Esas No: 2013/358
Karar No: 2014/455
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2013/358 Esas 2014/455 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
Kararı veren
Yargıtay Dairesi : 11. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Ağır Ceza
Günü : 18.07.2006
Sayısı : 16-170
Resmi evrakta sahtecilik suçundan sanıklar ... ve ...’ın 765 sayılı TCK’nun 339/1 ve 59/2. maddeleri uyarınca 3"er kez 2 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmalarına ilişkin, Yalova Ağır Ceza Mahkemesince verilen 18.07.2006 gün ve 16-170 sayılı hükmün Cumhuriyet savcısı, sanık ... ve sanıklar müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 11. Ceza Dairesince 17.04.2012 gün ve 2895-5898 sayı ile onanmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 28.02.2013 gün ve 13193 sayı ile;
“Mahkeme, tanıklar ...., ....., ....., ....., Yılmaz Acar, Sadettin Düz, Necati Metin ve ....."ın sanıkların idari soruşturmadan kurtulmak amacıyla köylüden odun toplamak istediklerine dair beyanlarını doğru kabul ederek hüküm kurmuştur. Mahkemenin hükme esas aldığı bu tanıkların tümünün beyanlarında da 2002 yılının Kasım ayında sanıkların köylüden odun istediklerini söyledikleri görülmektedir. İdari soruşturmadan kurtulmak isteyen sanıkların köylüden odun topladıkları tanıkların beyanlarına istinaden mahkemece kabul edildiğine göre, odun istenmesi hadisesinin idari soruşturma başladıktan sonra olması gerekmektedir. Oysa idari soruşturma 03.12.2002 tarihinde başlamış olup, tanıkların tamamı, 2002 yılının Kasım ayında, sanıkların köylüden idari soruşturmayı kapatmak için odun toplamak istediklerini söylemişlerdir. Bu durumda tanıkların köylüden odun toplanmak istediğine dair beyanlarını doğru kabul etmek mümkün değildir. Kaldı ki böylesine önemli olan ve mahkemenin cezalandırma gerekçesi yaptığı iddianın, katılanların şikâyet dilekçelerinde dile getirilmemiş olması da dikkatlerden kaçmıştır.
Sanıkların sahte suç tutanağı düzenlediği için sanıklara ikametgâh belgesi vermediğini söyleyen, duruşmada tanık olarak dinlendiği sırada, üç muhtar olarak bir araya gelerek düzenledikleri sanıkların sahte suç tutanağı düzenlediği iddialarını içeren belgeyi mahkemeye sunan, Teşvikiye köy muhtarı... yeniden mahkemede dinlenildiğinde, diğer tanıkların beyanlarında adı geçen köylüden odun istenmesi hadisesinin doğru olmadığını, bunun söylenti olduğunu ifade etmiştir. Sanıklar aleyhine böylesine önemli iddialarda bulunan tanığın sanıklar lehine ifade verdiğini düşünmek, hele hele sanıkları suçlayan bir kişinin sanıklar adına köylüden odun toplamak istediğini söylemek mümkün değildir. Tanık ...."ün kendisini suçtan kurtarmak amacıyla böyle söylediğini iddia ve kabul etmek de doğru bir yorum olmayacaktır. Zira tanık köylüden odun toplanmak istendiğini, ancak kendisinin buna engel olduğunu, 3 muhtarla birlikte düzenlediği tutanağa yazabilecek kapasitededir.
Sanıkların aleyhine beyanlarda bulunan tanıklar ...., ....., ....., .....,. ve ..... tutanak düzenlendiği tarihlerde, tutanaklarda adı geçen yerlere kar olması nedeniyle çıkmanın mümkün olmadığını söylemişler ise de, bu beyanlarının doğru olmadığı meteorolojinin resmi yazısından anlaşıldığı gibi, sahte olduğu iddia edilmeyen ve tutanakta adı geçen olayın doğruluğu Yalova 1. Sulh Ceza Mahkemesinin 2006/283 esas, 2008/149 karar sayılı dosyasında yapılan yargılama sonucunda anlaşılan, katılanlar hakkında düzenlenen tutanaktan sonra 04.12.2002 tarihinde düzenlenen 7080 sayılı tutanaktan da anlaşılmaktadır. Yine belirtilen yerlere çıkmanın mümkün olmadığını söyleyen tanıkların beyanlarının doğru olmadığını, şikâyet üzerine bölgeye gelen, bölgenin tamamını gezen, bölgede soruşturma amacıyla inceleme yapan orman mühendisi Necati Alıç ve orman teknikeri Temel Oğuzhanoğlu"nun 04.12.2002 tarihli tutanağından anlamaktayız.
Mahkemenin gerekçesinde; suç zabıt varakalarının 11-12.12.2002 tarihlerinde düzenlendiği, sanıkların tutanak tarihlerinin doğru olmadığı yazılıdır. Mahkemenin bu doğrultudaki kabulüne, sahte olduğu ileri sürülmeyen, sahte olduğu ispatlanmayan, sahteliği konusunda mahkemece bir araştırma yapılmayan ve sanıkların dışındaki kişiler tarafından düzenlenen resmi belgelerin varlığı karşısında katılmak mümkün değildir. İçeriğinde katılanlar hakkında düzenlenen suç tutanaklarından da bahsedilen, orman muhafaza memurları ....,..... ve sanıklar tarafından 09.12.2002 tarihinde düzenlenen ve imzalanan tutanak ve bu tutanağın 09.12.2002 tarihli üst yazısı mahkemenin bu gerekçesini geçersiz kılmaktadır. Mahkemenin suç zabıt varakalarının 11-12.12.2002 tarihlerinde düzenlendiğini kabul eden gerekçesini, içeriğinde katılanlar hakkında düzenlenen tutanaklardan da bahseden 30.11.2002 tarihli, sanıkların yanı sıra Orman İşletme Şefi...., orman muhafaza memurları..... ve .... tarafından imzalanan, 2002 yılı Kasım ayına ait çalışma programı ve koruma faaliyetleri kayıt-takip cetveli de haklı çıkarmamaktadır. Mahkemenin suç tarihleri ile ilgili kabulünü çürüten bir diğer belge de, sahteliği iddia edilmeyen, bizzat sanıklar tarafından 04.12.2002 tarihinde düzenlenen, dosyada saklanmasına karar verilmesi nedeniyle dip koçanları dosyada bulunan, dip koçanlar incelendiğinde bir sıra takip eden, Yalova 1. Sulh Ceza Mahkemesinin 2006/283 esas sayılı davasına konu Engin Özcan hakkında düzenlenen suç tutanağıdır. Bu paragrafta bahsi geçen resmi belgelerin sahte oldukları ispatlanmadıkça, sanıkların katılanlar hakkında düzenledikleri tutanakların, mahkemenin kabulünde olduğu gibi 11-12.12.2002 tarihlerinde düzenlendiklerini kabul etmek mümkün değildir.
