AYM 2017/28890 Başvuru Numaralı MESUT NACİ TOPKARA VE MUTLU TOPKARA Başvurusuna İlişkin Karar

Abaküs Yazılım
İkinci Bölüm
Esas No: 2017/28890
Karar No: 2017/28890
Karar Tarihi: 7/10/2021

AYM 2017/28890 Başvuru Numaralı MESUT NACİ TOPKARA VE MUTLU TOPKARA Başvurusuna İlişkin Karar

 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

MESUT NACİ TOPKARA VE MUTLU TOPKARA BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2017/28890)

 

Karar Tarihi: 7/10/2021

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan y.

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

 

 

Basri BAĞCI

Raportör

:

Volkan ÇAKMAK

Başvurucular

:

1. Mesut Naci TOPKARA

 

 

2. Mutlu TOPKARA

Başvurucular Vekili

:

Av. Ayşegül ŞENOL CAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, gerçekleşen bir depremde, idarenin imar ve iskan uygulamaları ile bina kontrol ve denetimlerine ilişkin gereken önlemleri almaması sonucu bir binanın yıkılıp enkazı altında kalan bir kişinin yaşamını yitirmesi ile ölüme ilişkin yeterli giderim sağlanmaması nedenleriyle yaşam hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 30/6/2017 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

6. Başvuruculardan Mesut Naci Topkara"nın eşi, Mutlu Topkara"nın annesi olan H.T., Düzce"nin Kültür Mahallesi sınırları dâhilinde bulunan konutunun 12/11/1999 tarihinde meydana gelen depremde yıkılması sonucu enkaz altında kalarak hayatını kaybetmiştir.

7. Başvurucular, deprem nedeniyle konutun yıkılmasında; imar planlarını yapmak, yapılaşma şartlarını belirlemek, iskân ruhsatı düzenlemek, yapıların imara ve yapı projesine uygun yapılmasını denetlemekle görevli olan Düzce Belediyesi (Belediye) ile Düzce Valiliğinin (Valilik) planlama, denetleme ve kontrol vazifesini gereği gibi yerine getirmediklerini ve bu nedenle hizmet kusurları bulunduğunu ileri sürerek anılan kurumlara 14/9/2000 ve 19/9/2000 tarihlerinde tazminat ödenmesi istemiyle idari başvuruda bulunmuştur.

8. Başvurucular söz konusu taleplerin reddi üzerine 9/11/2000 tarihinde, Sakarya 2. İdare Mahkemesi nezdinde 6.000 TL tutarındaki kısmı destekten yoksun kalma tazminatı olmak üzere toplam 31.000 TL maddi ve 5.000 TL manevi tazminatın ödenmesi talepli tam yargı davası açmıştır.

9. Dava, süre aşımı yönünden reddedilmiştir. 30/10/2002 tarihli ret kararında öncelikle hizmet kusurunun planlama ve izin verme işlemlerine dayandırıldığı, bu nedenle davanın işlemden kaynaklanan tazminat davası olduğu yönünde belirleme yapılmıştır. Bu bağlamda 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu"nun 12. maddesi uyarınca başvurucuların planlama ve izin işlemlerine ilişkin zararların ortaya çıktığı deprem tarihinden itibaren 60 gün içinde idareye başvurarak ya da doğrudan tazminat davası açmaları gerektiği ancak söz konusu sürelerin geçirilmesinden sonra yapılan başvuru üzerine açılan davanın süresinde olmadığı ifade edilmiştir.

10. Süre ret hükmü Danıştay Altıncı Dairesi tarafından 2/12/2005 tarihli kararla bozulmuştur. Daire bozma gerekçesinde; davanın denetim ve kontrol görevlerinin gereği gibi yerine getirilmemesinden, dolayısıyla eylemsizlikten kaynaklanan tazminat davası niteliğinde olduğunu vurgulayarak 2577 sayılı Kanun"un 13. maddesi uyarınca davanın süresinde açılıp açılmadığının değerlendirilmesi suretiyle bir karar verilmesi gerektiğini belirtmiştir.

