Esas No: 2018/9288
Karar No: 2018/9288
Karar Tarihi: 28/1/2021
AYM 2018/9288 Başvuru Numaralı FATMA AYAN VE DİĞERLERİ Başvurusuna İlişkin Karar
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
FATMA AYAN VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2018/9288) |
|
Karar Tarihi: 28/1/2021 |
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Hasan Tahsin GÖKCAN |
Üyeler |
: |
Hicabi DURSUN |
|
|
Muammer TOPAL |
|
|
Recai AKYEL |
|
|
Selahaddin MENTEŞ |
Raportör |
: |
Eren Can BENAKAY |
Başvurucular |
: |
1. Fatma AYAN |
|
|
2. Nilgün YILMAZBAYHAN |
|
|
3. Özlem KANDA |
|
|
4. Şaban OLGUN |
Başvurucular Vekili |
: |
Av. Güldem DEMİR |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, ilave tediye alacağının tahsili amacıyla açılan davanın muvazaa konusundaki Yargıtay daireleri arasındaki görüş ayrılığı dolayısıyla reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvurular muhtelif tarihlerde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. 2018/25026, 2018/25239 ve 2018/9344 numaralı başvuru dosyalarının hukuki ve fiilî irtibat nedeniyle 2018/9288 numaralı başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2018/9288 numaralı dosya üzerinden yürütülmesine ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir.
6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucular muhtelif tarihlerden itibaren Sağlık Bakanlığına (İdare) bağlı Darıca Farabi Devlet Hastanesinde veri hazırlama personeli olarak çalışmaktadır.
10. Başvurucular; İdare ile alt işveren arasında yapılan sözleşmenin muvazaalı olduğunu, işe alımlarının idare tarafından yapıldığını ileri sürerek 4/7/1956 tarihli ve 6772 sayılı Devlet ve Ona Bağlı Müesseselerde Çalışan İşçilere İlave Tediye Yapılması Hakkında Kanun uyarınca her bir yıllık çalışma süresi içinde ödenmesi gereken iki aylık tutarındaki ilave tediye alacağının ödenmesi amacıyla idare aleyhine ayrı ayrı dava açmıştır. Davalarında; alt işveren ile yaptıkları iş sözleşmesinde belirtilen işlerde çalışmaları gerekmesine rağmen baştan beri asıl işverenin işlerinde çalıştıklarını, söz konusu durumun alt işveren ile asıl işveren arasındaki ilişkiyi muvazaalı hâle getirdiğini, bu sebeple de en baştan beri asıl işverenin işçisi sayılmaları gerektiğini ve buna bağlı olarak da kendilerine ilave tediye alacağının ödenmesi gerektiğini ileri sürmüşlerdir.
11. Gebze İş Mahkemelerince (Mahkeme) davaların kabulüne karar verilmiştir. Gerekçeli kararlarda 2/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu"nun 2. ve 7. maddelerinde yer alan düzenlemelere yer verildikten sonra muvazaanın tanımından ve 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Borçlar Kanunu"ndaki düzenlenme şeklinden bahsedilmiştir. Başvurucuların işyerinde alt işverenin işçisi olarak işe başladığı belirtilmiştir. Başvurucuların yüklendiği işe ilişkin teknik şartnameden yüklenmiş olduğu işin veri giriş işinden çok daha kapsamlı olduğunun anlaşıldığı söylenmiştir. Başvurucuların yürüttüğü bazı işlerin doktor talimatıyla yürütüldüğü ve hem idare çalışanları hem de alt işverenin işçileri tarafından yerine getirildiği, ayrıca başvurucuların alt işverene tahsis edilmiş özel bir alanda değil idarenin çalışanları ile birlikte aynı ortamda onlarla aynı işi yerine getirdiği tespitlerine yer verilmiştir. Bu tespitlerden hareketle de İdare ile alt işveren arasındaki sözleşmenin muvazaalı olduğu sonucuna varılmıştır. Muvazaa nedeniyle başvurucuların baştan beri İdarenin işçisi olarak sayılması gerektiği ve bu sebeple de Kanun ile tanınan ilave tediye alacağından yararlanma hakkı bulunduğu değerlendirilmiştir.
