Esas No: 2018/2790
Karar No: 2018/2790
Karar Tarihi: 25/2/2021
AYM 2018/2790 Başvuru Numaralı ALP ALTINÖRS Başvurusuna İlişkin Karar
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
ALP ALTINÖRS BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2018/2790) |
|
Karar Tarihi: 25/2/2021 |
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Hasan Tahsin GÖKCAN |
Üyeler |
: |
Muammer TOPAL |
|
|
Recai AKYEL |
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ |
|
|
Selahaddin MENTEŞ |
Raportör |
: |
Hüseyin KAYA |
Başvurucu |
: |
Alp ALTINÖRS |
Vekili |
: |
Av. Meral HANBAYAT YEŞİL |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; kamuoyunda Gezi Parkı eylemleri olarak bilinen bir gösteriye kolluk görevlilerince yapılan müdahale sırasında gereksiz ve orantısız güç kullanımı sonucu meydana gelen yaralanma ve bu olaya ilişkin olarak etkili soruşma yürütülmemesi nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının, toplantının hukuka aykırı şekilde dağıtılması nedeniyle de toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 11/1/2018 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
9. Anayasa Mahkemesi, Türkiye İnsan Hakları Kurumu tarafından Ekim 2014"te yayımlanan Gezi Parkı olayları raporunda yer alan bazı tespitlere Özge Özgürengin (B. No:2014/5218, 19/4/2018, § 10) kararında yer vermiştir.
10. Başvurucu 11/6/2013 tarihinde Gezi Parkı civarındaki protesto gösterisine katılmış ve aynı gün kolluk görevlilerince kullanılan göz yaşartıcı gaz fişeğinin başına isabet etmesi sonucu yaralanmıştır.
11. Başvurucu olay günü ilk önce Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesinde (Hastane) tedavi altına alınmış, baş bölgesinin tomografisi çekilerek açık yara sütüre (dikiş) edilmiş ve başvurucu hakkında genel adli muayene raporu düzenlenmiştir. 15/6/2013 tarihinde ise Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesinde tedavi gören başvurucunun triaj raporunda dört gün önce kafa travması yaşadığı kaydedilmiştir.
12. Başvurucu 9/12/2013 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) suç duyurusunda bulunmuş ve bunun üzerine adli soruşturma açılmıştır. Vali, İl Emniyet Müdürü, Çevik Kuvvet Şube Müdürü ve ilgili kolluk görevlilerinden şikâyetçi olduğunu belirten başvurucu; plastik mermiyle baş bölgesinden yaralandığını, yarasına dokuz dikiş atıldığını, olayda güvenlik görevlilerince gereksiz ve orantısız şekilde güç kullanıldığını dile getirmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı Vali ve İl Emniyet Müdürü hakkındaki şikâyete ilişkin olarak ayrıca soruşturma yürütmüştür. Soruşturma önce 13/12/2013 tarihinde benzer şikâyetleri ihtiva eden başka bir soruşturmayla birleştirilmiş, 21/5/2015 tarihinde ise sürüncemede kaldığı gerekçesiyle soruşturmalar tekrar ayrılmıştır.
13. Cumhuriyet Başsavcılığınca 13/12/2013 tarihinde kolluğa yazılan müzekkerede; olay yerine ait trafik kamerası (MOBESE) ile işyeri güvenlik kamera kayıtlarının temin edilmesi, şikâyet dilekçesinde belirtilen ve resen tespit edilecek kişilerin beyanlarının alınması, tespit edilecek şüphelilerin açık kimlik bilgileri ve fotoğraflarının gönderilmesi ile gerekli sair delillerin toplanması talimatları verilmiştir.
14. Kolluğun 23/9/2014 tarihli cevabında, olay tarihinde göz yaşartıcı gaz tüfeği kullanmaya yetkili personelin iş yoğunluğundan dolayı görev listelerinde belirtilmediği, zimmet belgelerinin ise gaz tüfeklerinin iadesinden sonra ilgili yönetmelik hükmünce imha edildiği belirtilmiş; olaydan önce gaz tüfeği kullanım kursu alıp olay yerine yakın bölgede görev icra eden personelin isim listesi ile fotoğrafının gönderildiği ifade edilmiştir. Bu kapsamda olay yerine yakın görev icra eden ve olay tarihinden önce gaz tüfeği kullanım kursu alan -on altısı rütbeli olmak üzere- toplam otuz yedi kolluk görevlisine ait isim listesi ile toplam yetmiş dört kişiden oluşan geniş liste gönderilmiştir. Olay anına ilişkin MOBESE kaydının ise kameralarının olaylar sırasında hasar gördüğü için kayıt yapamadığından gönderilemediği belirtilmiştir.
