Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2013/119 Esas 2014/448 Karar Sayılı İlamı

Abaküs Yazılım
Ceza Genel Kurulu
Esas No: 2013/119
Karar No: 2014/448

Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2013/119 Esas 2014/448 Karar Sayılı İlamı

Ceza Genel Kurulu         2013/119 E.  ,  2014/448 K.

    "İçtihat Metni"

    Mahkemesi : PINARHİSAR Asliye Ceza
    Günü : 13.12.2007
    Sayısı : 62-82

    Genel güvenliği kasten tehlikeye sokmak ve ruhsatsız silah bulundurmak suçlarından açılan kamu davasının yapılan yargılaması neticesinde 5237 sayılı TCK"nun 32/1, 54, 57 ve 5271 sayılı CMK"nun 223/4-b maddeleri uyarınca sanığa ceza verilmesine yer olmadığına, yüksek güvenlikli sağlık kurumlarında koruma ve tedavi altına alınmasına ve müsadereye ilişkin, Pınarhisar Asliye Ceza Mahkemesince verilen 13.12.2007 gün ve 62-82 sayılı hükmün sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 8. Ceza Dairesince 09.01.2012 gün ve 16029-97 sayı ile;
    "CMK"nun 191 ve 147. maddeleri uyarınca sanığın yöntemine uygun olarak sorgusu yapılmadan yargılamaya devamla hüküm kurulması suretiyle savunma hakkının kısıtlanması" isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
    Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 27.02.2012 gün ve 43080 sayı ile;
    "TCK"nun 32/1. maddesi kapsamında akıl hastalığı olan sanığa müdafi tayin edilmiş, ifadesi alınmadan ceza verilmesine yer olmadığına ve müsadereye karar verilmiştir. Sanığın ifadesi alındığında suçu kabul etse mahkûmiyet kararı verilebilecek midir. O halde ifadesinin alınması davanın uzamasından başka bir sonuç vermeyecektir. Akıl hastalığı bulunan sanığın mahkûmiyetine karar verilmesi imkânsızdır. Mahkemece sanık hakkında ceza verilmesine yer olmadığına, güvenlik tedbirine ve müsadereye karar verilmesi isabetli bulunup, mahkûmiyet dışında bir karar verildiği nazara alındığında, sorgusu yapılmadan duruşmanın bitirilmesi de CMK"nun 193/2. maddesine uygundur" düşüncesiyle itiraz kanun yoluna müracaat ederek, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına ve yerel mahkeme hükmünün onanmasına karar verilmesi isteminde bulunmuştur.
    CMK"nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 8. Ceza Dairesi tarafından 14.12.2012 gün ve 27179-38231 sayı ile, itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

    Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ile Özel Daire arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; işlediği suçlara ilişkin ceza sorumluluğuna sahip olmayan sanık hakkında, sorgusu yapılmadan ceza verilmesine yer olmadığına ve suçta kullanılan silahın müsaderesine karar verilip verilemeyeceğinin belirlenmesine ilişkindir.
    İncelenen dosya kapsamına göre;
    Olay günü evinin penceresinden tabancayla ateş açtığı görülen sanık hakkında genel güvenliği kasten tehlikeye sokmak ve ruhsatsız silah bulundurmak suçlarından soruşturma başlatıldığı,
    Pınarhisar Devlet Hastanesince düzenlenen raporda; sanığın görsel halüsinasyonları bulunduğu, şizofren tanısı nedeniyle ileri tedavi için psikiyatri polikliniğine sevki gerektiğinin bildirildiği,
    Kırıkkale Devlet Hastanesi Psikiyatri Polikliniğince muayenesi yapılan sanığın aktif homisidal düşünceleri bulunduğunun tespit edildiği,
    Bakırköy Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesince tanzim edilen raporda da; alkole bağlı psikotik bozukluk tanısı ve homisid riski nedeniyle yatırılan sanığın, fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama ve davranışlarını yönlendirme yeteneğinin azalmış olduğu, dolayısıyla işlediği öne sürülen suça ilişkin ceza sorumluluğunun olmadığı, hakkında TCK"nun 32/1. maddesinin tatbiki ile koruma ve tedavi amaçlı akıl hastalarına özgü güvenlik tedbirlerinin uygulanmasının uygun olacağının belirtildiği,
    Yerel mahkemece sanığa zorunlu müdafi tayin edilip, sorgusu yapılmadan hakkında ceza verilmesine yer olmadığına, koruma amaçlı tedavi altına alınmasına ve suçta kullanılan tabancanın müsaderesine karar verildiği,
    Yerel mahkeme tarafından sorgusu yapılmayan sanığın Cumhuriyet savcılığında; olay sabahı evinde bulunduğu sırada, kendisine karşı bir saldırı yapılacağı düşüncesine kapıldığını, kafasında "seni öldüreceğim" şeklinde sesler yankılandığını ve evinin penceresinden havaya iki el ateş açtığını, suçta kullandığı tabancanın evinde bulunduğunu, birkaç kez de taşıdığını, olay nedeniyle pişman olduğunu savunduğu,
    Anlaşılmaktadır.
