Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2013/300 Esas 2014/286 Karar Sayılı İlamı

Abaküs Yazılım
Ceza Genel Kurulu
Esas No: 2013/300
Karar No: 2014/286

Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2013/300 Esas 2014/286 Karar Sayılı İlamı

Ceza Genel Kurulu         2013/300 E.  ,  2014/286 K.

    "İçtihat Metni"

    Mahkemesi : İZMİR 17.Asliye Ceza
    Günü : 28.12.2011
    Sayısı : 654-705

    Sanıklar M.. A...., B. A.., D.. B.. ve Z.. A.. hakkında hırsızlık suçundan açılan kamu davasında, eylemin suç eşyasının satın alınması veya kabul edilmesi suçunu oluşturduğu kabul edilerek, sanıkların 5237 sayılı TCK’nun 165/1, 52 ve 53. maddeleri uyarınca 2 yıl hapis ve 12.000 Lira adli para cezası cezalandırılmalarına ve hak yoksunluğuna ilişkin, İzmir 17. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 19.03.2008 gün ve 480-129 sayılı hükmün sanıklar müdafileri tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 13. Ceza Dairesince 26.09.2011 gün ve 5667-1468 sayı ile;
    “Sanıkların, başka soruşturmaya konu katılmış oldukları yağma olayında yakınana ait aracı kullandıkları, tanık G. S.nin anlatımı, sanık M.. A..’in savunman huzurundaki savunmaları, diğer sanıkların olay tarihinde birlikte olduklarına ilişkin beyanları, olay yeri inceleme tutanakları ile dosya kapsamından anlaşılmış olup, mahkemece de durum bu şekilde kabul edildiği halde; sanıkların başka bir suç işlemek amacıyla plan yaptıkları ve bu plan gereği yakalanmamak için önceden çaldıkları yakınanın aracına sahte plaka da takarak yağma suçunda kullandıkları, dolayısıyla eylemlerinin hırsızlık suçunu oluşturduğu gözetilmeyerek, gerekçeyle çelişki oluşturacak biçimde suçun nitelendirilmesinde yanılgıya düşülerek, yazılı şekilde suç eşyasının kabul edilmesi suçundan hüküm kurulması” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
    Yerel mahkeme ise 28.12.2011 ve 654-705 sayı ile;
    "...Aracın 14.11.2005 tarihinde İzmir"de çalındığı, 16.11.2005 tarihinde yağma olayından sonra terk edilmiş olarak bulunduğu anlaşılıyorsa da arada geçen 3 gün içerisinde çalan kişilerden yağma amaçlı kullanılmak üzere alınabileceği bunun ihtimal dahilinde olduğu bilakis bozma sonrası sanık Doğan’ın kısmen ikrar içeren beyanı incelendiğinde aracın G. tarafından hırsız İsmail diye bilinen kişiye 250 kontör karşılığı yaptırıldığının ve aracın Hasanağa Parkında saklandığına yönelik anlatımlar içermesi dosyada özetlenen delillerin ışığında sanıkların olaya iştirakinin aracın çalınma tarihinden sonraki zamanlara denk gelmesi gibi sebepler dikkate alındığında suç eşyasının kabul edildiği konusunda çok net deliller olmakla beraber aracın suç için 4 sanığın da katılımı ile çalındığı konusunun delillerin yeterli olmaması sebebi ile sırf yağma suçunda kullandıkları için çalmış olabileceklerini düşünmek zorunluluğunun olmaması yağma suçunda kullanabilmek için başkaları adına çalınmış ve sahte plaka takılmış bir aracın bu işlerin içinde olan kişilerce rahatlıkla temin edilebileceği dikkate alındığında bozma ilamına uyularak sanıkların hırsızlık eyleminden mahkum edilmelerinin mümkün olmadığı kanaatine varılmıştır." gerekçesiyle önceki hükümde direnmiştir
