AYM 2018/25075 Başvuru Numaralı CÜNEYT ALEMDAR Başvurusuna İlişkin Karar

Abaküs Yazılım
İkinci Bölüm
Esas No: 2018/25075
Karar No: 2018/25075
Karar Tarihi: 16/12/2020

AYM 2018/25075 Başvuru Numaralı CÜNEYT ALEMDAR Başvurusuna İlişkin Karar

 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

CÜNEYT ALEMDAR BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/25075)

 

Karar Tarihi: 16/12/2020

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

Raportör

:

Eren Can BENAKAY

Başvurucu

:

Cüneyt ALEMDAR

Vekili

:

Av. Ayşe BATUMLU KAYA

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, ilave tediye alacağının tahsili amacıyla açılan davanın Yargıtay daireleri arasında süregelen görüş ayrılığı dolayısıyla reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 1/8/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu, Posta ve Telgraf Teşkilatı A.Ş.de (PTT) 9/6/2008 tarihi ile 21/11/2014 tarihi arasında posta dağıtım elemanı olarak çalışmıştır.

9. Başvurucu, kamu personeli olduğunu ileri sürerek 4/7/1956 tarihli ve 6772 sayılı Devlet ve Ona Bağlı Müesseselerde Çalışan İşçilere İlave Tediye Yapılması Hakkında Kanun uyarınca her bir yıllık çalışma süresi içinde ödenmesi gereken iki aylık tutarındaki ilave tediye alacağının ödenmesi amacıyla PTT aleyhine dava açmıştır.

10. Bursa 7. İş Mahkemesi (Mahkeme) 14/12/2017 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucunun davalının anlaşma sağladığı alt işverenin işçisi olduğu ifade edilmiştir. Davalı ile alt işveren arasında asıl işveren ve alt işveren ilişkisinin bulunduğu, bu ilişkinin muvazaa şartlarını taşımadığı belirtilmiştir. Başvurucunun asıl işveren olan PTT"nin işçisi olmaması nedeniyle 6772 sayılı Kanun kapsamında olmadığı ve ilave tediye alacağına hak kazanmadığı sonucuna varılmıştır.

11. Başvurucu istinaf yoluna başvurmuştur. Bursa Bölge Adliye Mahkemesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 9. Hukuk Dairesinin 25/5/2018 tarihli kararıyla istinaf talebi reddedilerek mahkeme kararı kesin olarak onanmıştır.

12. Nihai karar başvurucuya 16/7/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 1/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

1. Kanun Hükümleri

13. 6772 sayılı Kanun’un 1. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Umumi, mülhak ve hususi bütçeli dairelerle mütedavil sermayeli müesseseler, sermayesinin yarısından fazlası Devlete ait olan şirket ve kurumlarla belediyeler ve bunlara bağlı teşekküller, 3460 ve 3659 sayılı kanunların şümulüne giren İktisadi Devlet Teşekkülleri ve diğer bilcümle kurum, banka, ortaklık ve müesseselerinde müstahdem olanlardan İş Kanununun şümulüne giren veya girmiyen yerlerde çalışmakta olan ve İş Kanununun muaddel birinci maddesindeki tarife göre işçi vasfında olan kimselere, ücret sistemleri ne olursa olsun, her yıl için birer aylık istihkakları tutarında ilave tediye yapılır.""

14. 6772 sayılı Kanun’un 2. maddesi şu şekildedir:

"Birinci maddede sözü geçen işçilerden maden işletmelerinin munhasıran yeraltı işlerinde çalışanlarına bu işlerde çalıştıkları müddetle mütenasip olarak her yıl için ayrıca birer aylık istihkakları tutarında bir ilave tediye daha yapılır.""

15. 6772 sayılı Kanun’un 3. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Birinci ve ikinci maddelerde yazılı olan işçilere mezkür maddeler gereğince yapılan tediyelerden ayrı olarak her yıl için bir aylık istihkakları tutarını geçmemek üzere Cumhurbaşkanı karariyle aynı nispette bir ilave tediye daha yapılabilir.""

