Esas No: 2009/6-57
Karar No: 2009/168
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2009/6-57 Esas 2009/168 Karar Sayılı İlamı
Ceza Genel Kurulu 2009/6-57 E., 2009/168 K.
"İçtihat Metni"
Nitelikli yağma suçundan sanık İ....K....’ın, 5237 sayılı TCY’nın 149/1-c, d, h, 62 ve 53. maddeleri uyarınca 10 yıl hapis cezası cezalandırılmasına ilişkin K...... Ağır Ceza Mahkemesince verilen 16.03.2006 gün ve 54-138 sayılı hükmün, sanık ve müdafii tarafından temyizi üzerine, Yargıtay 6. Ceza Dairesince 06.02.2007 gün ve 15805-1113 sayı ile;
“Sanık İ.....K.... savunmanı Av. İ....U....’un yüzüne karşı tefhim olunan hükme karşı sanık ve savunmanının yasal süreden sonra temyiz ve duruşmalı inceleme isteklerinde bulunduklarının anlaşılması karşısında bu konudaki isteklerinin 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi yollamasıyla 1412 sayılı CMUK’nun 317 ve 318. maddeleri uyarınca reddine”
” karar verilmiştir.
Yargıtay C.Başsavcılığı ise 06.03.2009 gün ve 4599 sayı ile;
“…yağma gibi çok ağır suçlamaya maruz kalan sanığa atanan Avukat İ.... G....’un mazeretsiz olarak duruşmaya iştirak etmemesi üzerine mahkemenin talebi doğrultusunda Baro Başkanlığı tarafından zorunlu müdafii olarak atanan Avukat İ....U....’un yüzüne karşı yapılmış olan tefhim, kendisine zorunlu müdafii atandığından haberdar edilmediği gibi zorunlu müdafii ile hiçbir oturumda bir araya gelmeyen sanık İ....K.... açısından hukuki sonuç doğurmayacağından, temyiz süresini de başlatmaz. Bu nedenle, temyiz davasının sanık müdafii ile sanığın temyiz isteminin süresinden sonra olduğundan bahisle reddi yerine, gerekçeli kararın sanığa tebliğ edilmemiş olması nedeniyle temyiz süresinin kararın öğrenildiği tarihten itibaren başlayacağı dikkate alınarak temyiz talebi ile buna bağlı olarak hükmedilen ceza süresine göre yasal süre içerisindeki duruşma isteğinin geçerli olduğunu kabul etmek gerekmektedir”
” görüşüyle itiraz yasa yoluna başvurarak, Özel Dairenin temyizin reddine ilişkin kararının kaldırılmasına ve dosyanın temyiz incelemesi yapılması için Özel Daireye gönderilmesine karar verilmesi isteminde bulunmuştur.
Dosya Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Yargıtay Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, sanığa baro tarafından görevlendirilen ve tefhimde hazır bulunan müdafiin, hükmü süresinden sonra temyiz etmiş olması halinde, kendisine zorunlu müdafii görevlendirildiğinden haberi olmayan sanığın öğrenme üzerine yaptığı temyiz başvurusunun geçerli sayılıp sayılamayacağına ilişkindir.
