AYM 2019/3627 Başvuru Numaralı BESTE SIĞAK VE DİĞERLERİ Başvurusuna İlişkin Karar

Abaküs Yazılım
İkinci Bölüm
Esas No: 2019/3627
Karar No: 2019/3627
Karar Tarihi: 16/11/2021

AYM 2019/3627 Başvuru Numaralı BESTE SIĞAK VE DİĞERLERİ Başvurusuna İlişkin Karar

 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

BESTE SIĞAK VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/3627)

 

Karar Tarihi: 16/11/2021

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Basri BAĞCI

Raportör

:

Volkan ÇAKMAK

Başvurucular

:

1. Beste SIĞAK

 

 

2. Çiler SIĞAK

 

 

3. Esma SIĞAK

Başvurucular Vekili

:

Av. Nizamettin ALTINOVA

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, endoskopi uygulamasına bağlı olarak meydana gelen ölüm nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 30/1/2019 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu Esma Sığmak"ın eşi, diğer başvurucuların ise babası olan ve olay tarihi itibarıyla 48 yaşında bulunan N.S. 5/7/2011 tarihinde İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesine mide ve karın ağrısı şikâyetiyle başvurmuştur. Akut biliyer pankreatit ön tanısıyla gastroenteroloji kliniğine yatışı yapılan N.S.nin dört gün boyunca tedavisi yapılmıştır.

9.Pankreatit rahatsızlığının düzeltilmesini takiben N.S.nin koledok taşı ön tanısı ile endoskopi işlemine tabi tutulması kararlaştırılmıştır. 8/7/2011 tarihli endoskopi işlemi öncesipilor (mide çıkışında bulunan bir kas), dar olması nedeniyle gevşetilmeye çalışılmış ve akabinde endoskopi (ERCP) işlemi gerçekleştirilmiştir. İşlemin yirmi dakika sürdüğü anlaşılmaktadır. İşlemin ardından kısa süre içinde N.S.nin dudaklarında morarma meydana gelmesi ve nabız alınamaması üzerine entübe edilmeye çalışılmıştır. Bu sırada kalp masajı (CRP-yaşama desteği) ile solunum yaptırılması için uygulama gerçekleştirilmiştir. N.S. bu uygulamaları takiben kalp ve damar cerrahisi uzmanlarınca operasyona alınmıştır. N.S. operasyon sonrası kalp aktivitesinin sağlanamaması nedeniyle hayatını kaybetmiştir.

10. İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi tarafından düzenlenen epikriz raporunda özetle "N.S.ye endoskopi uygulandığı, işlem sonunda hastanın solunumunun durduğu, hastada nabızsız elektiriksel aktivite oluştuığu (kardiyak elektiriksel aktivite olmasına rağmen nabzın durması), hastanın entübe edildiği ve kalp masajına başlandığı, hastada saniyeler içinde yüz, boyun göğüs kısmında cilt altı amfizem (cilt altı dokuda hava veya gaz bulunması) oluştuğu, göğüs cerrahisi tarafından tüp takıldığı, hastaya yapılan TEE (yemek borusu yoluyla ekokardiyografi) ile özofagus (yemek borusu) üzerinde yırtılma bulunduğunun görüldüğü, hastanın kalp damar cerrahisi ile konsülte edilerek operasyona alındığı, tüm kardiyak desteğe rağmen yanıt alınamadığı ve hastanın vefat ettiği" ifade edilmiştir.

11. N.S.nin ölümüne ilişkin olarak düzenlenen 10/8/2011 tarihli otopsi raporunun İç Muayene başlıklı kısmında "göğüs açıldığında yemek borusu üzerinde açılma/delinme var olduğu belirtilmiş ayrıca kaburgalarda kırıklar bulunduğu bunun yeniden canlandırma girişimleri sırasında oluşmuş olduğu ancak kırık uçlarında bulunan yumuşak dokularda taze kanamanın bulunmadığı" ifade edilmiştir. Raporun sonuç kısmında "kişinin kesin ölüm nedeni hakkında Adli Tıp Kurumu Başkanlığından görüş alınması gerektiği" ifade edilmiştir.

12. Başvurucular yakınlarının ölümünde doktorların kusuru bulunduğu iddiasıyla İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) nezdinde şikâyette bulunmuştur. Başsavcılık, Karabağlar Kaymakamlığından tedavi sürecinde yer alan doktorlar için soruşturma izni verilmesini istemiştir. Hem Başsavcılığın soruşturma izni talebi hem de konunun basına yansıması sonucu İzmir İl İdare Kurulunun talebi üzerine Sağlık Bakanlığı Teftiş Kurulunun emri ile tedavi sürecinde yer alan sağlık personeli hakkında ön inceleme raporu hazırlanmıştır. Ön inceleme raporunun hazırlanması sürecinde N.S.ye ilişkin tıbbi belgeler incelenmiş, tedavide görev alan sağlık personelinin ifadelerine başvurulmuş ve bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır.

13. Endoskopi işlemini gerçekleştiren doktor S.A. ifadesinde özetle "15-20 dakika süren endoskopi işlemi sırasında herhangi bir komplikasyon oluşmadığını, işlemi takiben 3-4 dakika içinde hastanın dudaklarında siyanoz (deride mavileşme) oluştuğunu, hastanın nabzının olmadığının anlaşılması üzerine kalp masajına başlandığını, bu işlemi takiben cilt altı amifzemi oluştuğu, amfizemin cilt altına girilerek drene edildiği, kalp masajına başlanmasından iki saat sonra endosonografi (sindirim sisteminin alt tabakalarını ve çevre dokuları incelemeye imkan tanıyan uygulama) yapılmasına karar verildiğini ve bu işlem ile yemek borusunda yırtık olduğunun anlaşıldığını, akabinde hastanın kalp damar cerrahisi tarafından operasyona alındığını" belirtmiştir.