12. İdare, Mahkemenin kararlarına karşı istinaf yoluna başvurmuştur. İstanbul Bölge Adliyesi Mahkemesi 31. Hukuk Dairesi (İstanbul BAM) mahkeme kararlarını kaldırarak davaları kesin olarak reddetmiştir. Kararlarda, yine 4857 sayılı Kanun"un 2. ve 7. maddelerine yer verildikten sonra muvazaanın 6098 sayılı Kanun"daki düzenlenme şeklinden bahsedilmiş ve yasal olarak verilmesi mümkün olmayan bir işin alt işverene bırakılması veya muvazaalı bir ilişki içine girilmesi hâlinde işçilerin baştan itibaren asıl işverenin işçileri olarak işlem görecekleri belirtilmiştir. Başvurucuların çalıştığı veri hazırlama işinin yardımcı iş niteliğinde olmasına bağlı olarak alt işverene verilebileceği açıklamasında bulunulduktan sonra başvurucuların en baştan itibaren asıl işverenin işinde çalıştırılmadığı, teknik şartnamelerine uygun olarak yalnızca alt işverenin işlerini yerine getirdikleri ifade edilerek asıl işveren ile alt işveren arasında muvazaalı ilişki bulunmadığı belirtilmiştir. Bu sebeple başvurucuların alt işverenin işçisi olduğu değerlendirilerek 6272 sayılı Kanun"da faydalanmasının ve ilave tediye alacağına hak kazanmasının mümkün olmadığı sonucuna varılmıştır.
13. Başvurucular muhtelif tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. Kanun Hükümleri
14. 6772 sayılı Kanun’un 1. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Umumi, mülhak ve hususi bütçeli dairelerle mütedavil sermayeli müesseseler, sermayesinin yarısından fazlası Devlete ait olan şirket ve kurumlarla belediyeler ve bunlara bağlı teşekküller, 3460 ve 3659 sayılı kanunların şümulüne giren İktisadi Devlet Teşekkülleri ve diğer bilcümle kurum, banka, ortaklık ve müesseselerinde müstahdem olanlardan İş Kanununun şümulüne giren veya girmiyen yerlerde çalışmakta olan ve İş Kanununun muaddel birinci maddesindeki tarife göre işçi vasfında olan kimselere, ücret sistemleri ne olursa olsun, her yıl için birer aylık istihkakları tutarında ilave tediye yapılır.""
15. 6772 sayılı Kanun’un 2. maddesi şu şekildedir:
"Birinci maddede sözü geçen işçilerden maden işletmelerinin munhasıran yeraltı işlerinde çalışanlarına bu işlerde çalıştıkları müddetle mütenasip olarak her yıl için ayrıca birer aylık istihkakları tutarında bir ilave tediye daha yapılır.""
16. 6772 sayılı Kanun’un 3. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Birinci ve ikinci maddelerde yazılı olan işçilere mezkür maddeler gereğince yapılan tediyelerden ayrı olarak her yıl için bir aylık istihkakları tutarını geçmemek üzere Cumhurbaşkanı karariyle aynı nispette bir ilave tediye daha yapılabilir.""
17. 6772 sayılı Kanun’un 7. maddesi şöyledir:
"Bu kanun neşri tarihinden itibaren mer"idir.""
2. Yargıtay Kararları
18. Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 1/6/2020 tarihli ve E.2017/15570, K.2020/447 sayılı kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Davacı işçinin zaman zaman hasta taşıması, oksijen tüplerinin taşınması, tıbbi atıkların temizliği gibi işlerde çalıştırıldığı tanıklar tarafından açıklanmış ise de yapılan bu işleri arızi olarak yaptığı anlaşılmakla sözü edilen soyut anlatımlar karşısında davacının tamamen alt işverene verilen işlerin kapsamı dışında çalıştırıldığı ispatlanamadığından asıl işveren-alt işveren ilişkisinin muvazaalı olduğundan söz edilemez.
Böyle olunca ilave tediye ücretinin reddine karar verilmesi ve tazminata esas ücrette ilave tediye ücreti dikkate alınmaksızın hesaplama yapılarak emekli olmak suretiyle ayrılan davacı işçinin kıdem tazminatına hak kazandığının kabulü ile istekle ilgili hüküm kurulması gerekir."
19. Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 17/10/2019 tarihli ve E.2017/12251, K.2019/18361 sayılı kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
""İşin sevk ve idaresinin asıl işveren olan davalı bakanlık tarafından yapıldığı, işin yapımındaki tüm araç gereç ve malzemenin asıl işverene ait olduğu, çalışma plan, süre ve koşullarının, fazla mesailerin ve izinlerin asıl işveren olan bakanlıkça belirlendiği, alt işveren değiştiği anda asıl işverene ait işyerinde çalışanların aynı şart ve koşullarda çalışmaya devam ettiği, hizmeti satın alınan alt işveren firmaların kendileri açısından işyeri oluşturabilecek ayrı bir iş organizasyonunun bulunmadığı, işe alım ve çıkarımlarda asıl işverenin söz sahibi olduğu, alt işveren ve asıl işveren işçilerinin birlikte çalıştıkları, yapılan işverenlik sözleşmelerinin muvazaalı olduğu anlaşılmıştır. Bu husus davalı tanık beyanları ile dahi desteklenmiştir.
