Esas No: 2010/2-100
Karar No: 2010/169
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2010/2-100 Esas 2010/169 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
Tebliğname : 2008/153998
Yargıtay Dairesi : 2. Ceza Dairesi
Mahkemesi : HATAY 1. Asliye Ceza
Günü : 20.02.2008
Sayısı : 821-90
Sanık H... Ö...’nin, elektrik hırsızlığı suçundan 765 sayılı TCY’nın 492/2, 522/1, 523/1 ve 647 sayılı Yasanın 4. maddeleri uyarınca 720 YTL adli para cezasıyla cezalandırılmasına, bu cezasının 647 sayılı Yasanın 6. maddesi uyarınca ertelenmesine ilişkin, Hatay 1. Asliye Ceza Mahkemesince 21.12.2005 gün ve 214-1032 sayı ile verilen kararın, sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine, dosyayı inceleyen Yargıtay 2. Ceza Dairesince 26.09.2007 gün ve 8167-11947 sayı ile;
“15.03.2003 tarihli kaçak elektrik kullanma tespit tutanağı ile sayacın mühürlü olduğunun belgesi olan, elektrik bağlantı iş bitim belgesinin onaylı suretlerinin katılan kurumdan getirtilerek bir karar verilmesi gerekirken onaysız fotokopi belgelere dayanılarak hüküm kurulmak suretiyle 5271 sayılı CMK’nun 169. maddesine aykırı davranılması” gerekçesiyle bozulmasına karar verilmiştir.
Yerel Mahkeme ise, 20.02.2008 gün ve 821-90 sayı ile;
“Dosyanın incelenmesinde, 14.03.2003 tarihli kaçak cereyan kullanma tutanağında, üzerinden ölçüm dışı elektrik kullanıldığı belirtilen sayacın mühürlü olduğunun açıkça belirtildiği, dosyada bulunan ve sayacın mühürlendiğine ilişkin belge niteliğinde olan 02.10.2000 tarihli elektrik bağlantı iş bitimi başlıklı belgenin alt tarafında ‘Aslı Gibidir, Döne Sarsar’ ibaresinin yazılı olduğu görülmektedir.
Suç tespit tutanağında sayacın mühürlü olduğu açıkça belirtilmiş olması karşısında, iş bitim belgesi temin edilemese bile sonucun değişmeyeceği, zira aksi ispatlanmamış olan 15.03.2003 tarihli suç tutanağında sayacın mühürlü olduğu belirtilmiştir.
Yukarıda anlatılan durum karşısında Yargıtay bozma ilamının yerinde olmadığı ve eski kararda direnilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır” gerekçesiyle önceki hükümde direnmiştir.
Bu hükmün de sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının bozma istekli 03.03.2010 gün ve 153998 sayılı tebliğnamesi ile Yargıtay 2. Ceza Dairesine, bu Dairece de hükmün direnme kararı niteliğinde olması nedeniyle 31.03.2010 gün ve 7883-10005 sayı ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanığın elektrik hırsızlığı suçundan cezalandırılmasına karar verilen olayda, Özel Daire ile yerel mahkeme arasında çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, yeterli soruşturma yapılıp yapılmadığının belirlenmesine ilişkindir.
Ancak incelenen dosya içeriğine göre;
1- Suç tarihinin 1 Haziran 2005 tarihinden önce olduğu nazara alındığında, yerel mahkemece, 5252 sayılı Yasanın 9, 765 sayılı TCY’nın 2 ve 5237 sayılı TCY’nın 7. maddelerine uygun olarak lehe yasa karşılaştırması yapılmasının gerekip gerekmediği,
2- Bozmadan sonra yapılan yargılamada, sanık adına çıkartılan duruşma davetiyesinin adresin yetersiz olması nedeniyle tebliğ yapılmadan iade edilmesi karşısında, bozma kararından haberdar olmayan sanığın yokluğunda direnme kararı verilmesinin olanaklı olup olmadığı,
3- Yine bozmadan sonra yapılan yargılamada, 20.02.2008 tarihinde karar verildiği halde, 08.02.2008 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 5728 sayılı Yasa ile değişik CYY’nın 231. maddesi uyarınca, sanık hakkındaki hükmün açıklanmasının geri bırakılması koşullarının bulunup bulunmadığının tartışılmasının gerekip gerekmediği,
Hususları, Yargıtay İç Yönetmeliğinin 27. maddesi uyarınca ön sorun olarak, öncelikle değerlendirilmiştir.