16. 6772 sayılı Kanun’un 7. maddesi şöyledir:

"Bu kanun neşri tarihinden itibaren mer"idir.""

2. Yargıtay Kararları

17. Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 14/1/2020 tarihli ve E.2019/8139, K.2020/219 sayılı kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Dosyada mevcut taraflar arasındaki hizmet alım sözleşmesi posta taşıma işlerinin yürütülmesine yönelik olup davacıya ait iş sözleşmesinde yapılacak iş olarak, PTT kargo yükleme ve taşıma işi, gösterilmiştir. Yine dinlenen davacı tanıklarının beyanlarından davacının kargo teslimi işinde yükleme, teslim alma, taşıma işlerinde çalıştığı anlaşılmaktadır.

Yukarıda özetlenen bozma ilamında da belirtildiği üzere 5584 sayılı Posta Kanununda özel hüküm olup 2. ve 10. maddelerindeki hükümler nedeniyle davacının yaptığı iş alt işverene verilebilecek bir iştir. Mutemet olarak çalıştığı iddiası da ispatlanamamıştır. Bu açıklamalara göre davalı idare ile feri müdahil arasındaki ilişkinin asıl işveren-alt işveren ilişkisi olduğu kabul edilerek ilave tediyeye yönelik talebin reddine karar verilmesi gerekirken çelişkili gerekçe ile kabul edilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir."

18. Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 7/5/2019 tarihli ve E.2017/10389, K.2019/10147 sayılı kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

""Somut uyuşmazlıkta mahkemece gerekçede “ davacının Posta ve Telgraf müdürlüğüne bağlı değişen taşeron firmalarda aralıksız olarak çalıştığı anlaşılmakla, Yargıtay içtihatlarında alt işveren işçilerinin üstlenilen iş dışında başka bir işte çalıştırılmaları halinde asıl işveren işçisi olarak işlem göreceği, işçi teminine yönelik sözleşmelerin muvazaa kapsamında değerlendirilmesi gerektiği, kamu işverenleri için farklı bir uygulamaya gidilmesinin hukuken korunmayacağı belirtilmekte olup davacı işçinin 4857 sayılı İş Kanunun 2/6 maddesi gereği davalının işçisi olarak çalıştığının kabulü gerekmektedir.” şeklinde hüküm kurulmuş ise de, gerekçede hem davacının4857 sayılı İş Kanunu"nun 2/6 maddesi gereği davalı kurumun işçisi olarak çalıştığının kabulünün gerektiği belirtildiği hem de ilave tediye alacağının reddine karar verildiği anlaşıldığından kendi içinde çelişkili olan, davalı kurum ile taşeron şirketler arasındaki alt işverenlik sözleşmesinin muvazaalı olup olmadığı hususunda mahkemenin kabulünün ne olduğu belirlenemeyen ve anlamlı bir bütünlük oluşturmayan kararın bozulması gerekmiştir."

19. Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 13/9/2018 tarihli ve E.2018/5933, K.2018/15732 sayılı kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Somut uyuşmazlıkta; Dairemizin bozma kararı sonrasında Mahkemece yapılan araştırmaya göre dosya içeriği dikkate alındığında, davacı işçinin davalı kurumun posta ve kargo dağıtım işinde alt işveren işçisi olarak (şoför) çalıştığı, yapılan alt işverenlik sözleşmelerinin muvazaalı bir ilişkiye dayandığının davacı tarafından somut olarak kanıtlanmadığı, aksine davalı kurum ile ihbar olunan şirketler arasındaki ilişkinin asıl işveren-alt işveren ilişkisine dayandığı anlaşılmakta olup, baştan beri davalı Posta ve Telgraf Teşkilatı A.Ş. Genel Müdürlüğü nezdinde kamu işçisi olduğu kanıtlanmayan davacının ilave tediye alacağından yararlanamayacağı ortadadır. Mahkemece de bu durumun tespit edilmesine karşın, karar gerekçesi ile çelişki yaratılarak davacının ilave tediye alacağı talebinin hüküm altına alınması 6100 sayılı HMK’nun 298/2. maddesine aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir."

20. Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 30/11/2017 tarihli ve E.2017/7054, K.2017/19527 sayılı kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Mahkemece, 5584 Sayılı Posta Kanununun 10. maddesine eklenen fıkra ile, “PTT idaresinin postaların ayrım ve dağıtım işlerini ihale yolu ile üçüncü şahıslara gördürebileceği” şeklindeki düzenleme gerekçe gösterilerek, muvazaa bulunmadığı gerekçesiyle davacının ilave tediye alacağı talebinin reddine karar verilmiş ise de, yukarıda belirtilen açıklamalara göre yeterli araştırma yapılmadığı anlaşılmıştır.

Mahkemece, yapılan alt işverenlik sözleşmelerinin iş hukukunun öngördüğü kamusal yükümlülüklerden kaçınmayı amaçlayıp amaçlamadığı, işçilerin iş sözleşmesi, toplu iş sözleşmesi yahut mevzuattan kaynaklanan bireysel veya kolektif haklarını kısıtlamaya ya da ortadan kaldırmaya yönelik yapılıp yapılmadığı, araştırılmalı, davalı idare ile dava dışı şirketler arasındaki ilişkinin asıl işveren-alt işveren ilişkisi mi, yoksa muvazaalı bir ilişki mi bulunduğu açıkça tespit edilip sonucuna göre bir karar verilmelidir. Eksik inceleme ile karar verilmesi hatalıdır.""

21. Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 28/5/2019 tarihli ve E.2016/13315, K.2019/11884 sayılı kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"6475 sayılı Posta Hizmetleri Kanunu"nun 25/3-e. maddesinde yönetim kurulunun görev ve yetkileri arasında "Faaliyet ve iş alanlarına ilişkin olarak gerçek ve tüzel kişilerle sözleşme imzalanması veya ortaklıklar kurulmasına, postaların ayırım ve dağıtım işleri için iş satın alınmasına karar vermek" hüküm altına alınmış olduğundan, davalı işverenler arasında geçerli ve muvazaaya dayanmayan bir asıl işveren-alt işverenlik sözleşmesi bulunduğu anlaşılmaktadır.

Asıl işveren-alt işveren ilişkisinin kanuni unsurlarını taşıması durumunda, işçinin asıl işverenin taraf olduğu toplu iş sözleşmesinden yararlanması mümkün değildir.

Somut olayda; davalı Posta ve Telgraf Teşkilatı Anonim Şirketi ile dava dışı Asgün Tur Tek. İnş. ve Oto. San. ve Tic. Ltd. Şti. arasında 4734 sayılı İhale Kanunu uyarınca "Posta Hizmet Alımlarına İlişkin Pazarlık Usulü Tip İdari Şartname" imzalanmıştır. Konusu, posta gönderilerinin işlenmesi ve taşınıp dağıtılması işidir. Verilen işin ihale usulü yapılmasında engel bulunmamasına göre, 4857 sayılı Kanun"un 2/6. maddesine uygundur. Bu durumda, mevcut olgulara göre davalılar arasındaki asıl işveren-alt işveren ilişkisi kanuna uygun ve muvazaaya dayanmadığı, alt işveren ile sendika arasında imzalanmış herhangi bir toplu iş sözleşmesinin bulunmadığı, bu sebeple alt işveren işçilerinin, asıl işverenin kadrolu işçileri için sendika ile imzaladığı toplu iş sözleşmesi ile sağlanan haklardan yararlanması mümkün olmadığından, davanın reddi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.""

22. Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 24/11/2016 tarihli ve E.2016/30942, K.2016/25867 sayılı kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Muvazaa Borçlar Kanunu"nda düzenlenmiş olup tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacıyla ve kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç meydana getirmesi arzu etmedikleri görünüşte bir anlaşma olarak tanımlanabilir. Üçüncü kişileri aldatmak kastı vardır ve sözleşmedeki gerçek amaç gizlenmektedir. Muvazaanın ispatı genel ispat kurallarına tabidir. Bundan başka 4857 sayılı Kanun’un 2. maddesinin 7. fıkrasında sözü edilen hususların adi kanuni karine olduğu ve aksinin ispatlanmasının mümkün olduğu kabul edilmelidir.

Alt işverene verilmesi mümkün olmayan bir işin bırakılması veya muvazaalı bir ilişki içine girilmesi halinde işçilerin baştan itibaren asıl işverenin işçileri olarak işlem görecekleri 4857 sayılı Kanun"un 2. maddesinin 7. fıkrasında açık biçimde öngörülmüştür. Kamu işverenleri bakımından farklı bir uygulamaya gidilmesi hukuken korunmaz. Muvazaaya dayanan bir ilişkide işçi, gerçek işverenin işçisi olmakla kıdem ve unvanının dışında bir kadro karşılığı çalışması ve diğer işçilerle aynı ücreti talep edememesi 4857 sayılı Kanun"un 5. maddesinde öngörülen eşitlik ilkesine aykırılık oluşturur. Yine şartların oluşmasına rağmen işçinin toplu iş sözleşmesinden yararlanamaması Anayasal temeli olan sendikal hakları engelleyen bir durumdur.

6475 sayılı Posta Hizmetleri Kanunu"nun 25/3-e. maddesinde yönetim kurulunun görev ve yetkileri arasında "Faaliyet ve iş alanlarına ilişkin olarak gerçek ve tüzel kişilerle sözleşme imzalanması veya ortaklıklar kurulmasına, postaların ayırım ve dağıtım işleri için iş satın alınmasına karar vermek" hüküm altına alınmış olduğundan, davalı işverenler arasında geçerli ve muvazaaya dayanmayan bir asıl işveren-alt işverenlik sözleşmesi bulunduğu anlaşılmaktadır.

Asıl işveren-alt işveren ilişkisinin kanuni unsurlarını taşıması durumunda, işçinin asıl işverenin taraf olduğu toplu iş sözleşmesinden yararlanması mümkün değildir.

Bu açıklamalar ışığında ve dosya içeriğine göre, somut olayda, davalı Posta ve Telgraf Teşkilatı Anonim Şirketi ile dava dışı Asgün Tur Tek. İnş. ve Oto. San. ve Tic. Ltd. Şti. arasında 4734 sayılı İhale Kanunu uyarınca "Posta Hizmet Alımlarına İlişkin Pazarlık Usulü Tip İdari Şartname" imzalanmış olup, konusu, posta gönderilerinin işlenmesi ve taşınıp dağıtılması işidir. Davalı Posta ve Telgraf Teşkilatı Anonim Şirketi ile dava dışı Asgün Tur Tek. İnş. ve Oto. San. ve Tic. Ltd. Şti. arasındaki asıl işveren-alt işveren ilişkisinin kanuna uygun olduğu ve muvazaaya dayanmadığı açıktır. Bu itibarla, alt işveren ile sendika arasında imzalanmış toplu iş sözleşmesi bulunmamasına göre, alt işveren işçilerinin davalı asıl işverenin sendika ile imzaladığı toplu iş sözleşmesi ile sağlanan haklardan yararlanmasının mümkün olmadığı gözetilerek davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm tesisi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir."

B. Uluslararası Hukuk

23. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

 “Herkes davasının medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde, görülmesini isteme hakkına sahiptir...”

24. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) adil yargılanma hakkının hukukun üstünlüğünün Sözleşmeci devletlerin ortak mirası olduğunu belirten Sözleşme’nin ön sözüyle birlikte yorumlanması gerektiğini belirtmektedir. Hukukun üstünlüğünün temel unsurlarından biri, hukuki durumlarda belirli bir istikrarı garanti altına alan ve kamuoyunun mahkemelere olan güvenine katkıda bulunan hukuki güvenlik ilkesidir. Toplumun yargısal sisteme olan güveni hukuk devletinin esaslı unsurlarından biri olmasına rağmen birbirinden farklı yargı kararlarının devamlılık arz etmesi, bu güveni azaltacak nitelikte bir hukuki belirsizlik durumu yaratabilecektir (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye [BD], B. No: 13279/05, 20/10/2011, § 57).