15. Olay günü yaşananlara ilişkin kolluk görevlilerince aynı tarihte düzenlenen ve Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilen tutanakta, olay yerine asılan yasa dışı pankartların indirilmesi için İstanbul Valiliğince (Valilik) verilen emir üzerine gösteriye sabah 06.30 sıralarında müdahalede bulunulduğu, göstericilerin yollara barikatlar kurduğu, barikatların kaldırılması ikazına göstericilerin taş, soda şişesi ve sapanla bilye atarak karşılık verdiği, bu nedenle göstericilere direnci kıracak ölçüde kademeli güç kullanıldığı bilgilerine yer verilmiştir. Saat 07.30 sıralarında ise göstericilere sesli ikazda bulunularak park içindeki kimseye müdahale edilmeyeceği, amaçlarının bina ve anıt civarında düzenleme yapmak olduğu bildirilmesine ve makul bir süre beklenmesine karşın göstericilerin şiddete başvurdukları ifade edilmiştir. Bu nedenle sadece Taksim Meydanı"nda şiddet eyleminde bulunan göstericilere karşı direnci kıracak ölçüde kademeli olarak güç kullanıldığı ve bazı terör örgütlerine ait pankartların indirildiği belirtilmiştir.
16. Cumhuriyet Başsavcılığınca 8/10/2015 tarihinde kolluğa yazılan müzekkerede başvurucunun iddialarının araştırılması için müfettiş görevlendirilmesi istenmiştir. Bu kapsamda yapılacak tahkikat sonucunda başvurucunun gösteriye katılıp katılmadığı, gösteriden önce yasal bildirimde bulunulup bulunulmadığı, kolluğun zor kullanımı öncesi göstericilerin herhangi bir şiddet eylemi sergileyip sergilemediği, şiddet eyleminde bulunulmuşsa buna dair kamera kaydı ve tutanak gibi delillerin gönderilmesi istenmiştir. Ayrıca gösterinin trafik karışıklığına neden olmak dışında başkalarının vücut bütünlüğü ve mallarına zarar verip vermediği, başkalarının halk arasında rahatça dolaşabilmesine engel olup olmadığı, gösteri barışçıl ise göstericilerin dağılmaları için ikaz yapıldıktan sonra makul bir süre beklenip beklenmediği sorulmuş ve buna ilişkin kamera kaydıyla tutanakların gönderilmesi talep edilmiştir. Müzekkerede son olarak zor kullanımın gerekli ve orantılılığına ilişkin açıklama istenerek buna dair kamera kaydı ve sair delillerin sunulması ve başvurucunun da ifadesinin alınarak kolluk araçlarına ait kameralar da dâhil olmak üzere olay anına ait delil araştırması yapılması istenmiştir.
17. Cumhuriyet Başsavcılığının talebi doğrultusunda başvurucunun da aralarında olduğu toplam on kişinin benzer şikâyetlerine ilişkin olarak idari ön inceleme yapılmıştır. Ön inceleme kapsamında başvurucu ve diğer müştekilerin ifadeleri alınmış, olay yeri ve zamanında görevli, gaz tüfeği kullanan personelin listeleri tam olarak temin edilememiş; kolluk araçları MOBESE ve işyerlerine ait kamera kayıtlarına ulaşılamamıştır. Sonuç olarak 23/6/2015 tarihli kararla fail tespiti yapılamadığından disiplin soruşturması açılmasına yer olmadığına karar verilmiştir.
18. Başvurucunun ifadesi müşteki sıfatıyla 10/2/2017 tarihinde Cumhuriyet savcısı tarafından alınmıştır. İfadede başvurucu her ne kadar şikâyet dilekçesinde plastik mermiyle yaralandığını belirtmiş olsa da sonradan göz yaşartıcı gaz fişeği ile yaralandığını tıbbi müdahale sonucu anladığını zira başındaki yaranın hilal şeklinde olduğunu öğrendiğini belirtmiştir. Başvurucu yaralanmasına neden olan eylemin kasten gerçekleştirildiğini düşündüğünü çünkü olay anında kendisinin bulunduğu yerde herhangi bir kargaşa ya da müdahaleyi gerektiren bir eylemin olmadığını, bulunduğu yerden ayakta Gezi Parkı"nı izlediğini ifade etmiştir. Başvurucu idari ön incelemede de benzer şekilde beyanda bulunmuştur.
19. Cumhuriyet Başsavcılığınca talep edilmesi üzerine Adli Tıp Kurumu (ATK) tarafından 30/5/2014 tarihinde düzenlenen kesin adli raporda; başvurucunun yaralanmasının yaşamını tehlikeye sokan bir durum oluşturmadığı, kemik kırığına neden olmadığı ve basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte olduğu tespitlerinde bulunulmuştur.
20. Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucunun yaralandığı olay mahallinde görevli kolluk görevlilerinin tespiti için kolluğa 18/7/2017 tarihinde yeni bir müzekkere daha yazılmıştır. 24/8/2017 tarihli cevap yazısında olaylara uzun süreli müdahalede bulunulduğu, grupların müdahalenin gerektirdiği şekilde görev noktalarından ayrılarak takip yapabildiği, zaman zaman kuvvet kaydırmalarının da yapıldığı, bu nedenle olay yerinde görevli kolluk personelinin tespit edilemediği belirtilmiş; sayısı binleri bulan kolluk görevlilerine ait isim listesi gönderilmiştir.