11. Bozma kararına uyan Sakarya 1. İdare Mahkemesi (Mahkeme) davanın esasına geçerek davalı kurumların hizmet kusuru bulunup bulunmadığını, varsa ne oranda olduğunun tespiti amacıyla bilirkişi incelemesi yaptırmıştır. Bilirkişi heyeti inşaat ve jeoloji mühendisliği ile şehir bölge planlama bölümlerinden profesör ve doçent titrine sahip öğretim üyelerinden teşekkül ettirilmiştir. Bilirkişi heyetinin düzenlediği raporda; yapının inşa edildiği yerde taban kayası veya taban formasyonu üzerindeki zemin kalınlığının Belediye tarafından kontrol edilmediği, yörenin zemini için mikro bölgelendirme çalışması yapılmadığı, afete uğrayabilecek bölgelerin tespit ve ilan edilmediği, kat adetlerindeki kısıtlamaların belirlenmediği hususlarına yer verilerek ve yapı ruhsatı ile yapı kullanma izin belgesinin Belediye tarafından düzenlendiği vurgulanarak Belediyenin kusur oranının tam olduğu ifade edilmiştir. Mahkeme ayrıca başvurucu Mutlu Topkara"nın destekten yoksun kalması nedeniyle uğradığı zararın tespiti için de bilirkişi incelemesi yaptırmıştır. Mahkeme 18/9/2008 tarihli kararıyla davayı kısmen kabul kısmen reddetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Doktrinde idarenin hukuki sorumluluğu, kamu hizmetlerinin yürütülmesi sırasında doğan zararların karşılanıp giderilmesini amaçlayan hukuki bir kurum olarak tanımlanmaktadır.

 Bu bağlamda, idarenin hukuki sorumluluğundan söz edebilmek için ise, ortada bir zararın bulunması ve bunun idareye yüklenebilen bir işlem veya eylemden doğması, başka bir deyişle, zararla idari faaliyet arasında illiyet bağı bulunması gerekir. Daha açık bir anlatımla, idarenin işlem veya eylemi zararın gerçek nedenini oluşturmalıdır.

 Bu genel şartların dışında, idarenin tazminat ödemekle yükümlü tutulabilmesi için idari faaliyetin hukuki yönüyle de tazmine yol açacak nitelikte olması gereklidir.

 Kısaca, ilgililerin zarara uğramasına neden olan idari işlem veya eylem ya bir hizmet kusuru oluşturmalı ya da kusursuz sorumluluk esasının uygulanmasına elverişli olmalıdır.

 İdare hukuku ilkelerine göre, bir olayda idarenin hizmet kusurunun varlığından sözedilebilmesi için, idarenin yürütmekle yükümlü olduğu kamu hizmetinde kuruluş, işleyiş ya da personel açısından gereken emir ve talimatların verilmemesi, denetimin yetersiz olması, hizmete tahsis edilen araç ve gereçlerin, hizmet gereklerine uygun veya yeterli olmaması, gereken önlemlerin alınmaması veya geç ya da yetersiz alınması gibi nedenlerle bir aksaklık, bozukluk, düzensizlik, eksiklik veya sakatlık meydana gelmiş ve oluştuğu ileri sürülen zararında, bundan kaynaklanmış olması gereklidir.

 Uğranıldığı ileri sürülen zarar; deprem sonucunda oluştuğundan, öncelikle deprem olayıyla bağlantılı olarak mücbir sebep kavramının irdelenmesi gerekmektedir. Mücbir sebep, kusursuzluk, öngörülemezlik, karşı konulamazlık ve gerçeklik olarak ifade edilebilir. Önemli olan husus, zararın, idari faaliyet dışında meydana gelip gelmediğinin tespitidir. Mücbir sebebin ayırt edici unsurlarından olan öngörülemezlik, önlenemezlik ve dışsallık (failin dışında gelişme) boyutunun deprem olayında da irdelenmesi gerekir.

 Ülkemiz, jeolojik ve topografik yapısı nedeniyle büyük can ve mal kayıplarına yol açan deprem felaketleriyle sık sık karşılaşan ülkelerin başında gelmektedir. Bu sebeple afetlerin önlenmesi ve zararların azaltılması amacıyla alınması gereken tedbirleri araştırmak, bu konudaki temel hedef ve politikaları belirlemek, ülke içindeki bilimsel, teknik ve idari çalışmaları koordine etmek, ortak sonuçları tüzük, yönetmelikler, talimat ve eğitim yoluyla uygulamaya aktarmak ve denetlemek, afet zararlarının azaltılması amacıyla ulusal ve uluslararası işbirliği, proje ve programları oluşturmak, elde edilen sonuçları uygulamaya aktarmak, afete uğramış ve uğrayabilecek bölgeler ile yapı veya ikamet için yasaklanmış afet bölgelerini tespit ve ilan etmek, afet bölgelerinde yapılacak yapılarla ilgili kuralları, yapı tekniklerini ve projelendirme esaslarını tespit etmek, depremleri ve etkilerini incelemek, elde edilen sonuçlara göre deprem katalogları ve ülkenin deprem haritalarını hazırlamak ve geliştirmek, depremlerden dolayı hasar görmüş yapıların takviye ve onarım yöntemleriyle ilgili çalışmalar yapmak Devletin yetki, görev ve sorumlulukları arasındadır.