14. Gastroenteroloji kliniği yan dal asistanı doktor E.A.ifadesinde S.A.nın ifadesine koşut beyanlarda bulunmuş ve ayrıca "endosonografi işlemini kendisinin yaptığını bu işlem sayesinde yemek borusunda bir yırtılmanın var olduğunu saptadığını, bu yırtılmanın kardiyak ritmin geri gelmesini engellediği düşünülerek hastanın kalp damar cerrahisi tarafından operasyona alındığını" belirtmiştir. Gastroenteroloji kliniği yan dal asistanı doktor M.Ç.nin ifadesi asistan doktor E.A.nın ifadesi ile örtüşmektedir.

15. Endoskopi hemşiresi N.T. de ifadesinde yukarıda yer alan ifadelere koşut beyanlarda bulunmuş ve ayrıca "endoskopi işlemi sonrası hastanın gözlem odasına alınırken anestezi doktorunun seslenmesine rağmen tepki vermediğini/uyanmadığını; bu sırada kardiyak aktivitenin monitörde normal olduğunu ancak nabız alınamadığını ve hastaya kalp masajına başlanıldığını" belirtmiştir. Tedavi sürecinde yer alan diğer sağlık personeli de yukarıda aktarılan beyanlarla örtüşen ifadeler vermiştir.

16. Ön inceleme raporuna esas olmak üzere düzenlenen bilirkişi raporu Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesinin Gastroenteroloji, Anesteziyoloji ve Reanimasyon ile Kalp ve Damar Cerrahisi Ana Bilim Dallarında görev yapan üç akademisyen tarafından hazırlanmıştır. 28/9/2011 tarihli bilirkişi raporunda "N.S.de gelişen yemek borusu açılmasının/delinmesinin endoskopi ya da entübasyon işlemine bağlı olma olasılığının bulunduğu, ancak yarım saat süren endoskopi sırasında herhangi olumsuz bir durum izlenmemesi ve amfizemi oluşmaması nedeniyle açılmanın endoskopiden ileri gelme ihtimalinin düşük olduğu" ifade edilmiştir. Raporda "bazı doktorlarn 3. denemede entübasyonun başarılı olduğunu ve cilt altı amfizemi geliştiğini ifade etmesine karşın bazı doktor ve hemşirelerin 3. denemeden sonra amfizemi gelişmesi üzerine cilt altına müdahale yapıldığı ve akabinde yapılan entübasyonun başarılı olduğunu" ifade ettiği belirtilmiştir. Raporun devamında "söz konusu çelişkili ifadelere karşın N.S.nin yemek borusu delinmesinin entübasyon işlemi sırasında oluştuğunun düşünüldüğü ifade edilmiş ve düşük olasılıkla da olsa endoskopi sırasında meydana gelmiş olsa dahi delinmenin hastada oluşan kalp durmasına neden olmadığı kanaatinin oluştuğu" belirtilmiştir. Raporda sonuç olarak "hastanın endoskopi sonrası bilinmeyen bir nedenle arrest (kalp solunum durması) olduğu yemek borusundaki açılmanın entübasyon (canlandırma) sırasında meydana geldiği ve acil canlandırma müdahaleleri sırasında yemek borusu açılma riskinin yüksek olduğu bu nedenle de hekimlerin sağlık personelinin ihmal ve acemiliğinin söz konusu olmadığı" ifade edilmiştir.

17. Bilirkişi raporu, tıbbi belgeler, hekim ifadelerini içeren 29/9/2011 tarihli ön inceleme raporunun netice ve kanaat kısmında 28/9/2011 tarihli bilirkişi raporuna yer verilmiş ve "rapor bağlamında hekimlerinin kusurunun bulunmadığının anlaşıldığı ifade edilerek soruşturma izni verilmemesinin uygun olacağı ayrıca disiplin işlemini gerektirir bir fiilinde söz konusu olmadığı" belirtilmiştir.

18.Karabağlar Kaymakamlığı 17/10/2011 tarihli işlemi ile 28/9/2011 tarihli bilirkişi raporuna atıfta bulunarak tedavi sürecinde görev alan hekimlerin kusurunun bulunmadığı kanaatiyle soruşturma izni verilmemesine karar vermiştir. Karar itiraz edilmeden kesinleşmiştir.

19. Bu süreçte Başsavcılık 28/9/2011 tarihi yazısı ile Adli Tıp Kurumu Başkanlığından N.S.nin kesin ölüm nedenini bildiren bir rapor düzenlenmesini istemiştir. 10/8/2011 tarihli otopsi raporuna ve tıbbi belgelere yer veren 26/10/2011 tarihli raporun sonuç kısmında "tıbbi belgeler ve otopsi bulgularına göre kişinin ölümünün yemek borusunun delinmesi sonrası gelişen komplikasyonlar sonucu meydana geldiği, yemek borusu açılmasının endoskopi işlemi sırasında nadir de olsa görülebildiği, doktora kusur atfedilmeyeceği" ifade edilmiştir.

20. Başvurucular 1/11/2012 tarihinde, N.S.nin tıbbi ihmal sonucu vefat ettiğini ileri sürerek idarenin kusur sorumluluğuna dayalı maddi ve manevi tazminat istemli tam yargı davası açmıştır.

21. İzmir 3. İdare Mahkemesi (Mahkeme) 18/4/2014 tarihli kararı ile davayı reddetmiştir. Mahkeme söz konusu ret hükmüne Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulu tarafından düzenlenen 26/10/2011 tarihli raporu esas almıştır. Gerekçede rapora atıfla "tıbbi teşhis ve tedavide kusur oluşturan eylem bulunmadığı belirtilerek tazminat isteminin reddi gerektiği" ifade edilmiştir.