Birinci nedeninin incelenmesinde;
1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren, 5252 sayılı Türk Ceza Yasasının Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Yasanın; “Lehe olan hükümlerin uygulanmasında usul” başlıklı 9. maddesinde;
“(1) 1 Haziran 2005 tarihinden önce kesinleşmiş hükümlerle ilgili olarak, Türk Ceza Kanununun lehe olan hükümlerinin derhal uygulanabileceği hallerde, duruşma yapılmaksızın da karar verilebilir.
(2) Birinci fıkra hükmü, 1 Haziran 2005 tarihinden önce verilip de Yargıtay tarafından lehe olan hükümlerin uygulanması hususunda değerlendirme yapılması gerektiği gerekçesiyle bozularak mahkemesine gönderilen hükümler hakkında da uygulanır.
(3) Lehe olan hüküm, önceki ve sonraki kanunların ilgili bütün hükümleri olaya uygulanarak, ortaya çıkan sonuçların birbirleriyle karşılaştırılması suretiyle belirlenir.
(4) Kesin hükümle sonuçlanmış olan davalarda, sonradan yürürlüğe giren bir kanunla ilgili olarak lehe hükmün belirlenmesi ve uygulanması amacıyla yapılan yargılama bakımından dava zamanaşımına ilişkin hükümler uygulanmaz” hükmüne yer verilmiştir.
Maddenin 3. fıkrasındaki düzenleme; olaya her iki yasanın ilgili tüm hükümleri birbirine karıştırılmaksızın uygulanmak suretiyle ayrı ayrı sonuçlar belirlenmesini ve bunların karşılaştırılmasını gerekli kılmaktadır. Lehe yasanın saptanması için, maddi olaya eski yasalar ile yeni yasa yekdiğerinin hiçbir hükmü karıştırılmadan bir bütün halinde uygulanacak ve uygulama sonucunda ortaya çıkan sonuçlar birbirleriyle karşılaştırılacaktır. Ancak bu karşılaştırmada, hükmün tesisi aşamasında uygulanması gereken normlarla, hükmün infazına ilişkin normlar birlikte değil, ayrı ayrı değerlendirmeye tabi tutulacaktır. Bu değerlendirmede hükmün tesisi aşamasında uygulanması gereken düzenlemelerin aynı yasa kapsamında bulunup bulunmadığına bakılmaksızın, sadece tek bir yasa değil, bir müesseseyle ilgili düzenlemelerin yer aldığı tüm yasalar birlikte gözetilecektir.
Değerlendirme yapılırken hükmün gerekçe bölümünde yukarıda belirtilen ilkelere uygun olarak, her iki yasaya göre uygulama yapılarak sonuçları gerekçeleriyle birlikte belirtilmeli, lehe yasanın hangisi olduğu saptandıktan sonra, hüküm fıkrasında; lehe olduğu kabul edilen yasa ilgili tüm hükümleriyle birlikte olaya uygulanmak suretiyle hüküm tesis edilmelidir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 31.01.2006 gün ve 10-8 sayılı kararında da belirtildiği gibi; lehe durumun doğma olasılığının bulunduğu her halde 5252 sayılı Yasanın 9/3. maddesindeki ilkelere uygun olarak denetlenebilir açıklıkta karşılaştırma ve uygulama yapılması yasal gerekliliktir.