    Türk Ceza Kanununun 31/2 ve 32/1. maddelerinde kusur yeteneği dolaylı bir şekilde tanımlanmıştır. Bu hükümler uyarınca, işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama ve davranışlarını yönlendirme yeteneğinin bulunması durumunda kusur yeteneğinin varlığı kabul edilmiştir. Kusur yeteneğinin iki belirgin unsuru vardır. Bunlardan ilki; işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını anlayabilme, diğeri ise; eylemin hukuki anlam ve sonuçlarını kavrayan kişinin, davranışlarını bu algılama doğrultusunda hukuk düzeninin gereklerine uygun olarak yönlendirme yeteneğinin bulunmasıdır. "Algılama" ve "irade yeteneği" denilen bu iki öğenin kişide bir arada bulunmaması veya bu yeteneklerinde azalma meydana gelmesi halinde kusur yeteneğinin tam olmadığı kabul edilmelidir.
    Ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenler arasında bulunan akıl hastalığı, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 32. maddesinde;
    "1) Akıl hastalığı nedeniyle işlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılayamayan veya bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneği önemli derecede azalmış olan kişiye ceza verilmez. Ancak, bu kişiler hakkında güvenlik tedbirine hükmolunur.
    2) Birinci fıkrada yazılı derecede olmamakla birlikte işlediği fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneği azalmış olan kişiye, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine yirmibeş yıl, müebbet hapis cezası yerine yirmi yıl hapis cezası verilir. Diğer hâllerde verilecek ceza, altıda birden fazla olmamak üzere indirilebilir. Mahkûm olunan ceza, süresi aynı olmak koşuluyla, kısmen veya tamamen, akıl hastalarına özgü güvenlik tedbiri olarak da uygulanabilir" şeklinde hüküm altına alınmıştır.
    Buna göre, ortada bütün unsurlarıyla oluşmuş bir suç bulunmakta ise de, akıl hastası olduğu belirlenen sanık, işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılayamayacak durumda olduğundan, suçun işlenmesinden dolayı hukuki anlamda sorumlu tutulup cezalandırılamaz. TCK"nun 32/1. maddesi gereğince bu durumda bulunan sanığa ceza tayin edilmesi mümkün olmadığından, Ceza Muhakemesi Kanununun 223. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca "ceza verilmesine yer olmadığına" karar verilmesi gerekir. Öte yandan sanığa ceza verilemiyor olması, hakkında bir güvenlik tedbirine hükmolunmasına engel değildir. O halde akıl hastası sanığın tedavi ve muhafazasına karar verilebilmesi için, açılan davada isnat yeteneği ile "fiil- fail-akıl hastalığı" arasındaki ilişkinin belirlenebilmesi için bir yargılama faaliyetine ihtiyaç vardır.