22.Danıştay Onbeşinci Dairesi 28/11/2014 tarihli hükmü ile ret kararını bozmuştur. Bozma gerekçesinde öncelikle "hükme esas alınan raporda imzası olan hekimlerin endoskopi alanında eğitim alıp almadıklarının belirsiz olduğunun altı çizilmiş ve ayrıca komplikasyon olarak ele alınan yemek borusu delinmesinin önüne geçilmesi ve/veya kısa sürede fark edilerek gereken önlemlerin alınması/tedavinin yapılması hususlarında bir değerlendirmenin söz konusu olmadığı" vurgulanmıştır. Gerekçenin devamında "gastroenteroloji uzmanının görüşünün de bulunduğu; yemek borusu delinmesinin erken dönemde fark edilip edilemeyeceği, komplikasyonun teşhisinde geçen sürenin davacının ölümüne etkisi olup olmadığı, komplikasyonu önleme ve komplikasyonla mücadelede gereken tetkik, teşhis ve tedavinin zamanında yapılıp yapılmadığının değerlendirileceği bir ek rapor alınarak karar verilmesi gerektiği" ifade edilmiştir.

23. Mahkeme bozma kararına uyarak yeniden bilirkişi incelemesi yaptırmıştır. 27/4/2016 tarihli Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulu raporunda öncelikle İstanbul Medeniyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Gastroentereloji Ana Bilim Dalında öğretim üyesi olan Doç. Dr. E.Ş.nin katılımı ile dosyanın görüşüldüğünün altı çizilmiştir. Raporun sonuç kısmı şöyledir:

" 08.07.2011 tarihinde ERCP uygulaması esnasında ani kardiak arrest geçirerek öldüğü bildirilen [M.] ve [L.] oğlu 1955 doğumlu [N.S.] hakkında düzenlenmiş adli ve tıbbi belgelerin incelenmesinde;

1-Otopside tespit edilen sağ 2-3-4-5. kaburgalarda ve sol 2-3-4.kaburgalarda midklaviküler hat üzerinde kırıkların özellikleri ve lokalizasyonları itibarıyle kişiyi canlandırma girişimleri sırasında meydana gelmiş olduğu

2-Otopside harici muayenede travmatik değişim tanımlanmadığı, iç muayenede kafatası kırığı, kafa içi kanama, beyin doku hasarı, beyin kanamsı, iç organ ve büyük damar lezyonu tanımlanmadığına göre kişinin travmatik bir tesirle öldüğünün tıbbi delillerinin bulunmadığı,

3-Otopside alınan doku örneklerinin Kimya İhtisas Dairesinde yapılan tetkikinde aranan toksik maddelerin bulunmadığına göre, kişinin zehirlenerek öldüğünün tıbbi delilleri bulunmadığı,

4-Adli dosyada mevcut belgelere göre, 08.07.2011 tarihinde İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesine;1 haftadır karın ağrısı şikayeti ile acile başvurduğu, yapılan tetkikleri sonrası bilier pankreatit düşünülerek yatırıldığı, genel durumu iyi, sağ üst kadranda hassasiyet (+) olduğu, defans ve rebound olmadığı, Bt çekildiği, Safra kesesi izlenmemekte, (öpere).