Bu itibarla: Taşeron firmaların sözleşmeye konu işi gerçekleştirmekten ziyade, işçi temini şeklinde bir mahiyete büründüğü, bu durumun 4857 sayılı Yasa"nın 2. ve 3. maddeleri ile yönetmeliğe uygun olmadığı, gerçek işverenin davalı Sağlık Bakanlığı olduğu, işçilerin taşeron firmalar değişmesine rağmen aynı konumda, sürekli ve kesintisiz olarak çalışmaya devam ettikleri, emir ve talimatları da davalı işyeri, kurum, amir ve yetkililerinden alarak görevlerini ifa ettikleri, gerektiğinde başka görevde istihdam edilmelerinin, hizmet alım sözleşmelerinin sadece şekil şartlarını tamamlamaya matuf olduğu anlaşıldığından, somut olayda da; davacının gerçek işvereni davalı T.C. Sağlık Bakanlığıdır ve davacı ilave tediyeye hak kazanacaktır.
İlave tediye alacağının; kapsamı, yararlanacaklar, yararlanma şartları, miktarı ve ödeme zamanı 6772 sayılı Devlet ve Ona Bağlı Müesseselerde Çalışan İşçilere İlave Tediye Yapılması Hakkındaki Kanun ile düzenlenmiştir. Kanunun l"inci maddesinde, Devlet ve ona bağlı kurumların hangileri olduğu, ayrıca yararlanacak kişiler açıkça belirtilmiştir. Buna göre: A.) İşveren kapsamı yönünden Devlete ve ona bağlı olmak üzere; 1.) Genel, katma ve özel bütçeli daireler, 2.) Sermayesi değişen kurumlar, 3.) Sermayesinin yarısından fazlası Devlete ait olan şirket ve kurumlar ve bunlara bağlı kuruluşlar, 4.) Belediyeler ve belediyelere bağlı kuruluşlar, 5.) 3460 ve 3659 sayılı Kanun kapsamına giren, sermayesinin tamamı Devlete ait olan veya bu sermaye ile kurulan iktisadi Devlet Kuruluşları olarak belirlenmiş olup, sonuç itibari ile kapsam bakımından yasanın, Devlet tarafından yasa ve yasanın verdiği yetki ile idari işlemle kurulan ve kamusal yetki ve ayrıcalıklardan yararlanan kamu tüzel kişilikleri ve bunlara bağlı kuruluşlarda iş sözleşmesi ile çalışanlara uygulanacağından, davacının ilave tediye alacağının kabulü gerekirken, yazılı gerekçeyle reddi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.""
20. Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 20/9/2018 tarihli ve E.2018/6848, K.2018/16298 sayılı kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"İlave tediye alacaklarının kapsamı, yararlanacaklar, yararlanma şartları, miktarı ve ödeme zamanı 6772 sayılı Devlet ve ona bağlı müesseselerde çalışan işçilere ilave tediye yapılması hakkındaki kanun ile düzenlenmiştir. Kanun"un 1. maddesinde, Devlet ve ona bağlı kurumların hangileri olduğu, ayrıca yararlanacak kişiler açıkça belirtilmiştir.
Somut uyuşmazlıkta; dosyadaki bilgi ve belgeler ile aynı işyerinde çalışan davacının eşinin benzer nitelikteki dosyası ve tanık anlatımları birlikte dikkate alındığında, davacının davalı bakanlığa bağlı Muradiye Devlet Hastanesinde temizlik görevlisi olarak işe alınmasına karşın hizmet alım sözleşmesine konu temizlik işi dışında fiilen hasta bakıcı olarak çalıştırıldığı ve fizik tedavi bölümünde fizik tedavi ile ilgili uygulamalara katılarak hemşirelerin yaptığı işlerin davacıya yaptırıldığı, yani davacının ağırlıklı olarak hastanenin asıl işlerinde çalıştırıldığı anlaşılmaktadır. Davacı işçi açısından alt işverenlik sözleşmelerinin muvazaalı bir ilişkiye dayandığı ve başlangıçtan itibaren T.C. Sağlık Bakanlığı işçisi olarak çalıştığı anlaşılan davacının ilave tediye alacağından yararlanacağı ortadadır. Davacının ilave tediye alacağı talebinin kabulü yerine yanılgılı değerlendirme ile talebin reddine karar verilmesi hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir.""
21. Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 21/3/2018 tarihli ve E.2017/6464, K.2018/5867 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Somut uyuşmazlıkta, Mahkemece, hastane kayıtları ve alt işverenlerle yapılan sözleşmeler üzerinde inceleme yapılarak davacının bu sözleşmeler çerçevesinde çalıştırılıp çalıştırılmadığı, sözleşmede belirtilen işlerin haricinde iş yapıp yapmadığı, gerekirse keşif incelemesi yapılarak araştırılmadan, yukarıdaki ilkeler çerçevesinde davalılar arasındaki asıl işveren alt işveren ilişkisinin muvazaalı olup olmadığı dosyaya özgü şekilde tartışılıp gerekçelendirilmeden, kendi içinde çelişkili gerekçe ile davacının ilave tediye alacağının hüküm altına alınması, T.C. Anayasa" sının 138, 141. maddeleri ile HMK. nun 297. maddesine aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir.""
22. Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 24/9/2018 tarihli ve E.2017/14348, K.2018/19830 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Somut olayda; davacı işçi, davalı ile dava dışı yüklenici firmalar arasında imzalanan hizmet alım sözleşmelerinin temizlik hizmetine ilişkin olduğunu; ancak, işçilerin yaptıkları işlerin temizlik işi olmadığını, davacının yardımcı personel/destek personeli olarak çalıştığını, bahsi geçen hizmet alım sözleşmelerinin muvazaalı olduğunu ileri sürmüş; iddiasını ispatlamak üzere tanık deliline dayanmıştır. Mahkemece; davacı tanıkları dinlenip bilirkişi raporu alınarak davalı yanca sunulan hizmet alım sözleşmeleri çerçevesinde değerlendirme yapılmış ve davalı ile yüklenici firmalar arasında 2011-2014 döneminde imzalanan hizmet alım sözleşmelerinin muvazaalı olduğu ve davacının davalı üniversite işçisi sayılması gerektiğine karar verilerek, dava konusu alacaklar hüküm altına alınmıştır. Ancak, mahkemece dinlenen davacı tanıklarından M.K."nin davalıya karşı açtığı benzer mahiyette dava dosyasının bulunması nedeniyle davalı işveren ile husumetli olduğu ve çıkacak karardan kendisinin de menfaat sağlayacak durumda olduğu görülmektedir. Şu halde bu tanığın beyanına itibar edilemeyecektir. Davacı ile birlikte çalıştığını ifade eden diğer davacı tanığı ise, davacı ile birlikte fiilen yaptıkları işten bahsetmemiş, muvazaa iddiasına ilişkin olarak sadece emir ve talimatları hastane başhemşiresi ve yanı sıra şirket yetkililerinden aldıklarını beyan etmiştir. Davalıya ait hastanede ihbar olunan şirketin üstlendiği iş kapsamında çalışan davacıya işin yürütümü ile ilgili gün içinde davalı üniversite yetkililerince verilen emir ve talimatlar tek başına asıl işveren – alt işveren ilişkisinin muvazaalı olduğunu göstermez. Bu itibarla, dosya içeriğine göre muvazaa iddiasına ilişkin ispat yükünün yerine getirilemediği anlaşılmakla, mahkemeceilave tediye alacağı talebinin reddi gerekirken bu alacağın yazılı gerekçeyle hüküm altına alınması hatalı olup bozmayı gerektirmiştir."
23. Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 5/6/2017 tarihli ve E.2017/34648, K.2017/13236 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Somut olayda, Sağlık Bakanlığına bağlı Adana Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesinde kan alma bölümünde laborant olan davacı tanık ifadelerine göre; kan alma, kan tahlili işi, bunun bilgisayara kaydına dair tüm işleri yapmaktadır. Tanık E.A."nın Yargıtay 9. Hukuk Dairesinden geçen 2012/6487 esas - 2014/11486 karar sayılı dosyasına göre de yaptıkları hizmetlerin tamamının hastanenin asıl işi niteliğinde olduğu, bu nedenle uzmanlık gereken işler kapsamında değerlendirilemeyeceği için alt işverenlere verilemeyeceği açıktır. Davalı hastane sağlık hizmeti işini her ne kadar ihale ile alıyor ise de ihaleler sonunda ihale alan firmaların değişmesine rağmen çalışanların hiç değişmediği çalışanların ihale süreçlerinden haberdar olmadığı gibi ihaleyi alan şirket yetkililerini de hiç tanımadıkları yapılacak işin çalışma şeklinin çalışma saatlerinin ve görev yerlerinin tamamen Numune Hastanesinin yetkililerince belirlendiği ve yine çalışanların izin gibi işlemlerini yine bu merkez yetkililerince düzenlendiği ve davacının davalı hastanenin işi dışında başka bir işte çalışmamış oldukları, alt işverenle yapılan ihale sözleşmesi ve teknik şartnamede değerlendirildiğinde, Sağlık Bakanlığının asıl işveren olduğu, Adana Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi ile aralarındaki ilişkinin muvazaalı olduğu kabul edilmiştir. Aynı tarihte iş sözleşmeleri feshedilen ve davacı ile aynı işi yapan birçok işçinin açmış oldukları işe iade veya işçilik alacakları davalarında İş Mahkemelerince alt işverenle yapılan ihale sözleşmesinin muvazaalı olduğu ve Sağlık Bakanlığının asıl işveren olduğuna karar verilmiş olup verilen kararlar Yargıtay denetiminden geçerek kesinleşmiştir. Hal böyle olunca Mahkemece davacının davalı Bakanlığın çalışanı olması sebebiyle ilave tediye alacağına hak kazanacağı gözetilmeksizin kabulü yerine reddi hatalı olup tekrar bozmayı gerektirmiştir."
24. Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 29/1/2015 tarihli ve E.2014/35860, K.2015/1476 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Somut olayda, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı iş müfettişleri tarafından, 01.01.2008-31.12.2010 arasında bin işçi ile yapılan temizlik hizmetleri işi ile bu işten ayrılarak, 01.01.2009-31.12.2010 arasında ikiyüz işçi ile yapılan biyomedikal aletlerin temizlik işi sözleşmelerinin asıl işveren ile alt işveren arasında muvazaa tanımına uygun olarak yapıldığı, bu işlerde çalışan işçilerin baştan beri asıl işveren işçisi olduğu tespit edilmiş, davalı ve ilgili firmalar tarafından rapora usulüne uygun itirazda bulunulmamıştır. Dosya içeriğine göre, davacı bu ihalelerden biri kapsamında çalışmış olup dava tarihinde çalışmasını sürdürmektedir. Açıklanan muvazaa tespiti davacının çalıştığı 01.01.2008-31.12.2010 arasında bin işçi ile yapılan temizlik hizmetleri işi ile sınırlı olarak geçerlilik ifade edeceğinden, davacının ilave tediye alacağı muvazaa tespiti yapılmış olan bu dönem için hesaplanarak hüküm altına alınmalıdır. Söz konusu alacağın yazılı şekilde dava tarihine kadar kabul edilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir."
B. Uluslararası Hukuk
25. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes davasının medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde, görülmesini isteme hakkına sahiptir...”
26. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) adil yargılanma hakkının hukukun üstünlüğünün Sözleşmeci devletlerin ortak mirası olduğunu belirten Sözleşme’nin ön sözüyle birlikte yorumlanması gerektiğini belirtmektedir. Hukukun üstünlüğünün temel unsurlarından biri, hukuki durumlarda belirli bir istikrarı garanti altına alan ve kamuoyunun mahkemelere olan güvenine katkıda bulunan hukuki güvenlik ilkesidir. Toplumun yargısal sisteme olan güveni hukuk devletinin esaslı unsurlarından biri olmasına rağmen birbirinden farklı yargı kararlarının devamlılık arz etmesi, bu güveni azaltacak nitelikte bir hukuki belirsizlik durumu yaratabilecektir (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye [BD], B. No: 13279/05, 20/10/2011, § 57).
27. Diğer yandan hukuki güvenlik ilkesinin gerekleri ve bireylerin meşru beklentilerinin korunması, içtihadın değişmezliği şeklinde bir hak bahşetmemektedir (Unédic/Fransa, B. No: 20153/04, 18/12/2008, § 74; Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 58). Mahkemelerin yorumlarında dinamik ve evrilen bir yaklaşımın sürdürülememesi reform ya da gelişimi engelleyeceğinden kararlardaki değişim, adaletin iyi idaresine aykırılık teşkil etmez (Atanasovski/Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti, B. No: 36815/03, 14/1/2010, § 38).
28. Yüksek mahkemelerin oynaması gereken rol, tam da yargı kararları arasında doğabilecek içtihat farklılıklarına bir çözüm getirmektir. Bununla birlikte yeni kabul edilmiş bir kanunun yorumlanmasında olduğu gibi bazı hâllerde içtihadın müstakar hâle gelmesinin belirli bir zamana ihtiyaç duyacağı açıktır (Zielinski ve Pradal ve Gonzalez ve digerleri/Fransa [BD], B. No: 24846/94, ...34173/96, 28/10/1999, § 59; Schwarzkopf ve Taussik/Çek Cumhuriyeti (k.k.), B. No: 42162/02, 2/12/2008).
29. AİHM, açık bir keyfîlik bulunan durumlar hariç ulusal mahkemelerin iç hukuku yorumlama şeklini sorgulamanın kendi görevi olmadığına dikkat çekmektedir. Benzer şekilde bu konuda -görünüşe göre benzer davalarda verilmiş olsalar bile- ulusal mahkemelerin farklı kararlarını karşılaştırmak da prensipte AİHM"in görevi değildir. AİHM, söz konusu mahkemelerin bağımsızlığına saygı göstermek durumundadır (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 50).
