Esas No: 2011/15434
Karar No: 2012/4534
Yargıtay 20. Hukuk Dairesi 2011/15434 Esas 2012/4534 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil davasının yapılan duruşması sonunda kurulan hükmün Yargıtayca incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmekle, süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya incelendi, gereği düşünüldü:
K A R A R
Davacı ... Yönetimi, ... mahalle 47 ada 11 parsel sayılı 5612 m² yüzölçümlü taşınmazın, yörede 31.12.1994 tarihinde yapılan ve 02.02.1996 tarihinde ilan edilerek kesinleşen orman kadastro sınırları içinde kaldığını, davalı adına olan tapu kaydının iptali ve orman niteliği ile Hazine adına tescilini ve davalının el atmasının önlenmesini istemiştir. Davalı vekili, taraflar arasında kesin hüküm bulunduğunu, yörede yapılan orman kadastrosunun ikinci kadastro olduğundan yok hükmünde olduğunu savunarak davanın reddini talep etmiştir. Mahkemece, çekişmeli taşınmazın kesinleşmiş orman tahdidi içinde kaldığı ve itiraz edilmeden kesinleştiğinden davanın kabulüne ve tapu kaydının iptali ile orman niteliğiyle Hazine adına tapuya tesciline, davalının el atmasının önlenmesine karar verilmiş, hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava dilekçesindeki açıklamaya göre dava, kesinleşen orman kadastrosu sınırları içinde kalan tapu kaydının iptal ve tesciline ilişkindir.
Taşınmazın bulunduğu yerde genel arazi kadastrosu işlemi 25.03.1962 tarihinde yapılmış ve sonuçları 29.06.1962 - 29.08.1962 tarihleri arasında ilan edilmiş ve kesinleşmiştir. Çekişmeli taşınmaz Asliye Hukuk Mahkemesinin 07.04.1965 gün 1962/536-194 sayılı kararı ile ... adına tescil edilmiş, 25.05.2007 tarihinde satış suretiyle davalıya devredilmiştir.
Tüm dosya kapsamı ile orman kadastro tutanak ve haritalarının incelenmesinden, yörede 1962 yılında yapılan genel arazi kadastro çalışmalarında 47 ada 11 parsel sayısında tarla niteliğiyle ... adına tespit edildiği, Orman Yönetimince, kadastro mahkemesinde orman olduğu iddiasıyla dava açıldığı, mahkemenin 07.04.1965 gün 1962/536-194 sayılı kararı ile davanın reddine ve çekişmeli taşınmazın ... adına tapuya tesciline karar verildiği, davacı tarafından 25.05.2007 tarihinde satın alındığı, 9 nolu orman kadastro komisyonu tarafından 6831 sayılı Yasaya göre 1969 yılında Yerkesik Devlet ormanı serisine ilişkin seri usulde yapılan orman kadastrosu sırasında orman içine alındığı ve işlemin itirazsız olarak kesinleştiği, yörede 3302 sayılı Yasaya göre 31.12.1994 tarihinde yapılan aplikasyon ve 2/B madde çalışmasında da orman sınırları dışına çıkarılmadığı anlaşılmıştır.
Orman kadastrosu kesinleşmekle, orman sınırları içinde kalan tapu kayıtları ve diğer belgeler yasal değerlerini yitirirler. Taşınmazın 1969 yılında orman sınırı içine alınması işlemine önceki malik ..."nin komisyon nezdinde yaptığı bir itiraz bulunmadığı ve süresinde de dava açılmadığından çekişmeli taşınmazı orman kadastrosu sınırları içinde bırakan işlem 1969 yılında kesinleşmiştir. İşlemin yapıldığı ve kesinleştiği tarihe göre, davacının bu işlemi idari ya da yargı yoluyla iptal ettirebileceği hiç bir yasal mevzuat bulunmamaktadır.