İncelenen dosyada;
Yerel mahkemece sanığın işlediği sabit görülen suç itibariyle 765 sayılı TCY ile uygulama yapılmış, ancak lehe yasanın tespiti bakımından, 5252 sayılı Yasanın 9/3. maddesinde öngörüldüğü üzere, “765 ve 5237 sayılı Yasalar olaya uygulanmak ve ortaya çıkan sonuçlar birbirleriyle karşılaştırılmak” suretiyle bir değerlendirme yapılmadığı gibi, bu yönüyle denetlenebilir bir hüküm de kurulmamıştır.
İkinci nedenin incelenmesinde;
5320 sayılı Yasanın 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı CYUY’nın 326. maddesinde, “Yargıtay’dan verilen bozma kararı üzerine davaya yeniden bakacak mahkeme ilgililere bozmaya karşı diyeceklerini sorar.
Sanık veya müdahil ve vekillerine davetiye tebliğ olunamaması veya davetiye tebliğ olunmasına rağmen duruşmaya gelmemeleri nedeniyle bozmaya karşı beyanları tespit edilmemiş olsa dahi duruşmaya devam edilerek dava gıyapta bitirilebilir. Ancak sanık hakkında verilecek ceza, bozmaya konu olan cezadan daha ağır ise herhalde dinlenilmesi gerekir” hükmü yer almaktadır.
Bu hüküm gereğince, bozma kararı sanık lehine olsa dahi bozmadan sonra yapılan yargılamada yerel mahkemece sanık, katılan ve varsa vekillerine duruşma gününü bildirir davetiye tebliğ olunmalı, duruşma gününden haberdar edilmelidirler. Yerleşmiş yargısal kararlarda da vurgulandığı üzere, tebligat yapılamaması veya davetiye tebliğ olunmasına rağmen sanığın duruşmaya gelmemesi halinde, verilecek ceza bozmaya konu olan cezadan daha hafif ise yargılamaya devam olunarak bir karar verilmelidir.
Somut olayda bozmadan sonra yapılan yargılamada, sanık adına çıkartılan duruşma davetiyesinin, adresin yetersiz olması nedeniyle tebliğ edilmeden iade edildiği görülmektedir. Oysa, yargılama aşamasında daha önce sanığın iş adresi olan, “Betonsan Pasajı, İpek Düğün Salonu üstü, Özdemir Elektrik, Hatay” adresine tebligat yapıldığı anlaşılmaktadır. Yerel mahkemece sanığa usulüne uygun tebligat yapılıp, bozma ilamından haberdar edilmesi ve diyeceklerini bildirme olanağının sağlanması gerekirken, bu usulî zorunluluğa uyulmadan, yargılamaya devamla savunma hakkı kısıtlanmak suretiyle yokluğunda karar verilmesi, CYUY’nın 326/2 ve 308/8. maddelerine aykırıdır.
Üçüncü nedenin incelenmesinde;
Sanık hakkında kurulan mahkûmiyet hükmünün hukuki bir sonuç doğurmamasını ifade eden ve doğurduğu sonuçlar itibariyle karma bir özelliğe sahip bulunan, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu, denetim süresi içinde kasten yeni bir suçun işlenmemesi ve yükümlülüklere uygun davranılması halinde, geri bırakılan hükmün ortadan kaldırılarak kamu davasının 5271 sayılı CYY’nın 223. maddesi uyarınca düşmesi sonucunu doğurduğundan, bu niteliğiyle sanık ile devlet arasındaki cezai nitelikteki ilişkiyi sona erdiren düşme nedenlerinden birisini oluşturmaktadır.