 Öngörülemezlik ölçütü yer ve zaman olarak öngörmenin mümkün olmadığı ve fakat önlenemezlik ölçütü bakımından tedbirli ve öngörülü bir idareden beklenen özeni göstermesi sonucunda öngörülemeyen doğal olayın yaratacağı zarardan kısmen veya tamamen kaçınma olanağının mümkün olduğu durumlarda, bu zarardan kaçınmak için idarenin gerekeni yapmaması durumunda hizmet kusurundan sorumlu olmasını zorunlu kılacaktır.

 ...

 ...12.11.1999 tarihinde meydana gelen deprem nedeniyle oluştuğu ileri sürülen zararların meydana gelmesinde davalı idarelerin hizmet kusurunun bulunup bulunmadığı hususlarının araştırılması, kusurlu ise davalı idarelerin kusur oranlarının belirlenmesi, deprem nedeniyle söz konusu konutta oluşan zararın deprem tarihi itibariyle tespit edilmesi gerekmektedir.

 ...

 ...bilirkişi raporunda yer alan tespit ve değerlendirmeler göz önüne alındığında bu itiraz yerinde görülmemiş, bilirkişi raporu Mahkememizce hükme esas alınabilecek yeterlilikte bulunmuştur.

 Bu itibarla dosyadaki bilgi ve belgelerle bilirkişi raporunda getirilen görüşün birlikte değerlendirilmesinden; 3194 sayılı Yasa ve ilgili Yönetmeliklere göre yapılacak inşaatlar için inşaat ruhsatı verilmesi, inşaatın her aşamasında gerekli denetimlerin yapılması ve inşaat bittikten sonra yapı kullanma izni verilmesi belediyenin yetki ve görevleri arasında olduğu göz önüne alındığında dava konusu konutun bulunduğu yapının yapıldığı yörede, zemin etütlerinin yapılmadığı, konutun inşaat ruhsatı ve yapı kullanma izin belgelerinin Düzce Belediye Başkanlığı tarafından düzenlendiği, davalı belediye tarafından mikro bölgelendirme çalışması yapılmadığı, yapının inşa edildiği yerde taban kayası ve taban formasyonu üzerindeki zemin kalınlığının kontrol edilmediği, kat adetlerindeki kısıtlamaların belirlenmediği açık olduğundan, davacıların ev eşyalarının enkaz altında kalarak kullanılamaz hale gelmesinde ve konutun yıkılmasında davalı Düzce Belediye Başkanlığı’nın %100 (tam) kusurlu olduğu kanaatine varılmıştır.

 Öte yandan Bayındırlık ve İskan Bakanlığı ülkenin deprem bölgesi haritalarının hazırlanması, afet bölgelerinde yapılacak yapılar hakkındaki yönetmeliklerin çıkartılması konusunda üzerine düşen görevleri yerine getirdiği, yine 3194 sayılı Yasa ve ilgili yönetmeliklere göre yapılacak inşaatlar için inşaat ruhsatı verilmesi, inşaatın her aşamasında gerekli denetimlerin yapılması ve inşaat bittikten sonra yapı kullanma izni verilmesi mücavir alan sınırları içinde belediyenin yetki ve görevleri arasında olduğundan davalılardan Düzce Valiliği’nin söz konusu yapının yıkılmasında kusurunun bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

 ...

 ...Mutlu Topkara için talep edilen toplam 6.000,00.-YTL destekten yoksun kalma tazminat miktarının tespit edilmesi amacıyla Mahkememizin 27.11.2007 gün ve E:2006/977 sayılı kararı üzerine Av.Y. R. T. tarafından dosya üzerinde hesap yönünden bilirkişi incelemesi yapılmıştır.

 Bilirkişi raporunda özetle; dosya içerisinde mevcut olan ölüm tutanağından 20.05.1953 doğumlu [H.T.]nın 12.11.1999 tarihinde meydana gelen deprem sonucu öldüğü, [H.T.]’nın ölümü nedeniyle Mutlu Topkara’nın annesinin fiili desteğini yitirdiği, yüksek öğrenim görmesi nedeniyle ve çalıştığı kurum ücret pusulası da dikkate alınarak bu desteğin 25 yaşın ikmaline kadar süreceği, emeklilik aylığı miktarının tespit edilememesi nedeniyle emeklilik aylığının yasal asgari ücretin iki katı oranında kabul edilmesi gerektiği belirtilerek yapılan hesaplamada Mutlu Topkara’nın 12.11.1999 tarihinde vefat eden annesi [H.T.]’nın fiili desteğini kaybettiği tutarın 4.744,09.-YTL olduğu görüşlerine yer verilmiştir.