    Öğretide; "Emniyet tedbiri veya ceza uygulaması failler hakkında kabul edildiğine göre, suçun işlendiği sıradaki tam ve yarım akıl hastalığının emniyet tedbiri veya dar manada ceza davası açılmasına, o kişilerin sanık sıfatı almasına ve son soruşturma yapılmasına tesir etmeyeceği" belirtilerek, ceza ehliyetine sahip olmayanların, ceza yargılaması sırasında sanık konumunda bulunabilecekleri vurgulanmıştır. (Nurullah Kunter, Ceza Muhakemesi Hukuku, Beta Yayınevi, Onuncu Bası, s.414)
    İşlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılayamayan veya fiille ilgili davranışlarını yönlendirme yeteneği önemli ölçüde azalmış olanlar hakkında güvenlik tedbiri uygulanabilmesi için açılan dava üzerine yapılan muhakeme güvenlik tedbiri muhakemesidir. Bu düşünceden hareketle, suçu işlediği sırada akıl hastası olanlar hakkında güvenlik tedbirine hükmedilebilmesi amacıyla açılan dava üzerine yapılan yargılama sırasında sanık konumunda bulundukları, dolayısıyla sanıklara tanınan haklardan yararlanabilecekleri hususunda herhangi bir şüphe yoktur. Koruma ve tedavi tedbiri bir suç işlenmesinin neticesi olduğundan, ancak suç işleyen kimselere uygulanması gereken bir müeyyidedir. Dolayısıyla bu tedbirin uygulanması için açılan dava bir ceza muhakemesi davasıdır. Mahkemenin TCK"nun 57. maddesinde düzenlenen tedbirlere karar verebilmesi için, sanığın bir suç işlemiş olması şart olduğuna göre, bütün deliller toplanıp sanığın sorgusu da yapılacak ve suç işlediği sabit bulunmazsa beraat kararı verilecektir. (Nurullah Kunter-Feridun Yenisey-Ayşe Nuhoğlu Ceza Muhakemesi Hukuku, Onsekizinci Baskı, Beta Yayınevi, İstanbul 2010, s. 1569-1571, 1593-1596)
    Diğer taraftan oldukça geniş bir kavram olan "savunma hakkı" şüpheliyi ve sanığı ilgilendirdiği kadar, bir gün şüpheli veya sanık konumuna düşebilecek olan toplumda yaşayan herhangi bir ferdi, dolayısıyla bütün toplumu ve yine adaleti sağlama yükümlülüğü bulunan Devleti de ilgilendirmektedir. Ceza muhakemesinin amacı, yargılama neticesi verilen ve iddia ile savunmanın değerlendirilmesinden ibaret olan hükmün doğru olmasını sağlamaktadır. Bu yönüyle, geniş bir bakış açısı ile değerlendirilmesi gereken savunma hakkı, yargı mercileri huzurunda kendisini savunma, müdafi yardımından yararlanma, susma, soru sorma, aleyhine olan işleme katılmama, tercümandan yararlanma, delillerin toplanmasını isteme, duruşmada hazır bulunma, kanun yoluna başvurma gibi hakları içermektedir.
    Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının "Temel haklar ve ödevler" bölümünde yer alan 36. maddesinde savunma hakkı; "Herkes meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir" şeklinde düzenlenmiş olup, "temel hak" niteliğine uygun olarak savunma hakkı verilmemesi veya savunma hakkının sınırlandırılması durumunda verilen karar hukuka aykırı olacaktır. Buna göre, sanığın ceza muhakemesindeki en önemli haklarından birisi, yargı mercilerince her aşamada nazara alınması gereken savunma hakkıdır. Anayasa ve uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınmış olan bu hakkın herhangi bir nedenle sınırlandırılması da mümkün değildir. Nitekim Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi uyarınca yürürlükte olan 308/8. maddesine göre savunma hakkının sınırlandırılması mutlak bozma nedenlerindendir.
    Savunma hakkının temelini oluşturan sorgu, sadece sanık lehine getirilmiş bir hüküm değil, aynı zamanda maddi gerçeğe ulaşmak amacıyla konulmuş, kamusal niteliği de bulunan emredici usul kuralıdır. Savunma hakkının sınırlandırılamayacağı ilke olmakla birlikte, kanun koyucunun başka bir mağduriyete sebebiyet vermemek, yargılamanın uzamasını engellemek, usul ekonomisi, gereksiz emek ve gider kaybına neden olmamak açısından bazı sınırlamalara gittiği de bir gerçektir. Ancak bu sınırlamalar istisna olup, bu hallerde dahi usul kanunumuz bazı şartların varlığını aramaktadır.
    Sanık duruşmada hazır bulunması gereken kişilerden olup, bu durum yargılamanın "yüze karşılık" özelliği ve savunma hakkının sonucudur. Bu nedenledir ki, ceza muhakemesi hukukumuzda istisnai haller haricinde, gelmeyen sanık hakkında duruşma yapılamayacaktır.