21. Cumhuriyet Başsavcılığınca 24/10/2017 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilerek soruşturma sona erdirilmiştir. Kararda başvurucunun yaralanmasına ilişkin adli rapor, olay anına ait kamera kaydına erişilememesi, olay yerinde görevli kolluk personelinin tespit edilememesi ve olaya ilişkin disiplin soruşturmasının fail tespiti yapılamadan sonuçlandırılması hususlarına vurgu yapılmıştır. Kolluk görevlilerinin güç kullanmasına ilişkin kanuni düzenlemelere de yer verilen kararda, olaya ilişkin kolluk tarafından düzenlenen tutanaktan kolluğa karşı direnen göstericilerin olduğunun anlaşıldığı, bu nedenle kolluğun gerektiği için güç kullandığı ve başvurucunun yaralanmasının hafif olması da gözetildiğinde kullanılan gücün orantılı olduğu sonucuna varıldığı ifade edilmiştir.
22. Kovuşturmaya yer olmadığı kararına başvurucu itiraz etmiştir. İtiraz dilekçesinde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) çeşitli kararlarına da atıfta bulunarak ifadesinin alınması ve adli raporunu temin edilmesi dışında Cumhuriyet Başsavcılığının etkili bir soruşturma faaliyetinde bulunmadığından yakınmış, kolluğun yaralama eyleminin zor kullanma yetkisi içinde kabul edilemeyeceği belirtmiştir. İstanbul 11. Sulh Ceza Hâkimliğince incelenen itiraz 28/11/217 tarihinde reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 19/12/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir.
23. Başvurucu 11/1/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
24. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu"nun "Kasten yaralama" kenar başlıklı 86. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur.
(3) Kasten yaralama suçunun;
…
d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,
…
işlenmesi halinde şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır."
25. 5237 sayılı Kanun"un "Zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması" kenar başlıklı 256. maddesi şöyledir:
"(1) Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır."
26. 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu"nun "Zor ve silah kullanma" kenar başlıklı 16. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir.
Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir.
İkinci fıkrada yer alan;
a) Bedenî kuvvet; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü,
b) Maddî güç; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop, basınçlı ve/veya boyalı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis köpekleri ve atları ile sair hizmet araçlarını,
ifade eder.
Zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı yapılır. Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar yapılmadan da zor kullanılabilir.
Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir.
..."
27. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun "Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi" kenar başlıklı 160. maddesi şöyledir:
"(1) Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar.
(2) Cumhuriyet savcısı, maddî gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adlî kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür."
28. Anayasa Mahkemesi Ali Ulvi Atunelli (B. No: 2014/11172, 12/6/2018, §§ 25-27) ve Özlem Kır (B. No: 2014/5097, 28/9/2016, §§ 28-30) kararlarında 30/12/1982 tarihli ve 17914 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Polis Çevik Kuvvet Yönetmeliği’nin 25. maddesinin ilgili kısımlarına, İçişleri Bakanlığının yayımladığı 25/8/2011 tarihli Toplumsal Olaylarda Görevlendirilen Personelin Hareket Usul ve Esaslarına Dair Yönerge"nin 10. ve 12. maddelerinin ilgili kısımlarına, Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından 26/6/2013 ve 22/7/2013 tarihlerinde çıkarılan iki ayrı genelgeyle daha ayrıntılı hâle getirilen, Emniyet Genel Müdürlüğünün Aralık 2008 tarihinde hazırladığı Göz Yaşartıcı Gaz Silahları ve Mühimmatları Kullanım Talimatı"nın ilgili bölümlerine yer vermiştir.
B. Uluslararası Hukuk
29. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi"nin (Sözleşme) ilgili maddelerine ve AİHM"in konuya ilişkin içtihatlarına Ali Ulvi Atunelli (aynı kararda bkz. §§ 29-45) kararında yer verilmiştir.