KC sol lobunda genişlemiş safra yolları ile uyumlu olduğu düşünülen sıvı dansitesinde, dallanmalar gösteren tubuler yapılar dikkati çektiği, Koledok genişliği normal olduğu, Akut pankreatit tanısı ile yollanılan olguda pankreas BT görünümü normal olarak değerlendirildiği, Karaciğer normal büyüklükte, Konturlan düzgün,Parankim içi yer kaplayan solid ya da kistik kitle lezyonu saptanmadığı, Dalak, mezenter, intestinal anslar normal görünümde, Her iki böbrek normal şekil, büyüklük ve lokalizasyonda, Konturları düzgün olup pelvikalisiyel patoloji saptanmadığı, Abdominal ana vaskuler yapılar olağan,. LAP ya da assit saptanmadığı, GGT:433.4, BİL:Total: 2.7, İnd.Bil:1.70, Dire.Bil:1, olduğu, ERCP planlandığı, (Endoskobik retrograd kolanjio- pankreotografi) Dormicum 1 mg +propofol 100mg toplamda 200 mg kullanılarak TIVA yöntemi ile anestezi uygulandığı, spontan solunum 6lt/dak dan O2 eşliğinde propofol infüzyonu ile TIVA yapıldığı, mide: pilor çepeçevre , skopun geçişine izin vermeyecek şekilde konsantrik dar olarak izlendiği , 15 mm tts balon ile dilate edildiği, dilatasyon sonrası pilor geçildiği, papilla normal izlendiği, pankreatik kanal görüntülenmediği, koledok hafif dilate olarak izlendiği,est yapıldığı,balon ile tarandığı, safra partiküller ekstrakte edildiği,işlem sırasında bir komplikasyon olmadığı, safra kesesi ve ihsy: hafif dilate olarak izlendiği, yapılan işlemler: pilor dilatasyonu + görüntüleme + est +tanı: pilor darlığı mikrolitiazis olduğu,işlem sonunda hastanın spontan solunum kaybı olduğu,aynı anda nabızsız elektriksel aktivite geliştiği, hasta entübe edilerek cpr başlandığı, saniyeler içinde yüz ve toraxta cilt altı amfizem ve pnömomediastinum geliştiği, göğüs cerrahisi tarafından sağ torax tüpü takıldığı, yapılan tee"de özefagusta rüptür olduğu gastroenteroloji ekibi tarafından planlanan TEE izlemi için girilen probda özefagus rüptürü olduğu ve rüptür bölgesinin yüksek proksimal yerleşimli olduğu ve özefago trakeal bileşke izdüşümünde probun dahi içinden geçtiği genişlikte olduğunun ifade edildiği,bu durumun masif pnömomediastinum lehine yorumlandığı görüldüğü, hasta kalp damar cerrahisi ile konsulte edilerek acil operasyona alındığı, CPR eşliğinde kalp damar cerrahisi operasyon salonuna transfer edildiği, hasta operasyon salonuna alındığında vital bulguları ilk konsültasyon anında görüldüğü gibi TA:0/0 mm Hg Nb:0/Dk Pupiller Fix Dilate olduğu, full medikal supportif tedavinin devam etmekte olduğu, acil olarak sternumun açıldığı ve perikarda ulaşıldığı, perikardın açıldığı, internal kardiyak masaja devam edildiği, perikardın temiz olduğu, hematom ve tamponad bulgusu bulunmadığı, pnömomediastinum saptanmadığı, hastanın kalbinde atım bulunmadığı, hastaya intrakardiyak adrenalin yapıldığı, kardiyak antreman amaçlı hasta acil olarak aorta unikaval kanülasyon CPA’a girildiği, hastaya RV Pace telinin konduğu ,yüksek doz inotropik destek verildiği, ancak tüm müdahalelere ve CPB"a rağmen saat 15:00"daexitus kabul edildiği ,otopside Göğüs cildi altında sternum kemiği ortasında median sternotomiye bağlı sternum tellerinin olduğu , perikard zarının açık durumda olduğu ve kalbin ön yüzünde ekimotik alanların bulunduğu ,Göğüs boşluğu sağında 300 cc ve göğüs boşluğu solunda 100 cc kadar serohemorajik görünümlü serbest sıvı olduğu, çıkan aortada ve sağ atriumda operasyon sırasında uygulanan kardiyopulmoner by-pass’a ait dikişli insizyonların hyoid kıkırdağın sağ büyük boynuzundan 5-6 cm alt hizasında, özafagus sağında 1-1,5 cm çapında özafagus lümeni tarafında çevresinde laserasyonu bulunan, çevresi taze kanamalı perforasyon alanı olduğu ,. Karın boşluğuna ilk bakışta 250-300 cc kadar pıhtısız serbest kan olduğu, Karaciğer sağ lobu alt yüzünde kapsülü ilgilendiren küçük laserasyon alanları olduğu , Bunun dışında kanamaya neden olabilecek odak bulunamadığı, histopatolojik incelemesinde; Kalp de Hipertrofi, Koroner arterde ateromatöz plak, akciğerler de Amfizem, İntra-alveoler pigmentli histiositler, Vasküler konjesyon, Karaciğer de Kanama alanları, Postmortem değişimler, Konjesyon, Böbrekler de Meduller nefirokalsinozis, Özefagus da Submukozadan başlayıp, çevre yumuşak dokulara kadar uzanan kanama alanları bulunduğu tespit edilen kişinin ölümünün ERCP (Endoskobik retrograd kolanjio- pankreotografi) işlemi sonrasında gelişen komplikasyonlar sonucu meydana gelmiş olduğu,

4- Adli dosyada mevcut belgelere göre, 08.07.2011 tarihinde İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesine; 1 haftadır karın ağrısı şikayeti ile acile başvurduğu, yapılan tetkikleri sonrası bilier pankreatit düşünülerek yatırıldığı, genel durumu iyi, sağ üst kadranda hassasiyet (+) olduğu, defans ve rebound olmadığı, Bt çekildiğ, Safra kesesi izlenmemekte, (öpere). KC sol lobunda genişlemiş safra yolları ile uyumlu olduğu düşünülen sıvı dansitesinde, dallanmalar gösteren tubuler yapılar dikkati çektiği, Koledok genişliği normal olduğu, Akut pankreatit tanısı ile yollanılan olguda pankreas BT görünümü normal olarak değerlendirildiği,

Karaciğer normal büyüklükte, Konturlan düzgün,Parankim içi yer kaplayan solid ya da kistik kitle lezyonu saptanmadığı, Dalak, mezenter, intestinal anslar normal görünümde,. Her iki böbrek normal şekil, büyüklük ve lokalizasyonda, Konturları düzgün olup pelvikalisiyel patoloji saptanmadığı, Abdominal ana vaskuler yapılar olağan,. LAP ya da assit saptanmadığı, GGT:433.4, BİL:Total: 2.7, İnd.Bil:1.70, Dire.Bil:1, olduğu, ERCP planlandığı,(Endoskobik retrograd kolanjio- pankreotografi) Dormicum 1 mg +propofol 100mg toplamda 200 mg kullanılarak TIVA yöntemi ile anestezi uygulandığı, spontan solunum 6lt/dak dan O2 eşliğinde propofol infüzyonu ile TIVA yapıldığı ,mide: pilor çepeçevre , skopun geçişine izin vermeyecek şekilde konsantrik dar olarak izlendiği , 15 mm tts balon ile dilate edildiği, dilatasyon sonrası pilor geçildiği, papilla normal izlendiği, pankreatik kanal görüntülenmediği ,koledok hafif dilate olarak izlendiği,est yapıldığı, balon ile tarandığı, safra partiküller ekstrakte edildiği,işlem sırasında bir komplikasyon olmadığı, safra kesesi ve ihsy: hafif dilate olarak izlendiği, yapılan işlemler: pilor dilatasyonu + görüntüleme + est +