 Yukarıda içeriği açıklanan bilirkişi raporunun taraflara tebliğ edilmesi üzerine, davalı Düzce Belediye Başkanlığı vekili tarafından bilirkişi raporuna itiraz edilmiş; bilirkişi raporunda yer alan emeklilik aylığının yasal asgari ücretin iki katı tutarında kabul edilerek yapılan hesaplamanın gerçeği yansıtmayacağı ifade edilmiş, anılan itiraz Mahkememizce de yerinde bulunarak emeklilik aylığının tespiti için Emekli Sandığına yapılan ara kararları sonucu emekli aylıkları çıkarılmış ve bilirkişiden ek rapor istenilmiştir. Anılan ek raporda mevcut veriler uyarınca destekten yoksun kalma miktarının 5.973,86.- YTL olduğu belirtilmiş ve Mutlu Topkara’ya bağlanan yetim aylığının tazminattan tenzil edilmeyeceği görüşlerine yer verilmiştir. Anılan ek bilirkişi raporunun taraflara tebliğ edilmesi üzerine bilirkişi raporuna itiraz edilmemiş, bilirkişi raporu Mahkememizce hükme esas alınabilecek yeterlilikte bulunmuştur.

 Bu itibarla, 5.973,86.-YTL maddi tazminatın Mutlu Topkara’ya, annesinin enkaz altında kalarak hayatını kaybettiği binanın yıkılmasında (%100) hizmet kusuru bulunan davalı idarelerden Düzce Belediye Başkanlığı tarafından ödenmesi gerekmektedir

 Öte yandan, eşya bedelinin tespiti için Mahkememizin 12.12.2007 tarih ve 2006/977 Esas sayılı ara kararına Düzce Ticaret ve Sanayi Odası Başkanlığı tarafından verilen cevapta 1999 yılında ortalama bir evde olması gereken eşyaların toplam değeri 3.108,49.-YTL olarak bildirilmiş olup, davacıların oturdukları konutun bulunduğu binanın yıkılmasında %100 oranında hizmet kusuru bulunan Düzce Belediye Başkanlığı’nın davacılara ait ev eşyalarının enkaz altında kalması nedeniyle meydana gelen 3.108,49.-YTL maddi zararı da tazmin etmesi gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır.

 Manevi tazminat, patrimuanda meydana gelen bir eksilmeyi karşılamaya yönelik bir tazmin aracı olmayıp, manevi tatmin aracıdır. Başka türlü giderme yollarının bulunmayışı veya yetersiz kalışı, manevi tazminatın parasal olarak belirlenmesini zorunlu hale getirmektedir.

 Manevi tazminata hükmedilebilmesi için kişinin fizik yapısını zedeleyen, yaşama ve kazanma gücünün azalması sonucunu doğuran olayların meydana gelmesi veya idarenin hukuka aykırı bir işlem veya eylemi sonucunda ağır bir elem ve üzüntünün duyulmuş olması veya şeref ve haysiyetinin rencide edilmiş bulunması gerekmektedir.

 Davacıların annesi/eşi [H.T.]’nın sahip olduğu konutun yıkılması nedeniyle konut içerisinde bulunan ev eşyalarının kullanılamayacak hale gelmesi ve davacılardan Mutlu Topkara’nın annesi, M.Naci Topkara’nın eşi [H.T.]’nın yıkılan konutun enkazı altında kalarak hayatını kaybetmesi sonucu psikolojik olarak etkilendikleri, manevi olarak yıprandıkları, elem ve üzüntü duydukları açık olduğundan, bu elem ve üzüntünün karşılığı olarak davacılardan Mutlu Topkara için 2.500,00.-YTL, M.Naci Topkara için 2.000,00.-YTL olmak üzere toplam 4.500,00.-YTL manevi tazminatın olayda hizmet kusuru tam olan Düzce Belediye Başkanlığı tarafından davacılara ödenmesi gerekmektedir."

12. Söz konusu hüküm taraflarca temyiz edilmiştir. Danıştay Altıncı Dairesi 23/5/2012 tarihli kararla başvurucuların temyiz istemini kabul ederek hükmü maddi tazminat, Mesut Naci Topkara"ya hükmedilen manevi tazminat ve yargılama giderleri yönünden bozmuş, diğer kısımlar yönünden onamıştır.