Mahkeme, "birbirini takip eden her üç tutanakta da hakkında tutanak tutulan kişilerin imzadan imtina etmiş olmalarının da başlı başına hayatın olağan akışına uygun olmadığı, bu husus ve zabıtların aynı kalemle ve aynı yazı stiliyle doldurulmuş olmasının, sahtelikleri hususunda yan delillerle birlikte değerlendirildiğinde çoğunluğumuzu her türlü şüpheden uzak vicdani kanaate ulaştırdığı" görüşündedir. Dosyadaki suç tutanakları ile ilgili dip koçanlar incelendiğinde, hakkında tutanak düzenlenen kişilerin tamamına yakınının imzadan imtina ettikleri görülecektir. Bilindiği gibi bu tür tutanaklara sanıklar genellikle imza atmamaktadırlar. Mahkemenin kabulünün aksine suç tutanaklarının, haklarında tutanak düzenlenenlerce imzalanmaması hayatın olağan akışına uygun düşmektedir. Zabıtların aynı kalemle ve aynı yazı stiliyle doldurulmuş olması da sanıkların aleyhine değerlendirilemez. Tutanağı düzenleyenler aynı kişiler olduğuna göre başka bir yazı stilinde yazmaları beklenemez. Aynı şekilde sanıkların farklı kalemler kullanması gerektiğini düşünmenin sanıkları cezalandırma açısından hiç bir anlamı bulunmamaktadır.
Suça konu emvalleri taşıdığı sanıklarca iddia edilen, ancak bunu inkar eden tanık....."ün beyanlarına gelince, bu tanığın beyanlarını emvallerin depoya teslim edildiğini gösteren resmi belgeler çürütmektedir. Tanık....."ün hangi saikle ifade verdiğini anlamamız mümkün değildir. 500 katırın bulunduğu, yoğun bir şekilde orman suçu işlendiği anlaşılan Teşvikiye köyünde oturan tanığın, sanıkların iş birlikçisi olmakla suçlanması mümkün olduğu gibi tanıklığı konusunda baskı görmesi de mümkündür. Sanıklara ormandan kesilen kaçak emvalleri taşımakta yardım ettiği ve sanıklarla birlikte odunları taşıdığının anlaşılması halinde, sulh ceza mahkemesinde orman kanununa muhalefet suçundan sanık olarak yargılanan ancak bu dosyada katılan olan kişilerin mahkûm olmaları mümkündür. Resmi belgeler sanıkların emvalleri teslim ettiklerini doğrulamaktadır. Bu nedenle tanığın aksi beyanlarına itibar etmek mümkün değildir.
Mahkemece emvallerle ilgili belge tanzim edilmediği kabul edilmiştir. Emvallerin teslimi ile ilgili resmi belgeler bulunduğundan bu kanaate katılmak mümkün değildir. Mahkemenin kabulü kaçak emvallerin nakli ile ilgili belge tanzim edilmediğini söylemek ise, bu şekilde ve belgesiz bir şekilde kaçak emvaller depoya nakledilirken bizzat şikayet üzerine soruşturmaya gelen görevliler bu durumu 03.12.2002 tarihli düzenledikleri tutanakla tespit ettiklerinden, sanıkların görevlerini yaparken kayıtsızlık göstererek bu belgeyi düzenlememiş olmaları aleyhlerine yorumlanamaz.
Orman muhafaza memuru olan sanıkların failli ve failsiz suç tutanakları düzenlemeleri mümkündür. Nitekim dosyadaki suç tutanağı dip koçanlarından, failsiz suç tutanakları da düzenledikleri anlaşılmaktadır. Sanıkların failsiz suç tutanağı düzenleyerek ormandan yapılan kaçakçılıkla ilgili emval açıklarını kapatmaları mümkün iken, hem suç işleyecek şekilde, hem de bir başkasını cezai takibata uğratacak şekilde, neden suç tutanağı düzenlediklerinin mantıklı izahı yapılmalıdır.
Sanıkların, katılan ... hakkında düzenledikleri 7074 sayılı suç tutanağında, katılan ..."ın, "Köyde, yaşlı bir kaynanam var, kimsesi yok, kış gelmek üzere, odunsuz kalmasın diye kaynanama götürmek için bu odunları hazırlıyordum" dediği yazılıdır. Katılan ..."a duruşmada bu diyalog sorulduğunda, yaşlı bir kaynanasının olduğunu ancak sanıkların uzun süredir bölgede görev yapıyor olmaları nedeniyle yaşlı kaynanası olduğunu bildiklerini söylemiştir. Sanıkların, katılan.... hakkında düzenledikleri 7075 sayılı suç tutanağında, katılan...."ın, "Evde sakat bir kardeşim var, ona odun yapayım amacıyla kestim" dediği yazılıdır. Katılan...."a duruşmada bu diyalog sorulduğunda, sakat bir kardeşi olduğunu doğrulamış ancak sanıkların uzun süredir bölgede görev yapıyor olmaları nedeniyle sakat kardeşi olduğunu bildiklerini söylemiştir. Sanıkların tutanaklara yazdıkları gibi, katılan ..."ın yaşlı bir kaynanası olduğu, katılan....nin sakat bir kardeşinin olduğu doğrulanmıştır. Sanıklar bu şekilde tutanak düzenlerken ya çok ustaca hareket etmişler ya da gerçekleri yazmışlardır. Katılanlara bu diyaloglar sorulduğunda başka bir şekilde cevap vermeleri halinde sulh ceza mahkemesinde yargılandıkları davada mahkûm olmaları mümkündür. Bu nedenle sanıkların tutanaklara yazdıkları bu diyalogların sanıklar lehine yorumlanması gerekmektedir.
Sanıkların, köy muhtarı tanık...."e, haklarında suç tutanağı düzenledikleri kişilerin açık kimlik bilgilerini almak için 11.12.2002 tarihinde gitmiş olmalarının sanıklar aleyhine yorumlanması mümkün değildir. Sanıklar suç tutanağındaki eksik bilgileri tamamlamak istemişlerdir. Sanıklar bu bilgileri tamamlayarak dosyayı suç konusunda işlem yapılması için Cumhuriyet Savcılığına intikal ettirmek zorundadırlar. Katılan....nin sakat kardeşi olduğunu, katılan ..."ın yaşlı bir kaynanası olduğunu ustaca ve bir tertip içerisinde tutanağa yazabilen sanıkların, kimlik bilgileri için köy muhtarına gitmemeleri, bu bilgileri de temin edebilecekleri düşünülmeliydi. Sanıkların eksik bilgileri tutanağa yazmak istemeleri bir sahtecilik olmadığı gibi, tutanakları sahte olarak düzenlediklerinin bir göstergesi de değildir.
Tüm bu hususlar gözetildiğinde sanıkların resmi evrakta sahtecilik suçunu işledikleri hususunda cezalandırılmalarına yeter ölçüde delil bulunmadığı" görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK"nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 11. Dairesince 27.03.2013 gün ve 5891-5138 sayı ile; itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanıklara yüklenen resmi evrakta sahtecilik suçunun sabit olup olmadığının belirlenmesine ilişkin olup, sabit olduğu sonucuna ulaşılması durumunda eylemlerinin ayrı ayrı sahtecilik suçlarını mı, yoksa zincirleme biçimde tek bir sahtecilik suçunu mu oluşturacağı hususunun ayrıca ele alınıp değerlendirilmesi gerekmektedir.