İncelenen dosya içeriğine göre;
Sanık hakkında 06.01.2005 tarihinde işlediği iddia edilen nitelikli yağma suçundan açılan kamu davasının yargılamasında, 03.03.2005 tarihli oturuma Avukat H....K...’nin, 28.04.2005 ile 23.01.2006 tarihleri arasında yapılan on oturuma da Avukat İ....G....’un sanık müdafii sıfatıyla katıldığı, ancak bu müdafiin 16.02.2006 tarihli oturuma iştirak etmemesi üzerine Baro Başkanlığınca 06.03.2006 tarihinde sanık müdafii olarak Avukat İ...U....’un görevlendirildiği, bu müdafiin sanığın hazır bulunmadığı 06.03.2006 ile hükmün verildiği 16.03.2006 tarihli oturumlara sanık müdafii olarak katıldığı, duruşmada adı geçen müdafii ile bir araya gelmeyen sanığın kendisini temsil eden bu müdafiiden haberdar olduğuna dair bir belge veya bilginin bulunmadığı, hükmün de bu müdafiin yüzüne karşı tefhim edildiği, müdafiin hükmü süresinden sonra 27.03.2006 tarihli süre tutum dilekçesi ile, kendisine herhangi bir tebligat yapılmayan sanığın ise 10.04.2006 tarihinde temyiz ettiği, Özel Dairenin hükmün sanık müdafiinin yüzüne karşı verildiği gerekçesiyle sanık ve Av. İ.....U....’un temyiz istemlerini reddettiği, Yargıtay C. Başsavcılığının ise kendisine zorunlu müdafii görevlendirildiğinden haberi olmayan ve zorunlu müdafii ile hiçbir oturumda bir araya gelmeyen sanık İ....K..... açısından bu müdafiin yüzüne karşı yapılan tefhimin hukuksal sonuç doğurmayacağı ve sanığın öğrenme ile yapmış olduğu temyizin süresinde kabul edilmesi gerektiği düşüncesiyle itiraz yasa yoluna başvurduğu görülmektedir.
Ayrıntıları Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 18.03.2008 gün ve 7-56 ile 07.04.2009 gün ve 16-90 sayılı kararlarında açıklandığı üzere; 5271 sayılı Yasanın 150. maddesinin 1., 2. ve 3. fıkraları ve aynı Yasanın 2. maddesindeki tanım uyarınca ceza yargılamasında zorunlu (veya istek üzerine atanan) müdafii ile vekaletnameli müdafii arasında her hangi bir fark öngörülmemiş, zorunlu müdafiilik ile ilgili ayrıntılar 5271 sayılı CYY’nın 150/son madde ve fıkrası uyarınca çıkarılacak yönetmeliğe bırakılmıştır.
Söz konusu “
“Ceza Muhakemesi Kanunu Gereğince Müdafi ve Vekillerin Görevlendirilmeleri ile Yapılacak Ödemelerin Usul ve Esaslarına İlişkin Yönetmelik”
” gerek sanığa müdafii görevlendirildiği 06.03.2006, gerekse hükmün verildiği 16.03.2006 tarihinden sonra 02.03.2007 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu nedenle uyuşmazlığın çözümünde bu yönetmelik hükümlerinin esas alınması olanağı bulunmamaktadır.
Uyuşmazlık konusu, Tebligat Hukuku ile değil münhasıran vazgeçilmez ve gözardı edilemez nitelikteki savunma hakkı ve daha geniş anlamda da adil yargılanma hakkı ile ilgili olduğundan, çözümün tebligata ilişkin hükümler yerine savunma hakkına ilişkin düzenlemelerden yola çıkılarak aranması isabetli olacaktır.
Anayasanın 36. maddesinde; “
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir”
” hükmüne yer verilmiş, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin “
“adil yargılanma hakkını”
” düzenleyen 6. maddesinin 3. fıkrasının b ve c bentlerinde ise; “
“her sanığın en azından,
b) Savunmasını hazırlamak için gerekli zamana ve kolaylıklara sahip olmak;
c) Kendi kendini savunmak veya kendi seçeceği bir avukatın yardımından yararlanmak ve eğer avukat tutmak için mali olanaklardan yoksunsa ve adaletin selameti gerektiriyorsa mahkemece görevlendirilecek bir avukatın para ödemeksizin yardımından yararlanabilmek…
…” hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Buradan çıkarılması gereken sonuç; savunma hakkının, temel insan hakları arasında yer alan hak arama özgürlüğünün bir gereği olduğu ve avukat tutma hakkının da savunma hakkından ayrı düşünülemeyeceği gerçeğidir.