Orman kadastro komisyonlarının sınırlandırma sırasında kesinleşmiş mahkeme kararlarını dikkate alması, bunlara riayet etmesi gerektiği hususu kuşkusuzdur. Dikkate alınmadığı, görülmediği ya da uygulanması unutulduğu taktirde, ilgililer buna karşı Yasanın öngördüğü süre içerisinde tahdide itiraz davası açabilirler. 6831 sayılı Yasanın orman kadastrosuna ilişkin hükümleri diğer kadastro yasaları gibi tasfiye amacı güttüğünden, ilgililere dava açmak için tanınan süreler hak düşürücü süre niteliğindedir. Bu hak düşürücü sürelerin kabulünden amaç, kamu düzenini korumaktır. Belli bir süre geçtikten sonra kadastrodan önceki haklara dayanarak, dava açılmasının önlenmesi, uyuşmazlıkların sona erdirilmesi istenmiştir. Hak arama özgürlüğünün sınırsız olarak kabulü kamu düzenini aksi yönde etkiler. Hak düşürücü süre ile, mülkiyet hakkı değil, hak arama özgürlüğü belli bir süre ile sınırlandırılmıştır. Bu sürelerin doğrudan doğruya kamu düzenini ilgilendirmeleri nedeniyle davanın hangi aşamasında olursa olsun mahkemece kendiliğinden gözetilmeleri gerekir. Bu nitelikleriyle dava engellerinden olup, ilk önce incelemesi icap eder. Davada hak düşürücü süre söz konusu ise, dava dinlenemez, işin esası incelenemez. Bu nedenle kesin hükmün varlığı, tahdidin kendiliğinden geçersiz olması sonucunu doğurmaz. Yanlışlığın süresinde açılacak bir dava ile düzeltilmesi gerekir.
Somut olayda, dava açma süresi, tahdidin yapıldığı ve kesinleştiği tarihlerde yürürlükte bulunan 6831 sayılı Yasanın 11. maddesine göre 1 yıl ve davanın açıldığı günde yürürlükte bulunan 3373 sayılı Yasa ile değişik 6831 sayılı Yasanın 11. maddesinin 1. fıkrasına göre 6 aydır. Aynı fıkrada yapılan son değişiklikle, ister kesin hükümle oluşsun, ister başka biçimde oluşsun, tapu kaydı maliklerine, tahdidin iptali davası açmak üzere 10 yıllık süre tanınmıştır. Bu iki hak arama süresinin dışında, nedeni ne olursa olsun süresiz hak arama özgürlüğü tanıyan bir yasa hükmü yoktur. 3373 sayılı Yasa ile getirilen 10 yıllık hak düşürücü süreye ilişkin kuralın Yasanın yürürlük tarihinden önce düşmüş olan haklara uygulanacağına dair bir hüküm de bulunmamaktadır. Bu nedenle Kadastro Mahkemesinin 07.04.1965 gün 1962/536-194 sayılı kararına dayanılarak komisyona yapılan bir itiraz veya süresinde mahkemeye açılan bir dava bulunmadığından taraflar arasında bu dava yönünden kesin hükmün dinlenme olanağı yoktur.