İncelenen dosya kapsamından;
Katılanların haklarında soruşturma başlatılmadan önce 12.12.2002 tarihinde ortak bir dilekçeyle Yalova Cumhuriyet Başsavcılığına başvurarak, orman muhafaza memuru olan sanıkların 03.12.2002 tarihinde yapılan bir denetimden sonra kendilerini sorumluluktan kurtarmak amacıyla sahte suç tutanağı düzenlediklerini belirterek şikâyetçi oldukları,
Katılan ... Acar hakkındaki tutanağın 27.11.2002, .... hakkındaki tutanağın 28.11.2002, ....hakkındaki tutanağın ise 30.11.2002 tarihli olduğu, tutanak içeriklerinde, katılan ...’ın 272 nolu bölmede motorlu testere ile daha önce kesmiş olduğu 140 adete denk 7 ster kayın ve gürgen cinsi yapraklı yakacak odunu bir araya toplarken suçüstü yakalandığı, niçin kaçak ağaç kestiği sorulduğunda yaşlı ve kimsesi olmayan kaynanasının kışlık ihtiyacı için kestiğini söyleyip, imzadan imtina ettiği, katılan Ali’nin 273 nolu bölmede daha önceden kesmiş olduğu 57 adete denk 5 ster kayın cinsi yapraklı yakacak odunu yükleme mahalline atarken suçüstü yakalandığı, niçin kaçak ağaç kestiği sorulduğunda evinde kalan sakat kardeşi için odun kestiğini beyan edip imzadan imtina ettiği, katılan Şağban’ın ise 247 nolu bölmede motorlu testere ile henüz kesmiş olduğu 73 adete denk 6 ster kayın cinsi ince sanayi ve yapraklı yakacak odunları yükleme mahalline atarken suçüstü yakalandığı, niçin kaçak ağaç kestiği sorulduğunda evinde yakacak odunu olmadığı için kestiğini anlatıp imzadan imtina ettiği, katılanların yakalandıklarında yanlarında başka bir kişinin olmadığı, katılanlarla birlikte suça konu emvallerin kesilmesi veya istiflenmesi sırasında kullanılmış herhangi bir suç aletinin ve ulaşım ile nakliye için gerekli canlı hayvan ya da aracın ele geçirilmediği bilgilerine yer verildiği,
Her üç tutanağın da dip koçanlara ekli sanık ... tarafından düzenlendiği anlaşılan üst yazılarda tutanak tarihlerinde orman işletme şefliğine sunulduğunun belirtilmesine karşın son tutanak tarihinden 10 gün sonra 11.12.2002 tarihinde işletme şefliğine, 20.12.2002 tarihinde ise savcılığa teslim edildiği, savcılığa sunulan dosyadaki nüfus kayıt örneğinin 09.12.2002, tazminat raporu ve bilgi formunun ise 13.12.2002 tarihli olduğu, tüm ikametgâh ilmühaberlerinin ilgili muhtarlar tarafından değil sanık ... tarafından düzenlenip imzalandığı,
Tutanaklara konu olan emvallerin sanıklar ve depo memuru tanık..... tarafından düzenlenen teslim tutanakları ve depoda bulunan müsadereli emval kayıt defterleri içeriklerine göre tutanak tarihlerinde orman deposuna teslim edildiği, ancak bu emvallerin taşıttırılması ile ilgili sevk pusulası, pazarlık zaptı ve ücret bordrosu düzenlenmediği,
Tutanakların seri numaralarının 7074, 7075 ve 7077 olduğu, dip koçanları incelendiğinde sıra ve tarih olarak uyumlu olduklarının tespit edildiği, 7076 nolu tutanağın ise 29.11.2002 tarihli faili meçhul bir tutanak olduğu, bu tutanakta yakalanan emvalin hava muhalefeti nedeniyle depoya nakledilemediği, yolların çamur ve batak olduğunun belirtildiği, mahkeme gözlemine göre her üç tutanağın aynı tükenmez kalemle doldurulmuş olduğu, sanıkların da tutanakları aynı kalemle düzenlediklerini kabul ettikleri ancak tutanak tarihleri yakın olduğu için bunun normal olduğunu belirtikleri,
Orman mühendisi bilirkişiler...... tarafından sanıkların çalıştığı Teşvikiye Beldesinde 2002 yılında gerek sanıklar, gerekse birlikte çalıştıkları diğer orman muhafaza memurları tarafından kaçak kesimlerle ilgili düzenlenen suç zabıtlarının tümünün incelendiği ve dip koçanlarının dosya arasında bulunduğu, buna göre 2002 yılında Ekim ayında 1 adet, Kasım ayında 5 adet, Aralık ayında 9 adet olmak üzere 5 tanesinin faili belli 10 tanesinin ise faili belli olmayan toplam 15 adet kaçak kesimle ilgili tutanak düzenlendiğinin belirlendiği, bu tutanaklardan sanıklar tarafından birlikte düzenlenen diğer suç tutanaklarına bakıldığında itirazda belirtilen 04.12.2012 gün ve 7080 seri numaralı tutanak hariç diğer tutanakların faili belli olmayan kesimlere ilişkin olduğu, 7080 numaralı tunağın ise Engin Özcan isimli kişi ile ilgili olup, tutanağa göre Engin Özcan"ın 03.12.2012 günü 253 nolu bölmede kaçak kesilmiş ıhlamur ağaçlarını yola atarken görüldüğü, kaçmaya başladığı takip edildiği ancak yakalanamadığı, bu nedenle tutanağın imzalatılamadığı, dosya içerisinde bulunan karar örneği ve UYAP üzerinden yapılan araştırmada bu tutanakla ilgili önce Engin Özcan hakkında kamu davası açıldığı, ancak gerçek falinin başka bir kişi olduğundan bahisle beraatine karar verildiği, daha sonra asıl fail olduğu belirtilen Osman Olcay hakkında kamu davası açıldığı, ancak onun da delil yetersizliğinden beraatine karar verildiği,
Suça konu tutanakların Teşvikiye Bölümü Kasım Ayı Koruma Ekibi Çalışma Programı ve Koruma Faliyetleri Cetveline tutanak tarihlerine uyumlu biçimde kayıtlı olduğu, bu cetvele göre Kasım ayındaki ilk vukuatın 27.11.2002 tarihli tutanakla tespit edildiği, ayrıca 19.11.2002 tarihinde işletme şefince suça konu yerlerin de aralarında bulunduğu bölmelerin denetlendiği, usulsüz kesimlerin olduğu tespit edilip 19.11.2002 gün ve 690 sayılı yazı ile gerekli yasal işlemlerin yapılmasının sanıklardan istenildiği, bu yazıya suça konu tutanak bilgilerinin de yer aldığı 09.12.2002 tarihli bir tutanakla cevap verildiği,
Katılanlar hakkında suça konu tutanaklar nedeniyle Orman Kanuna muhalefet suçundan kamu davası açıldığı, inceleme konusu Özel Daire kararından sonra haklarında beraat kararı verildiği, ikamet ettikleri mahalle muhtarları tanıklar Enver Özkan, ...., Ahmet Nurten tarafından katılanların sanık olarak yargılandıkları sulh ceza mahkemesine sunulan ortak dilekçede katılanlar hakkında tutulan tutanakların doğru olmadığı, sanıkların Kasım ayının ortalarında yapılan şikâyetler üzerine 03.12.2002 tarihinde başlanan soruşturmadan kendilerini temize çıkarmak için bu şekilde haksız tutanak tuttuklarını, sanıkların kendilerinden 11.12.2002 tarihinde katılanların ikametgâh belgelerini istediklerini ancak vermediklerini, bölgede 03.12.2002 tarihinden sonra kar yağmaya başladığını ve tutanağa konu yerlere gidilip kesim yapılmasının mümkün olmadığını belirtikleri,