tanı: pilor darlığı mikrolitiazis olduğu ,işlem sonunda hastanın spontan solunum kaybı olduğu,aynı anda nabızsız elektriksel aktivite geliştiği,hasta entübe edilerek cpr başlandığı, saniyeler içinde yüz ve toraxta cilt altı amfizem ve pnömomediastinum geliştiği, göğüs cerrahisi tarafından sağ torax tüpü takıldığı, yapılan tee"de özefagusta rüptür olduğu gastroenteroloji ekibi tarafından planlanan TEE izlemi için girilen probda özefagus rüptürü olduğu ve rüptür bölgesinin yüksek proksimal yerleşimli olduğu ve özefago trakeal bileşke izdüşümünde probun dahi içinden geçtiği genişlikte olduğunun ifade edildiği,bu durumun masif pnömomediastinum lehine yorumlandığı görüldüğü, hasta kalp damar cerrahisi ile konsulte edilerek acil operasyona alındığı, CPR eşliğinde kalp damar cerrahisi operasyon salonuna transfer edildiği, hasta operasyon salonuna alındığında vital bulguları ilk konsültasyon anında görüldüğü gibi TA:0/0 mm Hg Nb:0/Dk Pupiller Fix Dilate olduğu, full medikal supportif tedavinin devam etmekte olduğu, acil olarak sternumun açıldığı ve perikarda ulaşıldığı, perikardın açıldığı, internal kardiyak masaja devam edildiği, perikardın temiz olduğu, hematom ve tamponad bulgusu bulunmadığı, pnömomediastinum saptanmadığı, hastanın kalbinde atım bulunmadığı, hastaya intrakardiyak adrenalin yapıldığı, kardiyak antreman amaçlı hasta acil olarak aorta unikaval kanülasyon CPA’a girildiği, hastaya RV Pace telinin konduğu,yüksek doz inotropik destek verildiği,ancak tüm müdahalelere ve CPR"a rağmen saat 15:00"daexitus kabul edildiği ,dikkate alındığında

Kişinin şikayetleri üzerine götürüldüğü İzmir Atatürk Eğitim ve araştırma hastanesinde muayenesinin yapıldığı, gerekli tetkiklerin yapılmış olduğu, ERPC yapılma kararının uygun olduğu, ERPC işleminde oluşan özefagus perforasyonun olabilecek bir komplikasyon olduğu, komplikasyonun zamanında tanısı konularak gerekli müdahalelerin zamanında ve uygun şekilde yapıldığı, yapılan işlemlerin tıp kurallarına uygun olduğu,cihetle kişinin muayene, takip, tedavi ve ameliyatına katılan hekimlere ve yardımcı sağlık personeline atfı kabil kusur bulunmadığı oy birliği ile mütalaa olunur"

24. Mahkeme 28/10/2016 tarihli kararı ile davayı reddetmiştir. Gerekçede, rapora atıfla "tıbbi teşhis ve tedavide kusur oluşturan eylem bulunmadığı belirtilerek tazminat isteminin reddi gerektiği" ifade edilmiştir.

25. Danıştay Onbeşinci Dairesi 8/2/2018 tarihinde ret hükmünü onamış, karar düzeltme istemini de 15/11/2018 tarihinde reddetmiştir. Karar düzeltme isteminin reddine dair karar oyçokluğu ile alınmıştır. Karşıoy kullanan üyenin gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

" ... alınan ek raporda bozma kararında belirtilen eksikliklerin ve sorulan soruların ayrıntılı bir şekilde cevaplandırılmadığı, eksik bırakıldığı ve alınan bu raporun da davanın esasını çözmede yetersiz kaldığı, ilk raporun tekrarı niteliğinde olduğundan hükme esas alınmaması gerektiği anlaşılmaktadır.

Öte yandan, Aydoğdu - Türkiye başvurusunda AİHM, Adli Tıp Kurullarında ilgili branştan yalnız bir kişinin bulunması eleştiri konusu yapılarak, uyuşmazlıkların çözümünde tarafların tüm iddia ve itirazlarını karşılayacak yetkinlikte bir bilirkişi heyeti kurulması ve bu heyetin tıbbi hataya ilişkin yapacağı değerlendirmelere esas kriterler Yargıtay kararlarına atıfla şu şekilde sıralanmıştır (Başvuru No. 40448/06, 30.08.2016):

- Davaya ilişkin alanda tek bir uzmanın katılımı, tıbbi bilirkişi raporunu düzenlemek için yetersizdir; üniversiteler arasından, güçlü bir akademik kariyere sahip, belirli bir alanda uzmanlaşmış olan kişileri görevlendirmek gerekmektedir.

- Bir tıbbi bilirkişi incelemesi, suçlanan doktorun iddia edilen zarardan sorumlu tutulup tutulmayacağı hususuna cevap vermediği takdirde yetersizdir.

- Güvenilir ve ikna edici olması için, bir bilirkişi raporu, davanın konusuyla örtüşmeli, olayları aydınlatmaya çalışmalı ve tarafların argümanlarına cevap vermelidir.

- Tıbbi bilirkişi incelemesi, hastanın teşhisi ve takibine ilişkin bilimsel unsurları ve özellikle, bu durumda kabul edilen tedavi stratejisinin uygunluğunu değerlendirmelidir.

-Tedavinin komplikasyonların neler olduğunu, diğer tedavi yöntemlerinin bulunup bulunmadığını ya da daha iyi donanımlı bir hastanede nelerin yaşandığını açıklamaksızın, soyut bir şekilde, bir komplikasyonun mevcut olduğu sonucuna varan yetersiz bir rapordan hareketle bir hüküm kurulamamalıdır.

- Yalnızca suçlanan idarenin veya doktorun ifadelerine dayanan ve soyut, gerekçelendirilmeyen ve desteklenmeyen iddialar içeren bir rapor güvenilir değildir.

- İhtilaf konusu ameliyatın tıp kurallarına uygun olduğu ve doktora veya idareye herhangi bir hatanın atfedilemeyeceği sonucuna varmak için tıbbi bir hata yapılmış olabileceğini belirten unsurları dikkate almayan bir bilirkişi raporu güvenilir değildir.