Ayrıca, 6831 sayılı Orman Yasasının 7. maddesi “Devlet ormanları ile evvelce sınırlaması yapılmış olup da herhangi bir nedenle orman sınırları dışında kalmış ormanların, orman kadastrosu ve bu ormanların içinde ve bitişiğinde bulunan her çeşit taşınmaz malların ormanlarla müşterek sınırının tayini ve tespiti orman kadastrosu komisyonları tarafından yapılır.” hükmü gereğince yapılıp kesinleşen orman kadastrosuna ait harita ve tutanaklar ile arazi kadastrosu paftasının uzman orman ve fen bilirkişisi tarafından uygulanması sonucu, dava konusu taşınmazın 6831 sayılı Yasaya göre 1969 yılında seri usulde yapılıp kesinleşen orman kadastrosu sınırları içinde kaldığı, 6831 sayılı Yasanın 11/1. maddesinde öngörülen orman kadastrosunun iptali için öngörülen hak düşürücü sürelerin geçtiği, bu ilkeler H.G.K.nun 25/11/2009 gün ve 2009/20 - 446 ve 559 sayılı kararlarında aynen benimsendiği, davacı; genel arazi kadastrosundan önceki hukuki sebeplere değil, kadastrodan sonraki hukuki nedene ve kamu malı iddiasına dayanarak iptal ve tescil istediği, 5841 sayılı Yasanın 2. maddesiyle 3402 sayılı Yasanın 12/3 fıkrasına eklenen "bu hüküm iddianın ve taşınmazın niteliği ile devlet ya da diğer kamu tüzel kişilikleri olsa dahi tarafların sıfatına bakılmaksızın uygulanır" hükmü ve 5841 sayılı Yasanın 3. maddesi ile 3402 sayılı Kadastro Yasasına eklenen geçici 10 maddesindeki (Bu Kanunun 12 nci maddesinin üçüncü fıkrası hükmü, Devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu iddiası ile yürürlük tarihinden önce açılmış ve henüz kesin hükme bağlanmamış olan davalarda dahi uygulanır.) hükmü, Anayasa Mahkemesinin 12/5/2011 gün ve 2009/31-77 sayılı kararı ile iptal edildiği, gerekçeli iptal kararının 23 Temmuz 2011 tarihli ve 28003 sayılı Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girdiğinden kamu malı iddiasıyla açılan somut olaydaki davada 3402 sayılı Yasanın 12/3. maddesi hükümlerinin uygulanma olanağının bulunmadığı, orman kadastrosunun kesinleşmesiyle taşınmaz kamu malı niteliğini kazandığı ve
mülkiyet hakkının Hazineye geçtiği, bu nedenle mahkeme kararının yenilik doğuran (inşai) mülkiyet hakkını sona erdiren bir hüküm olmayıp, mevcut durumu saptayıp hukuksallaştıran, açıklayıcı (izhari) bir hüküm olduğu, bu tür kayıtlarda T.M.Y."nın 1023. (E.M.Y. 931 - İsviçre M.Y.974) maddesindeki "iyi niyetle edinme" kuralının da uygulanamayacağı, davalının araziyi satın alırken ödediği bedeli sebepsiz zenginleşme kurallarına göre bu yeri kendisine satan kişiden geri almasının mümkün olduğu gözönünde bulundurularak davanın kabulüne karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmadığına göre, davalı gerçek kişinin yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddi ile usul ve yasaya uygun olan hükmün 6100 sayılı Yasanın geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı H.Y.U.Y.nın 438. maddesi gereğince ONANMASINA, 19.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6099 sayılı Yasanın 16. maddesi ile 3402 sayılı Yasaya eklenen 36/A maddesi gereğince davalıdan onama harcı alınmasına yer olmadığına ve yatırdığı peşin temyiz harcının istek halinde iadesine 26/03/2012 günü oy çokluğu ile karar verildi.
Temyiz incelemesine konu dava, ... İli merkez ilçesi ... Mahalle ... mevkiinde 15 Pafta 47 Ada 11 Parsel numaralı davalı ... adına tapuda kayıtlı yerin, orman kadastrosu sınırlarında kaldığından bahisle tapusunun iptaline yöneliktir.
Dava konusu taşınmazın bulunduğu yerde ilk kadastro arazi kadastrosu olarak 1957 yılında yapılmış dava konusu taşınmaz tarla vasfıyla ... adına tespit edilmiştir. Muğla Orman İşletme Şefliği tarafından Muğla Asliye Hukuk Mahkemesine kadastro tespitine itiraz davası açılmış, yapılan yargılama sonucunda davanın görüldüğü dönemdeki mevzuat uyarınca tarım Bakanlığından araştırma yapılarak davanın reddi ile dava konusu taşınmazın davalı adına tespit gibi tesciline karar verilmiştir.