13. Başvurucuların karar düzeltme istemini kabul eden Danıştay Altıncı Dairesi 23/9/2013 tarihli kararı ile 23/5/2012 tarihli kararın bozmaya ilişkin kısmını kaldırarak mahkemenin 18/9/2008 tarihli kararını maddi tazminat ve Mesut Naci Topkara"ya hükmedilen manevi tazminat ve yargılama giderleri yönünden bozmuştur. Gerekçenin ilgili kısımları şöyledir:

"... Davacıların yıkılan daire ve kullanılamayacak hale gelen eşyalar için 25.000,00.-TL maddi tazminat istediği, idareye yaptıkları başvuruda da istemlerinin bu şekilde olduğu anlaşılmakla beraber, İdare Mahkemesince sadece kullanılamayacak hale gelen eşyalar için maddi tazminata hükmedildiği, yıkılan daire nedeniyle maddi tazminata hükmedilmediği görüldüğünden, mahkeme kararının bu kısmında hukuka uyarlık bulunmamaktadır.

Mahkeme kararının reddedilen manevi tazminata ilişkin kısmına gelince;

Mahkemece manevi tazminata hükmedilebilmesi, kişinin fizik yapısını zedeleyen, yaşama ve kazanma gücünün azalması sonucunu doğuran olayların meydana gelmesi ve/veya idarenin hukuka aykırı bir işlem veya eylemi sonucunda ağır bir elem ve üzüntünün duyulmuş olması ya da şeref ve haysiyetinin rencide edilmiş bulunması durumunda söz konusu olabilir.

Toplumumuzda, bireylerin konut anlayışının manevi etkileri ve olayın niteliği de göz önünde tutulduğunda, konuttaki hasar nedeniyle oluşan zarara, kişideki etkisine göre mahkemece "takdiren" manevi tazminata da hükmedilmesi gerekmektedir.

Uyuşmazlık konusu olayda, deprem sonucu davacıların eşi/annesinin vefat ettiği, ölüm olayı sonucu ağır bir üzüntü ve elem duyulduğu, davacıların eşi/annesi için manevi tazminat talepleri göz önünde tutulduğunda mahkemece Mesut Naci Topkara için hükmedilen miktarın düşük kaldığı, manevi tazminat için davacının talebinin makul düzeyde olacağından, mahkeme kararının bu kısmında hukuka uyarlık görülmemiştir. ... "

14. Mahkeme 30/4/2014 tarihli kararı ile bozma hükmüne uymuştur. Mahkeme nihai olarak başvurucular lehine toplam 16.434,82 TL (5.973,86. TL destekten yoksun kalma bedeli, 3.108,49 TL kullanılamaz hale gelen eşya bedeli,7.352,47 TL yıkılan daire bedeli) maddi tazminata ve toplam 5.000 TL manevi tazminata hükmetmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:

"Maddi tazminat yönünden;

Uyuşmazlıkta; 12.11.1999 tarihinde meydana gelen deprem nedeniyle oluştuğu ileri sürülen zararların meydana gelmesinde davalı idarelerin hizmet kusurunun bulunup bulunmadığı hususlarının araştırılması, kusurlu ise davalı idarelerin kusur oranlarının belirlenmesi, yapının niteliğine göre deprem nedeniyle söz konusu konutta oluşan zararın deprem tarihi itibariyle tespit edilmesi gerekmektedir.

... Bayındırlık ve İskan Bakanlığı tarafından ABYYHY’nin hazırlandığı süreç içerisinde geliştirildiği, depremin meydana geldiği 1999 yılı itibari ile, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı yapı yaklaşık maliyetlerine ve yapının niteliğine göre dava konusu konutun maliyetinin 7.352,47-TL olduğu belirtilmektedir.

...

Bu nedenle, binanın yıkılmasında %100 oranında hizmet kusuru bulunan Düzce Belediye Başkanlığı’nın, söz konusu dairenin yıkılmasından dolayı meydana gelen 7.352,47-TL maddi zararı tazmin etmesi gerekmektedir.

Manevi tazminat yönünden;

Manevi tazminata hükmedilebilmesi, kişinin fizik yapısını zedeleyen, yaşama ve kazanma gücünün azalması sonucunu doğuran olayların meydana gelmesi ve/veya idarenin hukuka aykırı bir işlem veya eylemi sonucunda ağır bir elem ve üzüntünün duyulmuş olması ya da şeref ve haysiyetinin rencide edilmiş bulunması durumunda söz konusu olabilir.

Toplumumuzda, bireylerin konut anlayışının manevi etkileri ve olayın niteliği de göz önünde tutulduğunda, konuttaki hasar nedeniyle oluşan zarara, kişideki etkisine göre "takdiren" manevi tazminata da hükmedilmesi gerekmektedir.