30. AİHM, iki ihtilafa farklı muamele yapılmasının incelenen gerçek olayların farklılığından kaynaklanmış olması hâlinde çelişkili içtihatlardan bahsedilmesinin mümkün olmadığını belirtmektedir (Ucar/Türkiye (k.k.) B. No: 12960/05, 29/9/2009).
31. AİHM, mahkeme kararlarının çatışma ihtimalinin her biri kendi yargı alanında yetkili olan yargılama ve temyiz mahkemeleri ağına dayalı yargı sistemlerinin doğal bir özelliği olduğunu kabul etmiştir. Bu tip uyuşmazlıklar aynı mahkeme içinde de ortaya çıkabilmektedir. Bu durum, kendi içinde Sözleşme"ye aykırı olarak değerlendirilemez (Santos Pinto/Portekiz, B. No: 39005/04, 20/5/2008, § 41; Tudor Tudor/Romanya, B. No: 21911/03, 24/3/2009, § 29; Remuszko/Polonya, B. No: 1562/10, 16/7/2013, § 92; Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 51).
32. AİHM, bu konuda hüküm verirken değerlendirmesinin dayandığı kriterleri açıklamıştır. Söz konusu kriterler yüksek mahkemenin içtihadında derin ve süregelen farklılıklar olup olmadığı, iç hukukta bu tutarsızlıkların üstesinden gelmek için bir mekanizma bulunup bulunmadığı, bu mekanizmanın uygulanıp uygulanmadığı ve uygulandı ise ne ile sonuçlandığının tespitine dayanmaktadır (Beian/Romanya, B. No: 30658/05, 6/12/2007, §§ 37, 39; Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 53).
33. AİHM, bu bağlamda mahkemelerin uygulamalarında tutarlılığın ve içtihatlarında yeknesaklığın sağlanması için mekanizmalar oluşturulmasının önemini birçok defa hatırlatmış; yargı sistemlerini birbirine zıt kararlar verilmesini önleyecek şekilde yapılandırmanın devletlerin sorumluluğunda olduğunu ifade etmiştir. Ne var ki bu ilkelerin AİHM"in incelemek durumunda kaldığı çelişen yorumların bir yüksek mahkemenin birleştirici yetkisini uygulayabileceği yasal hükümlerle bağlantılı olarak yargı sisteminin aynı dalında meydana gelen davalar için öngörüldüğü belirtilmelidir (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, §§ 55, 80).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
34. Mahkemenin 28/1/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları
35. Başvurucular, bir mahkemenin aynı kararları arasında çelişki bulunmasının hukuki belirlilik ilkesini zedeleyeceğini belirtmiştir. Başvurucular, kendileri ile aynı durumda olan işçilerle beraber ilave tediye alacağını alabilmek için dava açtıklarını ifade etmiştir. Kendileri ile benzer durumda olanların açmış olduğu davalar yerel mahkemelerce kabul edilirken ve BAM tarafından söz konusu kararlar onanırken İstanbul BAM tarafından haksız bir şekilde kendi davalarının reddedilmesi nedeniyle hukuki güvenlik ilkesinin zedelendiğinden yakınmıştır. Lehlerine birçok BAM ve Yargıtay kararı olmasına rağmen ve kendileri ile aynı durumdakilerin davalarını kazanmasına rağmen kendi davalarının reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
36. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
""Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
37. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların iddialarının özünün adil yargılanma hakkının güvencelerinden biri olan hakkaniyete uygun yargılanma hakkına ilişkin olduğu ve bu kapsamda bir inceleme yapılması gerektiği değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
38. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Genel İlkeler
39. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında; herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. 3/10/2001 tarihli ve 4709 sayılı Kanun"un Anayasa"nın 36. maddesinin birinci fıkrasına "adil yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin 14. maddesinin gerekçesine göre "değişiklikle Türkiye Cumhuriyeti’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınmış olan adil yargılama hakkı metne dahil" edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa"nın 36. maddesinde herkesin adil yargılanma hakkına sahip olduğu ibaresinin eklenmesinin amacının Sözleşme"de düzenlenen adil yargılanma hakkını anayasal güvence altına almak olduğu anlaşılmaktadır (Yaşar Çoban [GK], B. No: 2014/6673, 25/7/2017, § 54).