15.04.1985 yılında yapılan orman kadastrosu ve 2 B çalışmaları sırasında bu yer orman içine alınarak tapusunun iptali için işletmesine bilgi verilmesi kararlaştırılmıştır. Yani burada mahkeme kararından habersiz sehven orman içine alınma değil kesinleşmiş mahkeme kararının tanınmaması suretiyle taşınmazın orman içine alınması söz konusudur. Hâlbuki davacı İdarenin kesinleşmiş mahkeme kararlarını içeriğinin doğruluğunu sorgulamadan yerine getirme yükümlülüğü vardır. Bu durumda kasıtlı olarak mahkeme kararına dayanan tapu kaydına itibar edilmeden yapılan orman tahdit işlemi yolsuzdur baştan itibaren yok hükmündedir. Zira Anayasanın 138. Maddesinde belirtildiği üzere ‘Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez’. Anılan hüküm nedeniyle davacı idarenin üzerine düşen mahkeme kararına uymaktan ibarettir. Dava konusu taşınmazın mahkeme kararından önceki hukuki durumunu yeniden tartışmaya açılması ancak koşullarının bulunması halinde yargılanmanın yenilenmesi yoluyla mümkündür.
Öte yandan bir davanın görüldüğü dönemdeki hukuk kurallarına göre yürütüleceği ve buna göre kesin olarak edinilmiş hakların (kazanılmış haklar) korunmasının hukuk devletinin gereği olduğu bilinen bir husustur. Kazanılmış haklar Hukuk Devleti kavramının temelini oluşturan en önemli unsurlardandır. Dava konusu yerde daha sonra orman kadastrosu yapılmıştır gerekçesine dayanarak, idari işlemle kesinleşmiş mahkeme kararı ile kazanılmış mülkiyet hakkını belgeleyen tapu kaydını ortadan kaldırıcı sonuçlara yol açan yorumlara gidilmesi Anayasa’nın 2.maddesinde açıklanan "Türkiye Cumhuriyeti Sosyal bir Hukuk Devletidir" hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi toplumsal kararlılığı, hukuksal güvenceyi de ortadan kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ve kabul edilemez.
Ayrıca dava şartları açısından da konunun ele alınmasında fayda vardır. Dava şartları, dava açılabilmesi için değil mahkemenin davanın esasına girebilmesi için aranan Kamu düzeni ile ilgili zorunlu koşullardır. Mahkeme, hem davanın açıldığı günde, hem de yargılamanın her aşamasında dava şartlarının tamam olup olmadığını kendiliğinden araştırıp, inceler ve bu konuda tarafların istem ve beyanları ile bağlı değildir. Dava şartları dava açılmasından, hüküm verilmesine kadar var olmalıdır. Dava şartlarının davanın açıldığı günde bulunmaması ya da bu şartlardan birinin yargılama aşamasında ortadan kalktığının öğrenilmesi durumunda mahkemece davanın mesmu (dinlenebilir) olmadığından reddedilmesi gerekir. Dava konusu uyuşmazlığın daha önce bir kesin hüküm ile (H.U.M.K. Md.237) çözümlenmiş olması da dava şartıdır ki olumsuz dava şartı adıyla adlandırılır. Birinci dava ile ikinci davanın müddeabihlerinin (konusunun), dava sebeplerinin(vakıaların) ve taraflarının aynı olması maddi anlamda kesin hüküm oluşturur (H.U.M.K.Md.237). Kesin hüküm, hem bireyler için hem de devlet için hukuki durumda bir kararlılık ortaya koyar. Bununla, hukuki güvenlilik ve yargı erkine güven sağlandığından kamu yararı ile doğrudan ilgilidir. Kesin hüküm itirazı, davanın her aşamasında ileri sürülebilir ve mahkemede; (Yargıtay"da) davanın her aşamasında kesin hükmün varlığını kendiliğinden gözetip, davayı kesin hükümden (dava şartı yokluğundan) reddetmesi gerekir. Somut olayda davalı tarafça yargılamaya başlandığı sırada kesin hüküm itirazı ileri sürülmüş ancak mahkemece buna itibar edilmemiştir. Ancak kesin hükmün varlığı, yargılamanın bir kesiminde nazara alınmamış olması diğer bir kesiminde ele alınmasını engellemez.