Uyuşmazlık konusu olayda, deprem sonucu davacıların eşi/annesinin vefat ettiği, ölüm olayı sonucu ağır bir üzüntü ve elem duyulduğu, davacıların eşi/annesi için manevi tazminat talepleri göz önünde tutulduğunda davacı Mesut Naci Topkara için 500,00-TL manevi tazminata daha hükmetmek gerekmiştir. "

15. Söz konusu hüküm Danıştay Altıncı Dairesi tarafından 5/5/2015 tarihinde başvurucuların temyiz talebi reddedilerek onanmış ve karar düzeltme istemi aynı Daire tarafından 24/4/2017 tarihinde reddedilmiştir.

16. Başvurucular nihai hükmü 1/6/2017 tarihinde tebellüğ etmelerinin ardından 30/6/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

17. 2577 sayılı Kanun’un “Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması” kenar başlıklı 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.”

18. 2577 sayılı Kanun"un "Tebligat ve cevap verme" kenar başlıklı 16. maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:

"Taraflar, sürenin geçmesinden sonra verecekleri savunmalara veya ikinci dilekçelere dayanarak hak iddia edemezler. (Ek cümle: 11/4/2013-6459/4 md.) Ancak, tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen miktar, süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin nihai karar verilinceye kadar, harcı ödenmek suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere artırılabilir ve miktarın artırılmasına ilişkin dilekçe otuz gün içinde cevap verilmek üzere karşı tarafa tebliğ edilir."

V. İNCELEME VE GEREKÇE

19. Anayasa Mahkemesinin 7/10/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucu Mesut Naci Topkara Yönünden

20. Başvurucu Mesut Naci Topkara"nın başvuru tarihinden sonra 27/2/2019 tarihinde vefat ettiği anlaşılmıştır.

21. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü"nün 80. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Bölümler ya da Komisyonlarca yargılamanın her aşamasında aşağıdaki hâllerde düşme kararı verilebilir:

...

ç) Bölümler ya da Komisyonlarca saptanan herhangi bir başka gerekçeden ötürü, başvurunun incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir neden görülmemesi.

..."

22. Başvurucunun bireysel başvuruda bulunduktan sonra ölmesi nedeniyle başvurunun incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir nedenin kalmadığı anlaşıldığından ölen başvurucu açısından başvurunun düşmesine karar verilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

23. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin düşmesine karar verilmesi gerekir.

B. Mutlu Topkara Yönünden

1. Başvurucunun İddiaları

24. Başvurucu; annesinin deprem sonucu yıkılan evin enkazı altında kalmasında sorumluluğu bulunan kurumlara karşı açılan davada cüzi miktarda tazminata hükmedilmesi suretiyle etkili bir giderim sağlanamadığını, tazminatın bu hâliyle caydırıcı olmaktan uzak olduğunu, deprem kuşağında yer alan ülkemizin deprem konusunda önlem almaması ile ilgili olarak diğer kurumların sorumluluğunun tartışılmadığını, yargılamanın on yedi yıl sürmesinin makul olmadığını, karar düzeltme kanun yolu imkânının ortadan kaldırıldığını belirterek Anayasa"nın 17., 35., 36. ve 56. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmektedir.

2. Değerlendirme

25. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu özetle annesinin ölümüne planlama, kontrol ve denetim işlemlerini gerçekleştirmeyen kurumların sebep olduğunu ve hizmet kusuruna dayalı olarak açılan tam yargı davasında yeterli giderim sağlanmadığını, cüzi miktarda tazminata hükmedildiğini ileri sürmektedir. Başvurucu asıl olarak tam yargı davasında yeterli giderim sağlanmadığından yakındığından 35. ve 56. maddeler ile bağlantı kurularak ileri sürülen iddialar bir bütün olarak Anayasa"nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı kapsamında değerlendirilmiştir. Diğer taraftan karar düzeltme kanun yolunun yapılan yasal değişiklikle ortadan kaldırılması nedeniyle karar düzeltme isteminin değerlendirilmemesinin adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde olduğu ileri sürülmüşse de salt ceza yargılamaları için bir güvence sağlayan hükmün denetlenmesini talep etme hakkı kapsamına girdiği anlaşılan şikâyetin müstakar içtihat (çok sayıda karar arasından bkz. Ömer Şanlı, B. No: 2015/7304, 22/1/2019, §§ 39-47) uyarınca Anayasa Mahkemesinin konu bakımından yetkisi dışında kaldığı açık olduğundan bu iddiaya ilişkin ayrıca bir değerlendirme yapılmamasına gerek olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

a. Yaşam Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

26. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

 “Herkes, yaşama ... hakkına sahiptir.”