40. Adil yargılanma hakkı, uyuşmazlıkların çözümlenmesinde hukuk devleti ilkesinin gözetilmesini gerektirmektedir. Anayasa"nın 2. maddesinde Cumhuriyet"in nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti ilkesi, Anayasa"nın tüm maddelerinin yorumlanması ve uygulanmasında gözönünde bulundurulması zorunlu olan bir ilkedir.
41. Bu noktada hukuk devletinin gereklerinden birini de hukuk güvenliği ilkesi oluşturmaktadır (AYM, E.2008/50, K.2010/84, 24/6/2010; E.2012/65, K.2012/128, 20/9/2012). Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (AYM, E.2013/39, K.2013/65, 22/5/2013).
42. Hukuk kurallarının ne şekilde yorumlanacağı veya birden fazla yorumunun mümkün olduğu durumlarda bu yorumlardan hangisinin benimseneceği derece mahkemelerinin yetkisinde olan bir husustur. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruda derece mahkemelerince benimsenen yorumlardan birine üstünlük tanıması veya derece mahkemelerinin yerine geçerek hukuk kurallarını yorumlaması bireysel başvurunun amacıyla bağdaşmaz. Anayasa Mahkemesinin kanunilik ilkesi bağlamındaki görevi, hukuk kurallarının birden fazla yorumunun varlığının hukuki belirlilik ve öngörülebilirliği etkileyip etkilemediğini tespit etmektir (Mehmet Arif Madenci, B. No: 2014/13916, 12/1/2017, § 81).
43. Yargısal kararlardaki değişiklikler, hukukun dinamizmini ve mahkemelerin yaklaşımlarını yaşanan gelişmelere uyarlama kabiliyetlerini yansıtması yönüyle olumludur. Ancak uygulamadaki birlikteliği sağlaması beklenen yüksek mahkemeler içinde yer alan dairelerin benzer davalarda tatmin edici bir gerekçe göstermeksizin farklı sonuçlara ulaşması, bir kararın belirli bir daireye düştüğü takdirde onanacağı, başka bir daire tarafından ele alındığı takdirde bozulacağı gibi ihtimale dayalı ve birbirine zıt sonuçları ortaya çıkarır. Bu ise hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik ilkelerine ters düşecektir. Ayrıca böyle bir algının toplumda yerleşmesi hâlinde bireylerin yargı sistemine ve mahkeme kararlarına duymaları beklenen güven zarar görebilir (Türkan Bal [GK], B. No: 2013/6932, 6/1/2015, § 64).
44. Anayasa Mahkemesi; bu noktada derece mahkemelerinin hukuk kurallarını yorumlamasından kaynaklanan içtihat farkının süregelen bir hâl aldığı, başka bir anlatımla kısa sayılamayacak bir zaman dilimi içinde uygulamada birliğin sağlanamadığı durumlarda uygulamadaki tutarsızlıkları ortadan kaldıracak nitelikteki tedbirlerin önemine işaret etmektedir.
45. Hukukun üstünlüğü ilkesi gereği yargı sistemine olan güveni sağlamak ve korumakla yükümlü olan devlet, aynı yargı koluna dâhil mahkemeler arasındaki derin ve süregelen içtihat farklılıklarını ortadan kaldırabilecek nitelikte bir mekanizmayı kurmak ve bu mekanizmanın etkin bir şekilde işleyişini sağlayacak düzenlemeler yapmakla yükümlüdür. Bu yükümlülük, adil yargılanma hakkının güvencelerinden biri olarak kabul edilmelidir. (Engin Selek, B. No: 2015/19816, 8/11/2017, § 58).
46. Öte yandan Anayasa Mahkemesi, içtihat farklılığını değerlendirdiği bir kararında Yargıtayın istikrarlı olarak uygulanan içtihattan ayrılarak yeni bir yaklaşımı benimsemesi hâlinde kamuoyu nezdinde yargıya olan güvenin muhafaza edilmesi bakımından yeni yaklaşımın istikrarlı bir şekilde uygulanması gerektiğine dikkat çekmiş ve içtihat değişikliği sonucunda benimsenen yaklaşımın uygulamada birliği sağlamakla görevli yüksek mahkemeler tarafından istikrarlı olarak uygulanmamasının adil yargılanma hakkını ihlal edebileceğine karar vermiştir (Hakan Altıncan [GK], B. No: 2016/13021, 17/5/2018, § 48).