25. Diğer yandan hukuki güvenlik ilkesinin gerekleri ve bireylerin meşru beklentilerinin korunması, içtihadın değişmezliği şeklinde bir hak bahşetmemektedir (Unédic/Fransa, B. No: 20153/04, 18/12/2008, § 74; Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 58). Mahkemelerin yorumlarında dinamik ve evrilen bir yaklaşımın sürdürülememesi reform ya da gelişimi engelleyeceğinden kararlardaki değişim, adaletin iyi idaresine aykırılık teşkil etmez (Atanasovski/Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti, B. No: 36815/03, 14/1/2010, § 38).

26. Yüksek mahkemelerin oynaması gereken rol, tam da yargı kararları arasında doğabilecek içtihat farklılıklarına bir çözüm getirmektir. Bununla birlikte yeni kabul edilmiş bir kanunun yorumlanmasında olduğu gibi bazı hâllerde içtihadın müstakar hâle gelmesinin belirli bir zamana ihtiyaç duyacağı açıktır (Zielinski ve Pradal ve Gonzalez ve digerleri/Fransa [BD], B. No: 24846/94, ...34173/96, 28/10/1999, § 59; Schwarzkopf ve Taussik/Çek Cumhuriyeti (k.k.), B. No: 42162/02, 2/12/2008).

27. AİHM, açık bir keyfîlik bulunan durumlar hariç ulusal mahkemelerin iç hukuku yorumlama şeklini sorgulamanın kendi görevi olmadığına dikkat çekmektedir. Benzer şekilde bu konuda -görünüşe göre benzer davalarda verilmiş olsalar bile- ulusal mahkemelerin farklı kararlarını karşılaştırmak da prensipte AİHM"in görevi değildir. AİHM, söz konusu mahkemelerin bağımsızlığına saygı göstermek durumundadır (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 50).

28. AİHM, iki ihtilafa farklı muamele yapılmasının incelenen gerçek olayların farklılığından kaynaklanmış olması hâlinde çelişkili içtihatlardan bahsedilmesinin mümkün olmadığını belirtmektedir (Ucar/ Türkiye (k.k.) B. No: 12960/05, 29/9/2009).

29. AİHM, mahkeme kararlarının çatışma ihtimalinin her biri kendi yargı alanında yetkili olan yargılama ve temyiz mahkemeleri ağına dayalı yargı sistemlerinin doğal bir özelliği olduğunu kabul etmiştir. Bu tip uyuşmazlıklar aynı mahkeme içinde de ortaya çıkabilmektedir. Bu durum, kendi içinde Sözleşme"ye aykırı olarak değerlendirilemez (Santos Pinto /Portekiz, B. No: 39005/04, 20/5/2008, § 41; Tudor Tudor/Romanya, B. No: 21911/03, 24/3/2009, § 29; Remuszko/Polonya, B. No: 1562/10, 16/7/2013, § 92; Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 51).

30. AİHM, bu konuda hüküm verirken değerlendirmesinin dayandığı kriterleri açıklamıştır. Söz konusu kriterler yüksek mahkemenin içtihadında derin ve süregelen farklılıklar olup olmadığı, iç hukukta bu tutarsızlıkların üstesinden gelmek için bir mekanizma bulunup bulunmadığı, bu mekanizmanın uygulanıp uygulanmadığı ve uygulandı ise ne ile sonuçlandığının tespitine dayanmaktadır (Beian/Romanya, B. No: 30658/05, 6/12/2007, §§ 37, 39; Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 53).