Ormandan usulsüz kesildiği anlaşılan tutanaklara konu emvalin dip köklerinin 13.12.2002 tarihinde damgalandığı, sanık ...’ın duruşmada emvali teslim ettikten bir gün sonra damga vurduklarını ifade ettiği,
Katılanların bahsettikleri 03.12.2002 tarihli denetimle ilgili evrak içeriğinde; Bursa Orman Bölge Müdürlüğüne gönderildiği anlaşılan 02.12.2002 havale tarihli isimsiz ve imzasız bir dilekçeyle suça konu yerlerin de bulunduğu Teşvikiye beldesinde çok sayıda usulsüz kesim yapıldığının, işletme şefinin bunlara göz yumduğunun ve tutanak tutturmadığının, Yalova’daki müdürlerin de hiçbir ihbar ve şikâyeti dikkate almadığının belirtildiği, bu ihbar üzerine 03.12.2002 tarihinde Orman mühendisi Naci Alıç ve Ruşen Uyanıkoğlu tarafından orman gezilerek denetim yapıldığı, tutulan tutanakta ihbardaki usulsüz kesimlerle ilgili iddia edilen hususların doğru olduğu, bölgede 2-3 aydan bu yana devam eden çoğu 5 ila 20 gün önce yapılmış çok sayıda usulsüz kesim olduğu, emvalin önemli bir bölümünün yola yakın kısımlarda durduğu, yolda rastlanılan 3 farklı traktörde kaçak orman emvali nakledildiğinin görüldüğü tespitlerine yer verilip, iyi niyetle bakıldığında dahi bölgedeki denetim elemanlarının büyük bir ihmal ve savsamalarının bulunduğu, konunun boyutlarının tam ve tüm yönleriyle anlaşılabilmesi için muhakkik veya müfettiş tarafından inceleme yapılması gerektiği şeklinde kanaat açıklandığı,
Bu tutanaktan sonra Bursa Orman Bölge Müdürlüğünün 04.12.2002 gün ve 270 sayılı yazısı ile Yalova Orman İşletme Müdürlüğünden bir komisyon oluşturularak usulsüz kesim yapılan sahaların tespiti ile kaçak emvale el konulması ve suçlular hakkında zabıt tanzim edilmesinin istenildiği, oluşturulan komisyonun 09.12.2002 tarihinden itibaren başlayan kar yağışı nedeniyle ancak 03.01.2003 günü çalışmalarına başlayabildiği, yapılan incelemeler sonucunda bölgede 2483 adet karşılığı 117.857 m3 usulsüz ağaç kesildiğinin, suç zabıtlarındaki miktarların usulsüz kesim miktarını karşılamadığının belirtildiği,
Usulsüz kesimlerle ilgili yapılan idari soruşturma sonucunda sanıkların 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 125/B-a maddesi uyarınca kınama cezası ile cezalandırılmalarına, toplam 39.248.950.000 TL idare zararının yasal faizi ile birlikte orman muhafaza memurları sanıklar ... ve ... ile görev arkadaşları......’dan tahsiline karar verildiği,
Meteroloji Bölge Müdürlüğü yazısında, Yalova’da 2002 yılı Kasım ayında kar yağışı olmadığı, Aralık ayında ise 11, 12, 20 ve 25 günleri de kar yağdığı bilgisine yer verildiği,
Sanıklardan ... ile ilgili özlük dosyasında bulunan 26.10.2001 gün ve 1199 sayılı yazıda sanık hakkında; "korumanın amacının ormandan ağacın kesilmeden olması gerektiği ve bu amaçla görev yapılması, konuya daha çok önemin verilmesi aksi takdirde bundan sonraki faili meçhul suç zabıtlarının görevi ihmal ve yeterince titizlik gösterilmediği anlamında sayılarak ilgililerin cezalandırılacağının bilinmesi" şeklinde uyarıda bulunulduğu,
Anlaşılmaktadır.
Katılanlar aşamalarda özetle; suç işlemedikleri halde orman muhafaza memuru olan sanıkların haklarında tutanak tuttuklarını, tutanakların üzerlerinde belirtilen tarihlerde değil daha sonra Aralık ayında tutulduğunu, sanıkların başkalarının kestiği orman emvali ile ilgili olarak kendileri hakkında tutanak tutuklarını, böylece denetim sırasında tespit edilen usulsüzlüklerle ilgili sorumluluktan kurtulmaya çalıştıklarını, sanıkların tutanak tutmadan önce muhtarlardan ikametgâh ilmühaberlerini istediklerini, ancak muhtarların sahte tutanak tutulmak istendiğini anlayıp bu belgeleri vermediğini, tutanaklarda belirtildiği şekilde akrabalarının bulunduğunu, sanıkların uzun süredir bölgede görev yapmaları nedeniyle bunları bildiklerini beyan etmişler,
Muhtar olan tanıklar.....; sanıkların kendilerinden zabıt tutacaklarını söyleyip katılanların ikametgâh ilmühaberlerini istediklerinde bölgede yağmur ve kar yağdığını, ormana çıkıp ağaç kesilmesinin mümkün olmadığını, ayrıca sürekli birlikte oldukları sanıkların daha önce böyle bir olay olduğundan bahsetmediklerini, bu nedenle o dönem denetim olduğunu da bildikleri için haksız tutanak tuttuklarını anlayıp istedikleri belgeleri vermediklerini belirtmişler,
Köy halkından olan tanıklar ...., ....., ....., .....,.; sanıkların 2002 yılı Kasım ayında yayladaki usulsüz kesimlerle ilgili açığı kapatmak için arayış içerisine girip köylüden odun topladıklarını, bazı kişilerle ilgili usulsüz tutanak düzenlediklerini duyduklarını beyan etmişler,
Suça konu emvali teslim aldığı anlaşılan depo görevlisi orman muhafaza memuru tanık.....; tutanaklara konu emvali teslim aldığını, ancak bu emvalin kimin tarafından kesildiğini bilmediğini söylemiş,
Suça konu emvali taşıdığı ileri sürülen tanık.....; kesinlikle böyle bir emval taşımadığını ifade etmiş,
Tanık .....; 2002 yılı Aralık ayında sanıkların ricası üzerine yolda istifli duran 1 traktör kaçak emvali yükleyip depoya boşalttığını ancak bu emvalin tutanağa konu emvaller olup olmadığını bilmediğini, taşıdığı emvale ilişkin olarak elinde 03.12.2002 tarihli belge olduğunu anlatmış, ibraz ettiği belgenin tutanak tarihlerinden sonra denetim günü olan 03.12.2002 tarihli olduğu görülmüş,