30. Anayasa Mahkemesi Ali Rıza Özer ve diğerleri ([GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, §§ 47-51) ve Özlem Kır (aynı kararda bkz. §§ 31-35) kararlarında 13/1/1993 tarihli Kimyasal Silahların Geliştirilmesi, Üretimi, Stoklanması ve Kullanımının Yasaklanması ve Bunların İmhası ile İlgili Sözleşme’ye, Kolluk Görevlileri Tarafından Zor ve Ateşli Silah Kullanılması Hakkında Temel İlkelerin [Birleşmiş Milletler (BM) Suçun Önlenmesi ve Suçluların Islahı Sekizinci Kongresi, Havana, 27/8/1990-7/9/1990, BM, A/CONF.144/28/Rev.1, 1990, s. 112-115] ilgili bölümlerine, BM barışçıl toplanma ve gösteri yapma özgürlüğü özel raportörü tarafından hazırlanan raporun (BM İnsan Hakları Komisyonu A/HRC/20/27, 21/5/2012) 35. maddesine, Avrupa İşkencenin ve İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Ceza veya Muamelenin Önlenmesi Komitesinin (CPT) göz yaşartıcı gaza ilişkin görüş ve tavsiyelerine yer vermiştir.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
31. Mahkemenin 25/2/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
32. Başvurucu; kolluk görevlilerinin göz yaşartıcı gaz kullanım talimatlarına uymadığını, herhangi bir direniş ya da saldırıda bulunmadığı hâlde gereksiz ve orantısız şekilde kullanılan güç sonucunda yaralandığını, bu nedenle Anayasa"nın 17. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
33. Başvurucu ayrıca olay hakkında yapılan soruşturmanın derhâl başlamadığını, olay tarihinde hakkında genel adli muayene raporu düzenlenmiş olmasına rağmen ancak şikâyeti üzerine resmî bir soruşturmanın açıldığını, yapılan soruşturmanın ise gereksiz yere başka bir soruşturmayla birleştirilip iki yıl sonra tekrar ayrılarak sürüncemede bırakıldığını dile getirmiştir. Başvurucuya göre anılan nedenlerle etkili bir soruşturma yürütülmemiş ve Anayasa"nın 40. maddesinde güvence altına alınan etkili başvuru hakkı da ihlal edilmiştir.
34. Bakanlık görüşünde, başvurucunun kasten yaralandığına ilişkin soruşturma evrakına yansıyan bir delil bulunmadığından bireysel başvuruda bulunmadan önce tazminat davası yolunun tüketilmesinin daha etkin bir giderim sağlamasının mümkün olduğu belirtilmiştir. Başvurunun esasına ilişkin olarak ise Bakanlık, barışçıl olmayan bir toplantıya güvenlik görevlilerince olayın gerektirdiği ölçüde müdahalede bulunulduğu ve kötü muamele yasağının ihlali için aranan asgari ağırlık eşiğinin somut olayda aşılmadığı kanaatindedir. Bakanlık ayrıca başvurucunun olaydan yaklaşık altı ay sonra suç duyurusunda bulunmasının özen yükümlülüğüne aykırı olduğunu dile getirmiştir.
2. Değerlendirme
35. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyetinin Anayasa"nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir. Başvurucunun etkili başvuru hakkının ihlaline ilişkin ileri sürdüğü şikâyetlerin ise kötü muamele yasağının usul boyutu kapsamında kaldığı anlaşıldığından belirtilen haktan ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek duyulmamıştır.
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
36. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
37. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz."
38. İşkence ve kötü muamele yasağına ilişkin şikâyetlerin devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri dikkate alınarak maddi boyutlar ve usul boyutları bakımından ayrı ayrı incelenmesi gerekmektedir. Devletin negatif yükümlülüğü bireyleri işkence, insanlık dışı, aşağılayıcı muameleye ya da cezaya tabi tutmama sorumluluğunu içerirken devletin pozitif yükümlülüğü hem bireyleri bu tür muamelelerden korumayı (önleyici yükümlülük) hem de etkili bir soruşturma yoluyla sorumluların tespiti ve cezalandırılması sorumluluğunu (soruşturma yükümlülüğü) içermektedir. İşkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutu, negatif yükümlülük ile önleyici yükümlülüğü kapsamakta; pozitif yükümlülüğün alanında kalan soruşturma yükümlülüğü ise usul boyutunu oluşturmaktadır (benzer yöndeki inceleme usulünü içeren kararlar için bkz. Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 75; Mehmet Şah Araş ve diğerleri, B. No: 2014/798, 28/9/2016, §64; Mustafa Rollas, B. No: 2014/7703, 2/2/2017, § 49).
39. Başvurucunun şikâyetine konu eylem kamu görevlisinin fiilinden kaynaklandığı için kural olarak devletin negatif yükümlülüğü kapsamında bir hak ihlali olup olmadığının incelenmesi gerekir. Ayrıca başvurucunun kolluk görevlileri hakkında etkili bir soruşturma yapılmayarak kovuşturmaya yer olmadığı kararı verildiği yönündeki şikâyeti de pozitif yükümlülükler kapsamında etkili soruşturma yapma yükümlülüğü açısından ele alınmalıdır.
i. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia
(1) Genel İlkeler
40. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında ise kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağı, kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır.