31. AİHM, bu bağlamda mahkemelerin uygulamalarında tutarlılığın ve içtihatlarında yeknesaklığın sağlanması için mekanizmalar oluşturulmasının önemini birçok defa hatırlatmış; yargı sistemlerini birbirine zıt kararlar verilmesini önleyecek şekilde yapılandırmanın devletlerin sorumluluğunda olduğunu ifade etmiştir. Ne var ki bu ilkelerin AİHM"in incelemek durumunda kaldığı çelişen yorumların bir yüksek mahkemenin birleştirici yetkisini uygulayabileceği yasal hükümlerle bağlantılı olarak yargı sisteminin aynı dalında meydana gelen davalar için öngörüldüğü belirtilmelidir (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, §§ 55, 80).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

32. Mahkemenin 16/12/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

33. Başvurucu kurumun işçisi olmasına rağmen davasının haksız bir şekilde reddedildiğini belirtmiştir. Kendisi ile aynı durumda bulunan işçilerin açmış olduğu davaları kabul edilirken kendisinin davasının reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ifade etmiştir. Yüklenici firma ile alt işverenlik ilişkisinin muvazaalı olduğu Yargıtay tarafından kabul edilmesine rağmen kendi davasının tam tersi gerekçe ile reddedilmesinde bariz takdir hatası bulunduğundan yakınmıştır. Öte yandan istinaf aşamasında duruşma talebi bulunmasına rağmen davasının duruşmasız görülmüş olması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

34. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

""Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

35. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların iddialarının özünün adil yargılanma hakkının güvencelerinden biri olan hakkaniyete uygun yargılanma hakkına ilişkin olduğu ve bu kapsamda bir inceleme yapılması gerektiği değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

36. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Genel İlkeler

37. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. 3/10/2001 tarihli ve 4709 sayılı Kanun"un Anayasa"nın 36. maddesinin birinci fıkrasına "adil yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin 14. maddesinin gerekçesine göre "değişiklikle Türkiye Cumhuriyeti’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınmış olan adil yargılama hakkı metne dahil" edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa"nın 36. maddesinde herkesin adil yargılanma hakkına sahip olduğu ibaresinin eklenmesinin amacının Sözleşme"de düzenlenen adil yargılanma hakkını anayasal güvence altına almak olduğu anlaşılmaktadır (Yaşar Çoban [GK], B. No: 2014/6673, 25/7/2017, § 54).

38. Adil yargılanma hakkı, uyuşmazlıkların çözümlenmesinde hukuk devleti ilkesinin gözetilmesini gerektirmektedir. Anayasa"nın 2. maddesinde Cumhuriyet"in nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti ilkesi, Anayasa"nın tüm maddelerinin yorumlanması ve uygulanmasında gözönünde bulundurulması zorunlu olan bir ilkedir.

39. Bu noktada hukuk devletinin gereklerinden birini de hukuk güvenliği ilkesi oluşturmaktadır (AYM, E.2008/50, K.2010/84, 24/6/2010; E.2012/65, K.2012/128, 20/9/2012). Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (AYM, E.2013/39, K.2013/65, 22/5/2013).

40. Hukuk kurallarının ne şekilde yorumlanacağı veya birden fazla yorumunun mümkün olduğu durumlarda bu yorumlardan hangisinin benimseneceği derece mahkemelerinin yetkisinde olan bir husustur. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruda derece mahkemelerince benimsenen yorumlardan birine üstünlük tanıması veya derece mahkemelerinin yerine geçerek hukuk kurallarını yorumlaması bireysel başvurunun amacıyla bağdaşmaz. Anayasa Mahkemesinin kanunilik ilkesi bağlamındaki görevi, hukuk kurallarının birden fazla yorumunun varlığının hukuki belirlilik ve öngörülebilirliği etkileyip etkilemediğini tespit etmektir (Mehmet Arif Madenci, B. No: 2014/13916, 12/1/2017, § 81).