    CMK"nun 191. maddesi uyarınca, ceza muhakemesinin bir türü olduğu kabul edilen ve suçu işlediği sırada akıl hastası olanlar hakkında görülen güvenlik tedbiri yargılamasında duruşmaya tanık ve bilirkişi yoklamasıyla başlanacak, bundan sonra sanığın açık kimliği ve şahsi hali tespit edilecek, iddianamenin okunmasından sonra sanık, aynı kanunun 147. maddesinde öngörülen şekilde sorguya çekilecektir. Sorgusu sırasında sanığa üzerine atılı suç hakkında açıklamada bulunmamasının kanuni hakkı olduğu, şüpheden kurtulması için somut delillerin toplanmasını isteyebileceği hatırlatılacak, aleyhindeki şüphe nedenlerini ortadan kaldırmak ve lehine olan hususları ileri sürme imkânı verilecektir. Bu yönü itibarıyla sorgu, kamusal yanı bulunmakla birlikte öncelikle bir savunma aracıdır.
    Fiili işlediği sırada akıl hastası olduğu tespit edilen kişi hakkında uygulanacak güvenlik tedbirleri Türk Ceza Kanununun 57. maddesinde;
    "1) Fiili işlediği sırada akıl hastası olan kişi hakkında, koruma ve tedavi amaçlı olarak güvenlik tedbirine hükmedilir. Hakkında güvenlik tedbirine hükmedilen akıl hastaları, yüksek güvenlikli sağlık kurumlarında koruma ve tedavi altına alınırlar.
    2) Hakkında güvenlik tedbirine hükmedilmiş olan akıl hastası, yerleştirildiği kurumun sağlık kurulunca düzenlenen raporda toplum açısından tehlikeliliğinin ortadan kalktığının veya önemli ölçüde azaldığının belirtilmesi üzerine mahkeme veya hâkim kararıyla serbest bırakılabilir.
    3) Sağlık kurulu raporunda, akıl hastalığının ve işlenen fiilin niteliğine göre, güvenlik bakımından kişinin tıbbî kontrol ve takibinin gerekip gerekmediği, gerekiyor ise, bunun süre ve aralıkları belirtilir.
    4) Tıbbî kontrol ve takip, raporda gösterilen süre ve aralıklarla, Cumhuriyet savcılığınca bu kişilerin teknik donanımı ve yetkili uzmanı olan sağlık kuruluşuna gönderilmeleri ile sağlanır.
    5) Tıbbî kontrol ve takipte, kişinin akıl hastalığı itibarıyla toplum açısından tehlikeliliğinin arttığı anlaşıldığında, hazırlanan rapora dayanılarak, yeniden koruma ve tedavi amaçlı olarak güvenlik tedbirine hükmedilir. Bu durumda, bir ve devamı fıkralarda belirlenen işlemler tekrarlanır.
    6) İşlediği fiille ilgili olarak hastalığı yüzünden davranışlarını yönlendirme yeteneği azalmış olan kişi hakkında birinci ve ikinci fıkra hükümlerine göre yerleştirildiği yüksek güvenlikli sağlık kuruluşunda düzenlenen kurul raporu üzerine, mahkûm olduğu hapis cezası, süresi aynı kalmak koşuluyla, kısmen veya tamamen, mahkeme kararıyla akıl hastalarına özgü güvenlik tedbiri olarak da uygulanabilir.
    7) Suç işleyen alkol ya da uyuşturucu veya uyarıcı madde bağımlısı kişilerin, güvenlik tedbiri olarak, alkol ya da uyuşturucu veya uyarıcı madde bağımlılarına özgü sağlık kuruluşunda tedavi altına alınmasına karar verilir. Bu kişilerin tedavisi, alkol ya da uyuşturucu veya uyarıcı madde bağımlılığından kurtulmalarına kadar devam eder. Bu kişiler, yerleştirildiği kurumun sağlık kurulunca bu yönde düzenlenecek rapor üzerine mahkeme veya hâkim kararıyla serbest bırakılabilir" şeklinde düzenlenmiştir.