Tüm bu unsurlar birlikte değerlendirildiğinde, dava konusu uyuşmazlığın çözümünde hükme esas alınan Adli Tıp raporunun yukarıda sayılan kriterleri karşılamadığı açık olup, konu ile ilgili üniversitelerin tıp fakültelerinin ilgili birimlerindeki uzman akademisyenlerden oluşacak yeni bir bilirkişi heyeti teşkil edilerek, tarafların tüm iddia ve itirazlarını karşılayacak yeni bir rapor istenerek uyuşmazlığın çözülmesi gerektiğinden davacıların karar düzeltme isteminin kabul edilerek Mahkeme kararının bozulması oyuyla çoğunluk kararına katılmıyorum."

26. Başvurucular nihai hükmü 7/1/2019 tarihinde tebellüğ etmelerinin ardından 30/1/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

27. Konu hakkında ilgili hukuk için bkz. Saadet Ergün ve diğerleri, B. No: 2013/4194, 14/10/2015, §§ 24-30; Ali Abidin Saruhanoğlu ve diğerleri, B. No: 2014/15478, 6/12/2017, §§ 39-42.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

28. Anayasa Mahkemesinin 16/11/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları

29. Başvurucular; sağlık hizmetinin sunumunda sağlık görevlileri tarafından gereken özenin gösterilmemesi nedeniyle ölüm olayının meydana geldiğini, endoskopi hasta onam formunda ölüm riskinin açıkça ifade edilmediğini, yargılama sürecinde gereken incelemenin yapılmadığını, raporlar arasında çelişki olduğunu, somut olayın bir komplikasyondan ibaret olduğu gerekçesiyle yeterli değerlendirme yapılmadan sürecin geçiştirildiğini ve yemek borusunun delinmesi konusunda gereken önlemlerin alınıp alınmadığı, derhâl müdahalede bulunulup bulunulmadığı hususunda belirleme yapılmadan karar verildiğini belirterek adil yargılanma ile yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.

B. Değerlendirme

30. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

 “Herkes, yaşama ... hakkına sahiptir.”

31. Anayasa’nın "Devletin temel amaç ve görevleri" kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Devletin temel amaç ve görevleri, …Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

32. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucular, N.S.nin hayatını kaybetmesi ile sonuçlanan tıbbi süreç ve ölümü takiben yapılan yargısal süreç hakkında şikâyette bulunduğundan başvuru maddi ve usul boyutunu içerecek şekilde yaşam hakkı kapsamında incelenmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

33. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, yaşamını kaybeden kişi açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak yaşanan ölüm olayı nedeniyle ölen kişinin mağdur olan yakınları tarafından yapılabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 41). Başvurucular, başvuruya konu olan süreçte hayatını kaybeden N.S.nin eşi ve çocuklarıdır. Bu nedenle başvuruda başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır.

34. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Genel İlkeler

35. Anayasa"nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşama hakkı, Anayasa"nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete pozitif ve negatif ödevler yükler (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 50).

36. Devletin negatif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme yükümlülüğünün yanı sıra pozitif bir yükümlülük olarak yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, §§ 50, 51).

37. Söz konusu pozitif yükümlülük, sağlık alanında yürütülen faaliyetleri de kapsamaktadır. Devlet -ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin- sağlık hizmetlerini hastaların yaşamlarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Nail Artuç, B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 35).

38. Anayasa Mahkemesinin yaşam hakkı kapsamında devletin sahip olduğu pozitif yükümlülükler açısından benimsediği temel yaklaşıma göre devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında gerçekleşen ölüm olaylarında Anayasa’nın 17. maddesi devlete, elindeki tüm imkânları kullanarak bu konuda ortaya konulmuş yasal ve idari çerçevenin yaşamı tehlikede olan kişileri korumak için gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili idari ve yargısal tedbirleri alma görevi yüklemektedir. Bu yükümlülük -kamusal olsun veya olmasın- yaşam hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyeti kapsamaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 52).

39. Ancak ihmal nedeniyle meydana gelen ölüm olaylarına ilişkin soruşturma yükümlülüğü açısından farklı bir yaklaşım benimsenebilir. Bu kapsamda yaşam hakkının ihlaline kasten sebebiyet verilmediği durumlarda etkili bir yargısal sistem kurma yönündeki pozitif yükümlülük mağdurlara hukuki, idari ve hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması ile yerine getirilmiş sayılabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 59).

40. Bu yaklaşım tıbbi hata sonucu meydana geldiği ileri sürülen ölüm olayları için de geçerlidir. Diğer taraftan bu şekildeki bir kabul, bu tür olaylarda yürütülen ceza soruşturmalarının Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmeyeceği anlamına da gelmemektedir. Ancak ilke olarak tıbbi hatalara ilişkin şikâyetler konusunda temel başvuru yolu, hukuki sorumluluğu tespit adına takip edilecek olan hukuk veya idari tazminat davası yoludur (Zeki Kartal, B. No: 2013/2803, 21/1/2016, § 78; Nail Artuç, § 38).

41. Mağdurların kendi inisiyatifleri ile başvurabilecekleri tazminat yollarının sadece hukuken mevcut bulunması yeterli olmayıp bu yolların uygulamada da etkili olması gerekir. Bir başvuru yolunun ancak hak ihlalini önleyebilmesi, devam etmekteyse sonlandırabilmesi veya sona ermiş bir hak ihlalini karara bağlayabilmesi, bunun için uygun bir giderim sunabilmesi hâlinde etkililiğinden söz etmek mümkün olabilir (Tahir Canan, § 26; Filiz Aka, B. No: 2013/8365, 10/6/2015, § 39).