41. Yargısal kararlardaki değişiklikler, hukukun dinamizmini ve mahkemelerin yaklaşımlarını yaşanan gelişmelere uyarlama kabiliyetlerini yansıtması yönüyle olumludur. Ancak uygulamadaki birlikteliği sağlaması beklenen yüksek mahkemeler içinde yer alan dairelerin benzer davalarda tatmin edici bir gerekçe göstermeksizin farklı sonuçlara ulaşması bir kararın belirli bir daireye düştüğü takdirde onanacağı, başka bir daire tarafından ele alındığı takdirde bozulacağı gibi ihtimale dayalı ve birbirine zıt sonuçları ortaya çıkarır. Bu ise hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik ilkelerine ters düşecektir. Ayrıca böyle bir algının toplumda yerleşmesi hâlinde bireylerin yargı sistemine ve mahkeme kararlarına duymaları beklenen güven zarar görebilir (Türkan Bal [GK], B. No: 2013/6932, 6/1/2015, § 64).

42. Anayasa Mahkemesi; bu noktada derece mahkemelerinin hukuk kurallarını yorumlamasından kaynaklanan içtihat farkının süregelen bir hâl aldığı, başka bir anlatımla kısa sayılamayacak bir zaman dilimi içinde uygulamada birliğin sağlanamadığı durumlarda uygulamadaki tutarsızlıkları ortadan kaldıracak nitelikteki tedbirlerin önemine işaret etmektedir.

43. Hukukun üstünlüğü ilkesi gereği yargı sistemine olan güveni sağlamak ve korumakla yükümlü olan devlet, aynı yargı koluna dâhil mahkemeler arasındaki derin ve süregelen içtihat farklılıklarını ortadan kaldırabilecek nitelikte bir mekanizmayı kurmak ve bu mekanizmanın etkin bir şekilde işleyişini sağlayacak düzenlemeler yapmakla yükümlüdür. Bu yükümlülük, adil yargılanma hakkının güvencelerinden biri olarak kabul edilmelidir. (Engin Selek, B. No: 2015/19816, 8/11/2017, § 58).

44. Öte yandan Anayasa Mahkemesi, içtihat farklılığını değerlendirdiği bir kararında Yargıtayın istikrarlı olarak uygulanan içtihattan ayrılarak yeni bir yaklaşımı benimsemesi hâlinde kamuoyu nezdinde yargıya olan güvenin muhafaza edilmesi bakımından yeni yaklaşımın istikrarlı bir şekilde uygulanması gerektiğine dikkat çekmiş ve içtihat değişikliği sonucunda benimsenen yaklaşımın uygulamada birliği sağlamakla görevli yüksek mahkemeler tarafından istikrarlı olarak uygulanmamasının adil yargılanma hakkını ihlal edebileceğine karar vermiştir (Hakan Altıncan [GK], B. No: 2016/13021, 17/5/2018, § 48).

45. Anayasa Mahkemesi sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakfı çalışanlarının ilave tediye alacağına hak kazanıp kazanmayacağı hususunda süregelen içtihat farklılığını değerlendirdiği Yasemin Bodur kararında içtihat farklılığının derinleşmiş ve sürekli bir nitelik kazanmış olduğu, bu durumun davaların somut özelliğinden kaynaklanmadığı ve bu durumun ortadan kaldırılmasını sağlayacak içtihadı birleştirme kararı gibi elverişli bir mekanizma işletilmemesi nedenleriyle varılan sonucun başvurucu için öngörülemez olduğu ve yargılamanın hakkaniyetini zedelediği sonucuna ulaşmıştır (Yasemin Bodur, B.No:2017/29896, 25/12/2018, § 52).