Mevzuatımızda zorunlu müdafiilik sistemini öngören yasanın amacı, kendisini savunmak için yeterli maddi olanağı bulunmayanların bu hakkı kullanamamalarından kaynaklanabilecek olası hak kayıplarının önlenmesi, dolayısıyla da savunma hakkının etkin kullanılabilmesinin sağlanması suretiyle adil yargılanmanın gerçekleştirilmesidir. Bunun doğal sonucu olarak, maddi olanakları elverişli olan sanık nasıl ki vekâletname vermek suretiyle dilediği avukatı serbestçe tayin edebiliyorsa, parası olmayan sanığın da aynı şekilde müdafiiliğini üstlenecek avukatını serbestçe belirleyebilmesi, en azından kendisine tayin edilen avukatı beğenmediğinde değiştirme hakkının bulunması, daha da ötesi, görülmeye başlayacak davada kendisine müdafii olarak bir avukat atanacağının sanığa bildirilmesi gereklidir. Kendisine müdafii atandığını dahi bilmeyen ya da kendisine müdafii atanmakla birlikte beğenmediği takdirde bu avukatın değiştirilmesini isteme hakkına sahip bulunmayan bir sanığın, atandığını dahi bilmediği veya beğenmediği halde muhatap olmak zorunda kaldığı müdafiin tüm tasarruflarından sorumlu tutulması gerektiğini veya bu müdafiin yaptığı tüm işlemleri peşinen kabul etmiş sayılacağını söylemek nasıl mümkün değilse, böyle bir durumda savunma hakkının tam anlamıyla kullanılabileceğini düşünmek te olası değildir.
Kendisine zorunlu bir müdafii görevlendirileceğinin sanığa bildirilmediği ve sanığın bu konudaki iradesine değer verilmediği ya da başka bir ifadeyle sanığın bu konudaki iradesinin dosya kapsamından anlaşılamadığı durumlarda hükmün müdafii yanında sanığın kendisine de tebliğinin adil yargılanma hakkının bir gereği olduğu kabul edilmelidir.
Bununla birlikte, kendisine zorunlu müdafii atanacağının sanığa bildirildiği ve sanığın da buna herhangi bir itirazının bulunmadığı durumlarda; zorunlu müdafie yapılan tefhim veya tebliğ işlemlerinin aynen vekâletnameli müdafiide olduğu gibi geçerli olacağı ve gerek tefhime, gerekse tebliğe bağlı olan sürelerin işlemeye başlayacağı hususunda duraksama yaşanmamaktadır. Dolayısıyla, böyle durumlarda Tebligat Yasasının 11. maddesi uyarınca işlem yapılması gerekeceğinden, tebligat asile değil vekile (müdafie) yapılmalıdır. Aksi halde, zorunlu müdafiliğe yasanın arzu etmediği anlamda simgesel bir anlam yüklenmiş olur ki, bu kabul birçok kargaşayı da birlikte getirir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Sanığa mahkemenin istemi üzerine baro tarafından görevlendirilen zorunlu müdafiinin yüzüne karşı yapılmış olan tefhim, kendisine zorunlu müdafii atandığından haberdar edilmeyen sanık İ......K.... açısından hukuksal sonuç ifade etmediği gibi temyiz süresini de başlatmayacağından; sanığın öğrenme üzerine verdiği 10.04.2006 tarihli dilekçesine istinaden temyiz davasının açılması zorunluluğu bulunmaktadır.
Bu itibarla; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Dairenin “
“temyizin reddine”
” ilişkin kararının kaldırılmasına ve sanığın öğrenme üzerine verdiği dilekçe nedeniyle temyiz incelemesi yapılması için dosyanın Yargıtay 6. Ceza Dairesine gönderilmesine karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 6. Ceza Dairesinin 06.02.2007 gün ve 15805-1113 sayılı sanığın temyizin reddine ilişkin kararının KALDIRILMASINA,
3- Dosyanın, sanık İ.....K...’ın 10.04.2006 tarihli temyiz dilekçesine dayalı olarak temyiz incelemesi yapılması için Yargıtay 6. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 16.06.2009 günü yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.