Sanıklarla birlikte görev yapan ve ortak tazminata mahkûm edilen tanık ....; 2002 yılı sonbahar aylarında tanık Murat’ın traktörüne sanıkların kaçak emval yüklediklerini, kendisinin de yardımcı olduğunu beyan etmiş,
Orman işletme şefi tanık....; kesilen emvali depoda gördüğünü, ancak kimin kestiğini bilmediğini, 2002 yılı Kasım ayında ve idari soruşturma heyetinin geldiği gün olan 03.12.2002 tarihinde bölgede kar yağışı olmadığını, nitekim heyetin bölgeyi gezebildiğini, yağışın ne zaman başladığını hatırlamadığını, sanıkların gerçeğe aykırı suç zaptı düzenledikleri konusunda bilgisi olmadığını, şef olarak önüne getirilen zabıtları savcılığa intikal ettirdiğini, tutanakların normalde en geç 1 hafta içinde şefliğe teslim edilmesi gerektiğini ifade etmiş,
Sanık ... aşamalarda; katılanların kendilerini suçtan kurtaracak şekilde beyanda bulunduklarını, mahkeme istediği ve tutanağı tam tutmak için muhtarlardan sanıkların ikametgâh ilmühaberlerini istediklerini, muhtarlar belge vermeyince de ellerindeki kayıtlara göre belge düzenlediklerini, emvali tanıklar..... ve .....’a taşıttıklarını, tutanak tuttukları gün bölgede yağış olmadığını, 7076 nolu tutanağın aynı bölgede başka bir bölmeye ilişkin olup emval yola uzak olduğu için depoya götüremediklerini, açık kapatmak için kimseden odun toplamadıklarını, katılanlar imtina ettiği için tutanağı imzalatamadıklarını, tutanağa konu emvali depoya teslim edip ilgili kayıtları defterlere işlettiklerini, emvali taşıtırken para vermedikleri için bordro yapmadıklarını, sevk irsaliyesini ise ihmal ettiklerini, bu nedenle de ceza aldıklarını, suçsuz olduklarını belirtmiş,
Aşamalarda sanık ... ile benzer savunmada bulunan sanık ... idari soruşturma sırasında müfettişe verdiği 28.07.2003 tarihli ifadesinde; “Ben 11.10.2002 tarihinde Çınarcık İşletme Şefliği tarafından Teşvikiye Bölüm Merkezine görevlendirildim. Teşvikiye Bölümünü teslim aldığım tarih 30.10.2002 tarihidir. Teşvikiye Bölümünde göreve başladığımız günlerde havaların yağışlı geçmesi nedeniyle devir teslim işlemleri sağlıklı bir şekilde yapılamamıştır. Bu nedenle usulsüz kesimler benim göreve başlamamdan önce olmuştur. 2002 yılının son iki ayında usulsüz, kesim olmamıştır. Çünkü orman yolları ulaşıma hava şartları nedeniyle kapalı kalmıştır. Ayrıca ben ve görev arkadaşlarım bu aylarda kontrolümüzü sıklaştırdık. 2002 yılının 11. ayından önce yapılan usulsüz kesimlerin zabıtlarını 11-12. aylarda tuttuk...” şeklinde beyanda bulunmuştur.
6831 sayılı Orman Kanununun suç tarihinde yürürlükte bulunan 79. maddesi;
“Orman memurları, orman suçlarına ilişkin delilleri bir zabıt ile tespit ve nakil vasıtaları ile suç aletleri ve suç mahsulü malları zapt ve icabında suç işleyenleri yakalamak selahiyiteni haizdirler...",
82. maddesi ise; "Orman memurları, bu kanun hükümlerine muhalif hareket edenlerin hüviyetlerini, ikametgahlarını ve suçlarının mahiyetini tesbit ile kendileri, suçlu ve varsa hazır bulunanlardan en az iki kimseye imzalattıracakları bir zabıt tanzim ederler.
Hüviyeti tesbit edilemiyen suçlular vakit geçirilmeksizin hüviyeti tesbit edilebilecek en yakın köyün muhtar veya ihtiyar heyetine ve bunlarla da tesbiti mümkün olmazsa en yakın zabıta merkezine götürülürler.
Memurlar, vakit geçirmeksizin bu zabıtları bağlı bulundukları amirlerine gönderirler. Amirlerce tetkik edilerek en kısa bir zamanda mahalli cumhuriyet müddeiumumiliğine verilir.
Bu zabıtlar, hilafı ispat olununcaya kadar muteberdir..." hükmünü taşımaktadır.
Anılan kanun hükümleri gözetildiğinde özel kolluk görevlisi olan orman memurları tarafından orman suçları için düzenlenen suç tutanaklarının resmi evrak niteliğinde oldukları hususunda bir tereddüt bulunmamaktadır. Orman memurlarınca düzenlenen tutanaklar vakit geçirilmeksizin en seri şekilde orman işletme şefliğine zimmetle teslim edilecek, işletme şefliğince denetlenip eksiklikleri giderildikten sonra da Cumhuriyet Savcılığına gönderilecektir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Suça konu tutanakların vakit geçirilmeksizin orman işletme şefliğine teslim edilmesi gerekirken, idari soruşturma üzerine aynı anda 11.12.2002 tarihinde şefliğe teslim edilmesi, emvalle ilgili sevk irsaliyesi, pazarlık zaptı ve bordro düzenlenmemesi, emvali taşıdığı belirtilen tanıklardan.....’ün böyle bir emval taşımadığını beyan etmesi, tanık ....."ın ise beyanı ve ibraz ettiği belgeden taşıdığı emvalin suça konu emval olmadığının anlaşılması, kesilen ağaçların dip köklerinin ancak idari soruşturmadan sonra mühürlenmesi, köy muhtarı olan tanıkların; sanıkların katılanların ikametgâh ilmühaberlerini istediklerinde hava muhalefeti nedeniyle ormana çıkılıp ağaç kesilmesinin mümkün olmadığını, ayrıca sürekli birlikte oldukları sanıkların böyle bir olay olduğundan bahsetmediklerini, bu nedenle o dönem denetim olduğunu da bildikleri için haksız tutanak tutulduğunu anlayıp istedikleri belgeleri vermediklerini, köy halkından olan tanıklar ...., ....., ....., ....., ... ise sanıkların usulsüz kesimlerle ilgili açığı kapatmak için arayış içerisine girip köylüden odun topladıklarını beyan etmeleri, sanık ..."in idari soruşturma sırasında müfettişe verdiği ifadesinde açıkça tutanak tarihlerini kapsayan 2002 yılı Kasım ve Aralık aylarında usulsüz kesim olmadığını, daha önce yapılan usulsüz kesimlerin zabıtlarını sonradan tuttuklarını ifade etmesi, katılanlar ile birlikte emvalin yeni kesildiği de belirtilmesine karşın hiçbir suç eşyası ve emvalin nakliyesi için gerekli araç veya canlı hayvanın ele geçmemesinin hayatın olağan akışına aykırı olması hususları birlikte değerlendirildiğinde, sanıkların kaçak kesim yapmadıkları halde katılanlar hakkında içeriği itibariyle sahte suç tutanağı düzenlemek suretiyle üzerlerine atılı resmi belgede sahtecilik suçunu işlediklerinin sabit olduğunun kabulü gerekmektedir.