    TCK"nun 57. maddesi uyarınca muhafaza ve güvenlik tedbirinin, yüksek güvenlikli sağlık kurumlarında ve toplum açısından tehlikeliliğinin ortadan kalktığı veya önemli ölçüde azaldığı sağlık kurulu raporuyla tespit edilene kadar devam edeceği nazara alındığında, sanık açısından ağır sonuçlar meydana getireceği tartışmasızdır. Dolayısıyla kendisi açısından ağır neticeler doğuracağı muhakkak olan kararın verilme ihtimali bulunan bir yargılama sırasında bizzat sanığa, bu sonucu önlemeye yönelik savunma imkânı tanınması, sorguya ilişkin kanuni düzenlemenin getirdiği bir zorunluluk olduğu kadar, adil yargılanma hakkının da gereğidir.
    Öte yandan, bilirkişi raporunu denetleyecek, değerlendirecek ve gerektiğinde yeni bir bilirkişi görüşüne başvurabilecek olan hâkimin, duruşmadaki sorgusu sırasında sanığı bizzat görmesi, izlemesi ve kanunun gerekli kıldığı durumları tutanağa kaydetmesi gereklidir. Yine zamanaşımının dolması halinde güvenlik tedbirine hükmedilmesi imkânı bulunmadığından, dava zamanaşımını kesici özelliği olan sanığın sorguya çekilmesi işleminin gerçekleştirilmesi bu yönüyle de zorunludur.
    Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
    Alkole bağlı psikotik bozukluk nedeniyle, işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama yeteneğinin önemli derecede azaldığı ve davranışlarını yönlendirme kabiliyetinin de ortadan kalktığı adli raporlarla tespit edilen sanık hakkında soruşturma aşamasında sorgusu yapıldıktan sonra akıl hastalarına özgü güvenlik tedbirlerine ve suça konu silahın müsaderesine karar verilmesi istemiyle açılan davada yerel mahkemece, durumda sanığın sorgusu yapılmadan müdafi tayiniyle yetinilerek, muhafaza ve tedavi tedbiri ile suçta kullanılan tabancanın müsaderesine hükmolunması, usul ve kanuna aykırıdır.
    Bu itibarla, itirazın reddine karar verilmelidir.
    Çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul Üyesi E. Noyan;
    "Kanunun kapsamı başlığı altındaki 1. maddesinin birinci fıkrasında "Bu Kanun ceza muhakemesinin nasıl yapılacağı hususundaki kurallar ile bu sürece katılan kişilerin hak, yetki ve yükümlülüklerini düzenler" hükmü bulunan 5271 sayılı Caza Muhakemesi Kanununun ceza muhakemesinin yapılışıyla ilgili kurallarından bazıları sanığın duruşmadaki konumu hakkındadır.
    CMK"nun "Sanığın duruşmada hazır bulunmaması" başlığı altındaki 193. maddesinin ikinci fıkrasındaki "Sanık hakkında, toplanan delillere göre mahkûmiyet dışında bir karar verilmesi gerektiği kanısına varılırsa, sorgusu yapılmamış olsa da dava yokluğunda bitirilebilir" hükmü gereğince bazı hâllerde sanığın sorgusunun yapılmasına gerek bulunmamaktadır.
    1- CMK"nun 193. maddesinin ikinci fıkrasının uygulanma yeri beraat hükmünün derhal verileceği hâllerle sınırlı tutulamaz.
    CMK"nun 193. maddesinin 5353 sayılı Kanunun 28. maddesiyle değişik ikinci fıkrasındaki hüküm deliller değerlendirilerek de beraat hükmü kurulabileceği hakkında hükmü tereddüde yol açmayacak kadar açıktır.
    5353 sayılı Kanunun gerekçesinde de "Buna göre, sanık hakkında, toplanan delillere göre mahkûmiyet dışında bir karar verilmesi gerektiği kanısına varılırsa, sorgusu yapılmamış olsa dahi dava gıyabında bitirilebilir. Böylece sanığın lehine bir düzenleme getirilmiş ve gereksiz yere davanın uzaması önlenmek istenmiştir" denilerek kanun koyucunun amacı pekiştirilmiştir.
    Görülüyor ki bazı kararlarda dayanılan "ilk bakışta eylemin suç oluşturmayacağı ve derhal beraat kararı verilebilecek hallerle sınırlı olarak uygulanabileceği" sınırlamasına madde hükmünde de değişiklik gerekçesinde de yer verilmemiştir.
