Esas No: 2012/9802
Karar No: 2012/11544
Karar Tarihi: 11.10.2012
Yargıtay 14. Hukuk Dairesi 2012/9802 Esas 2012/11544 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Davacı vekili tarafından, davalı aleyhine 07.03.2011 gününde verilen dilekçe ile temliken tescil istenmesi üzerine yapılan duruşma sonunda; davanın reddine dair verilen 17.05.2011 günlü hükmün Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmekle süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:
K A R A R
Dava, Türk Medeni Kanununun 724. maddesine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
Davalı, aynı konuda açılan davanın reddedilerek kesinleştiğini savunarak davanın kesin hüküm nedeniyle reddini istemiştir.
Mahkemece, kesin hüküm ve subjektif iyiniyet koşulunun gerçekleşmediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Türk Medeni Kanununun 684 ve 718. maddeleri hükümleri gereğince yapı, üzerinde bulunduğu taşınmazın mütemmim cüzü (tamamlayıcı parçası) haline gelir ve o taşınmazın mülkiyetine tabi olur. Ancak, yasa koyucu somut olaydaki taşınmazların durumunu genel hükümlere bırakmamış, bu konumdaki taşınmazların maliki ile yapıyı yapan kişi arasındaki ilişkiyi Türk Medeni Kanununun 722, 723. ve 724. maddelerinde özel olarak düzenlemiştir. Uyuşmazlığın bu kapsamda değerlendirilmesi gerekecektir.
Bir kimsenin kendi malzemesi ile başkasının tapulu taşınmazına sürekli, esaslı ve mütemmim cüzü (tamamlayıcı parçası) niteliğinde yapı yapması halinde diğer koşullar da mevcutsa malzeme sahibi yapının bulunduğu alan ile yapının kullanılması için zorunlu arazi parçasının tescilini mülkiyet hakkı sahibinden isteyebilir.
Türk Medeni Kanununun 724. maddesinde yapı sahibine tanınan bu hak, kişisel hak niteliğinde olup, bina sahibi ve onun külli halefleri tarafından, inşaat yapılırken taşınmazın maliki kim ise ona ya da onun külli haleflerine karşı ileri sürülebilir. Hemen belirtmek gerekir ki, taşınmaza sonradan malik olan kişiye karşı da bu kişisel hak ancak yapı sahibini bu haktan mahrum bırakmak amacıyla arsa sahibi ile el ve işbirliği içinde olduğu iddiası ileri sürülebilir.
Malzeme sahibinin Türk Medeni Kanununun 724. maddesine dayanarak tescil talebinde bulunabilmesi bazı koşulların varlığına bağlıdır;
a) Birinci koşul, malzeme sahibinin iyiniyetli olmasıdır;
Türk Medeni Kanununun 724. maddesi hükmünden açıkça anlaşıldığı üzere, taşınmaz mülkiyetinin yapı sahibine verilebilmesi için öncelikli koşul iyiniyettir. Öngörülen iyiniyetin Türk Medeni Kanununun 3.maddesinde hükme bağlanan sübjektif iyiniyet olduğunda da kuşku yoktur. Bu kural, malzeme sahibinin, elattığı taşınmazın başkasının mülkü olduğunu bilmemesini veya beklenen tüm dikkat ve özeni göstermesine karşılık bilebilecek durumda olmamasını ya da yapıyı yapmakta haklı bir sebebinin bulunmasını ifade eder.
Malzeme sahibinin tescil istemi ile açtığı davada iyiniyetin varlığı iddia ve savunmaya bakılmaksızın mahkemece re’sen araştırılmalıdır. Ne var ki, 14.02.1951 tarihli ve 17/1 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği gibi olay ve karinelerden, durumun özelliklerine göre kendisinden beklenen dikkat ve özeni göstermemiş olduğu açık bulunan malzeme sahibinin temliken tescil talebinde bulunması mümkün değildir. Çünkü bu gibi durumlarda kötüniyet karşı tarafın ispatı gerekmeden belirlenmiş olur. Ayrıca iyiniyet inşaatın başladığı andan tamamlandığı ana kadar devam etmelidir.
b) İkinci koşul ise yapı kıymetinin taşınmazın değerinden açıkça fazla olmasıdır;
Bu koşul dava tarihine ve objektif esaslara göre saptanmalı, fazlalık ilk bakışta da kolayca anlaşılmalıdır. İnşaatın kapsadığı alanın ifrazı kabil ise arsa değeri yalnız bu kısma göre, aksi halde tamamının değerine göre bulunmalıdır. Bazı Yargıtay kararlarında vurgulandığı üzere, inşaatın kaldırılmasının arazi ve malzemeye vereceği zarar, kaldırılmasıyla malzeme sahibinin elde edeceği yarardan daha fazla ise inşaatın kaldırılması fahiş bir zarara yol açar.
c) Üçüncü koşul, yapıyı yapanın (malzeme sahibinin), taşınmaz malikine uygun bir bedel ödemesidir.