42.Yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığı koruma hakkı kapsamında yürütülecek olan ceza soruşturmalarının yanı sıra hukuki sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat davalarının da makul derecede ivedilik ve özen şartını yerine getirmesi gerekmektedir. Derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin yürüttükleri yargılamalarda, Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve özenle bir inceleme yapıp yapmadıklarının ya da ne ölçüde yaptıklarının da Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekir. Zira derece mahkemeleri tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet, yürürlükteki yargı sisteminin daha sonra ortaya çıkabilecek benzer yaşam hakkı ihlallerinin önlenmesinde sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 110; Filiz Aka, § 33).

43. Diğer taraftan belirtmek gerekir ki olayların oluşumuna ilişkin delillerin değerlendirilmesi öncelikle idari ve yargısal makamların ödevidir. Aynı şekilde başvuru dosyasında bulunan tıbbi bilgi ve belgelerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında fikir yürütmek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir (Mehmet Çolakoğlu, B. No: 2014/15355, 21/2/2018, § 47). Bununla beraber derece mahkemelerinin gerekçeleri ayrıntılı olarak ortaya konulmalı; ulaşılan sonuçlar yeterli açıklıktaki bilimsel görüş ve raporlar gibi somut, nesnel verilere dayandırılmalıdır. Bu bağlamda, yükümlülüklerinin somut olayda yerine getirilip getirilmediğinin nesnel bir şekilde değerlendirilmesi için ilgili anayasal kurallar bağlamında derece mahkemelerinin kendilerine tanınmış takdir yetkileri çerçevesinde hareket edip etmediklerinin denetlenmesi gerekir. Dolayısıyla, müdahaleyi haklı göstermek için öne sürülen gerekçelerin ilgili ve yeterli olup olmadığı incelenmelidir (Murat Atılgan, B. No: 2013/9047, 7/5/2015, §§ 44,45).

44. Bununla birlikte derece mahkemelerinin özen yükümlülüğü, yaşam hakkı ile ilgili her davada mutlaka mağdurlar lehine bir sonuca varılmasını garanti altına almamaktadır (Aysun Okumuş ve Aytekin Okumuş, B. No: 2013/4086, 20/4/2016, § 73).

45. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı kapsamında devletin yerine getirmek zorunda olduğu etkili soruşturma yükümlülüğünün gerektiği şekilde yerine getirilmemesi hâlinde devletin negatif ve pozitif (koruma ve öldürmeme) yükümlülüklerine gerçekten uyup uymadığının tam olarak tespit edilmesi mümkün değildir. Bu nedenle soruşturma yükümlülüğü, devletin bu madde kapsamındaki negatif ve pozitif yükümlülüklerinin güvencesini oluşturmaktadır (Salih Akkuş, B. No: 2012/1017, 18/9/2013, § 29).

b. İlkelerin Somut Olaya Uygulanması

46. N.S.nin vefatını takip eden sürece bakıldığında ölüm sebebine ve tıbbi uygulamaya ilişkin olarak birden fazla inceleme raporu hazırlandığı görülmektedir. N.S.nin ölümünde etkin rol oynadığı anlaşılan özefagus perforasyonuna (yemek borusu delinmesine) ilişkin olarak otopsi raporunda "yeniden canlandırma sırasında meydana gelen kırıkların yumuşak doku kanamasına neden olmadığı" belirtilmiş (bkz. § 11) ve adli tıp kurumu raporunda "yemek borusu delinmesinin endoskopi sırasında oluştuğu" (bkz. § 19) tespitinde bulunulmuştur. Bununla beraber ön incelemeye esas olan bilirkişi raporunda ise yemek borusu delinmesinin yeniden canlandırma/kalp masajı sırasında oluştuğu kanaati (bkz. § 16) öne çıkarılmıştır. Mahkeme hükmüne esas olan rapor da delinmenin endoskopi sırasında olduğunu kabul etmiş ve bu durum bir komplikasyon olarak ele alınmıştır (bkz. § 23).Ayrıca raporlarda yemek borusunda meydana gelen açılmaya müdahale edilip edilmediği hususunda bir belirleme bulunmamaktadır.

47. Gerek hastane tarafından düzenlenen epikriz raporu gerekse diğer tıbbi belgeler ve sağlık personelinin ifadesinden (bkz. §§ 13-15) açıkça anlaşıldığı üzere N.S.nin endoskopi işleminin hemen arkasından durumu kötüleşmiş, dudakları morarmış, nabız alınamamış ve bu sebeple N.S.ye uzun süre (iki saat) yeniden canlandırma/kalp masajı uygulaması yapılmıştır. Bu uygulamayı takiben yapılan endosonografi işlemi sayesinde N.S.nin yemek borusunun delindiği tespit edilmiştir. Bir başka ifadeyle yukarıda aktarılan raporlar uyarınca endoskopi sırasında yemek borusu delinen ve durumu kötüleşen N.S.ye yemek borusunun delindiği tespiti yapılmadan iki saat gibi bir süre boyunca yeniden canlandırma/kalp masajı uygulandığı anlaşılmaktadır.

48. Yargılama sürecinde Danıştay Onbeşinci Dairesi 28/11/2014 tarihli kararı ile "yemek borusu delinmesinin erken dönemde fark edilip edilemeyeceği, komplikasyonun teşhisinde geçen sürenin ölüme etkisi olup olmadığı, komplikasyonu önleme ve komplikasyonla mücadelede gereken tetkik, teşhis ve tedavinin zamanında yapılıp yapılmadığının" değerlendirilmediği, bir başka ifadeyle ölüme yol açan olguların tam olarak aydınlatılmadığı gerekçesine yer vererek 18/4/2014 tarihli ret hükmünü bozmuştur. Bozmaya uyan mahkemenin yeniden yaptırdığı bilirkişi incelemesi sonucu düzenlenen 27/4/2016 tarihli raporda bozma gerekçesinde yer alan hususlara ilişkin olarak sadece/kısaca "zamanında tanı konulduğu gereken tetkiklerin tedavinin yapıldığı" şeklinde bir ifadede bulunulmuş ve bu hususlara ilişkin olarak detaylı bir açıklama yapılmamıştır.