    CMK"nun 193. maddesinin ikinci fıkrasının açık hükmü karşısında; toplanan deliller beraat kararı verilmesi kanaatine vardırdığında sanığın sorgusunun yapılmasına gerek bulunmadığı, kaynaklarımızın vaktinde ve doğru sonuç almak yolunda özenli kullanılması gerektiği, eksik soruşturmayla açılan davada sanığın aleyhine bir uygulama olacak şekilde mutlaka sorgusunun yapılmasını şart koşmanın dayanağının olmadığı, usul ekonomisi ile adalet duygusunun da böyle gerektirdiği düşüncesindeyim.
    2- CMK"nun 193. maddesinin ikinci fıkrasının uygulanma yeri yalnızca beraat hükmü verilecek hâllerle sınırlı tutulamaz.
    Bazı hâllerde sanığın duruşmaya katılmasının gerekmemesi kanun koyucunun bir tercihidir.
    CMK"nun "Sanığın yokluğunda duruşma" başlığı altındaki 195. maddesinin birinci fıkrası da sanığın duruşmaya katılmak zorunluluğunu ortadan kaldıran başka bir hüküm olarak dikkate alınmalıdır. Madde metni şöyledir: "Suç, yalnız veya birlikte adlî para cezasını veya müsadereyi gerektirmekte ise; sanık gelmese bile duruşma yapılabilir. Bu gibi hâllerde sanığa gönderilecek davetiyede gelmese de duruşmanın yapılacağı yazılır."
    Nitekim başka durumlarda da davanın diğer taraflarının katılmalarına gerek bulunmayan düzenlemeler de yapılmıştır.
    Örnek olarak CMK"nun "Duruşmada hazır bulunacaklar" başlığı altında düzenlenen 188. maddesinin ikinci fıkrasında "Sulh ceza mahkemelerinde yapılan duruşmalarda Cumhuriyet savcısı bulunmaz." Bazen müdafiin katılması zorunlu olmasına rağmen bazı durumlarda duruşma müdafisiz yapılabilmektedir. CMK"nın "müdafiin görevlendirilmesi" başlığı altındaki 150. maddesinde tespit edilen zorunluluklar söz konusu değilse müdafiin duruşmada bulunması aranmamaktadır.
    CMK"nun "İfade ve sorgunun tarzı" 147. maddesi ise yapıldığı takdirde sorgu şekline ilişkin bir düzenleme olup, birinci fıkrasındaki "Şüpheli veya sanığın ifadesinin alınmasında veya sorguya çekilmesinde aşağıdaki hususlara uyulur" cümlesi de bunu göstermektedir. Tabiatıyla CMK"nun 193. maddesinin ikinci fıkrasındaki "sorgu yapılmadan hüküm kurulmasını" etkileyen bir hükmü hiç söz konusu değildir.
    Zaten sanığa müdafi atanmış olup, bu konuda bir uyuşmazlık mevcut değildir.
    Yargı organlarının mesai ve vakitlerinin boş yere uzayacak davalarda harcanması istenmemiştir. Ayrıca gerekçede bu düzenlemenin sanığın lehine olduğunun da belirtildiğinin gözden uzak tutulmaması gerekir. Eklenen fıkrayla sanığın da kişiliğine ve zamanına değer verilmiştir.
    3- Mahkumiyet dışında bir hüküm kurulmuştır.
    CMK"nun "Duruşmanın sona ermesi ve hüküm" başlığı altındaki 223. maddesinin birinci fıkrasında hangi kararların hüküm olduğu şu cümleyle belirlenmiştir: "Beraat, ceza verilmesine yer olmadığı, mahkûmiyet, güvenlik tedbirine hükmedilmesi, davanın reddi ve düşmesi kararı, hükümdür."
    a) Kurulan hükmün 5237 sayılı Türk Ceza Kanunundaki kanunî dayanakları "akıl hastalığı" başlığı altındaki 32. maddesi, "Eşya müsaderesi" başlığı altındaki 54. maddesi ile "Akıl hastalarına özgü güvenlik tedbirleri" başlığı altındaki 57. maddesi hükümleridir.