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

46. Başvuruya konu somut davanın niteliği aslında ilave tediye alacağına ilişkindir. Derece mahkemeleri önce başvurucuların PTT"nin işçisi olup olmadığını tespiti amacıyla muvazaa olgusunu değerlendirmiştir. Muvazaa konusu Yargıtay kararlarına da konu olmuştur. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi alt işveren ile asıl işveren arasındaki ilişkinin muvazaa şartlarını taşıyıp taşımadığını araştırılmasına, muvazaanın tespit edilmesi hâlinde çalışanların baştan beri asıl işverenin işçisi olan PTT"nin işçisi kabul edilerek ilave tediye alacağının ödenmesine karar vermiştir. Muvazaanın tespiti amacıyla alt işverenin işverenden sözleşme ile üstlendiği mal veya hizmet üretimi için belirli bir organizasyona, uzmanlığa ve hukuksal bağımsızlığa sahip olup olmadığı, alt işveren uygulamasının işçilik teminine yönelik olup olmadığı gibi unsurlara bakılmasını istemiştir. Alt işveren ile asıl işveren arasındaki ilişkinin asıl olduğunun tespit edilmesi hâlinde ise işçilerin alt işverenin işçisi olması dolayısıyla ilave tediye alacağından yararlanamayacağına karar vermiştir. Yargıtay 22. Hukuk Dairesi de aynı yönde kararlar vermiş olup asıl işveren ile alt işveren arasındaki ilişkinin muvazaaya dayanıyor olması durumunda işçileri baştan beri asıl işveren olan PTT"nin işçisi olarak kabul edilmesi gerektiğini ve ilave tediye alacağının ödenmesi gerektiğini söylemiştir (bkz. §§ 15-20). Sonuç olarak Yargıtay Daireleri her bir davanın koşullarına özgü şekilde değerlendirme yapmakta ve muvazaa iddiasını inceleyerek karar vermektedir.

47. Somut olaya gelince derece mahkemesi alt işveren ile asıl işveren arasındaki ilişkinin muvazaa şartını taşımaması nedeniyle başvurucunun PTT"nin işçisi sayılamayacağını belirtmiştir. 6772 sayılı Kanun kapsamında olmaması nedeniyle de ilave tediye alacağının ödenemeyeceğini ifade etmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi de Mahkeme ile aynı yönde karar vermiştir.

48. Bu bağlamda Anayasa Mahkemesi, Yargıtayın ilgili Daireleri tarafından istikrarlı olarak uygulanan bir içtihattan ayrılma söz konusu olmadığından somut olayın yukarıda anılan Yasemin Bodur başvurusundan farklı olduğuna işaret etmektedir.

49. Yargıtay Dairelerinin vermiş oldukları kararlarda vardıkları sonuca hangi nedenle ulaşıldığını başvurucu ve üçüncü kişiler tarafından objektif olarak anlaşılmasına imkân verecek yeterli gerekçeler sunulmaktadır.

50. Somut olayda PTT"de hizmet akdine bağlı olarak çalışan personelin ilave tediye alacağına hak kazanıp kazanmayacağı hususunda süregelen içtihat farklılığı bulunmamaktadır. Aksine Daireler davacılara ait sözleşmelerde muvazaa bulunup bulunmadığını kendi açılarından değerlendirerek muvazaa bulunması hâlinde ilave tediye alacağının ödenmesine karar vermiştir. Mahkeme de başvurucunun davasına konu iş sözleşmesinde muvazaa bulunup bulunmadığını incelemiş ve muvazaa bulunmadığı kanaatine varmıştır. Muvazaa bulunmadığı kanaatine varılmasıyla başvurucunun kamu işçisi olmadığı sonucuna varılarak başvurucunun ilave tediye alacağına hak kazanamadığı tespiti yapılmıştır. Yapılan tespit ve varılan sonucun öngörülemez olmadığı gibi bu hususun yargılamanın hakkaniyetini zedelemediği anlaşılmaktadır. Diğer taraftan ortada içtihat farklılığı olarak değerlendirilecek bir hususun da bulunmadığı görülmektedir. Kararlarda sonuç itibarıyla derin ve süregelen farklılığın bulunmaması nedeniyle ortaya çıkan durumun başvurucu için öngörülemez olmadığı ve bu hususun yargılamanın hakkaniyetini zedelemediği sonucuna ulaşılmıştır.

51. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,

C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA,

D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 16/12/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

Hemen Ara