Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2013/13746 Esas 2013/18583 Karar Sayılı İlamı

Abaküs Yazılım
1. Hukuk Dairesi
Esas No: 2013/13746
Karar No: 2013/18583
Karar Tarihi: 26.12.2014

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2013/13746 Esas 2013/18583 Karar Sayılı İlamı

1. Hukuk Dairesi         2013/13746 E.  ,  2013/18583 K.

    "İçtihat Metni"

    MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
    DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL


    Yanlar arasında görülen tapu iptali, tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın, reddine ilişkin olarak verilen karar davacılar vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi ..."nun raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;


    -KARAR-

    Dava, inançlı işlem hukuksal nedenine dayalı tapu iptali, tescil olmazsa bedel isteklerine ilişkindir.
    Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.
    Dosya içeriğinden toplanan delillerden; çekişme konusu 1564 ada 5 parsel sayılı taşınmazdaki 16 nolu bağımsız bölüm paylı mülkiyet üzere davacılar adına kayıtlıyken davacılar tarafından 26.02.2010 tarihli akitle satış suretiyle davalıya devredildiği anlaşılmaktadır.
    Davacılar; davalı ile aralarında yaptıkları sözlü anlaşma uyarınca, dava dışı ..."nin bankadan konut kredisi alabilmek amacıyla maliki oldukları çekişme konusu 1564 ada 5 parsel sayılı taşınmazdaki 16 nolu bağımsız bölümü davalıya satış göstermek suretiyle devrettiklerini, ancak konut kredi borcunu öderlerken davalının aralarındaki anlaşmaya uymayarak taşınmazı 3. kişiye satmak istediğini öğrendiklerini ileri sürerek, tapu iptal ve tescil olmazsa bedel isteği ile eldeki davayı açmışlardır.
    İddianın ileri sürülüş biçimi ve içeriği itibariyle davada inançlı işlem hukuksal nedenine dayanıldığı açıktır.
    Bilindiği üzere; inanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir. Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder.
    Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işlemle genellikle, teminat teşkil etmek ve iade edilmek üzere, mal varlığına dahil bir şey veya hakkı, aynı amacı güden olağan hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar.
    Diğer bir anlatımla, bu işlemle borçlu, alacaklısına malını rehin edecek, yani yalnızca sınırlı ayni bir hak tanıyacak yerde, malının mülkiyetini geçirerek rehin hakkından daha güçlü, daha ileri giden bir hak tanır.
    Sözleşmenin ve buna bağlı temlikin, değinilen bu özellikleri nedeniyle, taşınmazı inanç sözleşmesi ile satan kimsenin artık sadece, ödünç almış olduğu parayı geri vererek taşınmazını kendisine temlik edilmesini istemek yolunda bir alacak hakkı; taşınmazı, inanç sözleşmesi ile alan kimsenin de borcun ödenmesi gününe kadar taşınmazı başkasına satmamak ve borç ödenince de geri vermek yolunda yalnızca bir borcu kalmıştır.
    Diğer bir bakış açısıyla taşınmazın mülkiyeti inanılana (alacaklıya) geçmiştir. Taşınmazda inanarak satanın (borçlu) mülkiyet hakkı kalmadığı gibi, alıcının bu mülkiyet hakkı üzerinde kurulmuş olan bir rehin hakkından da söz edilemez.
    Uygulamada mesele, 5.2.1947 tarih 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme kararı ile ilişkilendirilip, bu karar dayanak yapılmak suretiyle çözüme gidilmektedir.
    Söz konusu kararda; eski hukuka göre mümkün ve geçerli olan muvazaa ve nam-ı müstear iddialarının, Medeni Kanunun yürürlüğünden sonra taşınmaz mallar hakkında dinlenip dinlenemeyeceği tartışılmıştır.
    Anılan kararda; çeşitli sebep ve amaçlarla bir taşınmaz kaydına gerçek malik yerine başka bir nam ve bir sözleşmede akitlerden biri yerine üçüncü bir şahsın gösterilmesinin mümkün olduğu, bu gibi hallerde vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına yaptığı tasarruflarda olduğu gibi hukuki bir durum veya herhangi bir maksatla üçüncü şahıslardan
