AYM 2017/38612 Başvuru Numaralı ÇELEBİ KUTLU Başvurusuna İlişkin Karar

Abaküs Yazılım
Birinci Bölüm
Esas No: 2017/38612
Karar No: 2017/38612
Karar Tarihi: 21/4/2021

AYM 2017/38612 Başvuru Numaralı ÇELEBİ KUTLU Başvurusuna İlişkin Karar

 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ÇELEBİ KUTLU BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2017/38612)

 

Karar Tarihi: 21/4/2021

R.G. Tarih ve Sayı: 23/6/2021-31520

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Hicabi DURSUN

 

 

Recai AKYEL

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

İrfan FİDAN

Raportör

:

Denizhan HOROZGİL

Başvurucu

:

Çelebi KUTLU

Vekili

:

Av. Mehmet DURSUN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, başvurucunun yazdığı dilekçede yer alan sözleri ve bazı beyanları nedeniyle tazminat ödemeye mahkûm edilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 1/12/2017 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu 1953 doğumlu olup olayların meydana geldiği tarihte İstanbul"da ikamet etmektedir.

9. S.S. İ. Yapı Kooperatifi, Konyaaltı Boğaçayı mevkiinde satın alınan arazi üzerine bina yaparak ortaklarına daire verme amacıyla 1987 yılında kurulmuştur. Başvurucu da bahse konu kooperatifin bir üyesidir.

10. Başvurucu ve aynı Kooperatifte üye olan G.B., M.Ö ve M.Ç. 24/1/2013 tarihinde Antalya Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) bir şikâyet dilekçesi sunmuştur. Şikâyetçilere göre bahse konu Kooperatifin yöneticileri zimmet, görevi kötüye kullanma ve 24/4/1969 tarihli ve 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu’na muhalefet suçlarını işlemiştir. Şikâyet dilekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:

"...Aradan 25 yıl geçmesine karşın, hiçbir gelişme kaydedilmemiş, sonuç elde edilememiştir.

Kooperatif Yönetimi, bugüne kadar, bürokratik engelleri gerekçe göstererek üyeleri oyalamış, göstermelik adımlar atarak umutlarını canlı tutmuş ve son iki yıla kadar üyelerinden aidat toplayarak haksız çıkar elde etmişlerdir.

...

Kooperatif Yönetimi, aşağıda saydığımız eylemleri ile, üyeleri zarara uğratmış, kendileri de haksız kazanç elde etmişlerdir:

1- Yaklaşık 25 yıldır, her bir ortaktan, üyeliğe girişte değişik miktarlarda katılım payı ve ayda ortalama 100 TL aidat toplanmıştır. Bu pay ve aidatların nerelere harcandığı belli değildir. Kooperatif yönetiminde yeterince şeffaflık olmadığından, üye olarak aidatların nerelere harcandığını takip etmemiz mümkün olmamaktadır.

Kooperatif Bilançolarında yer alan harcama kalemlerinin gerçeği yansıtıp yansıtmadığı, harcamalara ilişkin belgelerin mevcut olup olmadığı ve içeriklerini araştırmamız ve bilgi sahibi olabilmemiz mümkün değildir.

Ancak Bilançoları incelediğimizde dahi, bazı usulsüzlükleri, en azından yüzeysel olarak görmemiz mümkün olmuştur. 2004, 2008, 2009 ve 2010 yılı Kooperatif Denetim Kurulu Raporlarında; plan proje ve yapı ruhsatı konularında kooperatifin yaptığı herhangi bir işlem bulanmadığı bildirilmesine karşın; aynı tarihli Kooperatif Bilançolarında, sırasıyla 16.240 TL., 55.000 TL., 155.480 TL., 80.775 TL. Plan Proje bedeli olarak gider kalemlerine işlenmiştir.

Yapılmayan plan ve proje bedeli olarak alınan bu meblağların akıbeti belirsizdir...

2- 300 ortak ile başlayan kooperatifin ortak sayısının 100"e indirilmesi amaçlanmış; bu amaçla, aidatlarını ödemeyen ortaklar ihraç edilmiş, kooperatif hisselerini devretmek isteyen ortakların hisseleri, tespit edilen bedelleri ödenerek, kooperatif adına satın alınmıştır. Ancak kooperatif adına, üyelerinin menfaati gereği satın alındığı iddia edilen üyelik haklarının akıbeti belli değildir. Kooperatifin mevcut üyelerine kazandırdığı iddia edilen katkı, ortada yoktur.

3- Ortak sayısını 100"e indirmeyi amaçlamış olmasına rağmen, üye sayısının her yıl değişmesi. bazı yıllar, hisse satışları nedeniyle azalması gerekirken artması, çıkan veya çıkarılanların üyelik haklarının bedel mukabili satılıp satılmadığını akla getirmektedir.

4- Kooperatif Yönetiminin Faaliyet Raporlannda belirttiği üye sayısı ile, üye İmza Çizelgesinde yer alan üye sayıları, hiçbir dönemde birbirini tutmamıştır.

5- Genel Kurullarda, vekaletle kullanılan oylara ilişkin, gerçekten oy kullanan kişilere, adına oy kullanılan üyeler tarafından vekaletname verilip verilmediği belli değildir. Çünkü, bir iki istisna dışında, yazılı vekaletname bulunmamaktadır. Bu hususta da usulsüzlük yapıldığını düşünüyoruz. Nitekim kooperatif yönetimi 25 yıldır aşağı yukarı aynı kişilerden oluşmaktadır.