41. Anayasa"nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası ve Sözleşme"nin 3. maddesi istisna öngörmemekte ve işkence, insanlık dışı ve onur kırıcı muamele ve cezaların yasaklanmasının mutlak mahiyetini belirtmektedir. Kötü muamele yasağının mutlak mahiyeti Anayasa"nın 15. maddesi kapsamında belirtilen savaş veya ulusun varlığını tehdit eden başka bir genel tehlike hâlinde dahi istisna öngörmemiştir. Aynı şekilde Sözleşme"nin 15. maddesi kapsamında da benzer bir düzenleme ile kötü muamele yasağına ilişkin herhangi bir istisna öngörülmemiştir (Turan Günana, B. No: 2013/3550, 19/11/2014, § 33).
42. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamasını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 81).
43. Öte yandan kötü muamele konusundaki iddialar, uygun delillerle desteklenmelidir. İddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için her türlü şüpheden uzak, makul kanıtların varlığı gerekir. Bu nitelikteki bir kanıt yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilemeyen birtakım karinelerden de oluşabilir. Bu bağlamda kanıtlar toplanırken tarafların takındığı tutumlar dikkate alınmalıdır. Ancak bu uygun koşulların tespiti hâlinde bir kötü muamelenin varlığından bahsedilebilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 95).
44. Bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekmektedir. Bu asgari eşik göreceli olup her olayda asgari eşiğin aşılıp aşılmadığı somut olayın özellikleri dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu bağlamda muamelenin süresi, fiziksel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşımaktadır (Tahir Canan, § 23). Değerlendirmeye alınacak bu unsurlara muamelenin amacı ve kastı ile ardındaki saik de eklenebilir. Ayrıca kötü muamelenin heyecanın ve duyguların yükseldiği bağlamda meydana gelip gelmediğinin tespiti de dikkate alınması gereken diğer faktörlerdir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 83).
45. Kolluk görevlileri, görevini yaparken direnişle karşılaşması hâlinde bu direnişi kırmak amacıyla ve direnişi kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir. Fiilî bir saldırının varlığı hâlinde kolluk görevlileri ayrıca meşru savunma kapsamında zor kullanma yetkisine sahiptirler. Ancak zor kullanımı yalnızca zorunlu hâllerde başvurulabilecek bir yol olduğu gibi, başvurulacak güç ölçülü ve kademeli olmalıdır (Arif Haldun Soygür, B. No: 2013/2659, 15/10/2015, § 51). Ayrıca kişinin kendi davranışından veya tutumundan dolayı fiziksel güce başvurmak kesinlikle zorunlu hâle gelmedikçe bu neviden fiiller, prensip olarak Sözleşme’nin 3. maddesinde belirtilen yasağı ihlal edecektir (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 81).
46. Anayasa Mahkemesi kötü muamelenin kişi üzerindeki etkisine göre Anayasa ve Sözleşme kapsamında nasıl derecelendirildiğine, buna göre eylemin işkence, eziyet ya da insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele nitelendirmelerinden hangisine uygun olduğuna ilişkin temel ilke ve belirlemelerini ortaya koymuş (Cezmi Demir ve diğerleri, §§ 84, 85, 88-90) ve bu ilkeleri birçok kararında da tekrar etmiştir (birçok karar arasından bkz. Ender Ergün, B. No: 2016/1849, 19/11/2019, §§ 49-53).
(2) İlkelerin Olaya Uygulanması
47. Başvurucu, katılmış olduğu bir protesto eylemi sırasında herhangi bir şiddet eylemine karışmadığı ve barışçıl bir tutum içinde olduğu hâlde kolluk kuvvetince kullanılan gaz tüfeği mühimmatı ile yaralandığından yakınmaktadır. Başvurucu bu iddiasını aynı gün tedavi gördüğü hastane tarafından düzenlenen adli raporla da desteklemektedir. Bu adli raporla bağlantılı olarak Cumhuriyet Başsavcılığınca ayrıca ATK tarafından düzenlenen rapor da temin edilmiş durumdadır (bkz. § 19). Şu hâlde başvurucunun iddiasını makul birtakım delillerle destekleyemediği söylenemeyecektir. Kaldı ki kovuşturmaya yer olmadığı kararında da başvurucunun iddiası dışında başkaca bir şekilde yaralandığı yönünde yargısal bir değerlendirme yapılmamış, aksine kolluk kuvvetinin kullandığı gücün orantılı olduğunun kabulü ile soruşturma sonuçlandırılmıştır (bkz. § 21).
48. Başvurucuda meydana gelen yaralanmanın ağırlığı, vücuttaki yeri ve olayın meydana geliş şekline ilişkin iddia bir bütün hâlinde değerlendirildiğinde somut olayın kötü muamele yasağının kapsamı alanında incelenebilmesi için aranan asgari ağırlık eşiğini aşmadığı da söylenemez.