Üzerlerine atılı resmi belgede sahtecilik suçunun sabit olduğu belirlenen sanıkların eylemlerinin ayrı ayrı sahtecilik suçlarını mı, yoksa zincirleme biçimde tek bir sahtecilik suçunu mu oluşturacağı hususunun da değerlendirilmesi gerekmektedir.
5237 sayılı TCK’na hakim olan ilke gerçek içtima olduğundan, bunun sonucu olarak, "kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza" söz konusu olacaktır. Nitekim bu husus Adalet Komisyonu raporunda; "Ceza hukukunun temel kurallarından birisi, ‘kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza vardır" şeklinde ifade edilmektedir. Bunun istisnaları, suçların içtimaı bölümünde belirlenmiştir. Bu istisnalar dışında, işlenen her bir suçla ilgili olarak ayrı ayrı cezaya hükmedilecektir. Böylece verilen her bir ceza, bağımsızlığını koruyacaktır" şeklinde ifade edilmiştir. Bu kuralın istisnalarına ise, 5237 sayılı TCK’nun "suçların içtimaı" bölümünde, 42 (bileşik suç), 43 (zincirleme suç) ve 44. (fikri içtima) maddelerinde yer verilmiştir.
Zincirleme suç, 765 sayılı Kanunun 80. maddesinde; "Bir suç işlemek kararının icrası cümlesinden olarak kanunun aynı hükmünün bir kaç defa ihlal edilmesi, muhtelif zamanlarda vaki olsa bile bir suç sayılır" şeklinde düzenlenmiştir. Buna karşın 5237 sayılı TCK"nun 43/1. maddesinin ilk cümlesinde; "Bir suç işleme kararının icrası kapsamında, değişik zamanlarda bir kişiye karşı aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda, bir cezaya hükmedilir. Ancak bu ceza, dörtte birinden dörtte üçüne kadar artırılır. Bir suçun temel şekli ile daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli şekilleri, aynı suç sayılır. Mağduru belli bir kişi olmayan suçlarda da bu fıkra hükmü uygulanır” biçiminde zincirleme suç, ikinci fıkrasında ise; "Aynı suçun birden fazla kişiye karşı tek bir fiille işlenmesi durumunda da, birinci fıkra hükmü uygulanır" denilmek suretiyle de aynı neviden fikri içtima düzenlemesine yer verilmiştir.
Suç tarihinde yürürlükte bulunan 765 sayılı TCK"nun 80. maddesindeki tanımdan da anlaşılacağı üzere, zircirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için; birden fazla suçun işlenmesi, bu suçların kanunun aynı hükmünü ihlal etmesi ve birden fazla suçun aynı suç işleme kararı altında işlenmesi gereklidir.
5237 sayılı TCK"nun 43/1. maddesi uyarınca zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için;
a- Aynı suçun değişik zamanlarda birden fazla işlenmesi,
b- İşlenen suçların mağdurlarının aynı kişi olması,
c- Bu suçların aynı suç işleme kararı altında işlenmesi gerekmektedir.
765 sayılı TCK’da yer alan "muhtelif zamanlarda vaki olsa bile" ifadesi karşısında, aynı suç işleme kararı altında birden fazla suçun aynı zamanda işlenmesi durumunda, diğer şartların da varlığı halinde zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi mümkündür. Nitekim 765 sayılı TCK’nun yürürlüğü zamanında bu husus yargısal kararlarla kabul edilmiş ve uygulama bu doğrultuda yerleşmiştir. 5237 sayılı TCK’nun 43/1. maddesinde bulunan, "değişik zamanlarda" ifadesi nedeniyle zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için, suçların mutlaka değişik zamanlarda işlenmesi gereklidir ki, bunun sonucu olarak, aynı mağdura, aynı zamanda, aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda tek suçun oluşacağı kabul edilmiştir. Bu halde zincirleme suç hükümleri uygulanarak artırım yapılamayacak, ancak bu husus TCK’nun 61. maddesi uyarınca temel cezanın belirlenmesinde göz önüne alınabilecektir.
5237 sayılı Kanunun 43/1. maddesinin açıklığı karşısında öğretide de, zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için suçların farklı zamanlarda işlenmesi gerektiği konusunda görüş birliği bulunmaktadır.
Öte yandan, kanunumuz zaman konusunda olduğu gibi, suçların işlendikleri yer bakımından da bir sınır koymamıştır. Ancak, suçların aynı yerde işlenmeleri, suç işleme kararındaki birliğin bir işareti olarak kabul edilebilir.
Bağımsız kastları birleştiren suç işleme kararından, kanunun aynı hükmünü birkaç defa ihlal etmek hususunda önceden kurulan bir plan, genel bir niyet anlaşılmalıdır. Fail, önceden belirlediği böyle bir plân veya niyet kapsamında, bunu bir defada gerçekleştirmek yerine, kısımlara bölmeyi ve o suretle gerçekleştirmeyi daha uygun görmüş ve bu plâna göre hareket etmiş olduğundan, birden fazla olan kısımlar, yani ayrı suçlar, tek bir müteselsil suç meydana getirirler. (Sulhi Dönmezer-Sahir Erman, Nazarî ve Tatbikî Ceza Hukuku, Beta Yayınevi, Cilt I, 14. bası, s.398)
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun konuya ilişkin 30.05.2006 gün ve 173-145, 13.10.1998 gün 305-304, 20.03.1995 gün ve 48-68 ile 02.03.1987 gün ve 341-84 sayılı kararlarında, 765 sayılı TCK"nun 80. maddesine ilişkin olarak öğretideki yukarıda değinilen görüşlere yer verildikten sonra "aynı suç işleme kararından" yasanın aynı hükmünü birçok kez ihlal etme hususunda önceden kurulan bir plan, genel bir niyetin anlaşılması gerektiği, bu bağlamda failin suçu işlemeden önce bir plan yapmasının veya bu suça niyet etmesinin, fakat fiili bir defada yapmak yerine kısımlara bölmeyi ve o surette gerçekleştirmeyi daha uygun görmesinin, bu plan çerçevesinde hareket etmesinin, hareketinin önceki hareketinin devamı olmasının ve tüm bu hareketleri arasında subjektif bir bağlantı bulunmasının anlaşılması, aynı suç işleme kararının varlığı, olaysal olarak suçun işlenmesindeki özellikler, suçun işleniş biçimi, fiillerin işlendikleri yer ve işlenme zamanı, fiiller arasında geçen süre, mağdurların farklı olup olmadıkları, ihlal edilen değer ve yarar ile korunan değer ve yarar, olayların oluşum ve gelişimi ile tüm özellikleri değerlendirilerek belirlenmesi gerektiği, suçların işlenme tarihleri arasında az veya çok bir zaman aralığı bulunması, suç mağdurlarının birden fazla olması halinde teselsülü reddetmenin adalet ve hakkaniyete uygun bulunmayacağı hususlarının genel bir kabul gördüğü de kabul edilmiştir.