Nitekim Koop. K.m:49"a göre; Ana sözleşmede açıklama bulunduğu takdirde, bir ortak yazı ile izin vermek suretiyle Genel Kurul toplantısında oyunu ancak başka bir ortağa kullandırabilir.

Tespit edebildiğimiz kadarıyla; 2010 yılı Genel Kurul toplantısında, [A.E.A.], [Ç.K.] adlı üyeye oy kullanması içın vekalet göndermesine rağmen, o kişi adına oyu, [V.C.] kullanmıştır. [V.C.], Kooperatif Yönetim Kurulu Başkanı [Y.C.nin] kardeşidir.

Yine 2011 yılı Genel Kurul toplantısında, [M.Ş.Y.], [A.T.] adlı üyeye oy kullanması için vekalet göndermesine rağmen, o kişi adına oyu, [M.U.] kullanmıştır. Genel Kurulda bu durumun farkına varılıp, kullanılan oy iptal ettirilmiştir. Tespit edilemeyen daha birçok usulsüzlüğün yapıldığını düşünüyoruz.

6- Koop. K. m:98 atfı ile T.Ticaret K. m:332 (Yeni 393) gereği yasal engel bulunmasına rağmen, 2007-2010 arası kooperatif Denetleme Kurulu üyeliği yapmış [F.V.Y.], 25 yıldır kooperatifin müdürü olan [M.Y.nin] damadıdır.

Yine, Kooperatif Müdürü [M.Y.] ile, Yönetim Kurulu Başkanı [Y.C.] bacanaktır. Ayrıca, müdür [M.Y.nin] oğlu [B.Y.], eşi [A.Y.], kızı [B.Y.] de, kooperatıf üyesidir. Bu yakın akrabalık bağları Genel Kurula bildirilmemiş, tarafımızca daha sonra öğrenilmiştir. Kooperatifin Yönetim Kurulunun kendi içinde ve Denetleme Kurulunda yakın akrabaların bulunması, sağlıklı idare edilmediğini, yolsuzluk ve usulsüzlüklerin üzerinin kapatılması amacı güdüldüğünü, kooperatif işini geçim kaynağı olarak kullandıklarını ortaya koymaktadır. 25 yıldır somut bir adım atılmaması da, kooperatifi aile şirketi haline getiren bu kişilerin amaçlarının, üyelerin aidatlarını geçim kaynağı olarak kullanmak olduğunu ortaya koymaktadır.

...

8- Kooperatifler Kanunu 24. Maddeye göre; "Yönetim Kurulunun gelir gider farklarının dağıtım şekli hakkındaki tekliflerini ihtiva eden yıllık çalışma raporu ile bilanço ve denetçilerin 66 ncı madde hükümlerine uygun olarak tanzim edecekleri rapor genel kurulun yıllık toplantısından en az 15 gün öncesinden itibaren bir yıl süre ile Kooperatif merkezinde ve varsa şubelerinde ortakların tetkikine amade tutulur.

Talep eden ortaklara bilanço ve gelir gider farkı hesaplarının birer suretinin verilmesi mecburidir."

Ancak kooperatif yönetimi. bu hükmün gereğini yerine getirmemiş rapor ve bilançoları üyelerin incelemesine sunmak bir yana, üyelerden gizlemek için ellerinden geleni yapmışlardır.

9- 2010 ve 2011 Genel Kurul Toplantılarında, Hesap Tetkik Komisyonu kurularak, kooperatifin hesaplarının, gelir ve harcamalarının incelenmesi ve kooperatifin şeffaf hale getirilmesi istenmesine rağmen, yukarıda belirtildiği üzere, akraba şirketi gibi hareket ederek akraba ve çevresinin desteği ile, bu husustaki talepler reddedilmiştir.

10- [İ.] Yapı Kooperatifinin müdürü [M.Y.], aynı zamanda. bir başka ([İ.] Evler Yapı) kooperatifin de Yönetim Kurulu Başkanlığını yapmaktadır. Yani, kooperatif yöneticileri, kooperatifçilik işini meslek haline getirmiş, üyeleri üzerinden haksız kazanç temin etmektedirler.

11- Kooperatif adına satın alınan arazi üzerinde portakal ağaçları bulunmakta olup, bu ağaçlardan elde edilen ürünün ne yapıldığı, değerlendirilip değerlendirilmediği, elde edilen gelir varsa miktarı belli değildir. Yönetimin Faaliyet Raporlarında da, bu hususta hiçbir açıklama yer almamaktadır.

SONUÇ : Belirttiğimiz ve resen göz önünde bulundurulacak nedenlerle, kooperatifi ve üyelerini zarara uğratan, usulsüz işlemler yapan ve haksız menfaat temin eden şüpheli kooperatif yetkilileri hakkında gerekli kovuşturma yapılarak, kamu davası açılmasına karar verilmesini, saygılarımızla arz ve talep ederiz."