27. Anayasa’nın "Devletin temel amaç ve görevleri" kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Devletin temel amaç ve görevleri, …Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

28. Anayasa"nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı, Anayasa"nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete pozitif ve negatif ödevler yükler (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 50).

29. Devletin negatif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme yükümlülüğünün yanı sıra pozitif bir yükümlülük olarak yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, §§ 50, 51).

30. Anayasa Mahkemesinin yaşam hakkı kapsamında devletin sahip olduğu pozitif yükümlülükler açısından benimsediği temel yaklaşıma göre devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında gerçekleşen ölüm olaylarında Anayasa’nın 17. maddesi devlete, elindeki tüm imkânları kullanarak bu konuda ortaya konulmuş yasal ve idari çerçevenin yaşamı tehlikede olan kişileri korumak için gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili idari ve yargısal tedbirleri alma görevi yüklemektedir. Bu yükümlülük -kamusal olsun veya olmasın- yaşam hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyeti kapsamaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 52).

31. Anayasa"nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı bağlamında mağduriyetin giderilip giderilmediğinin tespiti açısından kasten ya da saldırı veya kötü muameleler sonucu meydana gelen ölüm olayları ile ihmal sonucu meydana gelen ölüm olayları arasında bir ayrım yapmak gerekir (Mehmet Aydoğan ve Nufer Aydoğan, B. No: 2013/3775, 14/4/2016, § 55).

32. Kasten ya da saldırı veya kötü muameleler sonucu meydana gelen ölüm olaylarına ilişkin davalarda, Anayasa"nın 17. maddesi gereğince devletin ölümcül saldırı durumunda sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte cezai soruşturmalar yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda yürütülen idari ve hukuki soruşturmalar ve davalar sonucunda sadece tazminat ödenmesi yaşam hakkı ihlalini gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 55).

33. Ancak ihmal nedeniyle meydana gelen ölüm olaylarına ilişkin davalar açısından farklı bir yaklaşımın benimsenmesi gerekir. Buna göre yaşam hakkının veya fiziksel bütünlüğün ihlaline kasten sebebiyet verilmemiş ise etkili bir yargısal sistem kurma yönündeki pozitif yükümlülük, her olayda mutlaka ceza davası açılmasını gerektirmez. Mağdurlara hukuki, idari hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması yeterli olabilir(Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 59).

34. Mağdurların kendi inisiyatifleri ile başvurabilecekleri tazminat yollarının sadece hukuken mevcut bulunması yeterli olmayıp bu yolların uygulamada da etkili olması gerekir. Bir başvuru yolunun ancak hak ihlalini önleyebilmesi, devam etmekteyse sonlandırabilmesi veya sona ermiş bir hak ihlalini karara bağlayabilmesi, bunun için uygun bir giderim sunabilmesi hâlinde etkililiğinden söz etmek mümkün olabilir (Tahir Canan, § 26; Filiz Aka, B. No: 2013/8365, 10/6/2015, § 39).

35. Mevcut başvuruda olayların ilgili kamu makamının ihmali nedeniyle gerçekleştiği açıktır. Nitekim başvurucuların da iddiası ölüm olaylarının kamu makamlarının ihmali nedeniyle gerçekleştiği yönündedir. Başvurucular davalar neticesinde uygun ve yeterli tazminatlara karar verilmemesi nedeniyle mağduriyetlerinin giderilmediğini iddia etmiştir.

36. Anayasa Mahkemesi açısından idari makamlar ve derece mahkemeleri tarafından başvurucular lehine bir tedbir ya da kararın alınması suretiyle ihlalin tespit edilmesi, verilen karar ile bu ihlalin uygun ve yeterli biçimde giderilmesi hâlinde ilgili tarafın artık mağdur olduğu ileri sürülemeyecektir (Sadık Koçak ve diğerleri, B. No: 2013/841, 23/1/2014, § 83).

37. Mağduriyetin giderilmesi, özellikle ihlal edildiği ileri sürülen hakkın niteliği ve ihlali tespit eden kararın gerekçesi ile bu kararın ardından ilgili açısından uğradığı zararların devam edip etmediğine bağlıdır. Başvuruculara sağlanan telafi imkânının uygun ve yeterli olup olmadığına ilişkin karar, söz konusu anayasal temel hak ve özgürlüğün ihlalinin niteliği gözönünde bulundurularak dava koşullarının tamamının değerlendirilmesi sonucunda verilebilecektir. Bu çerçevede bir başvurucunun mağdur sıfatı, Anayasa Mahkemesi önünde şikâyet ettiği durum için aynı zamanda idari veya yargısal bir kararla kendisine ödenmesine karar verilen tazminata da bağlı olabilecektir (Sadık Koçak ve diğerleri, § 84).

