanununun 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyi niyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 11.6.1941 tarih 4/21)
Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında bir kimsenin ehliyetinin tesbitinin şahıs ve mamelek hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahede kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar H.U.M.K.’nun 286 maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin “rey ve mutaalası” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.
Hele ayırt etme gücünün nispi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli tıp kurumundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanunun 409/2 maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.
Somut olayda; davacılar vekilinin her ne kadar son celsede hukuki ehliyetsizlik iddialarının bulunmadığını belirttiği görülmekte ise de; davacıların, vekillerinin beyanın aksine hukuki ehliyetsizlik iddialarının bulunduğunu ve vekillerinin bu beyanını kabul etmediklerini bildirmeleri karşısında, vekilin vekil edenin iradesi ve onun çıkarları doğrultusunda ve talimatı gereğince hareket etmesi gerekeceğinden, bir başka ifadeyle asıl olan vekil edenin iradesi olduğundan vekilin beyanına itibar edilmeksizin mahkemece hukuki ehliyetsizlik iddiası konusunda yukarıda belirlenen ilkeler çerçevesinde bir araştırma ve uygulama yapılması gerekeceği açıktır.
O halde, hukuki ehliyetsizliğin kamu düzeni ile ilgili olduğu gözetilerek önemine binaen öncelikle incelenmesi, tarafların bu yönde bildirecekleri tüm delillerin toplanması, varsa miras bırakana ait sağlık kurulu raporları, hasta müşahade kayıtları,reçeteler vs. istenmesi, tüm dosyanın Adli Tıp Kurumuna gönderilmesi, ( 2659 Sayılı Yasının 7 ve 16.maddeleri gereğince ) miras bırakanın ehliyetli olup olmadığı yönünde rapor alınması, ehliyetli olduğunun anlaşılması halinde muvazaa iddiasının incelenmesi ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir.
Davacıların bu yöne değinen temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerden ötürü, H.U.M.K.’nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, 03.12.2010 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden vekili için 825.00.-TL. duruşma avukatlık parasının temyiz edilenlerden alınmasına, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 22.02.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.