47. Anayasa Mahkemesi sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakfı çalışanlarının ilave tediye alacağına hak kazanıp kazanmayacağı hususunda süregelen içtihat farklılığını değerlendirdiği Yasemin Bodur (B. No: 2017/29896, 25/12/2018, § 52) kararında içtihat farklılığının derinleşmiş ve sürekli bir nitelik kazanmış olduğu, bu durumun davaların somut özelliğinden kaynaklanmadığı ve bu durumun ortadan kaldırılmasını sağlayacak içtihadı birleştirme kararı gibi elverişli bir mekanizma işletilmemesi nedenleriyle varılan sonucun başvurucu için öngörülemez olduğu ve yargılamanın hakkaniyetini zedelediği sonucuna ulaşmıştır.
b. İlkelerin Olaya Uygulanması
48. Başvuruya konu somut davanın niteliği aslında tediye alacağına ilişkindir. Derece mahkemeleri önce başvurucuların kamu işçisi olup olmadığını tespiti amacıyla muvazaa olgusunu değerlendirmiştir. Muvazaa konusu Yargıtay kararlarına da konu olmuştur. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi; çalışanların alt işverence iş sözleşmesinde belirtilen işlerde ve koşullarda çalıştırıldığının tespit edilmesi durumunda asıl işveren ile alt işveren arasında muvazaanın bulunmadığına, dolayısıyla da ilave tediye alacağına hak kazanamayacağına karar vermiştir. Öte yandan yine aynı Daire; çalışanların iş sözleşmesinde belirtilen işler dışında çalıştırıldığının tespit edilmesi hâlinde ise asıl işveren ile alt işveren arasında yapılan sözleşmenin muvazaalı olduğunu, bu nedenle çalışanların baştan beri asıl işverenin işçisi sayılması gerektiğini belirtmiş ve çalışanların bu durumda ilave tediye alacağına hak kazanacağına karar vermiştir. Yargıtay 22. Hukuk Dairesi de aynı yönde kararlar vermiş olup çalışanların alt işveren ile yapmış oldukları sözleşmede belirtilen işlerde çalışması hâlinde asıl işveren ile alt işveren arasında muvazaa bulunmadığını belirtmiştir. Söz konusu durumda da çalışanların ilave tediye ücretine hak kazanacağına karar vermiştir (bkz. §§ 18-24). Sonuç olarak Yargıtay Daireleri her bir davanın koşullarına özgü şekilde değerlendirme yapmakta ve muvazaa iddiasını inceleyerek karar vermektedir.
49. Somut olaya gelince derece mahkemeleri başvurucuların sözleşmelerinde belirtilen işlerden başka işlerde çalıştıklarını ifade ederek asıl işveren ile alt işveren arasında muvazaa bulunması nedeniyle başvuruculara ilave tediye alacağı ödenmesine karar vermiştir. İstanbul BAM ise başvurucuların baştan beri sözleşmesinde belirtilen işlerde çalıştıklarını belirttikten sonra alt işveren ile asıl işveren arasında muvazaa bulunmaması nedeniyle davaları reddetmiştir.
50. Bu bağlamda Anayasa Mahkemesi, Yargıtayın ilgili Daireleri tarafından istikrarlı olarak uygulanan bir içtihattan ayrılma söz konusu olmadığından somut olayın yukarıda anılan Yasemin Bodur başvurusundan farklı olduğuna işaret etmektedir.
51. Yargıtay Dairelerinin vermiş oldukları kararlarda vardıkları sonuca hangi nedenle ulaşıldığını başvurucu ve üçüncü kişiler tarafından objektif olarak anlaşılmasına imkân verecek yeterli gerekçeler sunmaktadır.
52. Somut olaya konu İdareye bağlı hastanelerde hizmet akdine bağlı olarak çalışan personelin ilave tediye alacağına hak kazanıp kazanmayacağı hususunda süregelen içtihat farklılığı bulunmamaktadır. Aksine Daireler davacılara ait sözleşmelerde muvazaa bulunup bulunmadığını kendi açılarından değerlendirerek muvazaa bulunması hâlinde ilave tediye alacağının ödenmesine karar vermiştir. İstanbul BAM da başvurucuların davalarına konu iş sözleşmelerinde muvazaa bulunup bulunmadığını incelemiş ve muvazaa bulunmadığı kanaatine varmıştır. Muvazaa bulunmadığı kanaatine varılmasıyla başvurucuların kamu işçisi olmadığı sonucuna varılarak başvurucuların ilave tediye alacağına hak kazanamadığı tespiti yapılmıştır. Yapılan tespit ve varılan sonucun öngörülemez olmadığı gibi bu hususun yargılamanın hakkaniyetini zedelemediği anlaşılmaktadır. Diğer taraftan ortada içtihat farklılığı olarak değerlendirilecek bir hususun da bulunmadığı görülmektedir. Kararlarda sonuç itibarıyla derin ve süregelen farklılığın bulunmaması nedeniyle ortaya çıkan durumun başvurucu için öngörülemez olmadığı ve bu hususun yargılamanın hakkaniyetini zedelemediği sonucuna ulaşılmıştır.
53. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA,
D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 28/1/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.