11. Bahse konu şikâyet üzerine ilgili Kooperatif yetkilileri hakkında Başsavcılıkça soruşturma başlatılmıştır. Başsavcılık 4/2/2013 tarihinde Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Mesleki Hizmetler Genel Müdürlüğü Kooperatifler Dairesi Başkanlığına müzekkere yazarak müştekilerin şikâyetine konu iddialarla ilgili olarak İ. Yapı Kooperatifinin tüm defter, belge ve kayıtlarının incelenmesini, rapor tanzim edilmesini istemiştir. Bunun üzerine Antalya Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü 17/9/2013 tarihinde bir inceleme raporu düzenlemiştir. Başsavcılık ayrıca 26/6/2013 tarihinde Kooperatife ait defter ve belgeleri bir bilirkişiye teslim ederek bilirkişiden rapor hazırlamasını istemiştir.

12. Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü ve bilirkişi ayrı ayrı raporlarını dosyaya sunmuştur. Raporların incelenmesi neticesinde müştekilerin bazı iddiaları hakkında teknik bazı incelemeler yapıldığı anlaşılmaktadır. Raporlara göre müştekilerin bahse konu iddiaların bir kısmının doğru olduğu, bir kısmının doğru olmakla birlikte bunun 1163 sayılı Kanun"a aykırılık teşkil etmediği, bir kısmının ise incelenen defter ve belgelere göre doğru olmadığı belirtilmiş; sonuç olarak şikâyet dilekçesinde, işlendiği iddia edilen suçların unsurlarının somut olayda oluşmadığı yönünde kanaat bildirilmiştir.

13. Başsavcılık 6/11/2013 tarihinde, inceleme ve bilirkişi raporuna göre şüphelilerin atılı suçları işlediklerine dair müştekilerin soyut iddiaları dışında delil bulunmadığı gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığı kararı vermiştir.

14. Müştekiler bilirkişi raporlarında yer aldığını düşündükleri eksiklikleri ayrı ayrı belirterek 4/12/2013 tarihinde karara itiraz etmiş ancak bu itirazları Manavgat 2. Ağır Ceza Mahkemesince 27/1/2014 tarihinde reddedilmiştir.

15. Bunun üzerine müştekilerin şikâyet ettikleri Kooperatif yetkililerinin bir kısmı 14/7/2015 tarihinde başvurucunun da aralarında bulunduğu müştekiler aleyhine Antalya 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) manevi tazminat davası açmıştır.

16. Davacılar dava dilekçesinde özetle başvurucunun da aralarında bulunduğu davalıların kendilerine ağır suçlamalarda ve gerçekle ilgisi olmayan olayları öne sürerek şikâyetçi olduklarını belirtmiştir. Davacılar söz konusu şikâyetler nedeniyle Başsavcılıkça soruşturma yapıldığını ve kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğini, bu karara yapılan itirazın da kesin olarak reddedildiğini ifade etmiştir. Davacılar ayrıca kendilerinin öğretmenlik, memurluk ve esnaflık gibi onurlu mesleklerle uğraştıklarını, davalıların resmî makamları aldatarak soyut iddialarda bulunduklarını ve son derece ağır bu suçlamalar nedeniyle büyük üzüntü duyduklarını belirtmiştir.

17. Davalılar ise cevap dilekçesinde özetle şikâyete konu olayda Başsavcılıkça kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiğini ve davacılar hakkındaki şikâyet dilekçesinin Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi çerçevesinde hak arama özgürlüğünün kullanımı olduğunu ifade etmiştir. Davalılar; hukuk toplumunda yaşama hakkına sahip olan herkesin devletten suç işlenmesinin önlenmesi ve suçluların cezalandırılmasını talep hakkına sahip olduğunu, kişiler hakkında açılan ceza davası sonucunda beraat kararı verilmesi olgusunun yargı görevinin yasalara göre takdir hakkı kullanılmak suretiyle yerine getirilmesi ile ilgili olduğunu ve bunun çatışan hakların sınırının belirlenmesinde davacı lehine değerlendirilecek bir delil olarak değerlendirilemeyeceğini belirtmiştir. Davalılar son olarak Kooperatif Yönetim ve Denetim Kurulu üyeleri ile Genel Kurul Toplantısı"na katılan hükûmet komiseri hakkında ayrıca suç duyurusunda bulunduklarını ve davacılar hakkında çeşitli mahkemelerde kamu davaları açıldığını, açılan bir kamu davasında ise mahkûmiyet kararı verildiğini, bunun da şikâyet haklarını somut emarelere dayandırdıklarının açık göstergesi olduğunu vurgulamıştır.

18. Yargılama sonucunda Mahkeme 15/3/2017 tarihinde davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Mahkemenin gerekçeli kararında yapılan değerlendirmelerin ilgili kısmı şu şekildedir:

"...Davalıların Cumhuriyet Başsavcılığına verdikleri şikayet dilekçelerinde davacıların plan ve proje bedeli olarak aldıkları meblağları karşılıksız ve haksız olarak isnat ettiklerini ve haksız kazanç elde ettiklerini, kooperatif aidatlarını geçim kaynağı olarak kullandıklarını, üyelerden topladıkları aidatları masraf kalemleri icat ederek kullandıkları ve haksız çıkar sağladıklarını, üyeler üzerinden haksız kazanç temin ettiklerini, kooperatif adına satın alınan arazı üzerindeki portakal ağaçlarının ürünlerinin ne yapıldığı ve ne şekilde değerlendirildiğinin belli olmadığını iddia ettikleri ve belirtildiği şekilde beyanda bulundukları, ayrıca dinlenen yeminli tanık beyanları ile kooperatifin yapılan genel kurul toplantılarında davalı Çelebi Kutlu"nun (başvurucu) davacı [M.Y.] ve diğer kooperatif üyelerine yönelik olarak "planlama aşamasında para yediniz, burayı geçim kaynağı yaptınız, sahtekarlık yaptınız, kreşlerinizi ve iş yerlerinizi buranın parasıyla kurdunuz" dediğinin, diğer davalıların [M.Y.] ve ailesiyle diğer yöneticilere "sizin yüzünüzden kooperatif geride kaldı, parayı yediniz, nereye gitti bu paralar, burayı geçim kaynağı yaptınız" dediğinin, davalı Çelebi Kutlu ve [M.Ö.nün] "kooperatif arsasının bahçesindeki portakalları sattınız, buradan gelir elde ettiniz, plan proje masrafı olarak bütçede toplanan paraları yediniz bu paralar nereye gitti" dediklerinin ispatlandığı, şikayet dilekçesindeki belirtilen cümlelerin şikayet amacını aştığı ve şikayet hakkının kötüye kullanılması niteliğinde olduğu, şikayet dilekçesindeki beyanlar ile davalıların davacılar hakkındaki Kooperatif Genel Kurulunda suç isnadı niteliğindeki hakaret içeren sözlerinin davacıları küçük düşürücü, şeref ve haysiyetini zedeleyici nitelikte olduğu, bu sözlerin ve şikayet dilekçesinde yazılı beyanların davacıların kişilik haklarına haksız saldırı oluşturduğu, davacıların davalıların bu sözlerinden dolayı manevi zarar gördüklerinin kabul edilmesi gerektiği, davacıların davalıların hakaret niteliğindeki ve küçük düşürücü sözlerinden dolayı duydukları üzüntü ve acı ile bozulmuş olan ruhi huzurunun imkan dairesinde yeniden elde edilmesini sağlamak için tarafların sosyal ve ekonomik durumları, paranın olay tarihi itibariyle satın alma değeri, davalıların söz ve beyanlarındaki suç isnadı kastının derecesi ve ağırlığı, davacıların duyduğu acı ve üzüntünün yoğunluğu gözetilerek her bir davacı için 3.000 TL manevi tazminata hükmedilmesinin çekilen sıkıntıyı hafifletebilecek düzeyde adalete ve hakkaniyete uygun olacağı, tüm dosya kapsamı ile belirlendiğinden davacıların manevi tazminat talebinin kabulüne, her bir davacı için 3.000 TL olmak üzere toplam 15.000 TL manevi tazminatın dava tarihinden işleyecek yasal faiziyle (müştereken ve müteselsilen) davalılardan alınarak davacılara ödenmesine, davacıların fazlaya ilişkin taleplerinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna varılarak aşağıda yazılı şekilde hüküm kurulmuştur."

19. Davalıların istinaf talebini inceleyen Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesi (BAM) 20/9/2017 tarihinde istinaf başvurularının esastan reddine kesin olarak karar vermiştir. BAM kararının ilgili kısmı şu şekildedir:

"...Müşteki davalıların şikayet dilekçelerinde özellikle zimmet ve haksız çıkar elde etmek gibi yüz kızartıcı isnatlarda bulunmak suretiyle şikayet hakkının korunmasına ilişkin yasal korumanın sınırlarını tecavüz ettikleri, anılan isnatlar yönünden daha dikkatli ve özenli davranılması gerektiğine ilişkin yerleşik yargısal uygulamalara aykırı hareket ettikleri, yani somut olay bakımından şikayetin amacını aştığı, dolayısıyla şikayetin, hakkın kötüye kullanılması niteliğine büründüğü, davalıların şikayetlerini haklı gösterecek emareleri ortaya koyamadıkları anlaşılmaktadır. Şikayet dilekçesi içeriğinde sarf edilen bu sözlerin davacıları küçük düşürücü nitelikte bulunduğu, şeref ve haysiyetlerini zedelediği, dolayısıyla kişilik haklarına saldırı niteliğinde bulunduğu açıktır. Bu itibarla ilk derece mahkemesince şikayet hakkının kötüye kullanıldığından bahisle manevi tazminata hükmedilmesinde bir isabetsizlik yoktur.

Öte yandan, her ne kadar davalılar vekilince, davacılar hakkında Antalya 23. Asliye Ceza Mahkemesinin 2015/810 ve Antalya 27. Asliye Ceza Mahkemesinin 2016/392 Esas sayılı dosyalarında görülen kamu davalarının açıldığı, 23. Asliye Ceza Mahkemesinin 2015/810 Esas sayılı dosyasının yargılaması sonucunda davacıların mahkumiyetlerine karar verildiği, bu durumun dahi davalıların şikayet haklarını somut emarelere dayandırdıklarının açık göstergesi olduğu ileri sürülmüş ise de; 23. Asliye Ceza Mahkemesinin 2015/810 Esas sayılı dosyasındaki yargılama konusunun kooperatif genel kurul toplantısının zamanında yapılmaması, suç tarihinin ise 1/8/2015 tarihi olduğu; 27. Asliye Ceza Mahkemesinin 2016/392 Esas sayılı dosyasındaki yargılama konusunun da kooperatife ait taşınmazın gerçek değerinin altında bir bedelle satılması suretiyle kooperatifin zarar görmesine sebep olma olduğu ve suç tarihinin 10/6/2015 tarihi olarak belirlendiği anlaşılmaktadır. Oysa eldeki davaya konu edilen ve haksız olduğu ileri sürülen şikayet ise 24/1/2012 tarihinde yapılmış ve davacıların bu tarihten önceki eylemleri şikayet konusu edilmiştir. Dolayısıyla şikayet tarihinden yaklaşık üç yıl sonraki eylemler sebebiyle davacılar hakkında kamu davası açılması ve/veya mahkumiyet kararı verilmiş olması bu dava yönünden davalıların şikayet haklarını usule uygun olarak kullandıklarını göstermez... İlk Derece Mahkemesi kararına yönelik istinaf isteminin reddine karar verilmelidir. "