Koşullu bir düşme nedeni oluşturan “hükmün açıklanmasının geri bırakılması” müessesesi, mahkûmiyet, suç niteliği ve ceza miktarına ilişkin objektif koşulların varlığı halinde, diğer kişiselleştirme hükümlerinden önce ve re’sen mahkemece değerlendirilerek, uygulanması yönünde kanaate ulaşıldığı takdirde, hiçbir isteme bağlı olmaksızın öncelikle uygulanacak, koşullarının bulunmadığı veya uygulanmaması yönünde kanaate ulaşıldığı taktirde ise diğer kişiselleştirme nedenleri değerlendirilebilecektir.
Ceza Genel Kurulunun ve Özel Dairelerin yerleşmiş kararlarında da vurgulandığı üzere, sanık hakkında sonuç cezanın tayininden sonra, hükmolunan cezanın iki yıl veya daha az süreli hapis cezası olması veya adli para cezası olması halinde, öncelikle yasal bir zorunluluk olarak 5271 sayılı Yasanın 231. maddesinin 5-14. fıkralarında düzenlenmiş bulunan hükmün açıklanmasının geri bırakılması koşullarının bulunup bulunmadığı, hiçbir isteme gerek kalmaksızın re’sen değerlendirilecek, olumsuz sonuca ulaşıldığı takdirde, cezanın kişiselleştirilmesine ilişkin, 647 sayılı Yasanın 4 ve 6. maddeleri ile 5237 sayılı Yasanın 50 ve 51. maddeleri yönünden bir değerlendirme yapılabilecektir.
Somut olayda, 08.02.2008 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 5728 sayılı Yasanın 562. maddesi ile CYY’nın 231. maddesinin 5 ve 14. fıkralarında gerçekleştirilen değişiklikler sonucunda, bu maddede öngörülen objektif ve subjektif koşulların varlığı halinde uygulanması olanağı bulunan “hükmün açıklanmasının geri bırakılması” kurumunun tatbik alanı genişletilmiş ve herhangi bir sabıkası bulunmayan sanık hakkında tayin olunan ceza da nazara alındığında, uygulanabilir hale gelmiştir. Ancak, Yerel mahkemece 20.02.2008 tarihinde direnme hükmü kurulurken bu Yasal değişiklik nazara alınmamış ve CYY’nın 231/5. maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin herhangi bir değerlendirme yapılmamıştır. Yerel mahkemenin direnme hükmü bu yönüyle de isabetsizdir.
Bu itibarla, diğer yönlerinin bu aşamada incelenmesine gerek bulunmayan yerel mahkeme hükmünün;
1- Suç tarihinin 1 Haziran 2005 tarihinden önce olduğu nazara alındığında, yerel mahkemece herhangi bir şekilde lehe yasa karşılaştırması yapılmamasının, 5252 sayılı Yasanın 9, 765 sayılı TCY’nın 2 ve 5237 sayılı TCY’nın 7. maddelerine,
2- Bozmadan sonra yapılan yargılamada, sanık adına çıkartılan duruşma davetiyesinin adresin yetersiz olması nedeniyle tebliğ yapılmadan iade edilmesi karşısında, lehine olsa dahi bozma kararından haberdar olmayan sanığın yokluğunda direnme kararı verilmesinin 1412 sayılı CYUY’nın 326. maddesine,
3- Yine bozmadan sonra yapılan yargılamada, 20.02.2008 tarihinde karar verildiği halde, 08.02.2008 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 5728 sayılı Yasa ile değişik CYY’nın 231. maddesi uyarınca, sanık hakkındaki hükmün açıklanmasının geri bırakılması koşullarının bulunup bulunmadığının tartışılmamasının yasaya,
Aykırılığı isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Hatay 1. Asliye Ceza Mahkemesinin 20.02.2008 gün ve 821-90 sayılı direnme hükmünün, saptanan usul yanılgıları nedeniyle diğer yönleri incelenmeksizin BOZULMASINA,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na TEVDİİNE, 06.07.2010 günü yapılan müzakerede sonuçta tebliğnamedeki düşünceye uygun olarak oybirliği ile karar verildi.