Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2010/13073 Esas 2011/802 Karar Sayılı İlamı

Abaküs Yazılım
1. Hukuk Dairesi
Esas No: 2010/13073
Karar No: 2011/802
Karar Tarihi: 26.01.2011

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2010/13073 Esas 2011/802 Karar Sayılı İlamı

1. Hukuk Dairesi         2010/13073 E.  ,  2011/802 K.

    "İçtihat Metni"

    MAHKEMESİ : KONYA 4. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
    TARİHİ : 20/09/2010
    NUMARASI : 2009/196-2010/373

    Taraflar arasında görülen davada;
    Davacı, davalı kızı G... K."un, hile ile aldığı vekaletnameyi kullanarak çekişmeli dairesini kızı olan diğer davalı S."e devrettiğini ileri sürüp, tapunun iptali ve yeniden adına tescilini istemiştir.
    Davalılar, davanın reddini savunmuşlardır.
    Mahkemece, iddianın kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
    Karar, davacı tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.
    Dava, vekaletnamenin hile ile alındığı ve vekalet görevinin kötüye kullanıldığı iddiasına dayalı tapu iptali-tescil isteğine ilişkindir.
    Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.
    Dosya içeriği ve toplanan delillerden, 13183 ada 1 sayılı parseldeki 152 numaralı bağımsız bölüm davacı S.. B..adına kayıtlı iken, davacının 24.04.2008 tarihli özel vekaletnamesiyle vekil kıldığı kızı G.. tarafından 25.04.2008 tarihli resmi akitte vekil G."ün kızı S. K."a satış yoluyla devredildiği; satışta kullanılan vekaletname dışında, davacı tarafından genel satış yetkisi ile birlikte para çekme yetkisini içeren 29.04.2008 tarihli bir vekaletname daha düzenlemiş olduğu anlaşılmaktadır.
    Davacı, kandırılarak vekaletname alındığı ve yetkinin kötüye kullanıldığı iddiasıyla kızı G.. ile torunu S...aleyhine eldeki davayı açmış; yargılama devam ederken 08.10.2009 tarihinde ölünce, geride mirasçısı olarak davalı kızı G.. ile dava dışı kızı A.. kalmış; dava dışı kızı A.. de davaya katılarak yargılamayı miras payına hasren sürdürdüğünü belirtmiştir.
    Ne varki, davacı Sevim"in ölmesiyle, davada ileri sürülen istek bakımından çekişmeli taşınmaz hakkında elbirliği halinde mülkiyet hükümlerinin söz konusu olacağı ve davanın tereke adına sürdürülmesi gereken bir dava konumuna geldiği kuşkusuzdur.
    Elbirliği (iştirak) halinde mülkiyet, yasa veya yasada belirtilen sözleşmeler uyarınca aralarında ortaklık bağı bulunan kişilerin, bu ortaklık nedeniyle bir mala veya hakka birlikte malik olma durumudur.
    M.K.nun 701-703 maddelerinde düzenlenen bu tür mülkiyetin ( ortaklığın ) tüzel kişiliği olmadığı gibi eşya üzerinde ortaklardan herbirinin doğrudan doğruya bir hakkı da yoktur. Mülkiyet bir bütün olarak ortakların tümüne aittir. Başka bir anlatımla, ortaklık tasfiye oluncaya kadar ortaklardan birinin ayrı mal veya hak sahipliği bulunmayıp, hak sahibi ortaklıktır. Sözü edilen mülkiyet türünde malikler mülkiyet payları ayrılmadığından paydaş değil, ortaktır. Bu kural, M.K.nun 701 maddesinde (... Kanun ve kanunda öngörülen sözleşmeler uyarınca oluşan topluluk dolayısıyla mallara birlikte malik olanların mülkiyeti, elbirliği mülkiyetidir. Elbirliği mülkiyetinde ortakların belirlenmiş payları olmayıp her birinin hakkı, ortaklığa giren malların tamamına yaygındır.) biçiminde açıklanmıştır. Elbirliği (İştirak) halinde mülkiyetin bu özelliği itibariyle ortaklar arasında zorunlu dava arkadaşlığı bulunmaktadır. Şayet yasa veya elbirliği (iştirak) halinde mülkiyeti oluşturan anlaşmada ortaklık adına hareket etme yetkisinin kime ait olacağı belirtilmemişse, ortaklığın tasfiyesini isteme hakkı dışındaki tüm işlemlerde ortakların (iştirakçilerin) oybirliği ile karar almaları ve birlikte hareket etmeleri zorunluluğu vardır.
    M.K.nun 702/2 maddesi bu yönde açık hüküm getirmiştir. Ancak, açıklanan kural yargısal uygulamada kısmen yumuşatılmış bir ortağın tek başına dava açabileceği, ancak davaya devam edebilmesi için öteki ortakların olurlarının alınması veya miras şirketine atanacak temsilci aracılığı ile davanın sürdürülmesi gerektiği kabul edilmiştir (11.l0.982 tarih l982/3-2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı). Nitekim bu görüş bilimsel alanda da aynen benimsenmiştir.
    Diğer taraftan, mahkemece işin esası hakkında gerçekleştirilen soruşturmanın da hükme yeterli olduğu söylenemez.
    Bilindiği üzere, Borçlar Kanunu"nun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.
    Borçlar Kanunu"nda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil anılan maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur.
    Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
    Bununla birlikte, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Anılan yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
    Hal böyle olunca, öncelikle, davacının iki mirasçısından biri olan davalı G.."ün eldeki davaya muvafakat göstermediği gözetilerek miras şirketine M.K.nun 640. maddesi uyarınca temsilci atanması yönünden mirasçı A.."ye önel tanınması ve atanacak temsilci aracılığı ile yargılamanın sürdürülmesi, böylelikle davanın görülebilirlik koşulunun yerine getirilmesi; ondan sonra işin esası bakımından yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde soruşturma yapılarak taşınmazın gerçek değerinin keşfen saptanması, davacının bankadaki hesabıyla ilgili olarak ilk açıldığı tarihten itibaren paraların ne şekilde ve kimler tarafından yatırılıp çekildiğinin incelenmesi, davalılarca ödendiği savunulan paranın kaynağının araştırılması, ödeme güçleri bulunup bulunmadığının açıklığa kavuşturulması ve toplanan tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, değinilen hususları içermeyen biçimde yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir.
    Davacı mirasçısı A.."nin temyiz itirazı açıklanan nedenlerden ötürü yerindedir. Kabulüyle, hükmün HUMK."nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 26.01.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

    Hemen Ara