Yargıtay 3. Hukuk Dairesi 2022/6381 Esas 2022/8107 Karar Sayılı İlamı

Abaküs Yazılım
3. Hukuk Dairesi
Esas No: 2022/6381
Karar No: 2022/8107
Karar Tarihi: 24.10.2022

Yargıtay 3. Hukuk Dairesi 2022/6381 Esas 2022/8107 Karar Sayılı İlamı

3. Hukuk Dairesi         2022/6381 E.  ,  2022/8107 K.

    "İçtihat Metni"

    MAHKEMESİ : ANKARA BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 4. HUKUK DAİRESİ
    İLK DERECE MAHKEMESİ : KASTAMONU 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

    Taraflar arasında ilk derece mahkemesinde itirazın iptali davasının yapılan yargılaması neticesinde; davanın kabulüne dair verilen karara karşı davalının istinaf yoluna başvurulması üzerine davalının istinaf başvurusunun kabulüne davanın reddine, yönelik olarak verilen kararın süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki kağıtlar okunup gereği düşünüldü:
    Y A R G I T A Y K A R A R I

    Davacı, maliki bulunduğu Kastamonu ili, Merkez ilçesi, ... Mahallesi, ... mevkii, 1109 ada, 1 parsel numarasında kayıtlı taşınmazda bulunan 2 ve 4 nolu bağımsız bölümleri satması için 10/10/2018 tarihli vekaletname ile davalıyı vekil tayin ettiğini, davalının vekaleten taşınmazları toplam 127.000,00-TL bedelle 12/10/2018 tarihinde üçüncü şahıslara sattığını, satış bedelini kendisine ödemediğini, ödenmeyen satış bedelinin tahsili için Kastamonu İcra Müdürlüğünün 2018/56364 esas sayılı dosyası ile icra takibine başladığını, icra takibine davalının haksız olarak itiraz ettiğini ileri sürerek davalının icra takibine vaki itirazının iptali ile icra inkar tazminatına hükmedilmesini istemiştir.
    Davalı, ortada iradeleri yansıtan geçerli bir vekalet ilişkisi bulunmadığını, taşınmazların gerçekte davacıya ait olmadığını, sırf gerçek malikin isteği üzerine vekaletname verdiğini, taşınmazların aslında dava dışı ...'ye ait olduğunu, ...'in eşi olan ...'in piyasaya borçlanması nedeniyle iki adet taşınmaz üzerine ipotek tesis ettirerek bankadan kredi kullandığını, bankaya olan borcunu ödeyememesi üzerine ...’in eşi ...’e ait bu taşınmazları güvendiği arkadaşı davacıya devrettiğini, gerçek manada bir satımın gerçekleşmediğini, taşınmazlar davacıya devredilirken üzerinde 400.000,00 TL bedelli ipotek bulunduğunu, vekaletin verilmesinden sonra tapunun gerçekte sahibi olan ... ve ...'in isteği doğrultusunda satış işleminin gerçekleştirildiğini, bu satıştan önce alıcı tarafından ipotek borcunun kapatıldığını, vekaleten yaptığı satıştan dolayı herhangi bir satış bedeli almadığını savunarak davanın reddini istemiştir.
    Mahkemece, davalının iddialarının muvazaa niteliğinde olduğu, sözleşmenin taraflarının muvazaa niteliğindeki iddialarını sadece yazılı delille ispat edebileceği( 05/02/1947 Gün ve 1945/20 Esas- 1947/6 Karar sayılı YİBK), davaya konu taşınmazların satış bedelinin davacıya ödendiğine dair herhangi bir delil bulunmadığı, davalı tarafça da ödemeye dair bir iddia öne sürülmediği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm davalı tarafından istinaf edilmiştir.
    Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesince, dava konusu taşınmazların dava dışı ... üzerinde kayıtlı iken dava dışı ...'nin kullandığı kredilerin teminatı olarak ipotek konulması, davacı tarafından ipotekli olarak taşınmazların dava dışı ...'den satın alınması, ipoteklerin dava dışı alıcı ... tarafından yapılan ödeme üzerine fek edilmesi, aynı gün dava dışı ...'nin kardeşi olan davalı tarafından taşınmazların davacıya vekaleten ipotek borcunu ödeyen ... ve dava dışı ...'a satılması hususları birlikte değerlendirildiğinde taraflar arasında gerçek bir vekalet ilişkisinin bulunmadığı ve davalı vekilin taşınmaz satışından dolayı herhangi bir satış bedeli almadığı gerekçesiyle davalının istinaf başvurusunun kabulü ile HMK’nın 353/1/b/2. maddesi uyarınca Kastamonu 2. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 16/09/2020 tarih, 2019/11 Esas, 2020/96 Karar sayılı kararının kaldırılmasına, davanın reddine, karar verilmiş ve hüküm davacı tarafından temyiz edilmiştir.
    Dava, vekilin vekaleten satış yapılması neticesinde kendisine ödenen bedeli müvekkiline iade etmemesinden kaynaklı olarak başlatılan takibe itirazın iptali istemine ilişkindir.
    İddianın ileri sürülüş şekli ve dayanılan olgular çerçevesinde, davanın temelinin vekalet görevinin kötüye kullanması, özellikle de vekilin özen ve sadakatle iş görme ve hesap verme yükümlülüğüne aykırı davranması hukuksal nedenine dayandırıldığı açıktır.