38. Başvurunun incelenmesi neticesinde yargılama sürecinde, deprem sonucu meydana gelen ölüm olayında kamu makamlarının tam kusurlu olduğunun idari yargı makamları tarafından tespit edildiği ve başvurucunun zararlarının hizmet kusuru ilkesine göre karşılanması gerektiği sonucuna ulaşıldığı görülmektedir.

39. Başvuruya konu olaylarda başvurucunun annesinin ölümünden kamu makamlarının sorumlu olduğunun tespit edilmesi, Anayasa"nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının ihlal edildiğinin ve yaşam hakkının devlete yüklediği yaşamı koruma pozitif yükümlülüğünün kamu makamları tarafından yerine getirilmediğinin derece mahkemelerince açıkça kabul edildiği anlamına gelmektedir.

40. Dolayısıyla bu noktada söz konusu davalarda ihlal nedeniyle ödenmesine karar verilen tazminat miktarlarının yetersiz olduğu iddialarının değerlendirilmesi gerekmektedir. Mahkeme başvurucunun talep ettiği 2.500 TL tutarındaki manevi tazminat miktarının tamamına hükmetmiştir, bir başka ifadeyle başvurucu talep ettiği manevi tazminat tutarının tamamını almıştır. Diğer taraftan 2577 sayılı Kanun"da yapılan değişiklikle 30/4/2013 tarihi itibarıyla ıslah kurumu idari yargı koluna dâhil edilmesine karşın 2017 yılında yargılama sonuçlanana dek başvurucu tazminat miktarı yönünden ıslah talebinde bulunmamıştır. Ayrıca Mahkeme yaptırdığı bilirkişi incelemesi sonucu başvurucunun annesinin vefatı nedeniyle yoksun kaldığı olası destek miktarını tespit etmiş ve bu miktar üzerinden tazminata hükmetmiştir.

41. Tüm bu bilgiler ışığında kamu hizmetinin yerine getirilmesi sırasında gerçekleştirilen hizmet kusuru nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiğinin tartışmaya yer bırakmayacak şekilde derece mahkemeleri tarafından belirlendiği, yargılamalar neticesinde başvurucunun talep ettiği manevi tazminat miktarının tümünün kendisine ödenmesine karar verildiği, destekten yoksun kalınmasına ilişkin maddi tazminat istemi yönünden de bilirkişi incelemesi ile yapılan tespit uyarınca tazminata hükmedildiği görüldüğünden ve -derece mahkemesi kararlarında bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik de tespit edilmediği müddetçe- Anayasa Mahkemesinin tazminat miktarlarının belirlenmesi konusunda derece mahkemelerinin takdir yetkisine müdahalesi söz konusu olamayacağından başvurucunun söz konusu ihlal nedeniyle yeterli tazminata karar verilmediğini ileri sürerek mağduriyetinin giderilmediği iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olduğu sonucuna varılmıştır.

42. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

43. Başvurucu, açtıkları tam yargı davasının makul sürede sonuçlandırılmadığını ileri sürmüştür.

44. 31/7/2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmî Gazete"de yayımlanan 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun"un 20. maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun"a geçici madde eklenmiştir.

45. 6384 sayılı Kanun"a eklenen geçici maddeye göre yargılamaların uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Bakanlık İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür.

46. Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018) kararında Anayasa Mahkemesi yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru imkânının getirilmesine ilişkin yolu ulaşılabilir olma, başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesinin bulunup bulunmadığı yönlerinden inceleyerek bu yolun etkililiğini tartışmıştır (Ferat Yüksel, §§ 26-36).

47. Ferat Yüksel kararında özetle anılan başvuru yolunun kişileri mali külfet altına sokmaması ve başvuruda kolaylık sağlaması nedenleriyle ulaşılabilir olduğu, düzenleniş şekli itibarıyla ihlal iddialarına makul bir başarı şansı sunma kapasitesinden mahrum olmadığı ve tazminat ödenmesine imkân tanıması ve/veya bu mümkün olmadığında başka türlü telafi olanakları sunması nedenleriyle potansiyel olarak yeterli giderim sağlama imkânına sahip olduğu hususunda değerlendirmelerde bulunulmuştur (Ferat Yüksel, §§ 33-36). Bu gerekçeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesi, ilk bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi olduğu görülen Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 35, 36).

48. Somut başvuru yönünden de söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.

49. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurucu Mesut Naci Topkara yönünden başvurunun vefat nedeniyle DÜŞMESİNE,

B.1. Başvurucu Mutlu Topkara yönünden yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Başvurucu Mutlu Topkara yönünden makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA 7/10/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

Hemen Ara