20. BAM kararı başvurucuya 2/11/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 1/12/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

21. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Sorumluluk” kenar başlıklı 49. maddesi şöyledir:

 “Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.

Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.”

22. 6098 sayılı Kanun’un “Kişilik hakkının zedelenmesi” kenar başlıklı 58. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

 “Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir.”

23. Yargıtayın haksız şikâyet nedeniyle manevi tazminat istemlerine ilişkin verdiği kararlarda vurgulanan temel ilkeler şunlardır (birçok karar arasından bkz. Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, E.2016/13345, K.2019/699, 14/2/2019; Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, E.2016/8975, K.2018/7434, 29/11/2018; Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, E.2016/3988, K.2018/1033, 19/2/2018):

 “Şikâyet hakkı, diğer bir deyimle hak arama özgürlüğü; Anayasa’nın 36. maddesinde; "Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir" şeklinde yer almıştır. Hak arama özgürlüğü bu şekilde güvence altına alınmış olup; kişiler, gerek yargı mercileri önünde gerekse yetkili kurum ve kuruluşlara başvurmak suretiyle kendilerine zarar verenlere karşı haklarının korunmasını, yasal işlem yapılmasını ve cezalandırılmalarını isteme hak ve yetkilerine sahiptir.

Anayasa’nın güvence altına aldığı hak arama özgürlüğünün yanında, yine Anayasa"nın "Temel Haklar ve Hürriyetlerin Niteliği" başlığını taşıyan 12. maddesinde herkesin kişiliğine bağlı dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve özgürlüklere sahip olduğu belirtildikten başka, 17. maddesinde de, herkesin yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip bulunduğu da düzenleme altına alınmış bulunmaktadır. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 24. maddesinde, kişilik haklarına yapılan saldırının unsurları belirtilmiş ve hukuka aykırılığı açıklanmıştır. 25. maddesinde ise, kişilik haklarına karşı yapılan saldırının dava yolu ile korunacağı açıklanmış, 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 49. maddesinde ise saldırının yaptırımı düzenlenmiştir.

Hak arama özgürlüğü ile kişilik haklarının karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin bu iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Daha az üstün olan yararın, daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Hak arama özgürlüğü, diğer özgürlüklerde olduğu gibi sınırsız olmayıp kişi salt başkasını zararlandırmak için bu hakkı kullanamaz. Bu hakkın hukuken korunabilmesi ve yerinde kullanıldığının kabul edilebilmesi için şikâyet edilenin cezalandırılmasını veya sorumlu tutulmasını gerektirecek yeterli kanıtların mevcut olması da zorunlu değildir. Şikâyeti haklı gösterecek bazı emare ve olguların zayıf ve dolaylı da olsa varlığı yeterlidir. Bunlara dayanarak başkalarının da aynı olay karşısında davalı gibi davranabileceği hallerde şikâyet hakkının kullanılmasının uygun olduğu kabul edilmelidir. Aksi halde şikâyetin hak arama özgürlüğü sınırları aşılarak kullanıldığı, kişilik değerlerine saldırı oluşturduğu sonucuna varılmalıdır."

V. İNCELEME VE GEREKÇE

24. Mahkemenin 21/4/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

25. Başvurucu, hak arama özgürlüğü kapsamında bir ihbar ve şikâyette bulunması nedeniyle manevi tazminat ödemeye mahkûm edildiğini iddia etmiştir. Başvurucu; Kooperatif Yönetim ve Denetim Kurulu üyeleri hakkında başkaca şikâyetlerde de bulunduklarını ve bunun üzerine bu kişiler hakkında birden çok ceza davası açıldığını, bu davalardan birinde de yöneticiler hakkında görevi ihmal ve kötüye kullanma suçlarından mahkûmiyet kararı verildiğini, bu tür olayların yaşandığı bir kooperatife üye olması nedeniyle şikâyet hakkını kullanmasının oldukça normal görülmesi gerektiğini ifade etmiştir. Başvurucu, bu durumların yargılama mercilerince dikkate alınmadığını ve bu nedenle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

26. Anayasa’nın “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” kenar başlıklı 26. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

"Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar...