    gerçeği gizleme gayesi güdülebileceği, “kötüniyetli ve haksız gizlemeler” dışında, belirtilen olasılıklara göre açılacak bir davanın, gerçekten, ya mevcut bir hakka dayanarak bir el değiştirme veya bir hakkın korunması niteliğini taşıyacağı; bu durumun da, temsil ve vekalet ilişkisinde, mülkiyette halefiyet esası olarak kabul edilmiş bir husus olup, halefiyeti düzeltme amacıyla öncelikle mülkiyetin vekile aidiyeti düşünülse bile, temsil hükümlerine aykırı olduğundan bunun korunması ve devamına hükmolunamayacağı, zira TBK"nin 509. maddesindeki “Vekilin, kendi adına ve vekâlet veren hesabına gördüğü işlerden doğan üçüncü kişilerdeki alacağı, vekâlet verenin vekile karşı bütün borçlarını ifa ettiği anda, kendiliğinden vekâlet verene geçer.” hükmünün bu düşünceyi doğruladığı, öte yandan gerek taşınır, gerek taşınmaz mallara ilişkin olsun nam-ı müstear hadiselerinde, meselenin bir istihkak ve mülkiyet davası niteliğini geçemeyeceğinden, ne resmi senet, ne de şekil meselesinin bahse konu olamayacağı, meselenin akitte ve isimde muvazaayı kapsamına alan TBK"nin 19.maddesi kapsamında düşünülmesinin kanunun amacına uygun düşeceğine, değinildikten sonra sonuçta, nam-ı müstear davalarının dinlenebilir ve yazılı delil ile ispatının mümkün olduğuna, hükmolunmuştur.
    İçtihadı Bileştirme kararlarının konularıyla sınırlı, sonuçlarıyla bağlayıcı bulunduğu tartışmasızdır. Nam-ı müstear için düzenleme getiren 1947 tarihli kararın, teminat amacıyla temlike dair inanç sözleşmelerini kapsadığı da kuşkusuzdur. Uygulamada anılan sözleşmeler gerek özü,gerek işleyişi açısından,genelde muvazaa, özelde ise nam-ı müstear başlıkları altında nitelendirilegelmektedir.
    Belirtilen İçtihadı Birleştirme Kararında da değinildiği üzere;inanç sözleşmeleri bir yandan mülkiyeti nakil borcu doğurması bakımından tarafları bağlayıcı, diğer yandan, mülkiyetin naklinin sebebini teşkil etmesi açısından tasarruf işlemlerini bünyesinde barındıran sözleşmelerdir. Bu durumda koşulların oluşması halinde taşınmaz mülkiyetini nakil özelliğini taşıdığı kabul edilmelidir.
    İçtihadı Birleştirme kararının sonuç bölümünde ifade olunduğu üzere, inançlı işleme dayalı olup dinlenilirliği kabul edilen iddiaların ispatı, şekle bağlı olmayan yazılı delildir. İnanç sözleşmesi olarak adlandırılan bu belgenin sözleşmeye taraf olanların imzasını içermesi gereklidir. Bunun dışındaki bir kabul, hem İçtihadı Birleştirme kararının kapsamının genişletilmesi, hemde taşınmazların tapu dışı satışlarına olanak sağlamak anlamını taşıyacağından kendine özgü bu sözleşmelerle bağdaştırılamaz.
    Somut olaya; davacılar tarafından ileri sürülen iddiaların 5.2.1947 tarih 20/6 Sayılı İnançları Birleştirme Kararı uyarınca yazılı belge ile kanıtlanmadığı ve davacı tarafın 24.01.2013 tarihli beyan dilekçesi ile davalıya yemin teklif etmeyecekleri bildirdiği anlaşılmaktadır.
    Ancak, her ne kadar taraflar arasında yazılı bir belge düzenlenmediği görülmekte ise de, banka aracılığıyla davalının hesabına çeşitli tarihlerde dava dışı ... tarafından ödemelerde bulunulduğu, ödemelere ilişkin banka dekontlarının da dosyaya ibraz edildiği sabittir.
    Gerçektende, taraflar arasındaki ilişki ve çekişmenin çözüme kavuşturulması bakımından yukarıda değinilen İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca yazılı belge ile ispatı gerekmekte ve fakat böylesine bir belgenin bulunmadığı anlaşılmakta ise de; davalının bankadaki hesabına yatırılan paralara ilişkin dekontların bu ilişki ile bağlantılı olduğunun saptanması halinde delil başlangıcı teşkil edeceği ve çekişmenin giderilmesinde gözardı edilemeyeceği tartışmasızdır.
    Ne varki, yukarıda sözü edilen banka dekontlarında "... ödemesi" şeklinde ibarler bulunmasına rağmen, mahkemece ödemelerin dava dışı ... tarafından gönderilmediği ve dekontlarda taraflar arasındaki inanç sözleşmesine ilişkin herhangi bir ibarenin bulunmadığı gerekçesiyle dekontların delil başlangıcı niteliğinde olmadığı kabul edilerek neticeye gidilmiştir.
    Hal böyle olunca, banka dekontlarının delil başlangıcı niteliğinde olduğu gözetilerek bu yönde gerekli araştırmanın ve değerlendirmenin yapılması, tanıkların bu konuda dinlenmesi ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik incelemeyle ve yanılgılı değerlendirme ile yetinilerek yazılı olduğu üzere karar verilmiş olması doğru değildir.
    Davacıların, temyiz itirazları değinilen yön itibarıyle yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK"nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 26.12.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.










    Hemen Ara