49. Kolluk görevlilerinin protesto gösterileri gibi toplumsal olaylara nasıl ve ne şekilde müdahale etmesi gerektiğine ilişkin kurallar kanuni düzenleme ile belirlenmiştir (bkz. § 26). Somut olayda başvurucunun da katıldığı protesto eyleminde bazı göstericilerin barışçıl tutum içinde olmadığı, kolluk görevlilerine şiddet içeren saldırıda bulunduğu, kamu ve özel şahıs mallarına zarar verdiği kolluk tarafından 11/6/2013 tarihinde düzenlenen Olay Tutanağı"nda belirtilmiştir (bkz. § 15). Ancak başvurucunun kendisine karşı güç kullanılmasını gerekli kılan bir tutum içinde olduğuna dair kolluk görevlilerince bir gerekçe ileri sürülmediği gibi katıldığı gösteride suç işlemesi nedeniyle başvurucu hakkında adli bir işlem yapıldığı yönünde bir bilgi ya da belge de bulunmamaktadır. Öte yandan toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde polisin müdahalesi esnasında ortaya çıkan panik ve karmaşada gösteriye katılan ancak müdahale edilmesi gerekmeyen kişilerin de müdahaleden etkilenmesi mümkündür. Bu durumda polisten kontrollü hareket etmesi ve müdahaleyi gerektiren durumu yaratan kişiler dışındakilerin müdahaleden etkilenmemesi için gerekli tedbirleri alması beklenir. Ancak müdahalenin oluşturduğu karmaşa ve panik ortamında bu tedbirlerin polis tarafından mutlak olarak uygulanmasının zorluğunu da kabul etmek gerekir (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 94). Buna göre her ne kadar başvurucunun kendisine karşı güç kullanılmasını gerektiren bir eylem içinde bulunduğu kamu makamlarınca özel olarak ortaya konulamasa da toplantının genelinde ortaya çıkan şiddet eylemleri nedeniyle kolluk görevlilerince -başvurucunun da yaralanmasına neden olan- güç kullanımının gerekli olmadığı söylenemez.
50. Öncelikle belirtilmelidir ki göz yaşartıcı gaz fişeğinin bir atım aleti (silahı) vasıtasıyla ateşlenmesi, bu silahın uygun olmayan bir tarzda kullanılması durumunda ciddi yaralanmalara hatta ölümlere sebebiyet verme potansiyelini taşımaktadır (Özlem Kır, § 63). Kolluk tarafından düzenlenen tutanakta başvurucunun baş bölgesinden yaralanmasına neden olan güç kullanımının orantılılığı hususunda net bir açıklama bulunmayıp şiddete başvuran göstericilere karşı kademeli güç kullanıldığının belirtilmesiyle yetinildiği görülmektedir (bkz. § 14). Orantılı şekilde güç kullanıldığını gösteren olay anına ilişkin kamera görüntüsü veya başkaca bir delilin de dosya kapsamında yer almadığı anlaşılmaktadır. Kovuşturmaya yer olmadığı kararında ise başvurucuya karşı kullanılan gücün neden ve nasıl orantılı olduğu hususunda tatmin edici bir açıklama yapılmamıştır. Şu hâlde başvurucuya karşı kolluk görevlileri tarafından orantılı şekilde güç kullanıldığı hususunun kamu otoritelerince açıkça ortaya konulamadığı anlaşılmaktadır.
51. Diğer bir husus ise kolluğun Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği cevapta başvurucunun yaralandığı yerde gaz mühimmatı kullanmakla görevli polis memurunun kim olduğunu tam olarak tespit edilememesine dair sunduğu gerekçedir (bkz. § 20). Burada belirtilen hususlar kolluğun toplumsal olaya müdahalesi sırasında gerekli olan organizasyon ve planlamadaki eksikliği ile doğrudan bağlantılı olarak yorumlanabilecektir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 57; Özlem Kır, § 65; Pınar Durko, B. No: 2015/16449, 28/6/2018, § 83). Bu yönüyle de kolluğun güç kullanımının bağlı olması gerektiği sıkı denetim mekanizmasının zayıfladığı ve buna bağlı olarak sadece gerekli olduğu hâl ve koşullarda güç kullanılmasının temininin zorlaştığı söylenebilecektir (Duran Eren Şahin, B. No: 2016/11928, 20/11/2019, § 54).
52. Başvurucuya karşı kolluk görevlilerince kullanılan ve orantılı olduğu açıklanamayan gücün özellikle bilgi almak, cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla ya da ayrımcı bir nedenle kasten ağır acı veya ızdırap verme şeklinde gerçekleştirildiği söylenememektedir. Eylemin uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış, fiziki yaralanmaya ya da yoğun maddi veya manevi ızdıraba sebep olacak şekilde ortaya çıkmış olduğu da iddia edilemez. Bu durumda söz konusu eylemin işkence veya eziyet boyutuna varmadığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla başvurucuya uygulanan şiddetin düzeyi, süresi, şekli ve eylem nedeniyle başvurucuda meydana gelen yaralanmanın basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte olması hususları birlikte dikkate alındığında eylemin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele olarak tanımlanması mümkündür.
53. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
ii. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia
(1) Genel İlkeler
54. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüğünün usule ilişkin bir boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve karıştıkları olaylarda kamu görevlilerinin ya da kurumlarının kendi sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110).
55. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi -“Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddesindeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında- etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Bu mümkün olmazsa bu madde sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan, § 25).
56. Devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında bazen tek başına soruşturma yapılmamış olması yahut yeterli soruşturma yapılmamış olması kötü muamele teşkil edebilmektedir. Dolayısıyla şartlar ne olursa olsun yetkililer, resmî şikâyet yapılır yapılmaz harekete geçmelidir. Şikâyet yapılmadığında bile işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren yeterli, kesin belirtiler olduğunda soruşturma açılması sağlanmalıdır. Bu bağlamda soruşturmanın derhâl başlaması, bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi olarak, özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 116).
57. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edilebilmesi için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız bir şekilde hızlı ve derinlikli yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı; soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdırlar (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114).
(2) İlkelerin Olaya Uygulanması
58. Başvurucunun 11/6/2013 tarihinde katılmış olduğu gösteride yaralanması üzerine hastaneye müracaat ederek tedavi olduğu ve aynı tarihte hakkında genel adli muayene raporu tanzim edildiği anlaşılmaktadır (bkz. § 11). Başvurucu hakkında düzenlenen bu adli rapor sonrası kamu otoritelerinin olaydan haberdar olduğu ve bu kapsamda derhâl resmî bir soruşturma açılması gerektiği açıktır (bkz. § 56). Ancak başvurucunun 9/12/2013 tarihinde (olaydan yaklaşık altı ay sonra) Cumhuriyet Başsavcılığına başvuruda bulunmasına kadar herhangi bir resmî soruşturmanın başlatılmadığı görülmektedir. Bu gecikme iki açıdan önem arz etmektedir: İlki devletin kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiası içeren şikâyetler karşısında derhâl verdiği tepki ile bu gibi olaylara müsamahakâr davranmadığını göstermesi, ikincisi ise belli bir zaman dâhilinde kaybolma olasılığı olan delillerin bir an önce toplanmasının sağlanmasıdır. Dolayısıyla kamu makamlarınca etkili bir soruşturmanın gereği olarak derhâl resmî bir soruşturma başlatılması yükümlülüğü açısından somut olayda gerekli özenin gösterildiği söylenemeyecektir.
59. Cumhuriyet Başsavcılığının başvurucunun yaralanmasına neden olan ilgili kolluk görevlisi ya da görevlilerinin tespiti yönünde yaptığı tek girişimin kolluğa yazdığı müzekkerelerle sınırlı kaldığı görülmektedir. Kolluğun bu konuda net bir yanıt vermemesi ve en azı otuz yedi kişiden oluşan (bkz. § 14), birçok kolluk görevlisinin kimlik bilgilerini içeren uzun isim listelerini Cumhuriyet Başsavcılığına göndermesi sonrasında şüpheli kimlik tespiti yapılması yönünde daha ileri bir araştırma yapılmaması ve soruşturmanın olağan şüpheli tespiti dahi yapılmadan sonlandırılması etkili bir soruşturma açısından kabul edilemez. Oysa kolluğa yeni bir müzekkere yazılarak olağan şüpheli isim listesinin daraltılması ya da müştekiden olaya ilişkin tanıklarının bulunup bulunmadığının sorulması yoluna da gidilebilecektir. Bu açıdan delillerin toplanmasında gereken özenle hareket edildiği söylenemez.
60. Soruşturma kapsamında temin edilmeye çalışılan olay anına ilişkin görüntülerin bahse konu MOBESE kameraların hasar görmüş olması nedeniyle elde edilemediği anlaşılmaktadır. Ancak benzer soruşturmalarda elde edilen kamera görüntüleri ve bunlara ilişkin bilirkişi incelemeleri hususunda bir araştırma faaliyetine de girişilmemiştir. Bu açıdan etkili bir soruşturmada olması gereken delillerin toplanmasında gerekli özenin gösterilmesi ve derinlikli bir soruşturma yürütme ilkelerine somut olayda riayet edildiği söylenemez.
61. Etkili bir soruşturmada delillerin toplanması ve nesnel bir analize tabi tutulması kadar soruşturmanın süratli şekilde yürütülerek sonuçlandırılması da önemlidir. Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma dosyasının önce başka soruşturma dosyalarıyla birleştirilmesi ve yaklaşık iki yıl sonra da soruşturmaların sürüncemede kaldığı gerekçesiyle tekrar ayrılması, gereken süratle hareket edilmediğini göstermektedir. Şu hâlde soruşturma konusu olayın karmaşıklığı, delillerin toplanmasındaki güçlük ve anılan sürede yapılan araştırma faaliyeti bir bütün hâlinde değerlendirildiğinde yaklaşık dört yılda tamamlanan soruşturmanın gereken süratle yürütüldüğü de söylenemez.