Sahtecilik suçunun farklı kişilere yönelik gerçekleşmiş olması nedeniyle, 5237 sayılı TCK"nun 43. maddesinin 2. fıkrası üzerinde de durmak gerekir. Aynı neviden fikri içtima olarak kabul edilen bu durumda, fiil yani hareket tektir ve bu fiille aynı suç birden fazla kişiye karşı işlenmektedir. Burada, hareket tek olduğu için, fail hakkında bir cezaya hükmolunacak, ancak bu ceza TCK’nun 43/1. maddesine göre artırılacaktır. Ancak burada kastedilen, fiil ya da hareketin, doğal anlamda değil hukuksal anlamda tekliğidir. Bazen suçların işlenmesi sırasında doğal olarak birden fazla hareket yapılmakta ise de, ortaya konulan bu davranışlar suçun kanuni tanımında yer alan hukuksal anlamdaki "tek bir fiili" oluşturmaktadır.
5237 TCK"nda, bazı suçlarda özel olarak aynı neviden fikri içtima hükmüne yer verilmiştir. Örneğin; belirsiz sayıda kişilerin sağlığını bozmak amacıyla ve bu amacı gerçekleştirmeye elverişli olacak surette, radyasyona tabi tutulması halinde, radyasyon yayma suçunun temel şekline nazaran daha ağır ceza öngörülmüştür (TCK’nun 172/2. md.). Bu suçlar için özel bir aynı neviden fikri içtima kuralı öngörülmüş olduğundan, ayrıca TCK’nun 43/2. maddesi uyarınca cezanın arttırılması yoluna gidilmeyecektir.
Aynı neviden fikri içtimadan söz edilebilmesi için;
1- Hareket ya da fiilin hukuksal anlamda tek olması,
2- Birden fazla suçun işlenmiş olması,
3- İşlenen birden fazla suçun "aynı suç" olması,
4- Bu suçların mağdurlarının farklı olması gerekmektedir.
Bu dört şart birlikte gerçekleştiğinde, faile tek ceza verilecek, ancak bu ceza artırılacaktır. Somut olayda sanıkların sahtecilik eylemlerinin farklı zamanlarda gerçekleşmiş olmaları nedeniyle tek bir fiil olarak kabulü mümkün olmadığından 5237 sayılı TCK’nun 43/2. maddesinin uygulanma şartları bulunmamaktadır.
Birden çok belgede sahtecilik suçunun, zincirleme ya da ayrı suçlar mı oluşturacağı problemini çözümlerken, korunan hukuki yarar, suçun mağduru ve suçtan zarar gören kavramları da ele alınmalıdır.
Belgede sahtecilik suçları 765 sayılı TCK"nun "Cürümler" başlıklı ikinci kitabının, "Ammenin İtimadı Aleyhinde Cürümler" başlıklı altıncı babının, "Evrakta Sahtekarlık" başlıklı üçüncü faslında düzenlenmişken, 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK"nun ise "Özel Hükümler" başlıklı ikinci kitabının, "Topluma Karşı Suçlar" başlıklı üçüncü kısmının, "Kamu Güvenine Karşı Suçlar" başlıklı dördüncü bölümünün 204 ila 212. maddelerinde düzenlenmiş olup, her iki kanun yönüyle de belgede sahtecilik suçlarının hukuki konusu kamunun güvenidir.
Nitekim 765 sayılı Kanun döneminde Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 08.06.2004 gün ve 94-132 sayılı kararı başta olmak üzere birçok kararında istikrarlı olarak, suçla korunan yararın kamu güveni olduğu kabul edilmiş ve; "Evrakta sahtecilik suçlarının hukuki konusu kamunun güvenidir. Belgelerin gerçeğe aykırı düzenlenmesi, gerçek belgeye eklemeler yapılması, tamamen veya kısmen değiştirilmesi, eylemlerinin kamu güvenini sarstığı kabul edilerek suç sayılıp, yaptırıma bağlanmıştır. Bu nedenle de fiilen bir zararın ortaya çıkması aranmamakta, zarar olasılığı yeterli görülmektedir" denilmiştir. Hatta, 765 sayılı TCK’nun 339 ve 355. maddeleri ile ilgili olarak ceza miktarlarını belirlemede kanun koyucunun suçun kamu güvenini bozmadaki etkinliğini ölçü aldığı kabul edilmiştir. (CGK’nun 06.11.2007 gün ve 223-224 sayılı kararı)
Aynı şekilde Yargıtay bu görüşünü 5237 sayılı TCK’nun yürürlüğe girmesinden sonra da sürdürmekte olup, Ceza Genel Kurulunun 06.03.2007 gün ve 276-55 sayılı kararında bu husus; "Evrakta sahtecilik suçlarının hukuki konusu kamu güvenidir. Belgelerin gerçeğe aykırı olarak düzenlenmesi, gerçek bir belgeye ekleme yapılması, tamamen veya kısmen değiştirilmesi eylemlerinin kamu güvenini sarstığı kabul edilerek suç sayılmıştır" şeklinde ifade edilmiştir. Özel Daire kararları da aynı yöndedir, örneğin; "Belgede sahtecilik … suçunun hukuki konusu kamunun güveni olup, suçun oluşması için genel kast ve zarar olasılığı yeterlidir" (Yargıtay 11. CD’nin 05.03.2008 gün ve 1232-1298 sayılı kararı).
Mağdur; Türk Dil Kurumu Büyük Türkçe Sözlüğünde, "haksızlığa uğramış kişi" olarak tanımlanmaktadır. Ceza hukukunda ise mağdur kavramı, suçun konusunun ait olduğu kişi ya da kişilerdir. 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun hazırlanmasında esas alınan suç teorisinde suçun maddi unsurları arasında yer alan mağdur, ancak gerçek bir kişi olabilecek, tüzel kişilerin suçtan zarar görmeleri mümkün ise de bunlar mağdur olamayacaklardır.
Mağdurun belirlenmesi, suçun unsurlarının veya nitelikli hallerinin gerçekleşip gerçekleşmediğinin tespiti ile özellikle 5237 sayılı TCK yönüyle zincirleme suç hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağının çözümü konusu başta olmak üzere bir çok ceza hukuku hükmünün doğru ve isabetli uygulanabilmesi açısından önemli olmasına rağmen, 5237 sayılı TCK başta olmak üzere ceza kanunlarımızda mağdurun bir tanımı yapılmamıştır. Öğretide de kabul olunduğu üzere kanun koyucunun bu tercihi öncelikle kapsayıcı bir tanım yapmanın zorluğundan kaynaklanmakta, diğer taraftan kavramın bazen dar bazen de geniş yorumlanmasına duyulan ihtiyaç bu yönde bir tercihi zorunlu kılmaktadır.