    Vekilin; sadakat, özen ve sır saklama borcu, uyuşmazlığın doğduğu tarihte yürürlükte olan 6098 sayılı TBK'nın 506/2 maddesinin ikinci fıkrasında düzenlenmiş olup, bu maddede “Vekil üstlendiği iş ve hizmetleri, vekalet verenin haklı menfaatlerini gözeterek sadakat ve özenle yürütmekle yükümlüdür.” yazılıdır.
    Sadakat borcu, vekilin kendisine değil, başkasına ait bir işi görmesinden ve işini gördüğü kimsenin menfaat ve iradesine uygun hareket etmesinin vekâletin zorunlu bir unsuru olmasından çıkarılabilir. Bu borç gereğince, gerek vekâletin devamı sırasında ve gerekse vekâlet ilişkisi sona erdikten sonra vekil, müvekkilin yararını sözleşmenin amacına uygun bir biçimde korumak ve kollamakla yükümlüdür. Bu borç nedeniyledir ki vekil daima müvekkilin yararını gözeterek hareket etmeli, davranışlarını müvekkilin bu sözleşme ile ulaşmak istediği sonuçlara göre yönlendirmelidir.
    Başka bir anlatımla vekil, sadakat borcu gereği olarak müvekkilinin yararına olacak davranışlarda bulunmak ve ona zarar verecek davranışlardan kaçınmakla yükümlüdür. Sadakat borcu, vekâletin nasıl yerine getirileceği konusunda sözleşmede açık bir hüküm olmasa ve müvekkilinin herhangi bir talimatı bulunmasa da yine zorunlu olarak ortaya çıkar.
    Yapılan bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; hesap vermekle ve müvekkili hesabına kazandığı hakları ve aldığı şeyleri teslim etmekle yükümlü olan davalı vekil, vekil eden davacıya satış bedelini ödendiğini ispat etmekle yükümlüdür.
    Bu noktada uyuşmazlık; davalı vekilin, davacı ile arasındaki vekalet ilişkisinin muvazaalı olduğu yönünde savunması olduğundan davalı vekilin muvazaa iddiasını ispat edip etmediği noktasında toplanmaktadır. Dava dosyasının incelenmesinde; davalının muvazaa iddiasının ispatı bakımından tanık deliline dayandığı, davacının ise muvaffakat etmediği anlaşılmaktadır.
    HMK’nın senetle ispat zorunluluğunun istinası başlıklı 203. maddesinde yer alan “Aşağıdaki hâllerde tanık dinlenebilir:
    a) Altsoy ve üstsoy, kardeşler, eşler, kayınbaba, kaynana ile gelin ve damat arasındaki işlemler.
    b) İşin niteliğine ve tarafların durumlarına göre, senede bağlanmaması teamül olarak yerleşmiş bulunan hukuki işlemler.
    c) Yangın, deniz kazası, deprem gibi senet alınmasında imkânsızlık veya olağanüstü güçlük bulunan hâllerde yapılan işlemler.
    ç) Hukuki işlemlerde irade bozukluğu ile aşırı yararlanma iddiaları.
    d) Hukuki işlemlere ve senetlere karşı üçüncü kişilerin muvazaa iddiaları.
    e) Bir senedin sahibi elinde beklenmeyen bir olay veya zorlayıcı bir nedenle yahut usulüne göre teslim edilen bir memur elinde veya noterlikte herhangi bir şekilde kaybolduğu kanısını kuvvetlendirecek delil veya emarelerin bulunması hâli.” yasal düzenleme gereğince tanık dinlenebilmektedir. Muvazaalı işlemin varlığını ileri süren taraf bu iddiasını kanıtlamak zorundadır. Muvazaalı işlemin tarafı olan kimse muvazaa iddiasının mutlaka yazılı delille kanıtlamalıdır. Buna karşın, muvazaalı işlemin tarafı olmayan 3. şahıslar muvazaa iddialarını her türlü delille kanıtlayabilirler. Yargıtay yerleşmiş uygulamaları da bu yöndedir. (Y.I.B.K. 05.02.1947 Ta. 20/6, Y.H.G.K. 25.12.2002 Ta. 2002/4- 812 E, 2002/1094 K., Y.I.H.D. 03.04.1989 Ta, 1989/3806 E, 1989/3984 K., Yargıtay 13. H.D. 15.03.1974 Ta.1975/618 E, 1974/615 K., Y6.H.D. 20.02.1997 Ta. 1997/1142 E, 1997/1297 K., Y.13. H.D. 22.01.1998 Ta. 1997/10961 E, 1998/567 K.)
    TBK 19. Madde uyarınca hiç kimse kendi muvazaasına dayanamaz. Muvazaalı bir işlem olduğunu ispat etmek durumundadır. Vekil olan davalı, muvazaalı resmi işlemin tarafı olduğundan ve hiç kimse kendi muvazaasına dayanamayacağından muvazaa iddiasının dinlenmeyeceği açıktır.
    Bu bağlamda, davalı vekilin kendi muvazaasına dayandığı ve yazılı delille muvazaa iddiasını da ispatlayamadığı anlaşılmaktadır.
    O halde bölge adliye mahkemesince; yukarıda açıklanan maddi ve hukuki olgular çerçevesinde, tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde, davalı vekil tarafından muvazaa iddiası ispatlanamadığından ve davacı müvekkile ödeme yapılmadığı da sabit olduğundan davacının vekalete dayalı olarak talepte bulunabileceği gözetilerek sonucuna uygun bir karar verilmesi gerekirken; yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.
    SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle 6100 sayılı HMK'nın 371. maddesi uyarınca temyiz olunan bölge adliye mahkemesi kararının davacı yararına BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, dosyanın bölge adliye mahkemesine gönderilmesine, 24/10/2022 tarihinde oy birliği ile karar verildi.

    Hemen Ara