Bu hürriyetlerin kullanılması,... başkalarının şöhret veya haklarının,... korunması ... amaçlarıyla sınırlanabilir…"

27. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine yönelik şikâyetlerinin bir bütün olarak ifade özgürlüğü kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

28. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Müdahalenin Varlığı

29. Başvurucu, yazdığı dilekçede yer alan sözleri ve bazı beyanları nedeniyle Mahkemece tazminat ödemeye mahkûm edilmiştir. Söz konusu mahkeme kararı ile başvurucunun ifade özgürlüğüne yönelik bir müdahale söz konusudur.

b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

30. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 26. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... demokratik toplum düzeninin ... gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

31. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk koşullarını sağlayıp sağlamadığının belirlenmesi gerekir.

i. Kanunilik

32. 6098 sayılı Kanun"un 49. ve 58. maddelerinin kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.

ii. Meşru Amaç

33. Müdahalenin başkalarının şöhret veya haklarının korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.

iii. Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk

 (1) Genel İlkeler

 (a) Demokratik Toplumda İfade Özgürlüğünün Önemi

34. İfade özgürlüğü kişinin haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilmesi, düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanmaması, bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir. Anayasa Mahkemesi ifade özgürlüğünün demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemde olduğunu daha önce pek çok kararında açıklamıştır (Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, §§ 33-35; Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, §§ 42, 43; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, §§ 35-38).

 (b) Müdahalenin Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygun Olması

35. Temel hak ve özgürlüklere yönelik bir müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve orantılı olması gerekir (Bekir Coşkun, §§ 53-55; Mehmet Ali Aydın, §§ 70-72; AYM, E.2007/4, K.2007/81, 18/10/2007). Müdahaleyi oluşturan tedbirin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığının kabul edilebilmesi için amaca ulaşmaya elverişli olması, başvurulabilecek en son çare ve alınabilecek en hafif önlem olarak kendisini göstermesi gerekmektedir (bazı farklılıklarla birlikte bkz. Bekir Coşkun, § 51; Mehmet Ali Aydın, § 68; Tansel Çölaşan, § 51).

36. Anayasa Mahkemesinin bir görevi de bireylerin fikirlerini ifade özgürlüğü yoluyla ifade etme hakları ile Anayasa"nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen meşru amaçlar arasında adil bir dengenin sağlanıp sağlanamadığını denetlemektir. Meşru amaçların bir olayda varlığının hakkı ortadan kaldırmadığı vurgulanmalıdır. Önemli olan bu meşru amaçla hak arasında olayın şartları içinde bir denge kurmaktır (Bekir Coşkun, §§ 44, 47, 48; Hakan Yiğit, B. No: 2015/3378, 5/7/2017, §§ 58, 61, 66).

(c) İfade Özgürlüğünü İlgilendiren Yönüyle İddia ve Savunma Dokunulmazlığı

37. İddia ve savunma dokunulmazlığı, Anayasa"nın 36. maddesi çerçevesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunmalarını sunma ve adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38). Adil yargılanmaya ilişkin hak ve ilkeler hem medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili uyuşmazlıkların hem de bir suç isnadının esasının karara bağlanması esnasında geçerlidir (Adnan Oktar, B. No: 2012/917, 16/4/2013, § 21).

38. Anayasal güvenceye sahip iddia ve savunma dokunulmazlığı 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu"nda da yer almaktadır. Anılan Kanun"un 128. maddesinde yargı mercileri veya idari makamlar nezdinde yapılan yazılı veya sözlü başvurularda muhakeme süjelerinin kişilerle ilgili olumsuz beyanları -belli sınırlar içinde olmak kaydıyla- hukuka uygunluk nedeni olarak öngörülmüştür (Kenan Gül, B. No: 2015/17892, 19/2/2019, § 44; Şeyma Fenercioğlu, B. No: 2015/12747, 7/11/2019, § 39).

39. Söz konusu madde ile her ne kadar dokunulmazlığın kullanımına şekil, yer ve ölçülülük yönünden sınırlama getirilmiş olsa da maddi gerçeklerin iddia ile savunmanın çarpışması sonucu ortaya çıkacağı dikkate alındığında bu sınırlamaların mümkün olduğunca dar yorumlanması gerekmektedir (Kenan Gül, § 45; Şeyma Fenercioğlu, § 40).

40. 5237 sayılı Kanun"un 128. maddesine göre isnat ve değerlendirmeler, gerçek ve somut vakıalara dayandığı ve uyuşmazlıkla bağlantılı olduğu müddetçe ölçülü kabul edilebilir. Bununla birlikte yargılama esnasında kullanılan ifadelerin ve eleştiri hakkının makul olmayan ölçüde sınırlandırılmasının hem Anayasa"nın 26. maddesi hem de 36. maddesi altında güvence altına alınan hakların gereğince yerine getirilmesini engelleyeceği unutulmamalıdır. Yargının işleyişine halel getirmemek adına davanın tarafları ve profesyonel olarak iddia ve savunma görevini icra eden avukatlar bu görev nedeniyle herhangi bir müeyyide veya ceza tehdidi altında kalmamalıdır (Kenan Gül, § 46; Şeyma Fenercioğlu, § 41).

41. Anayasa Mahkemesine göre de iddia ve savunma hakkının her türlü etkiden uzak olarak kullanılması esastır. Anayasa Mahkemesi; bir davada tarafların yargı mercileri önünde iddia ve savunmalarını kaygıya kapılmadan serbestçe yapmaları gerektiğini, iddia ve savunma sınırı içinde kalan hakaretin suç teşkil etmemesinin olayda hakaret kastının bulunmamasına değil adaletin tam olarak yerine getirilmesi sebebine dayandığını belirtmiştir. Anayasa Mahkemesine göre bu serbestlik davanın aydınlığa kavuşmasına, diğer bir deyişle hakkın meydana çıkmasına yol açma amacına hizmet etmelidir (AYM, E.1963/163, K.1965/36, 8/6/1965; E.1979/38, K.1980/11, 29/1/1980; Kenan Gül, § 47).