Mağdur kavramı gibi kanunda açıkça tanımlanmamış olan "suçtan zarar görme" kavramı ise, gerek Ceza Genel Kurulu, gerekse Özel Dairelerin yerleşmiş kararlarında; "suçtan doğrudan doğruya zarar görmüş bulunma hali" olarak anlaşılıp uygulanmış, buna bağlı olarak da dolaylı veya muhtemel zararların, davaya katılma hakkı vermeyeceği kabul edilmiştir. Nitekim bu husus, Ceza Genel Kurulunun 03.05.2011 gün ve 155–80, 04.07.2006 gün ve 127–180, 22.10.2002 gün ve 234–366 ile 11.04.2000 gün ve 65–69 sayılı kararlarında; "dolaylı veya muhtemel zarar, davaya katılma hakkı vermez" şeklinde açıkça belirtilmiştir.
Mağdur ile suçtan zarar gören kavramları aynı şeyi ifade etmemektedir. Mağdur suçun işlenmesiyle her zaman zarar görmekte ise de, suçtan zarar gören kişi her zaman suçun mağduru olmayabilecektir. Bazı suçlarda mağdur belirli bir kişi olmayıp; toplumu oluşturan herkes (geniş anlamda mağdur) olabilecektir. (Mehmet Emin Artuk - Ahmet Gökcen - A. Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Turhan Kitabevi, 3. Bası, Ankara, 2007, s.444; İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 9. Bası, Ankara, 2013, s. 212 - 215; Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 6. Bası, Ankara, 2013, s.107 - 109; Osman Yaşar-Hasan Tahsin Gökcan–Mustafa Artuç, Türk Ceza Kanunu, Ankara, Adalet Yayınevi, 2014, 6. cilt, s.7958-7959)
Mağdurun kim olduğunun belirlenmesinde öncelikle madde metnine bakılmalı, madde metninin yeterli olmadığı durumlarda hükmün konuluş amacı, suçun düzenlendiği yer gibi hususlar birlikte değerlendirilerek sonuca ulaşılmaya çalışılmalıdır.
Bu bağlamda gerek 765 sayılı TCK"nun, gerekse de 5237 sayılı TCK"nun belgede sahtecilik suçlarının düzenlendiği madde metinlerinde suçun mağdurunun kim olduğuna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemesi, belgede sahtecilik suçlarının hukuki konusunun kamunun güveni olması ve bu suçların kamu güvenine karşı suçlar bölümünde düzenlenmiş bulunması hususları birlikte değerlendirildiğinde, bu suçların mağdurunun toplumu oluşturan bireylerin tamamının, diğer bir ifadeyle kamunun olduğunun, eylemin belirli bir kişinin zararına olarak işlenmesi halinde bu kişinin mağdur değil, suçtan zarar gören olacağının kabulü gerekmektedir. Aksinin kabulü halinde, somut olayda olduğu gibi birden fazla kişiye karşı işlenmiş olan sahtecilik suçlarında hükmolunacak sonuç ceza miktarları gözönünde bulundurulduğunda, 5237 sayılı TCK"nun “Adalet ve kanun önünde eşitlik ilkesi” başlıklı 3. maddesinin gerekçesinde, "Suç işlenmesiyle bozulan toplum düzeninde adaletin sağlanması için suç işleyen kimseye uygulanacak ceza hukuku yaptırımlarının haklı ve ölçülü olması gerekir. Çünkü ancak haklı ve suçun ağırlığıyla orantılı bir yaptırım ile suç işleyen kişinin bu fiilinden pişmanlık duyması sağlanabilir ve yeniden topluma kazandırılması söz konusu olabilir" şeklinde açıklanmış olan ölçülülük ilkesine aykırı davranılmış olunacaktır.
Öğreti de, belgede sahtecilik fiilinin belirli bir kişinin zararına olarak işlenmesi halinde ilgili kişinin de mağdur sayılacağı yönünde bir kısım görüşler olmakla birlikte, çoğunluk itibariyle, anılan suçların mağdurunun kamu olduğuna ilişkin, "Sahtekarlık suçlarının mağduru daima Devlettir. Bu suçlar dolayısıyla maddi ya da manevi bir zarara uğrayan kimse ise, mağdur olmayıp, "suçtan zarar gören kişi" sayılır ve böyle bir veya bir kaç kişinin bulunması, suçun kukuki konusunu etkilemez" (Sahir Erman, Ticari Ceza Hukuku Cilt III, Sahtekarlık Suçları, İstanbul 1981, 4. Baskı, s.10), "Resmi evrakta sahtecilik suçları TCK"da topluma karşı işlenen suçlar bölümünde düzenlenmiş olduğu için bu suç tiplerinin toplumu oluşturan bireylerin tamamına karşı işlenmiş olduğunun kabulü gerekir." (Veli Özer Özbek, Mehmet Nihat Kanbur, Koray Doğan, Pınar Bacaksız, İlker Tepe, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 4. Baskı, Ankara 2012, s. 759)şeklinde görüşler bulunmaktadır.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Sanıkların kaçak kesim yapmadıkları halde katılanlar .... hakkında konuları farklı ve ayrı tarihlerde düzenledikleri anlaşılan üç ayrı suç tutanağını aynı gün Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmek üzere orman işletme şefliğine vererek, katılanlar hakkında suç duyurusunda bulunmaları şeklinde gerçekleşen somut olayda, katılanların kamu görevlisinin resmi belgede sahtecilik suçunun mağduru olmayıp, suçtan zarar gören olmaları, orman muhafaza memuru olan sanıkların farklı tarihlerde düzenledikleri suça konu sahte tutanakları, sorumluluk bölgelerinde usulsüz yapılmış kesimlerin ortaya çıkması üzerine, kendilerini sorumluluktan kurtarmak amacıyla bir suç işleme kararı kapsamında düzenlemiş bulunmaları hususları birlikte değerlendirildiğinde, sanıklar hakkında hem 765 sayılı TCK, hem de 5237 sayılı TCK yönüyle zincirleme suç hükümlerinin uygulanması gerekmektedir.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının değişik gerekçeyle kabulüne, Özel Daire onama kararının kaldırılmasına, yerel mahkeme hükmünün, sanıkların eylemlerinin zincirleme biçimde tek bir sahtecilik suçunu oluşturduğunun gözetilmemesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının değişik gerekçeyle KABULÜNE,
2- Yargıtay 11. Ceza Dairesinin 17.04.2012 gün ve 2895-5898 sayılı onama kararının KALDIRILMASINA,
3- Yalova Ağır Ceza Mahkemesinin 18.07.2006 gün ve 16-170 sayılı kararının, sanıkların eylemlerinin zincirleme biçimde tek bir sahtecilik suçunu oluşturduğunun gözetilmemesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,
4- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 30.10.2014 tarihinde yapılan müzakerede oybrliğiyle karar verildi.