    Demek oluyor ki CMK"nun 223. maddesinin üçüncü fıkrasının (a) bendinde verilme şartları "Yüklenen suçla bağlantılı olarak yaş küçüklüğü, akıl hastalığı veya sağır ve dilsizlik hali ya da geçici nedenlerin bulunması" denilerek düzenlenen hükme göre kurulan "ceza verilmesine yer olmadığına" kararı ile maddenin altıncı fıkrasında "Yüklenen suçu işlediğinin sabit olması halinde, belli bir cezaya mahkûmiyet yerine veya mahkûmiyetin yanı sıra güvenlik tedbirine hükmolunur" hükmü uyarınca kararlaştırılan güvenlik tedbirleri "mahkumiyet dışında bir hüküm"dür.
    Bu sebeple CMK"nun 196. maddesinin ikinci fıkrası gereğince sanığın sorgusunun yapılmasına gerek bulunmamaktadır. Çeşitli sebeplerle aksine bir uygulama kanuna aykırı olacaktır.
    b) Müsaderesine karar verilen eşyanın ruhsatsız tabanca ile mermileri olduğunun gözetilmesi gerekir.
    5237 sayılı Türk Ceza Kanununun "Eşya müsaderesi" başlığı altındaki 54. maddesinin dördüncü fıkrasında; "Üretimi, bulundurulması, kullanılması, taşınması, alım ve satımı suç oluşturan eşya, müsadere edilir" hükmü mevcuttur.
    Anılan 54. maddenin gerekçesindeki iki paragrafa bakmak da yararlı olacaktır:
    " Yapılan yeni düzenleme ile getirilen temel değişiklik, müsaderenin hukukî niteliğinin bir güvenlik tedbiri olduğunun kabul edilmesidir. Bu nedenledir ki, müsadereye hükmedilmesi için bir suçun işlenmesi zorunlu olmakla birlikte, bu suçtan dolayı bir kimsenin cezaya mahkûm edilmesi gerekmemektedir. Örneğin suç işlenmesinde kullanılan tehlikeli eşya, bunu kullanan fail çocuk veya akıl hastası olması nedeniyle cezalandırılamasa dahi, müsaderesine hükmedilebilecektir.
    Maddenin dördüncü fıkrasında, yasak olan eşyanın müsaderesine ilişkin hükme yer verilmiştir. Üretimi, bulundurulması, kullanılması, taşınması, alım ve satımı suç oluşturan eşyanın, her hâlde müsaderesine hükmolunacaktır."
    Güvenlik tedbiri olarak düzenlenen müsadere hükmüne konu eşyanın niteliği de sorguyu gerektirmemektedir.
    4- Genel güvenliği kasten tehlikeye sokmak ve ruhsatsız silâh taşımak suçlarından ceza verilmesine yer olmadığını, akıl hastalarına özgü güvenlik tedbirlerini ve müsadereyi içeren hüküm onanmalıydı.
    Sanığın sorgusunun yapılmasını zorunlu kılan bir durum söz konusu değildir.
    Sanığın sorgusu yapılsa dahi mahkumiyet hükmü kurulması mümkün değildir.
    Akıl hastalılarına özgü güvenlik tedbirlerinin uygulanma gerekliliği gerçekleşmiştir.
    Sanığın kullandığı, bulundurulması ve taşınması suç olan tabanca ve mermilerin iadesi imkanı bulunmamaktadır.
    Açıkladığım sebeplerle Pınarhisar Asliye Ceza Mahkemesi tarafından TCK"nun 32/1, 57/1-2-3-4, 54/1-4. maddeleri ile CMK"nun 223/4-b maddesi gösterilerek kurulan hükmün yerinde olduğu, Yargıtay 8. Dairesinin CMK"nun 191 ve 147. maddeleri gereğince sorgusu yapılması gerekçesine dayanan bozma hükmünün yerinde olmadığı, dolayısıyla Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulü gerektiği kanaatinde olduğumdan çoğunluğun itirazın reddi kararına katılmıyorum" düşüncesiyle,
    Bir Genel Kurul Üyesi de; benzer düşüncelerle karşıoy kullanmışlardır.
    SONUÇ:
    Açıklanan nedenlerle;
    1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE,
    2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 30.10.2014 tarihinde yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.


    Hemen Ara