 (d) Başkalarının Şöhret veya Haklarının Korunması

42. Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasına göre ifade özgürlüğünün sınırlandırılma nedenlerinden ve bu bağlamda ifade özgürlüğünü kullananların uyması gereken görev ve sorumluluklardan biri de başkalarının şöhret veya haklarının korunmasıdır. Bireyin şeref ve itibarı, kişisel kimliğinin ve manevi bütünlüğünün bir parçasını oluşturur ve Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının korumasından faydalanır (İlhan Cihaner (2), B. No: 2013/5574, 30/6/2014, § 44; Kenan Gül, § 52).

43. Üçüncü kişilerin şeref ve itibara müdahalesi, birçok ihtimalin yanında adli makamlara verilen dilekçeler veya mahkemeler önünde sarf edilen sözlerle de olabilir. Bir kişi adli makamlara verilen dilekçelerde ve bir yargılama çerçevesinde eleştirilmiş olsa dahi o kişinin şeref ve itibarı manevi bütünlüğünün bir parçası olarak değerlendirilmelidir (Cem Mermut, B. No: 2013/7861, 16/4/2015, § 37). Devlet, bireyin şeref ve itibarına keyfî olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlüdür (Nilgün Halloran, B. No: 2012/1184, 16/7/2014, § 41; Adnan Oktar (3), B. No: 2013/1123, 2/10/2013, § 33; Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, § 45; Önder Balıkçı, B. No: 2014/6009, 15/2/2017, § 44).

 (e) Çatışan Haklar Arasında Dengeleme

44. Devletin bireylerin maddi ve manevi varlığının korunması ile ilgili pozitif yükümlülükleri çerçevesinde şeref ve itibarın korunması hakkı ile diğer tarafın Anayasa’da güvence altına alınmış olan iddia ve savunma dokunulmazlığı ile ifade özgürlüğünden yararlanma hakkı arasında adil bir denge kurması gerekir. Çatışan haklar arasında dengeleme yapılabilmesi için mevcut olaya uygulanabilecek olan kriterlerden bazıları şöyledir (Kenan Gül, §§ 54, 55; Şeyma Fenercioğlu, §§ 45, 46):

i. İddia ve savunma dokunulmazlığının kullanılmasını haklı gösterecek emarelerin varlığı

ii. İddia ve savunma dokunulmazlığının sırf üçüncü kişilere zarar vermek amacıyla kullanılıp kullanılmadığı

iii. Hedef alınan kişiye yönelik isnatların taraflar arasındaki uyuşmazlık konusuyla -oldukça zayıf veya dolaylı da olsa- ilgisinin bulunup bulunmadığı ve uyuşmazlığın çözümüne katkısının olup olmadığı

45. Anayasa Mahkemesi başvurunun koşullarına göre bazıları yukarıda sayılan kriterlerin gerektiği gibi değerlendirilip değerlendirilmediğini denetler (Nilgün Halloran, § 41; Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/2015, § 56; Kadir Sağdıç, §§ 58-66; İlhan Cihaner (2), §§ 66-73).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

46. Başvuru konusu olayda başvurucu ile birlikte bir kısım Kooperatif üyesi, Kooperatif yöneticilerinin kooperatifle ilgili çeşitli suçlar işlediğinden bahisle şikâyetçi olmuş, şüpheliler hakkında soruşturma yürütülmüş ve bu soruşturma sonucunda kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmiştir. Bunun üzerine ilgili Kooperatif yöneticilerinin açtığı manevi tazminat davası sonucunda Mahkemece, şikâyet dilekçesinde yer alan ve Genel Kurul toplantılarında dile getirilen bazı ifadeler nedeniyle aralarında başvurucunun da bulunduğu davalı Kooperatif üyelerinin davacılara toplam 15.000 TL manevi tazminat ödemesine karar verilmiştir.

47. Eldeki başvuruda başvurucunun da içinde bulunduğu davalılar, aynı zamanda şikâyette bulundukları Kooperatifin birer üyesidir. Şikâyet olunanlar ise aynı Kooperatifin yöneticisidir. Diğer bir ifadeyle şikâyetçiler konu hakkında menfaatlerinin doğrudan ihlal edildiğini iddia eden veya edilme potansiyeli olan kişiler olup şikâyet edileneler ise -şikâyetin haklı olduğunun anlaşılması hâlinde- doğrudan sorumluluklarına başvurulabilecek kişilerdir. Bunun yanında davalılar, başvuruya konu şikâyetten önceki bir tarihte davacıların şeref ve itibarın korunması hakkına haksız müdahale teşkil edebilecek herhangi bir şikâyette de bulunmamıştır. Aksine davalılar, başvuruya konu şikâyet sonrası Kooperatif yöneticileri hakkında bir dizi şikâyette bulunmuş; bu şikâyetler üzerine kamu davaları açılmış hatta mahkûmiyet kararları verilmiştir.