    Bu hükmün de sanık M.. A.. tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay C.Başsavcılığının 22.03.2013 gün ve 117586 sayılı “temyiz talebinin süresinde olmadığından bahisle reddi” istekli tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
    Sanıklar B.A..... D.. B...... ve Z.. A.. hakkındaki hükümler temyiz edilmeksizin kesinleşmiş olup inceleme, sanık M.. A.. hakkında kurulan direnme hükmü ile sınırlı olarak yapılmıştır.
    Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın eyleminin "hırsızlık" suçunu mu, yoksa "suç eşyasının satın alınması veya kabul edilmesi" suçunu mu oluşturduğunun belirlenmesine ilişkin ise de, öncelikle temyiz isteminin süresinde olup olmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.
    İncelenen dosya kapsamından;
    Sanık hakkında hırsızlık suçundan kamu davası açıldığı, yerel mahkemece değişen suç vasfına göre suç eşyasının satın alınması veya kabul edilmesi suçundan hüküm kurulduğu, sanık müdafiinin temyizi üzerine Özel Dairece hükmün eylemin "hırsızlık" suçunu oluşturduğu gerekçesiyle bozulduğu, yerel mahkemece bozma ilamına uyulmayarak önceki hükümde direnildiği, 28.12.2011 günlü direnme hükmünün sanığın yokluğunda, müdafiinin ise yüzüne karşı verildiği, sanık müdafii tarafından suç vasfı yönünden talebine uygun olarak sanığın lehine verilen direnme hükmünün temyiz edilmediği, gerekçeli kararın 17.02.2012 tarihinde sanığa tebliğ olunduğu, sanığın da 20.02.2012 havale tarihli dilekçe ile hükmü temyiz ettiği,
    İlk hükmü temyiz edip direnme hükmünü temyiz etmeyen sanık müdafiinin soruşturma aşamasında 5271 sayılı CMK"nun 5560 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 150/3. maddesi uyarınca baro tarafından görevlendirildiği, sanığın atanan müdafiden haberdar olduğu, sanığın 07.07.2006 tarihli savcılık ifadesi, 08.07.2006 tarihli sorgusu ile 24.08.2006, 13.09.2006 ve 09.10.2006 tarihli oturumlarda bu müdafii huzurunda savunma yaptığı, sanığın bozmaya karşı diyeceklerinin tespit edildiği talimat mahkemesinde hakları hatırlatıldığında müdafi talep etmediğini beyan ettiği, temyiz dilekçesinde müdafiinin görevinin sonra ermesini istediğine ilişkin herhangi bir açıklamaya yer verilmediği,
    Anlaşılmaktadır.
    Olağan kanun yollarından olan temyiz incelemesinin yapılabilmesi için bir temyiz davası açılmış olmalıdır. Temyiz davasının açılabilmesi için de, 1412 sayılı CMUK"nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca yürürlükte bulunan 310. maddesine göre iki şartın varlığı gereklidir. Bunlardan ilki istek, ikincisi ise süre şartıdır.
    Uyuşmazlık konusu olayda istek şartının gerçekleştiği konusunda bir tereddüt bulunmadığından süre şartının gerçekleşip gerçekleşmediği üzerinde durulmalıdır.
    CMUK"nun 310. maddesinde, genel kural olarak tarafların temyiz isteğinde bulunabilecekleri süre hükmün tefhiminden, tefhim edilmemişse tebliğinden başlamak üzere bir hafta olarak belirlenmiştir. Temyiz süresi 310. maddenin 3. fıkrasındaki farklı durum hariç olmak üzere, hükmün açıklanması sırasında hazır bulunanlar yönünden bu tarihte, yokluklarında hüküm verilenler yönünden ise gerekçeli kararın tebliği tarihinde başlar.