Uygun bedel genellikle yapı için gerekli olan arsa miktarının dava tarihindeki gerçek değeri olarak kabul edilmekte ise de, büyük bir taşınmazın bir kısmının devri gerektiğinde geri kalan kısmın bedelinde noksanlıklar meydana gelecekse, bunlar taşınmaza bağlı öteki zararlar da göz önünde bulundurularak hak ve yarar dengesi kurulması suretiyle hesaplattırılmalı, iptale konu zemin bedeli arsa sahibine ödenmek üzere depo ettirilmeli, önceden ödenmiş bedel var ise bu miktar ödenecek bedelden mahsup edilmelidir.
Yukarıda değinilen üç koşulun yanı sıra, yapının bulunduğu arazi parçası davalıya ait taşınmazın bir kısmını kapsıyor ise tescile konu olacak yer, inşaat alanı ile zorunlu kullanım alanını kapsayacağından mahkemece iptal ve tescile karar verebilmek için bu kısmın ana taşınmazdan ifrazının da mümkün olması gereklidir.
Yukarıda açıklanan ilkeler ışığında somut olaya gelince;
Davacı, 712 ada 18 parsel sayılı taşınmazda özel parselasyon sonucu davalının payına düşen 108 metrekarelik kesimi adi yazılı satış sözleşmesi ile satın aldığını ve üzerine iyiniyetle bina yaptığını ileri sürerek temliken tescil istemiştir.
Mahkemece, davacı tarafından harici satışa dayalı olarak açılan ve ... Asliye Hukuk Mahkemesinin 2003/306 E. 2004/1244 K. sayılı ilamı ile reddedilen davanın kesin hüküm teşkil ettiği kabul edilmiş ise de 6100 sayılı HMK’nın 303. maddesi hükmü uyarınca kesin hükümden söz edilebilmesi için davanın konusunun, sebebinin ve taraflarının aynı olması gerekir. Her iki davanın hukuki konusu ve tarafları aynı ise de hukuki sebebi farklı olduğundan kesin hükümden söz edilemez.
Öte yandan, 712 ada 18 parsel sayılı taşınmazın 108 metrekarelik kesimini 09.02.1985 tarihli adi yazılı sözleşme ile haricen satın aldıktan sonra bina yaptığından davada sübjektif iyiniyet koşulunun gerçekleştiğinin kabulü gerekir. Açıklanan bu nedenlerle davanın kesin hüküm ve sübjektif iyiniyet koşulunun gerçekleşmediği gerekçeleri ile reddi doğru değildir.
Ne var ki; Seyhan Belediyesinin 24.02.2010 tarihli yazısından 712 ada 18 parsel sayılı taşınmazın henüz imar uygulamasının yapılmadığı ve davacıya ait binanın bulunduğu kesimin ifrazının mümkün olmadığı bildirilmiştir. Yukarıda açıklandığı gibi, yapının bulunduğu arazi parçası davalıya ait taşınmazın bir kısmını kapsıyor ise tescile konu olacak yer, inşaat alanı ile zorunlu kullanım alanını kapsayacağından iptal ve tescile karar verebilmek için bu kısmın ana taşınmazdan ifrazının mümkün olması gerekir. İfrazın mümkün olmaması halinde davanın niteliği gereği pay tesciline olanak yoktur. Davanın inşaat alanı ile zorunlu kullanım alanının ifrazının mümkün olmaması nedeniyle reddi gerekirken kesin hüküm ve sübjektif iyiniyet koşulunun gerçekleşmediği gerekçesi ile reddi isabetli değil ise de davanın reddi sonucu itibarıyla doğru olduğundan, kararın gerekçesi değiştirilmiş bu haliyle onanması gerekmiştir.
SONUÇ: Temyiz itirazlarının yukarıda açıklanan nedenlerle reddi ile kararın GEREKÇESİ DEĞİŞTİRİLMİŞ bu hali ile ONANMASINA, 11.10.2012 tarihinde oy birliği ile karar verildi.