48. Başvuruya konu şikâyet dilekçesinde ve Genel Kurul toplantılarında kullanılan ifadelere bakıldığında Kooperatif yönetiminin bazı eylemleri veya ihmallerinin konu alındığı ve ifadelerin bazı maddi olgulara dayandığı anlaşılmaktadır. Bahse konu şikâyet dilekçesinde somut örnek olay ve rakamlar üzerinden Kooperatif yönetiminin birtakım usulsüzlükler yaptığı iddia edilmiş, genel kurul toplantılarında da benzer şikâyetlerin tekrarlandığı Mahkemece kabul edilmiştir (bkz. §§ 10, 18). Başsavcılık, şikâyet dilekçesinde yer alan olgular hakkında iki ayrı uzman incelemesi yaptırmış; bunun sonucunda kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Karara dayanak alınan raporlar incelendiğinde ise daha ileri ve teknik bir inceleme sonucunda şikâyet dilekçesinde yer alan iddiaların bir kısmının doğru olduğu, bir kısmının ise doğru olmakla birlikte bunların 1163 sayılı Kanun"a aykırılık teşkil etmediği, diğer bir kısmının ise incelenen defter ve belgelere göre doğru olmadığı kanaatine varıldığı görülmüştür (bkz. § 12).

49. Somut olayda başvurucu tarafından kullanılan ifadelerin veya yöneltilen suçlamaların muhatabına rahatsızlık veren saldırgan ifadeler olduğu kabul edilebilir. Bununla birlikte başvurucu ve diğer arkadaşları, Cumhuriyet savcılığına verdiği dilekçede esas itibarıyla Kooperatif yönetimince plan ve proje bedeli olarak üyelerden alınan paraların akıbeti ve Kooperatife ait gelirlerin harcamalarına ilişkin kayıtların doğruluğu hakkında şüpheleri bulunduğunu ifade etmiştir. Başvurucu, Kooperatif yöneticileri ile girdiği tartışma sırasında söylediği "para yendiğine", "sahtekarlık yapıldığına" ve Kooperatifin paralarını kendi menfaatlerine kullandıklarına dair sözler ve isnatları ile asıl olarak yöneticilerin toplanan aidatların harcanmasına ilişkin olarak kendilerinde oluşan tereddütleri gideremediğini ima etmektedir. Başvuru konusu sözlerin Kooperatif üyesi olan başvurucu ve diğer davalıların 25 yıl gibi uzun bir süre geçmesine karşın Kooperatif amacının henüz gerçekleşmemiş olmasına yönelik kızgınlıklarının ve sorgulamalarının birer ifadesi olarak anlaşılması gerekir. Yeni kurulmuş bir kooperatife nazaran 25 yıldır amacı henüz gerçekleşmemiş bir kooperatif hakkında yapılacak açıklamaların veya getirilecek eleştirilerin görece daha sert olması anlaşılabilir. Üstelik eldeki olayda başvurucu, dilekçedeki sert sözleri somut bir isim belirtmeksizin genel olarak Kooperatif yöneticilerine yöneltmekte ve Kooperatifin başarısızlığı sebebiyle belirli kişileri değil yönetimi suçlamaktadır (bkz. § 10).

50. Bu çerçevede söz konusu ifadelerde iddia ve savunma dokunulmazlığının kullanılmasını haklı gösterecek emarelerin veya hedef alınan kişilere yönelik isnatların taraflar arasındaki uyuşmazlık konusuyla -oldukça zayıf veya dolaylı da olsa- ilgisinin bulunmadığı ya da uyuşmazlığın çözümüne katkısının olmadığı da söylenemez. Nitekim kişilerin kamu makamlarına şikâyet dilekçesi vermesi, bu dilekçe sonucu şikâyet edilenlerin ceza almalarını şart olarak gerektirmez. Bu kapsamda şikâyet dilekçesi sonucu kamu davası açılmasının ya da mahkûmiyet kararı verilmesinin aranması hak arama özgürlüğünü son derece daraltır. Bu hususun iddia ve savunma dokunulmazlığı ve ifade özgürlüğü ile şeref ve itibarın korunması hakkı arasında adil bir denge sağlanırken dikkatle gözönünde bulundurulması gerekir.

51. Yukarıdaki açıklamalar ışığında derece mahkemelerinin somut olayın kendine özgü şartlarını gözönüne alarak başvurucunun şikâyetini sırf üçüncü kişilere zarar vermek amacıyla yapıp yapmadığını yeterince değerlendirmedikleri kanaatine ulaşılmıştır. Mahkemeler, başvurucunun ifade özgürlüğü ile davacıların şeref ve itibarın korunması hakları arasında adil bir denge kuramamıştır.

52. Olaylara bir bütün olarak yaklaşıldığında başvurucunun ifade özgürlüğüne yapılan müdahale zorunlu bir ihtiyacı karşılamadığı için demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir müdahale olarak kabul edilemez.

53. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun"un 50. Maddesi Yönünden

54. 30/11/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun"un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

55. Başvurucu, yeniden yargılama yapılması ya da tazminat verilmesi talebinde bulunmuştur.

56. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

57. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

58. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü"nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

59. İncelenen başvuruda başvurucunun bazı ifadeleri nedeniyle Mahkeme tarafından başvurucunun manevi tazminat ödemesine karar verilmesinin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun düşmediği ve bu nedenle başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

60. Bu durumda ifade özgürlüğünün ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun"un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Antalya 1. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

61. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.857,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. İfade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin ifade özgürlüğünün ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Antalya 1. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2015/257, K.2017/61) GÖNDERİLMESİNE,

D. 257,50 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.857,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 21/4/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

Hemen Ara