62. Kovuşturmaya yer olmadığı kararında, başvurucunun da katıldığı eylemde bazı göstericilerin kolluğa direnmeleri nedeniyle toplantıya yapılan müdahalenin gerekli olduğu ve bu kapsamda kullanılan gücün de orantılı olup herhangi bir suça vücut vermediği belirtilmiştir. Ancak soruşturma sonucunda varılan yargısal sonuçtan başvurucuya karşı güç kullanımının neden orantılı olduğu tam olarak anlaşılabilmiş değildir. Zira kararda güç kullanımının orantılılığına dair başvurucu hakkında bir kişiselleştirme yapılmamıştır. Oysa genel olarak olayın anlatılmasının yanı sıra başvurucu açısından da kendisine karşı kullanılan gücün ne şekilde orantılı olup olmadığının değerlendirilmesi Anayasa"nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağı kapsamındaki usul yükümlülüğünün bir gereğidir. Bu açıdan da soruşturmanın etkili biçimde yürütüldüğü söylenemeyecektir.
63. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
B. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
64. Başvurucu, barışçıl bir biçimde katılmış olduğu protesto eyleminin kolluk görevlilerinin kullandığı orantısız güçle dağıtıldığını iddia ederek Sözleşme"nin 11. maddesi ile Anayasa"nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
65. Bakanlık görüşünde, başvurucunun hem soruşturma evrakına yansıyan ifadesinde hem de başvuru dilekçesinde toplantıya doğrudan katılmayıp sadece eylemcileri ve kolluk görevlilerini izlediğini belirtmesi nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkına bir müdahale olmadığı belirtilmiştir. Bakanlık başvurunun esasına ilişkin olarak ise toplantının genel olarak barışçıl olmadığı, eylemcilerin şiddete başvurduğu, bu nedenle güvenlik görevlilerinin öncelikle toplantının sona erdirilmesi yönünde ikazda bulunduğu, eylemcilerin dağılmaması nedeniyle başvurulan güç kullanımının gerekli ve orantılı olduğu görüşündedir.
2. Değerlendirme
66. Başvurucunun da başvuru formunda ifade ettiği üzere kamuoyunda Gezi Parkı eylemleri olarak bilinen olaylar 27/5/2013 tarihinde başlamıştır. Başvurucu ise 11/6/2013 tarihindeki olay sırasında yaralanmıştır. Bu yönüyle protesto gösterilerinin bir anlık olmadığı, devam eden şekilde süregeldiği anlaşılmaktadır. Bu hâliyle eylemcilerin talep ve görüşlerini kamuoyuna yeterince duyuramadıkları ve protesto etme haklarını kullanamadıklarının söylenmesi zordur. Nitekim başvurucu, toplantıya yapılan müdahale sonucunda görüşlerini dile getiremediği ve/veya protesto hakkını yeterince kullanamadığı yönünde bir şikâyet de ileri sürmemiştir.
67. Öte yandan eldeki başvuruda çözülmesi gereken ana meselenin kolluk görevlilerinin güç kullanımına bağlı olarak ortaya çıkan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edilmesi olduğu ve bu kapsamda ihlal sonucuna da ulaşıldığı ortadadır. Şu hâlde Anayasa Mahkemesi toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı kapsamında yapılan şikâyetin ayrıca incelenmesine gerek olmadığını değerlendirmiştir.
68. Açıklanan gerekçelerle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddiasının incelenmesine gerek olmadığına karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun"un 50. Maddesi Yönünden
69. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."
70. Başvurucu ihlalin tespit edilmesini istemiş ve 100.000 TL tazminat talebinde bulunmuştur.
71. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
72. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
73. İhlalin kovuşturmaya yer olmadığı ya da daimî arama kararı gibi bazı nedenlerle soruşturmanın sonlandırılmasından kaynaklandığı durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun"un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılması için kararın bir örneğinin ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden soruşturma yapılması sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden soruşturma yapılması kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili Cumhuriyet Başsavcılığının yeniden soruşturma yapılması sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı Cumhuriyet Başsavcılığının yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden soruşturma yapma kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (benzer yöndeki kararlar için bkz. Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).
74. İncelenen başvuruda insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul boyutunun etkili bir soruşturma yapılmayarak ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen kovuşturmaya yer olmadığı kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
75. Bu durumda ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeni soruşturma ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun"un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden soruşturma yapılması kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden soruşturma yapılmak üzere İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (Soruşturma No: 2015/67866) gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.
76. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı açıktır. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlali nedenleriyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 50.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
77. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutlarının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının İNCELENMESİNE GEREK OLMADIĞINA,
D. Kararın bir örneğinin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,
E. Başvurucuya net 50.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
F. 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
G. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
H. Kararın bir örneğinin bilgi için İstanbul 11. Sulh Ceza Hâkimliğine GÖNDERİLMESİNE,
İ. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 25/2/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.