    Öte yandan 7201 sayılı Tebligat Kanununun 11. maddesi uyarınca vekil vasıtasıyla takip edilen işlerde tebligat vekile yapılmalıdır. Vekilin ceza muhakemesindeki karşılığı olan müdafie yapılan tefhim veya tebligattan sonra ayrıca yeniden sanığa tebligat yapılmasına gerek olmayıp, buna rağmen gerekmediği halde yapılan tebligat temyiz süresini yeniden başlatmayacağı gibi yeni bir temyiz hakkı da doğurmayacaktır.
    Bununla birlikte Ceza Genel Kurulunun 05.06.2012 gün ve 616-218 sayılı kararında da açıklandığı üzere; kendisine zorunlu müdafi atandığının sanığa bildirilmediği ve bu konudaki iradesine değer verilmediği ya da bu konudaki görüşünün dosya kapsamından anlaşılamadığı durumlarda, hükmün müdafi yanında sanığın kendisine de tebliğinin adil yargılanma hakkının gereği olduğu kabul edilmelidir. Buna karşın kendisine zorunlu müdafi atandığının sanığa bildirildiği ve sanığın da buna itiraz etmediği durumlarda ise, zorunlu müdafie yapılmış bulunan tefhim veya tebliğ işlemlerinin, aynen vekâletnameli müdafide olduğu gibi geçerli olacağı ve gerek tefhime, gerekse tebliğe bağlı olan sürelerin işlemeye başlayacağı hususunda tereddüt bulunmamaktadır. Aksi halde, zorunlu müdafiliğe kanunun arzu etmediği ölçüde simgesel bir anlam yüklenmiş olur ki, bu kabul birçok karmaşayı da birlikte getirecektir.
    Diğer taraftan, somut olayda sanık bozmaya karşı diyeceklerinin sorulduğu talimat duruşmasında müdafi görevlendirilmesini istemediğini beyan etmiş ise de bu beyanı asıl mahkemesi dışında istinabe suretiyle ifadesi alındığından talimat duruşmasına o yer barosunca görevlendirilecek bir müdafiin katılmasını istemediği anlamına gelmekte olup, bu beyanı asıl mahkemesi huzurunda savunma görevini yapmakta olan ve varlığından haberdar olduğu mevcut müdafiinin görevinin sona ermesini istediği şeklinde kabul edilemeyecektir. Nitekim sanığın gerek temyiz dilekçesinde gerekse inceleme tarihine kadar dosyaya sunduğu diğer dilekçelerinde mecvut müdafiinin görevinin sona ermesini istediğini ortaya koyan bir açıklaması bulunmamaktadır.
    Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
    Hükmedilen ceza miktarı ibitarıyla re’sen temyiz incelemesine tâbi bulunmayan hükmün 28.12.2011 tarihli oturumda sanık müdafiinin yüzüne karşı tefhim edildiği, gerekmediği halde kararın kendisine tebliği üzerine sanığın esasen tefhimden itibaren başlamış bulunan bir haftalık kanuni süreyi geçirdikten sonra 20.02.2012 günlü dilekçe ile hükmü temyiz ettiği somut olayda, sanık müdafiinin yüzüne karşı verilen hükümde tefhimle başlayan bir haftalık temyiz süresi 07.01.2012 tarihinde sona ermiş olup, hükmün ayrıca gerekmediği halde sanığa tebliğ edilmesi yeni bir süre başlatmayacağı gibi yeni bir temyiz hakkı da doğurmayacaktır.
    Bu itibarla, sanığın kanuni süreden sonra gerçekleşen temyiz talebinin 1412 sayılı CMUK’nun 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 310 ve 317. maddeleri uyarınca reddine karar verilmelidir.
    SONUÇ:
    Açıklanan nedenlerle;
    1- Sanığın kanuni süreden sonra gerçekleşen temyiz talebinin 1412 sayılı CMUK’nun 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 310 ve 317. maddeleri uyarınca REDDİNE,
    2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay C. Başsavcılığına TEVDİİNE, 27.05.2014 günü yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.











    Hemen Ara