49.Özetle N.S.nin yemek borusu endoskopi sırasında delinmiş ve bu durum iki saat gibi bir süre sonra fark edilmiş, ayrıca bu iki saatlik süre boyunca N.S.ye -yemek borusu delinmiş hâlde- kalp masajı yapılmıştır. Raporda ise delinmenin bir komplikasyon olduğu, zamanında tanı konularak gereken tedavinin uygulandığı soyut biçimde -temellendirilmeden- kısaca belirtilmiştir. Mahkemelerin bu tür olaylara ilişkin yürüttükleri yargılamalarda, yaşam hakkının gerektirdiği seviyede derinlik ve özenle bir inceleme yapılıp yapılmadığı Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilecektir. Ayrıca tıbbi bilgi ve belgelerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında fikir yürütmek Anayasa Mahkemesinin görevi olmasa da ulaşılan sonuçların yeterli açıklıktaki bilimsel görüş ve raporlar gibi somut, nesnel verilere dayandırılıp dayandırılmadığı; ilgili anayasal kurallar bağlamında derece mahkemelerinin kendilerine tanınmış takdir yetkileri çerçevesinde hareket edip etmediklerinin denetlenmesi yaşam hakkının sağladığı usul güvenceleri bağlamında Anayasa Mahkemesinin görev alanı içindedir. Bu bağlamda yaşam hakkının sağladığı güvencelerin yerine getirilmesi ölüm olayına ilişkin yeterli açıklıkta, somut, bilimsel, nesnel verilere dayanan bir incelemenin gerçekleştirilmesi ile mümkündür. Somut sürece bir bütün olarak bakıldığında yemek borusundaki deliğin fark edilmesinin iki saat gibi bir süre sonra gerçekleşmesinin hayati anlamda gecikme sayılıp sayılmayacağı, bu gecikmenin ölüme etkisinin olup olmadığı, yemek borusundaki deliğe müdahale edilip edilmediği ,iç organda delinme varken bu durum fark edilmeden kalp masajı yapılmasının ölüme katkısının olup olmadığı hususlarında somut, detaylı, aydınlatıcı, bilimsel gerekçeye dayalı bir açıklamanın söz konusu olmadığı görülmektedir. Bu hususlara ilişkin yapılan açıklamanın soyut olduğu, bilimsel gerekçe ve aydınlatıcı açıklamadan/detaydan yoksun olduğu göze çarpmaktadır.

50. Tüm bu aktarılan tespitler ışığında N.S.nin vefatı ile sonuçlanan söz konusu sürece ilişkin olarak devletin yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülükleri bağlamında, hukuki sorumluluğun ortaya çıkarılması adına Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve özenle bir inceleme yapılmadığı ve sonuç olarak devlete ait pozitif yükümlülüklerin usul boyutunun gereği gibi yerine getirilmediği kanaatine ulaşılmıştır.

51 Somut ölüm olayına ilişkin yeterli açıklıkta, somut, bilimsel, nesnel verilere dayanan bir incelemenin gerçekleştirilmemesi nedeniyle yaşam hakkına ilişkin usul yükümlülüğü bağlamında ihlal sonucuna ulaşıldığından endoskopi hasta onam formunda ölüm riskinin açıkça ifade edilmediği iddiası yönünden ayrıca bir değerlendirme yapılmasına gerek görülmemiştir. Ayrıca yaşam hakkı kapsamında devletin yerine getirmek zorunda olduğu etkili soruşturma yükümlülüğünün gerektiği şekilde yerine getirilmemesi hâlinde devletin koruma yükümlülüğüne uyup uymadığının tam olarak tespit edilmesi mümkün değildir (bkz. § 45). Bu bağlamda ölümün gerçekleşme koşullarının tam olarak tespit edilmemiş olması nedeniyle koruma yükümlülüğü bakımından gerçek bir değerlendirme yapılabilmesi adına yeterli veri sağlanmadığından bu aşamada yaşam hakkının maddi (koruma) boyutu yönünden değerlendirme yapılması mümkün değildir.

52. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkına ilişkin pozitif yükümlülüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun"un 50. Maddesi Yönünden

53. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun"un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

54.Başvurucu, ihlalin tespiti ve yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmuştur.

55. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

56. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

57. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda Anayasa Mahkemesi 6216 sayılı Kanun"un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

58. İncelenen başvuruda İzmir 3. İdare Mahkemesi tarafından yapılan yargılama sonucu yaşam hakkının pozitif yükümlülükler kapsamındaki usul boyutunun ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

59. Bu durumda yaşam hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise usul hukukunda yer alan benzer kurumlardan farklı ve bireysel başvuruya özgü bir düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun"un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yeniden yargılama sürecinde mahkemelerce yapılması gereken iş, öncelikle hak ihlaline yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılmasından ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

60. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 364,60 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.964,60 TL yargılama giderinin başvuruculara ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin Anayasa"nın 17. maddesinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için İzmir 3. İdare Mahkemesine (E.2015/1588, K.2016/1373) GÖNDERİLMESİNE,

D. 364,60 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.964,60 TL yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin bilgi için Danıştay Onbeşinci Dairesine (E.2017/1030, K.2018/1304) GÖNDERİLMESİNE,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 16/11/2021tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

Hemen Ara