Eldeki davanın külli halefiyet nedeniyle tarafları, orman iddiası nedeniyle konusu ve maddi vakıalar, ait bulunduğu dönem açılıp ret kararı ile sonuçlanarak kesinleşen önceki dava ile aynıdır. Bu açık durum karşısında kesin hükmün varlığında kuşku bulunmamaktadır. Kısacası; eldeki davada davanın görülebilirlik şartları yoktur ve orman kadastrosu işleminin bu olumsuz şartı oluşturan kesin hükmü ortadan kaldırıcı bir niteliği de bulunmamaktadır.
Bu açıdan, Devletin de menfaati söz konusudur. Çünkü Devlet, mahkemelerin sınırsız bir biçimde aynı uyuşmazlık (dava) ile sürekli ve yinelenerek meşgul edilmesini istemez. Kesin hüküm, hem kişiler, hem de devlet için hukuksal durumda istikrar sağlar. Kesin hüküm sayesinde, mahkeme kararlarına güven duyulması ve bu kararların uygulanması, yanlar arasındaki uyuşmazlığın bütün bir gelecek için son bulması, çelişik kararlar verilmesine engel olunması, toplumsal yaşam için zorunlu olan hukuksal istikrarın sağlanması amaçlanır.(Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas 2005/5-709 Karar 2005/5-709 sayılı Kararı)
Orman kadastrosu sırasında dava konusu yerin eylemli olarak orman olduğu tespit edilse bile durum değişmeyecektir. Zira kesin hükmün varlığı dışında hiçbir olgu, kamu malı ormanların özel mülke dönüşümünü sağlayacak biçimde karar tesisine gerekçe yapılamayacağından (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas 2003/20-266 Karar 2003/285 sayılı Kararı) bu yerin orman sınırları dışında bırakılması zorunludur.
1982 Anayasasının 35.maddesinde; “herkes mülkiyet ve miras hakkına sahiptir. Bu haklar ancak kamu yararı amacıyla kanunla sınırlandırılabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz” 46.maddesinde ise; “kamu yararının gerektirdiği hallerde, karşılıklı peşin ödenmek koşuluyla özel mülkiyette bulunan taşınmaz malları kamulaştırabileceği” öngörülmüştür. Görüldüğü üzere, mülkiyet hakkı ancak kamu yararı ve kamu düzeni amacı ile sınırlandırabilecektir (YHGK’nun 20.10.2004 gün 2004/1-435-558 sayılı ilamı). O halde dava konusu yerin eylemli orman olma niteliği sabit ve bu şekilde kalmasında kamu yararı varsa bunu yolu kamulaştırmak olmalıdır.
Bu koşullar altında kişiye orman ile görülen dava sonucu kazandığı dava konusu yer için hatalı yapılan orman kadastrosu için yeniden 10 yıllık sürede dava açma yükümlülüğü yüklemek hak ve nesafet kurallarına uygun düşmeyecektir. İİK 39, Borçlar Kanunu 135/2 ve YİBK 11.12.1959 tarih ve 10/12 sayılı kararı uyarınca aynî hakkı geçiren ve ayni hakkın kurulmasına ilişkin ilamların zaman aşımına uğramayacağı ise bilinen bir husustur.
Öte yandan iş bu davanın davalısı dava konusu yeri, tapuda tapuya güven ilkesi uyarınca orman kadastrosu içine alındığını bilmeden satın almış olup, hem kesin hükmün yasal halefi olmuş hem de tapuya güven ilkesi gereğince iyi niyetinden dolayı bu yeri kazanmıştır.
Yukarıda açıklanan nedenler gözetilerek davanın reddine karar verilmesi gerektiği kanaatinde olduğumdan, hükmün onanması şeklindeki sayın çoğunluğun düşüncesine katılamıyorum.